Dünyada Yolcu gibi Yaşamak...

_bamteli_

Aktif Üyemiz
]BUGÜN KOŞU MEYDANI YARINSA KAZANMA GÜNÜDÜR...
VARILACAK YER CENNET VEYA CEHENNEM’DİR..

İnsanın temel yanılgılarından biri, bu dünyada temelli kalacağını ve hep yaşayacağını sanmasıdır. Oysaki insan, bu dünyaya uğrayıp geçecek bir misafir gibidir.
Sahipmiş gibi göründüğü şeyler, elinde hep emanettir. Evet, insan bu dünyada geçici olarak vardır. Emanetçidir. Ve asla mal sahibi değildir.
Büyük şehirlerde emanetçiler vardır.
Genellikle yabancılar, yolcular, yanlarında taşıyamayacakları eşyalarını, belli bir ücret karşılığı, belli bir zaman için, onlara bırakırlar. Sonra da, bıraktıkları sürenin ücretini ödeyip, emanete bıraktıkları mallarını geri alırlar.
Emanetçi, belli bir ücret karşılığı, kendisine bırakılan malı muhafaza eder. Mal sahibi istediği anda da, teslim aldığı gibi, aynen geri verir.
Biz de bu dünyada, Yüce Yaratıcı'nın emanetçileriyiz. Şu anda bize sunulmuş olan dünya nimetlerini, belli bir süre kullanacak; mal sahibi istediğinde ise, hemen bırakıp ebedi âleme göçeceğiz.
Acaba biz, bu dünyada gerçekten emanetçi gibi mi yaşıyoruz, yoksa mal sahibi gibi mi?

* * *
Bu dünyada kendisini emanetçi gibi hissedenler, hırsa ve kıskançlığa düşmezler. Çünkü zaten geçici bir süre için elde edilen ve aslında kendisine ait bulunmayan şeyler için hırs göstermek akıllı insanlara yaraşır mı?
Başkaları kadar dünyalık kazanamayınca da, kıskançlık duygularında boğulmak, hırstan ve hasetten patlamak insanca mıdır?

* * *
"İnsan, kıskandığı şeyin akıbetine baksın" der Bediüzzaman. Çünkü sonunda, zenginle fakir de eşitlenecek, ahiret yolculuğuna ikisi de, sadece bir kefenle çıkacaklardır. Bu gerçek gönülde yer etmişse, insanda kıskançlık kalır mı?
"Onda var da, bende niçin yok" krizi yaşanır mı?
Kendisini emanetçi gibi hisseden; mal hırsında boğulup kalır mı?

* * *
Bu dünyanın misafiri olduğunu bilen; hep toplama ve daha çok şeye sahip olma oburluğundan kendini kurtarır.
İnsan, elindeki her şeyi bir gün bırakıp gideceğini ve bu dünyadan sadece iki metre kefen bezi ile sonsuzluk yolculuğuna çıkacağını bilse… Ah bunu bir bilebilse ve bu bilgiyi şuura dönüştürebilse, pek çok olumsuzluk düzeliverecektir.
İnsan bu gerçeği elbette bilir ama bilmiyormuş gibi yaşar hep… Unutmuş gibi davranır. Bu sebeble sık sık hatırlamakta fayda vardır. İbadetlerin tekrarı, öğütlerin devamlılığı, işte bu yüzdendir. Sıkça unutan insana, sıkça hatırlatmak gerekir.
Güzeller Güzeli, hatırlatmayı en etkili biçimde yapar; "Hayatın tadını ve lezzetlerini acılaştıran ölümü sıkça anınız" buyurur. Zira bir gün her şeyi burada bırakıp gitmenin adıdır ölüm...
Mademki, bir gün her şeyi burada bırakıp gideceğiz, öyleyse biriktirme konusundaki bu hırsımız nedendir?
İnsan bir yolcudur. Ruhlar dünyasından başladı yolculuğa… Anne rahminden dünyaya, buradan kabre, kabirden yeni bir dirilişle kalkıp, ebedi ve asıl aleme doğru yol alıyor. Öyle ise, götürmeye değer olanı ve gittiği yerde işe yarayacak olanı biriktirmeli değil mi?
Bu uzun yolculukta, dünya sadece bir uğrak yeri… Bir mola mekânı, bir durak…
Uzun bir seyahatte, otobüsün yemek ve ihtiyaç molası verdiği yerde sürekli kalacağını sanan adam gibi olmayalım.
Mola yerini hemen sahiplenen ve kendisini, orada geçici bir süre emaneten kullanacağı şeylerin gerçek maliki sanan adam, akıllı sayılabilir mi?
Madem misafiriz. Misafir beraberinde getirmediği şeylere gönül bağlamaz, âşık olmaz. Dolayısıyla de onları bırakıp gideceği zaman, ah vah etmez.
Hakiki mümin, dünya işlerinden kazandığına tam sevinmez; kaybettiğine de tam üzülmez...

* * *
Yolcunun yükü hafif olmalıdır.
Zira ağırlığı az olan kişi, seyahat sırasında rahat olur.
Biz de yolcuyuz. Ne kadar nazlansak, bizi burada durdurmazlar. Sevkıyat var. Öyleyse, sürekli sefere hazır durumda bulunmalıyız.

* * *
Genç ve tecrübesiz bir adam, uğradığı şehirde, ününü duyduğu bilge bir zatı ziyaret eder. Kafası ve kalbiyle insanların saygısını kazanmış olan bu değerli kişinin yaşadığı ortam, delikanlının dikkatini çeker…
Çünkü bu bilge adam, fakir sayılacak derecede yaşıyormuş ve çok az eşyaya sahipmiş… Evinin fark edilen tek varlığı, fevkalade zengin olan kütüphanesiymiş.
Genç Adam, büyük bir merak ve yadırgama duygusuyla, sormaktan kendini alamamış:
"Efendim, ortalık bomboş görünüyor, eşyalarınız nerede?”
Bilge Adam, soruyu boş bulmuş ve bir soruyla karşılık vermiş:
"Peki, sizinkiler nerede?"
"Ben bir yolcuyum" demiş genç adam…
"Ben de…" demiş bilge kişi…

* * *
Peki biz?
Biz de yolcu değil miyiz şu dünyada?
Öyleyse neden yolcu gibi davranmıyoruz.
Bediüzzaman bu dünyada kendisini yolcu gibi hisseden bir bilge kişiydi. Bu sebeble, dünyaya metelik vermez ve hep derdi ki:
"Bu dünyadan yüküm, taşıyabileceğim kadar olmalı…"
Bu prensibinden dolayı, elinde zaruri ihtiyaçlarını içinde taşıdığı bir sepet olurdu. Bazen de omzunda bir heybe…
O dünya yükünün de, bütün ısrarlarına rağmen, hiç bir talebesine taşıtmazdı.
Ve bu hususta derdi ki, "İnsanın temel ihtiyaçları dört şey iken, maddeci medeniyet, bunu yirmiye çıkarmıştır."
Şimdi sağ olsa da görseydi, insanın olmazsa olmazları kaça çıktı?
Günümüzde, kim kendi gücüyle taşıyabilir dünyalığını?
Bir taşınmaya kalksak, acaba kaç kamyona sığabiliriz?
Yükü hafif olanlara ne mutlu!
Çünkü dünya yükü arttıkça, onları taşıma zahmeti de artar. Üstelik terkedip gitmek de ne kadar zorlaşır onları…
Koca Yunus ne güzel der;
Kem durur nicelerin yoksullardan varlığı,
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.

* * *
Emanetçiyiz bu dünyada, ya da garip bir yolcu…
Öyleyse, hiç ölmeyecekmiş gibi, büyük bir hırsla dünyalık yarışına girmek niye, neden?
Güzeller Güzeli SallAllahu Aleyhi ve Sellem ne etkili uyarır bizi:
"İnsan bu dünyada bir yolcudur. Dünya hayatı, bu yolcunun ihtiyaç gidermek için mola verdiği bir ağaç altıdır. Orada biraz durup, dinlenecek; sonra da yoluna devam edecektir."
Ve yine buyurur ki, "Bugün koşu meydanı, yarınsa kazanma günüdür. Varılacak yer Cennet veya Cehennem"dir."


VEHBİ VAKKASOĞLU
 
Üst Alt