İhvân-ı Safâ

MURATS44

Özel Üye

İhvân-ı Safâ
İhvân-ı Safâ, IV. (10) yüzyılda Basra'da teşekkül etmiş, dini, felsefî, siyasî ve ilmî açıdan hedefleri olan ve faaliyetlerini gizli olarak sürdürmüş organize bir topluluğun adıdır. Onlar için düşüncelerine temel olmada Kurân ne kadar öneme sahipse, Tevrat ve İncil de o kadar önemlidir.

Din bilgisinde de Hz. Peygamber'in veya Hz. Ali'nin sözü ne kadar önem taşıyorsa diğer disiplinlerdeki bilim adamı ve filozofların sözünün de önemi o derece büyüktür. Zaten bu yaklaşımla bilgi kaynaklarını, bilge ve filozofların eserleri, Tevrat, İncil ve Kurân, astronomi, jeoloji ve botaniğe dair eserler ve Allah'ın ilhâm yoluyla bildirdiği ilâhî kitaplar olarak gösterirler. Zâhir-Bâtın ayrımını her işte kullanan İhvân-ı Safâ, Pisagorculuğun ve Yeni Eflâtunculuğun açık etkisiyle Peygamberlerin ümmet içindeki konumuna varıncaya kadar her şeyi ondalık sayı dizisiyle açıklama yoluna giderler.Genel tasavvufî yönelimin yanında işârî yöntemi disiplin olarak asıl kabul eden İhvân-ı Safâ'dır. İhvan-ı Safâ'nın görüşleri, Kurân'ın zahirini tamamen inkara, dini kökünden kaldırmağa ilişkindir. Onlar, namaz, hac, oruç gibi ibadetlere peygamberî örnekliğin ve ibadet boyutunun dışında, amelsiz ve tamamen yaşanan zevk haliyle kalbe doğan işaretlere göre anlamlar vermektedirler. İhvan-ı Safâ, cehennemi, uhrevî azabı inkâr etmektedirler. Onlar, Kurân'da bahsi geçen şahıs ve olaylara yine Kurân'a muhalif manalar vermiş, olmadık anlamlar yükleyerek Kurân'ı kasten tahrife kalkışmışlardır.
Teymiyye, bid'atçıların nassları anlama ve yorumlama yöntemlerini izah bağlamında İhvân-ı Safâ, Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) gibi felsefeciler ile Kurân ve Sünnet'e bağlı olan selefin çizgisinden sapmalarından dolayı "mülhit sufiler" nitelemesini yakıştırdığı Muhyiddîn ibn Arabî ve İbn Seb'in gibi bazı sufileri Bâtınîyye-İsmâilîyye ile aynı safta göstermiştir. Bu bağlamda aynı yorum yaklaşımını benimseyen, Suhreverdi, Fahrîduddîn Attâr, Şemseddin Tebrîzî ve Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (ö. 672/1273)'de Bâtınîyye-İsmâilîyye fırkasının temsilcileri olarak sayılmışlardır. Kuşkusuz burada adları geçen sufi ve filozofların bir kısmı İsmâilîyye fırkasıyla organik bir bağlarından öte bâtınî te'vil yöntemini kullanmış olmalarından ötürü bu şekilde nitelenmişlerdir. Yine bu bağlamda günümüzde temsilcileri bulunan Nuseyrîlik ve Dürzîlik fırkalarını da Bâtınîyye kategorisine dahil edenler olmuştur. Gazali'nin de İhvân-ı Safâ'yı tanıyıp bozuk felsefesini eleştirdiği İbn Hazm'ın ise İhvân-ı Safâ'yı yıldızların bu aleme etkisi konusundaki düşüncelerinden ötürü şirkle itham ettiği nakledilmektedir.

Netice adı ne konulursa konulsun böylesi bâtınî inanış ve müdahale tahrife kalkışmaktır. Buna ister İhvan-ı Safâ'nın görüşleri denilsin, isterse yapılana, "sufîlerin, tefsir değil, ‘işaret' adını verdikleri" söylensin ameliye itibariyle aynı kapıya çıkmaktadır. Burada müdahalenin mantığı Kurân'ın zahirini ya tamamen inkara veya Kurân bütünlüğüne rağmen anlamlar yüklemeye dayanmaktadır. Bu da ifsadî bir tutumdur. Zira hiçbir müfsid kendini ifsad edici kabul etmediği gibi sıfatını da hiç ilan etmez. Nitekim isimlendirme eyleme dönüşmez, eylemler/yönelişler bir isme dönüşürler.

Bu durum kadîm dönemlerde böyle olduğu gibi son dönem Kurân aşırı yorumları için de böyledir. Mana itibariyle ilgimizi çeken şu rivayetleri bu bağlamda oldukça anlamlı buluyoruz: Hz. Peygamberin Hz. Ali'ye izafeten şöyle söylediği bildirilir: “İçinizden biri, Kurân'ın tenzili için savaştığı gibi, te'vili için de savaşacaktır.” Ali'nin Benî Ümeyye'ye mensup bir topluluğun önceki yıllarda tenzili inkar etmelerinin ardından bugün de te'vîli manipüle etmeye çalışmaları üzerine söylediği, “Dün Kurân'ın emri gereği (‘alâ tenzîlih) onlarla savaşmıştık, bugün de Kurân'ın te'vîli gereği (‘alâ te'vilih) onlarla savaşıyoruz” ifadesi de gösteriyor ki te'vil, Kitap ve Sünnet'e aykırı düşmemeli, ayetin hamledildiği muhtemel mânânın siyak ve sibakıyla uygunluk arz etmeli ve ayrıca Arap dilinin kural ve kaidelerini ihlâl etmemelidir.
 
Üst Alt