Panpisişizm

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Panpisişizm
Panpisişizm
Sağduyu bize yalnızca canlıların içsel bir hayatı olduğunu söyler. Yani tavşanlar, kaplanlar ve farelerin duyguları, duyumları ve deneyimleri vardır; tablolar ve kayalar ve moleküllerin ise yoktur. Panpisiştler ise bu sağduyu verisini reddediyor. Panpisişizm’e göre, en küçük madde parçaları da – elektronlar ve kuarklar gibi şeyler – çok temel deneyime sahiptir; bir elektronun içsel hayatı vardır.

Panpisişizm’e yapılan ana eleştiri, bunun ‘çılgınca’ ve ‘bariz bir şekilde yanlış’ olduğudur. Ne kadar temel olursa olsun, bir elektronun bir tür iç hayata sahip olduğunu varsaymak son derece mantığa aykırı görünmektedir ve bu, Panpisişizmin doğru olduğundan şüphe etmek için çok güçlü bir neden olarak kabul edilmektedir. Ancak, geniş çapta kabul gören birçok bilimsel teori de sağduyuya aykırıydı. Albert Einstein bize yüksek hızlarda zamanın yavaşladığını söylemişti. Kuantum mekaniğinin standart yorumlarına göre, parçacıklar sadece ölçüldüğü sırada belirli türden pozisyonlara sahip olur. Ve Charles Darwin’in evrim teorisine göre, maymunlar ile soyumuz ortaktır. Tüm bu görüşler, dünyaya dair sağduyulu bakış açımızla son derece çelişmektedir (veya en azından ilk önerildikleri zamanlar çelişmişlerdi), ancak hiç kimse bunun bir şeyi ciddiye almamak için iyi bir neden olduğunu düşünmemektedir. Şeylerin gerçekte nasıl olduğuna dair iyi bir yöntem için neden sağduyulu olmak zorunda olalım ki?

Kuşkusuz, çoğu kişinin Özel Görelilik, Doğal Seleksiyon ve Kuantum Mekaniği’ni kabul etme istekliliği, kuram öncesi sağduyu açısından garip görünseler de, bilimsel yönteme olan saygısının bir yansımasıdır. Eğer bunu yapmak için iyi bir bilimsel neden olursa dünya görüşümüzü değiştirmeye hazırız. Ancak öyle ki, deneysel kanıtların yokluğunda, insanlar elektronlara bilinç atfetme konusunda gönülsüzdür. Yine de bir kuram için bilimsel destek yalnızca kanıtı açıklamaktan değil, kanıtın en iyi açıklaması olduğu ve rakiplerine göre daha basit, zarif olduğu ölçüde iyi olduğu gerçeğinden gelir. Mesela diyelim ki, tüm gözlemlerimizi açıklayan iki teorimiz olsun – bunlara A Teorisi ve B Teorisi diyelim – ancak A Teorisi 4 tür temel kuvveti varsayarken, B Teorisi 15 tür temel kuvveti varsaymaktadır. Her iki teori de tüm gözlem verilerini hesaba katsa dahi, A Teorisi verilerin daha basit ve zarif bir açıklamasını sunduğu için tercih edilmelidir. Gerçek dünyadan bir örnek olarak; Einstein’ın Özel Görelilik Kuramı, kendisinden önce gelen Lorentzyan Kuramı’n yerini almıştı ancak bu Einstein’ın Kuramı Lorentzyan Kuramı’n açıklayamadığı herhangi bir gözlemi açıkladığı için değil, ona göre çok daha açık, basit ve zarif bir açıklaması sağladığı için olmuştu.

Bu argüman Bertrand Russell, Arthur Eddington ve diğerleri tarafından savunulan bir iddiaya dayanıyor, yani doğal bilimler bize neyin önemli olduğunu değil, sadece neyin var olduğunu söyler. Fiziğin görevi, bize maddenin nasıl davranacağını büyük bir doğrulukla tahmin etmemizi sağlayan matematiksel modeller sunmaktır. Bu inanılmaz kullanışlı bir bilgidir; dünyamızı olağanüstü yollarla manipüle etmemize izin verir, ki bu da toplumumuzu tanınmayacak şekilde dönüştüren teknolojik ilerlemelere yol açar. Ancak bir elektronun davranışı ile doğasını bilmek aynı şey değildir: yani elektronun kendi içinde nasıl olduğundan söz ediyorum. Doğal bilimler, bize maddenin davranışı hakkında zengin bilgiler verir, ancak onun içsel doğası hakkında bizi aydınlatmaz.

Aslında, maddenin içsel doğası hakkında bildiğimiz tek şey, bazılarının – beyinlerdeki şeyler gibi – deneyim içerdiğidir. Şimdi kuramsal bir ayrım ile karşı karşıyayız. Ya temel maddenin ve parçacıkların içsel doğasının deneyim içerdiğini varsayacağız ya da tamamen bilinmeyen bir içsel doğası olduğunu varsayacağız. İlk varsayımda, makroskopik şeylerin doğası, mikroskobik şeylerin doğası ile süreklidir. İkinci varsayım ise bizi karmaşıklığa, devamsızlığa ve gizemlere götürür. Epey açık bir şekilde, verilerle tutarlı olduğu kadar basit ve birleşik bir görüş oluşturmak için de gerekli olan kuramsal zorunluluk, bizi Panpisişizm’e doğru yönlendirir.

Halk zihninde, fizik bize mekânın, zamanın ve maddenin doğasının tam bir resmini verme yolundadır. Bu düşünce tarzına göre, fizik temel parçacıklara deneyim atfetmediği için Panpisişizm imkânsız görünüyor. Fakat biliyoruz ki konular birbirinden epey farklıdır; fizik bize bahsettiği varlıkların içsel doğası hakkında hiçbir şey söylemiyor, aslında maddenin içsel doğası hakkında kesin olarak bildiğimiz tek şey en azından bazı maddi şeylerin deneyimlere sahip olduğudur fizikten elde ettiğimiz tek şey, içsel doğa ile bir şekilde renklendirmemiz gereken büyük siyah-beyaz soyut bir yapıdır. Tek bir bitin bile nasıl renklendirileceğini ise biliyoruz: organizmaların beyinleri deneyimle renklendirilir. Peki geri kalan nasıl renklenir? En zarif, basit, mantıklı seçenek dünyanın geri kalanında aynı kalemle renklendirmektir.

Panpisişizm çılgıncadır. Ancak aynı zamanda onun doğru olma olasılığı da epey yüksek.

Panpsişizmin ünü, iki önemli probleme açıklık getirme vaadinden ileri gelir. Bunlardan ilki herkesçe bilinen, bilincin ‘‘zor problemi’’dir: Beyin bilinçli deneyimi nasıl oluşturur? Ateşlenen nöronlar nasıl renk, ses, tat, acı ve benzeri deneyimlere neden olurlar? Prensipte, bilim insanları beyin süreçlerimi en ince ayrıntısına kadar haritalayabilirler. Fakat deneyimlerin kendisini –renklerin nasıl göründüğünü, acının nasıl hissedildiğini, kısacası mevcut beyin durumlarının fenomenal niteliklerini– saptayamazlar. Görünen o ki, beyin süreçlerinin bilimin bir şekilde gözlemleyemediği öznel bir yönü söz konusu. Peki, böyle bir şeyi nasıl açıklayabiliriz?

Panpsişizm’in ele aldığı ikinci problem, Dünya’ya karşı geliştirdiğimiz bilimsel bakışımızdaki apaçık bir eksiklik ile ilgilidir. Fizik bilimi, evrenin temel yapıtaşlarını; yani kendileri de belli bir işleyişe tabi olan ve evrenin yasaları da dahil her şeyin kendilerinden oluştuğu temel atom altı parçacıkları açıklamaya çalışır. Öte yandan, fizik biliminin temel parçacıklara dair çizdiği resimde, önemli bir unsur unutulmuş gibi görünüyor. Örneğin fizik bize elektronun belli bir kütlesi olduğunu, yüklenebileceğini ve bir yörünge etrafında dönebileceğini söyler. Fakat bu açıklama elektronun davranış yatkınlığıyla (disposition) ilgilidir: kütleye sahip olması hızlanmaya direnebilmesi, yüklenmesi ise elektromanyetik alana belli bir tepki verebilmesi içindir. Fizik bilimi bize, elektronun ya da diğer temel parçacıkların kendilerinde içsel olarak ne olduğunu söylemez. Kavramsal kaynaklar –matematiksel kavramlar, nedensellik ve uzay-zamansal konumu– içsel nitelikleri değil, sadece yapı ve süreçleri açıklamaya uygun olduğundan, muhtemelen de hiçbir zaman bu içselliği bize açıklayamayacaktır. Bununla birlikte, parçacıkların bir dizi davranıştan ibaret olmadığını; bu davranış yatkınlıklarına neden olan içsel kategorik niteliklere de sahip olmaları gerektiğini düşünmek makul olacaktır.

Bazı filozoflar, söz konusu problemi bir sentez üzerinden tartışmaktadırlar. Bu sentez onlar için heyecan verici görünmektedir. Fizik biliminde eksik olan şey belki de, beyin durumlarımızın anlaşılması güç ve öznel bir yönü olan bilinçtir. Fenomenal nitelikler –veya bu niteliklerin başlangıcı olan ‘‘ilk-fenomenal’’ (proto-phenomenal) nitelikler– maddenin aradığımız içsel nitelikleri olabilir; her atom altı tanecik küçük birer bilinçli öznedir. Buna göre, zor problem çözülür: Beyin ve bilinç, milyarlarca temel parçacığın doğru biçimde bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Beyin, parçacıkların yatkınlıklarının etkileşime geçmesi ve bir araya gelmesiyle meydana gelir; bilinç de parçacıkların kendilerine içkin niteliklerinden. Her ikisi de bir madeni paranın iki yüzü gibidir — ya da bu görüşe göre, bilinç fiziksel gerçekliğin altında yatan temel gerçeklik olduğundan beyin bilincin bir dışavurumudur. Panpsişizm, zihnin ve maddenin temelinde yer alan tek bir gerçeklik olduğunu savunduğundan monizmin bir formudur. Bertrand Russell The Analysis of Matter (1927) kitabında benzer fikirler öne sürdüğünden, bu görüş için ‘‘Russellcı monizm’’de denir.

Panpsişizm bir başka problemi daha çözeceğini öne sürer. Bilinçli deneyimlerin davranışı etkilediği aşikardır. Öte yandan bilim, davranışlarımızı bilinçten hiç bahsetmeden, sadece beyin süreçleri üzerinden açıklıyor gibi görünmektedir. Bu durumda bazı noktalar göz ardı edilmektedir. Fakat panpsişizmin argümanları doğru ise, beyin bilimi beyin durumlarını açıklarken –dolaylı yoldan olsa da– bu durumların içsel yönü olan bilinçten de bahsettiğinden, bu problem ortadan kalkar.

Tabi ki panpsişizm için de bazı problemler söz konusudur. Belki de bunlardan en önemlisi birleşme (combination) problemidir. Panpsişizmi savunanlar, beyin nasıl milyarlarca atom altı parçacığın organizasyonundan ortaya çıkıyorsa, bilincin de milyarlarca atom altı bilinçten meydana geldiğini savunurlar. Peki bu minik bilinçler nasıl bir araya geliyor? Parçacıkların nasıl bir araya gelip atomları, molekülleri ve daha büyük yapıları oluşturduğunu biliyoruz. Fakat aynı şeyi fenomenal kısım için de söyleyebilir miyiz? Beynimizdeki milyarlarca atom altı mikro-deneyimler nasıl bir araya gelip de dizimizde hissettiğimiz o şiddetli acıyı oluşturur? Milyarlarca insanın dev bir beyin oluşturmak için bir araya geldiği, her biri bir nöronu temsil ettiği ve cep telefonlarını kullanarak birbirlerine sinyal gönderdikleri bir durumu düşünelim. Muhtemelen bu kişilerin bilinçleri bir araya gelip tek bir dev bilinci oluşturmayacaktır. Peki ya atom altı parçacıklar söz konusu olduğunda neden oluştursun?

Benzer bir başka problem de bilinçli özneler problemidir. Deneyime sahip bir özne olmadan bilinçli bir deneyimin olamayacağını düşünmek gayet makuldür. Ben insanların ve diğer birçok hayvanın bilinçli özneler olduğunu düşünüyorum. Panpsişistler ise atom altı parçacıkların da bilinçli olduğunu iddia ediyorlar. Peki bu doğru mu? Mikro-öznelerin bir araya gelmesiyle, bizim gibi bir biçime sahip olan orta düzeyde bilinçli özneler (moleküller, kristaller, bitkiler) var mıdır? Özneliğin neden atom altı parçacıklar ve üst düzey canlılarla sınırlı olması gerektiğini söylemek zor olsa da, bu kategoriyi genişletmenin mantıklı bir yolunu bulmak da aynı derecede zor.

Bu problemlere rağmen birçok insan, panpsişizmin zor problemi çözmek adına en umut verici yol olduğunu düşünüyor. David Chalmers, Galen Strawson ve Philip Goff’un da içinde olduğu bir grup filozof, panpsişizmin çeşitli versiyonlarını savunmuştur. Ayrıca karşılaşılan problemler ve bu problemlere verilebilecek cevaplar üzerine, çağdaş felsefe kitapları ve dergilerinde süregelen güncel tartışmalar da mevcuttur. Peki, bilinç konusunda ilerleme kaydetmek için ihtiyacımız olan cesur hareket gerçekten de panpsişizm mi?

Ben ikna olmadım ve bu konuda yalnız değilim. Temel fiziksel varlıkların kategorik bir doğaya sahip olması gerektiğini kabul etsek bile, (ki etmeyebiliriz de, belki de gerçeklik aslında yatkınlıklardan ibarettir), bilinç bu temel nitelik için uygun bir aday değil. Bunun sebebi –elimizdeki kanıtlara göre– bilincin lokalize bir fenomen oluşudur. Hatta sadece beyne değil, belli beyin durumlarına da lokalize olmasıdır. Bilincin, dikkat düzeyinde orta-seviye duyusal temsillere lokalize olduğu söylenebilir (the Attended Intermediate Representation (AIR) theory). Dolayısıyla evrenin temel bir özelliği değil, oldukça karmaşık belli bir bilgi işleme sisteminin özgül bir durumu gibi görünmektedir.

Ayrıca panpsişizm, bilinci ilginç bir yerde konumlandırır. Fiziksel varlığın merkezine yerleştirse de, atıl bir şekilde açıklar. Fizik bilimi ve diğer fiziksel bilimler, atom altı parçacıkların ve kurdukları sistemin davranışını ayrıntılı bir şekilde açıklamayı vaat ederler. Panpisişizm ise ayırt edici tahminler ya da açıklamalar sunmaz. Bilince fiziksel dünyada bir yer verir ama onu konumlandırdığı yer net değildir. Bilinç zor bir problem olsa da, onu metafiziksel bir hamleyle çözmeye çalışmadan önce diğer seçenekleri de denememiz gerektiğini düşünüyorum.

Dolayısıyla panpsişist değilim. Deneyimlerimizin bilim tarafından açıklanamayan öznel ve içsel bir doğası olabileceği konusunda onlarla aynı fikirdeyim. Fakat benim buradan vardığım sonuç farklı: Bilinç, maddenin temel niteliğinden ziyade, bir yanılsamadır. Dışsal dünyayı temsil etmek için duyularımızla birlikte, kendi beyin faaliyetlerimizin yönlerini temsil eden bir çeşit içsel duyumuz da mevcuttur. Bu içsel duyu, beyin süreçlerimize dair bize çok özel bir perspektif sağlar ve bütün fiziksel niteliklerden çok farklı içsel fenomenal niteliklere sahip olduğumuz izlenimini yaratır. Bu izlenim çok kuvvetli olsa da, bir yanılsamadan ibarettir. Bilinç bu açıdan bakıldığında her yerde değil, hiçbir yerdedir. Bu düşünce, panpsişizm kadar tuhaf gelebilir. Fakat bilinç üzerine düşünmek, ilginç bakış açıları üzerinde durmayı da beraberinde getirmektedir.
 
Üst Alt