Adın Yasin Senin!

ceylannur

Yeni Üyemiz
adin-yasin-senin.jpg



Adın Yasin Senin!


Genç adam, ofisinde, masanın tam karşısındaki duvarda asılı, Orta Asya ülkelerini gösteren haritaya dalmıştı yine. Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan… On sene evveline kadar buraların adını bile bilmezdi. Kafasının arşivinde, liseden kalma “Türkler, Anadolu’ya Orta Asya’dan göçmüştür” cümlesi vardı sadece. Uçsuz bucaksız o coğrafya, kendisi ve kendisi gibi bir çokları için, pek de iyi şeyler çağrıştırmayan dört harften ibaretti .C.B.

Genç adam, Anadolu ile Orta Asya’nın, “kalbten kalbe bir yol ve Anadolu insanı ile Orta Asya halklarının aynı anneden süt emmiş çocuklar olduğunun.. insanımız için vazgeçilmez fevkalade önemli bazı duygu, düşünce ve değerleri bu topraklardan damıttığımızın… bunlarla hayatımızı ve kültürümüzü farklılaştırıp, zenginleştirdiği- mizin… şimdi özgürlüklerine kavuşan bu ülkelere, kırlangıçlar gibi uçup, kardeşliğimizin ve vefa duygumuzun tezahürü olarak, ne pahasına olursa olsun hizmet etmemiz gereğinin ve gerçeğinin… kardeşlik ve vefa endeksli bu hizmetin de bir yürek ve sevgi işi olduğunun” künhüne ve idrakine, “Kırık Mızrab’ın” içli, dertli, ızdırap dolu nağmeleriyle varmıştı. Kaderinin yoluna su serptiği talihlilerden biri olarak da, şimdi bu ülkelerden birinde, Kazakistan’da yaşıyordu.

Ne ilginç bir tevafuktu ki yolu, Kazakistan’a düşmeden bir kaç ay önce, okuduğu bir kitapta bu vefa ve sevgi kahramanlarından Atravlı Yasin’e rastladı. İçi yandı. Günlerce aklından çıkmadı Yasin. Oturduğu, kalktığı her yerde onu anlattı.

Kazakistan’a geldiğinde de ilk onu sordu. Hikayesini, Almatı’yı tepeden seyreden mezarının başında anlattılar:
Ata topraklarında okulların açılması, onun liseyi bitirdiği yıllara denk gelmişti. Ateş parçası Yasin’in de yüreğine buraların ateşi düşmüştü. Sonunda o da yüzlercesi gibi dünyasını bir bavula sığdırıp Yesevi ülkesine kanatlanmıştı.

Bir taraftan üniversitede okumaya diğer yandan da Atrav Kazak-Türk Lisesi’nde belletmenlik yapmaya başladı. Okulu ve öğrencileri Yasin’in dünyası ve hülyası olmuştu artık. Varsa yoksa onlardı. O taptaze dimağlara Anadolu kültürünün mayasını çalıyor, iki ülkenin ebedi kardeşliği, mutlu ve aydınlık geleceği için ter döküyordu. Delikanlı damarlarında vatanı ve bayrağı için bir şeyler yapmaya çabalamanın hazzı ve heyecanı çağlıyordu. Bu beklentisiz duygularla öğrencileriyle kaynaşan Yasin onların sevgilisi ve “Yasin Ağabeyi” olmuştu. Şimdi Atrav’lı balalar, yardan, anadan, serden geçmiş, destanı ezberden okunacak yiğitlerin türküsünü söylüyordu.
Atrav 94 Ağustosu’nu yaşıyordu…

Akjayık ırmağının kenarında Yasin, arkadaşları ve öğrencileriyle piknik yapıyordu…
Her şey o kadar güzeldi ki.
Ne olduysa topun ırmağa kaçmasıyla oldu. Önce öğrencisi Nursultan koştu topun peşine. Bir an evvel topu yakalamak kaygısıyla kulaçlıyordu suları. Birden ne olduysa çırpınmaya, suda batıp-çıkmaya, çığlık atmaya başladı. Yasin, öğrencisinin canhıraş feryatlarıyla irkildi. Nursultan’dan başka herşey, bir anda yok oldu gözünde. Ve tereddütsüz atladı ırmağa.

Can havliyle uzandı Nursultan’a… Tuttu, kucakladı, sırtına aldı… Dermanı tükeninceye kadar çırpındı çırpındı. Başardı sonunda. Nursultan kurtuldu… Ama Yasin kayboldu suda. Kaderi beklentisizlerin, “gariblerin” kaderiyle buluştu…Garip Yunus,

“Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garib bencileyin” le sanki Yasin’i anlatıyordu.

Yasin, hayatının baharında, bütün baharlarını, yüreğini ve ruhunu, hazansız baharlar yaşaması için bu topraklara vermişti… Vücudu bir tohum gibi Kazakistan’ın bağrına düşerken binlerce Yasin’in umudunu ve müjdesini veriyordu sevenlerine.

Müdürü, Yasin’in acı haberini Türkiye’de öğrendi. Bir çocuk bekliyordu o günlerde. Yasin’in toprağa düştüğü gün bir kınalı koçu oldu. Kucağına aldı, öptü, kokladı onu… Belletmenini, Yasin’ini öper, koklar gibi. “kınalı koçum” dedi, hıçkırarak. “Adın Yasin senin.”


Şimdi genç adam ne zaman bir fatiha için Yasin’in mezarına gitse toprağından,
“Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”

mısralarının yükseldiğini duyar…
…Ve Almatı’yı tepeden seyreden mezarın başında geleceğe umutla bakar…

Akasya Hikayeleri, Ali Tokul, Ufuk Kitap, 2003, İstanbul, s. 117
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Teşekkürler ceylannur çok güzel bir hikayeydi,,,,anlamlı ve okunası bir konu....
 
Üst Alt