Haysiyetime Dokundu" Demeyin

ceylannur

Yeni Üyemiz
“Milletimizin imanını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.” diyen bir insanın değil talebelerine, dostlarına ve arkadaşlarına, en uzak kimselere bile küsüp darılması mümkün değildir..”

Biraderi Abdülmecid Efendi ve yeğeni Abdurrahman Abi’nin ayrılığından dolayı dile getirdiği duygularına bakılınca açıkça görülür ki, o çizgide dostlarıyla beraber yürüme arzusu vardır içinde.. hem çok ciddi bir arzu, öldüresiye bir iştiyak, bir tutku ve bir tiryakilikle bağlanmıştır yol arkadaşlarına. “Aman! Tanışıp kader birliği ettiğimiz hiç kimse uzaklaşıp gitmesin!” der büyük bir heyecanla ve o mevzuda çırpınır adeta. Uzaklaşıp giden birkaç insanın hicran ve hasretini çok derinden yaşamıştır. Hatta talebelerinden bazılarının küçük içtihad farklılıklarından dolayı birbirlerine küsecek gibi olmaları karşısında yalvarırcasına, başını onların ayaklarının altına koyarcasına sızlanmış, inlemiş, tir tir titremiştir.

“Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı ve ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan ya da şuursuzluktan dolayı arkadaşlardan sudûr eden fena ve çirkin sözlerle birbirine küsmesinler ve ‘Haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.” demiştir. Evet, şefkati bu enginlikte olan ve daire-i kudsiyesine giren herkese bu ölçüde sahip çıkan bir insanın talebelerine, dostlarına ve o daire içine girdiğine inandığı kimselere küsmesi, darılması ve onları terk etmesi söz konusu değildir. O yaşadığı asırda mukaddes bir çığlık olmuş, on üçüncü asrın minaresinin başına çıkmış, sureten medeni, sireten çok geri, dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olan kimseleri bile imana, Kur’an’a ve camiye davet etmiştir. O, sesini herkese duyurabilme ve mesajıyla herkesi tanıştırabilme sevdalısı bir büyük müezzindir. Herkesi çağırmış, millet camiyi doldurmuş ama bazıları namaz kılmadan veya namazı yarıda keserek camiyi terk etmiş, kulluk namazını yarıda bırakarak geriye dönüp gitmişlerdir. Bediüzzaman ise onlar için de ağlamış ve tekrar o kudsî daireye dönmeleri adına inlemiştir. Öyle bir insanın, kimseye darılması ve küsmesi mümkün olamaz. Onun işi, vazifesi ve misyonu davettir, çağrıdır, insanları mübarek bir gâye etrafında toplamadır. Cennete girmekle hissedeceği zevkten daha fazla haz duyar kazandığı her insanla.. uzaklaşıp yolunu yitiren insanlardan dolayı da cehenneme girmiş gibi azab çeker.

Bu meselede şahsî hesap peşine hiç düşmez, kendisine işkence ve eziyet edenlere hesap sormayı asla düşünmez. Şu sözler, küsmeyen, darılmayan, gönül koymayan, misliyle mukabeleyi hiç hatırına getirmeyen, herkesi bağışlayan ve sadece davasını düşünen bir mefkûre kahramanına ne kadar da çok yakışır: “Eğer Risale-i Nur’u tenkid fikriyle tetkik eden adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip kurtarırlarsa, sonra beni idamla mahkûm etseler bile, şahit olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nur’un vazifesi imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hiçbir tarafgirliğe girmeyerek hizmet-i imaniyeyi yapmaya mükellefiz.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Allah razı olsun konuyu yazan güzel önemli detaylara değinmiş...
Bu yaşıma kadar hataları affettim hep kimseye küsüp darılmadım...Hep islamiyette dargınlığın çok ince ve derin olduğunu bilirim.
ne kadar günah olduğunuda,Fakat öyle bir zamandayızki bizim bu durumlarımızı kullanan kişiler çıktı karşımıza...3 defa fırsat verdim
aynı oluyorsa sonuç tanımam daha siler geçerim:)ve öyle yapınca en azından arada mesafe oluşuyor...insanlar insanların ilmi derecelerini ölçer oldu
hiçe sayar oldu..taşa vursan taştan ses gelir ama o insanalr doğruyu anlamazlar...neseeeeeeeeee:)
 
Üst Alt