Seyit Onbaşı'nın arkasındaki asker : Niğdeli ALİ

MURATS44

Özel Üye
18 Mart Çanakkale Zaferinin 101. yıldönü kutlanıyor. Çanakkale’nin saklı ve sessiz kahramanlarından birini, Seyit Onbaşı'nın o meşhur fotoğrafında hemen arkasında duran Niğdeli Ali'nin hayatı filmlere konu olacak türden.

1576302_1_1458305404SSXEO.jpg


1576302_0_1458305404vZXiW.jpg


Kamuoyu Rumeli Mecidiye Tabyası'nda 215 kilogramlık top mermisini sırtlayan Seyit Onbaşı'yı biliyor. Peki arkasındaki Niğdeli Ali'yi merak ettiniz mi? (Seyit Onbaşı ve Niğdeli Ali (Harp Mecmuası Kasım 1915 sayısı)

Çanakkale Savaşları Araştırmacısı eğitimci Ömer Arslan, Kahraman Niğdeli Ali hakkındaki bilgileri 14 Mayıs 2007 tarihinde oğlu Tahsin Öztürk ile yapılan görüşmede derlemiştir.

Niğde’nin Ulukışla kazası Barastal köyü nüfusuna kayıtlı Bakkalbaşı Hasan Efendizâde Ali için de askerlik celbi gelmişti. 1892 doğumlu olan Ali, celbin geldiği 1912 yılında Kayseri’de medrese tahsili görmekteydi. Talebe olmasına rağmen o da alındı askere.

Geride gözü yaşlı anasına veda edip düştü Balkan yoluna. Balkan Savaşı hüsranla sonuçlandı. Niğdeli Ali köyüne döner dönmez yavuklusu Sabriye ile evlendi. 1 Temmuz 1914 yılında adını Şerife koydukları bir kızları oldu.

Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914 yılında genel seferberlik ilan etti. Niğde’nin Ulukışla kazası Barastal köyü nüfusuna kayıtlı Bakkalbaşı Hasan Efendizâde Ali için de askerlik celbi gelmişti.

Ali, anasının elini öptükten sonra eşi Sabriye’ye veda etti, helallik diledi sonra da henüz bir aylık olan kızı Şerife’yi aldı sevdi ve vedalaştı. Niğde askerlik şubesinden Bakkalbaşı Hasan Efendizade Ali Çanakkale Cephesi’ne gidiyordu.

Günler süren tren yolculuğu Balıkesir tren istasyonunda son buldu. Buradan Çanakkale’deki birliğine kadar yürüyerek ulaşacaklardı. Niğdeli Ali 2.Ağır Topçu Tugayı, 4. Ağır Topçu Alayı, 2. Topçu Taburuna bağlı olan Mecidiye Tabyası’ndaki 3 numaralı topta topçu neferiydi.

Niğdeli Ali 2.Ağır Topçu Tugayı, 4. Ağır Topçu Alayı, 2. Topçu Taburuna bağlı olan Mecidiye Tabyası’ndaki 3 numaralı topta topçu neferiydi. Sultan Abdülmecit tarafından inşa ettirilen tabya, dokuz adet bonetten oluşuyordu.

Bu bonetler arasında 4 adet 240/35, 2 adet 280/22 milimetrelik top vardı. Her bonetin içinde karşılıklı iki oda ve bir cephanelik vardı. Mecidiye Tabyası’nda Alman öğretmenlerden topların çalışma sistemleriyle ilgili olarak dersler almaya sonra da öğrendiklerini talim etmeye başladılar.

Niğdeli Ali aynı tabyada nefer olan Mehmet oğlu Seyit ile yaren olmuştu. Seyit de Niğdeli’yi çok severdi. İstirahat vakitlerinde bazen Balkan Savaşı üzerine koyu sohbete dalarlardı.

17 Mart’ta tabyada hummalı bir çalışma vardı. Ertesi gün büyük bir saldırı olacağına dair istihbarat alınmıştı. Müstahkem Mevkii Komutanlığı’ndan o gün bir emir çıkmıştı: “Bütün topçular tetikte olsun!”

Birleşik Donanma, 16 savaş gemisi, 4 kruvazör, 14 muhrip, 21 mayın tarama gemisi, 6 denizaltı, 6 uçağı taşıyan bir gemi, çok sayıda muhrip ve gambotlarla sayısı yüzü geçen devrin en büyük filosu Boğaz’dan içeri girmeye başladığında saatler 10.05’i gösteriyordu.

Müttefik Donanma’nın ilk atışı 11.15’te yapıldı. Giriş tahkimatımıza bir müddet atış yapıldıktan sonra merkez tahkimatımıza doğru şiddetli bir bombardıman başladı. Anadolu ve Rumeli Hamidiyeleri, Rumeli Mecidiye ve Namazgâh Tabyaları yoğun ateş altındaydı.

Tabyalarımıza 14000 yarda mesafeden ateş ediliyordu. Düşman gemileri, menzili ancak 12-13 km olan Türk toplarının etki alanının dışında kalıyordu. Türk topçusunun savunma planı şöyleydi:

Gemiler toplarımızın menziline girene kadar pusuda beklenecek, menzil içine girer girmez de baskın şeklinde bir ateş açılacaktı. İstihkâmlardan askerin maneviyatını ayakta tutmak ve mayın tarama gemilerinin çalışmalarını engellemek için cılız bir top ateşi yapılıyordu.

Neferin “Yarım Dünya” dediği Queen Elizabeth sağlı sollu yaylım ateşiyle ilerliyordu. Rumeli Mecidiyesi ateşler içinde yanıyordu. Gemilerden atılan yüzlerce kilo ağırlığındaki mermiler ıslık çalarak gelir düştüğü yer harman yeri gibi açılır, su çıkardı.

Donanma tarafından susturulan tabyalar tek tek hortlamış, Birleşik Donanma’nın üzerine kâbus gibi çökmüştü. Ölüm sessizliğine bürünen Rumeli Mecidiye Tabyası’nda durum çok kötüydü.

Kendisini çabuk toparlayan Koca Seyit, 3 numaralı topun başına geldi. Topun istikamet çarkı ve zinciri kırılmıştı. Niğdeli Ali şaşkınlık içerisinde Seyit’i izliyordu. Seyit acısından divane olmuş bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyordu.

Sonra mermilere doğru yöneldi. Ne yapmak istediğini anlayan Niğdeli Ali donup kalmıştı. Merminin altına giren koca pehlivan şaşkın şaşkın bakan Ali’ye “ Öyle bakacağına yardım et de şu mermiyi namluya sürelim” dedi.

Niğdeli Ali’nin de yardımıyla 215 kıyyelik mermiyi tekbir getirerek omuzladı. Namluya sürülen mermi ilk atışta isabet bulmayınca, bir daha, o da olmayınca üçüncü atışta koca Ocean zırhlısının bir akıl hastasına çevirmişti.

Kendi etrafında dönmeye başlayan Ocean da diğer iki geminin akıbetine uğrayıp bir mayına çarparak battı. Gözlerine inanamayan Ali “Vurdun ! Vurdun !” diyerek bağırıyordu. Yüzbaşı Hilmi olanları görmüş fakat inanamamıştı.

3 numaralı topun namlusuna dokundu, namlu ateş gibiydi. Koca Seyit’e “Sen mi ateşledin bu topu ?” diye sordu. Seyitten önce Ali “Evet, komutanım 215 kıyyelik mermiyi de tek başına kaldırdı” deyince Yüzbaşı, kahraman askerini kucakladı tebrik etti.

Akşam karanlığı bastırınca top sesleri susmuş, daha fazla kayıp vermekten korkan Birleşik Donanma çekilmişti. O gün Rumeli Mecidiyesi’ndeki 1,2,3 ve 4 numaralı toplardan toplam 93 mermi atılmıştı.

Olaydan sonra tabyaya gelen Cevat Paşa; Seyit’e, gösterdiği kahramanlıktan dolayı onbaşılık rütbesi taktı. Bu kahramanlığı ölümsüzleştirmek için yanında Alman bir fotoğrafçı getirmişti. Merminin altına giren Seyit Onbaşı bir türlü mermiyi yerinden oynatamıyordu.

Mahcup olan Seyit Onbaşı “Komutanım ben bu merminin altına o mahşer günü vatan tehlikede olduğu için girdim ve Allahın inayetiyle kaldırdım. Şimdi ise fotoğraf çekmek için deniyorum, olmuyor. Vatanın tehlikede olması durumunda Allahın izniyle gene kaldırırım.” dedi.

Koca Seyit’i alnından öpen Cevat Paşa “Bu milletin sizin gibi evlatları olduğu müddetçe sırtı yere gelmez” dedi. Merminin içi boşaltıldı. Seyit Onbaşı mermiyi kaldırdı. Arkasında o tarihi günde olduğu gibi yine Niğdeli Ali vardı. Alman fotoğrafçı bu anı ölümsüzleştirecek fotoğrafı çekti.

Bu fotoğraf ilk kez, Harbiye Nezareti tarafından neşredilen Harp Mecmuası’ nın Kasım 1915 tarihli ikinci sayısının kapağında yer aldı. Fotoğrafın altında “Çanakkale İstihkâmında 215 kıyye(275 kg) ağırlığındaki mermiyi sırtında taşıyan güçlü bir kahraman nefer; Mehmed oğlu Seyid. Ordumuzda harp aşkından bir örnek” yazıyordu.

8 Mart Zaferi’nden sonra Niğdeli Ali Soğanlıdere’de de savaştı. Burada sağ ayağından yediği 7 kurşun yarasıyla hastaneye götürüldü. Kurşunlar burada çıkarıldı fakat ömrü boyunca kendisine hatıra olacak bir iz bıraktı.

Düşmandan sonra mücadele ettikleri iki şey vardı, birisi susuzluk ikinci ise bit salgını. Aylarca yıkanamadıkları oluyordu. “Bütün elbisemiz bit içerisinde kalmıştı, sakalımızı sıvazlıyorduk sapır sapır bit akıyordu.”

Çanakkale Savaşları bitmeden Kafkas Cephesi’ne sevk edildi. 52 günde aç perişan bir halde Erzurum’a ulaştı. Yolda birçok arkadaşı açlıktan yorgunluktan bitkin düşüp şehit oldu. Açlık onlara olmaz denilen şeyleri yaptırmıştı.

Beygirlerin pisliklerindeki arpaları ayıklayıp yiyorlardı. Nihayet bir akşamüstü Erzurum’a yeni birliğine intikal eder. Önüne bir tabak bakla çorbası koyarlar. “Tam kaşığı ağzıma götürdüm ortamıza bir bomba düştü. Kafalar, kollar havada uçuşuyordu.”

Kefereler, günlerdir aç olan Ali’ye bir lokma kurtlu bakla çorbasını bile çok görmüşlerdi. İngiliz ve Fransızlardan sonra burada da Ermeniler ve Ruslarla savaştı. Mütareke imzalanmış fakat o halâ terhis edilmemişti. Dört senedir görmediği yavrusu Şerife’nin hasreti ciğerini dağlıyordu.

Dönüş yolunda birlik Kayseri’de durur. Birlikten ayrılarak hasretini çektikleri için memleket yoluna koyulur. Fakat kaçtığını zannettikleri Niğdeli Ali’nin peşine düşerler ve kısa zamanda bulurlar onu. Ermeni ve Ruslardan sonra şimdi de Yunanlılarla savaş başlamıştı.

Eskişehir, Kütahya, Afyon derken işgal edilen topraklar geri alınarak Yunanlılar İzmir’de denize dökülmüştü. İzmir’in kurtuluşundan sonra asker terhis edilmiş, isteyenlere İzmir’den toprak verilmişti. Niğdeli Ali toprak istemedi, memleketine gitmeyi tercih etti.


Nihayet senelerdir hasretini çektiği yavrusuna, anasına ve karısına kavuşacaktı. Eve vardığında kızı 8 yaşındaydı. Karısı Sabriye kendisini gördüğünde şaşırmış uzun bir süre tanıyamamıştı Dokuz sene Niğdeli Ali’yi çok değiştirmişti. Saçları dökülmüş, avurtları çökmüştü.

Savaştan sonra kendi köşesine çekilen gazi, maaş ve madalya almadı. Devlet kapısına gitmeyi de kendine yakıştıramadı. Köyünde çiftçilik yaparak geçimini sağladı. Niğdeli Ali’nin Şerife’den sonra Hasan, Halime ve Tahsin adında üç evladı daha oldu. Soyadı kanununda ÖZTÜRK soyadını aldı.

Oğlu Tahsin’i köylüsü olan İnayet ile evlendirdi. Köyünde imamlık yapan Ali, oğlu Tahsin ve gelini İnayet’in yanında kaldı. Tahsin Öztürk 1962 yılında geçim sıkıntısı nedeniyle Ankara’da bir lokantada iş bulup çalışmaya başladı. Niğdeli Ali ÖZTÜRK Ankara’ya geldiği 7. günde 15 Ekim 1962 yılında vefat etti.


 
Üst Alt