Zamanla Gelen Sürprizler

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
1.jpg

Her şey gönlümüzce olmasa bile, doğruluk sancağının dalgalanmaya başladığı muhakkak.. hâdiseler arzu ve isteklerimize göre cereyan etmese de, ruhlarımıza inşirah veren esintilerin olduğunda şüphe yok.. evet, yer yer acı bir poyrazın estiği doğru; ama beri yanda, ilâhî lütufların bir neş'e ve sevinç çağlayanı haline geldiği de apaçık. Hâdiselerin büyük ölçüde bir sis ve duman arkasında cereyan ettiği her zaman söylenebilir; ancak dünyamızın bir bahar iklimine doğru kaydığı da bir gerçek...

Azıcık olsun, hâlihazırdaki durumun şikâ­yetlere esas teşkil eden yanlarından nazarlarımızı çevirip, hayalen birkaç adım gerilere doğru gidebilsek, şimdilerde çok karanlık ve meş'um gördüğümüz günlerin, nispetler perspektifinde ne denli aydınlık, nasıl ümit ve inşirah verici olduğunu sezip anlayacak ve tali'imize tebessüm edeceğiz.

Dün, çöl gibi kupkuru bir zemin ve kaos gibi kapkara bir semâ ile çevrili bulunan bu yoksullar, bu tâli'sizler diyârı, şimdi dört bir yanıyla ümit ışıldayan gökleri, ovayı-obayı saran rengârenk çiçekleri ve bu iki âlem arasında arılar gibi gelip-giden, gelip-gidip geleceğin dantelasını işleyen ışığa uyanmış insanlarıyla âdeta İrem ülkesi... Her şey, bir "ba'sü ba'de'l-mevt" mesajı almış gibi hayat solukluyor, her şey İsrâfîl ile hem-hâl olmuş gibi pür neş'e.. sular "Yâ Hayy!" deyip gönüllere ürperti veren çağıltılarla bir bahara doğru akıyor; zemin, karın-buzun yol verdiği yerlerde yemyeşil fistanıyla gözlerimize ve gönüllerimize güzellikler saçıyor; her yanda çiçek kokularına karışıp esen var olma duygusu, ruhlarımıza saadetler üflüyor.. yıllar ve yıllar boyu hayat adına kâbus yaşayan bitkin yığınlar, vicdanlarında yepyeni emellerin yeşerdiğini duyuyor ve bir çocuk neş'esi tadındaki bu yeni sabahta, iyiliğe, güzelliğe susamış ruhlarının bütün iştiyakıyla dirilişlerini haykırıyorlar.. tıpkı Cennet yamaçlarının huzur, neş'e, sevinç ve endişesizliğine ermiş gibi...

Evet, hayallerimizle az gerilere gidip; inanç, ümit ve basîretlerimizle az ilerilere doğru bakabilsek, her sabahın bir başka zafer rengiyle tüllendiğini; her yeni günün büyüyen bir hilâlle ufkumuzda kapandığını, her gecenin değişik bir doğum sancısıyla gelip-geçtiğini görecek ve hayretten hayrete düşeceğiz.

Bunlar, görülüp sezilemeyecek gibi şeyler değil ama, yine de bir sürü kör ve bir sürü kalbsiz, dolayısıyla da bir yığın bedbîn ve bir yığın da karamsar var... Kör ve kalbsizler, yüksek mefkûremiz adına, her şeyin bir inâyet eliyle ve bir gece sessizliği içinde yumaklaşıp örgüye hazır hâle geldiğini, kelepleşip tarih şuuru tığının ucunda ve yepyeni bir kaneviçe ile irtibatlandığını göremiyorlar... Kör ve kalbsizler, eşyânın tabiatına vukufları yok, ilâhî teennîdeki hikmeti de sezemiyorlar. Düşünün ki, "ol!" dediğinde cihanları bir kerede var eden Kudreti Sonsuz, kâinatı altı zamanda yaratıyor.. insanı, çağlar ve çağlar geçtikten sonra varlığa nezârete memur ediyor.. yavruyu anne karnında -hem de onca çile ve onca ızdırapla- aylarca tutuyor.. yumurtadan civcive olan o minik mesafeyi haftalar içine serpiyor ve uzatıyor.. deniz derinliklerinde mercana, ne kanlar ne kanlar kusturuyor, kusturuyor da ondan sonra gün yüzüne çıkma vizesi veriyor.. suları bir sırlı teennî ile bulutlaştırıyor; bulutları akıl almaz bir takdîrle damlalaştırıp yerin bağrına indiriyor.. zeminin bağ ve bahçelerini zamanın tığına takıp, mevsim atkıları arasında ve sabırla bir dantela gibi örüyor; örüyor ve bize ilâhî ahlâkı talim ediyor...

Çocuksu ve aceleci ruhlar, bu teennîyi nasıl telakki ederlerse etsinler ezelden beri ilâhî âdetler, var olduğu günden bu yana tekvînî emirler, hep böyle cereyan etmiş, böyle cereyan ediyor ve böyle cereyan edecektir. Beklenen her şey olacaktır ve O'nun vaadettiği günler doğacaktır ama, kaderle tespit edilen ölçüler içinde olacak ve mevsimi geldiği zaman doğacaktır.

Varlığa bu perspektifle bakan, iç dünyalarını bu inanç ve bu kanaatle tanzim eden dengeli ruhlar, her zaman eşya ve hâdiseleri daha bir değişik görmüş, daha bir değişik değerlendirmiş; en sevimsiz hâl ve vaziyetler içinde bile, pek çok sevimli şeylerin bulunabileceği inancını taşımış ve hayatlarının her lâhzasını âdeta bir temâşâ zevki içinde yaşamışlardır. Gündüzler, iyilikler, güzellikler onlara bir şey anlatmışsa, geceler, karanlıklar, acılar bin şey anlatmıştır; hem de ne dâhiyâne bir edâ ile... Her gece, onların gönüllerine benzeyen emeller, hülyalarına benzeyen arzular aşılar ve onlarda, sabahlara ulaşma azmini coşturur... Onlara geçmişin rüyalarını hikâye eder; rüyalara giden yolları açar ve en mahrem hislerini tahrik ederek, en temiz hayal iklimlerinde gezdirir. Karanlıkların daha da koyulaşması, onlarda eşi-benzeri olmayan tat ve şivede bir münâcât ve yakarış arzusu uyarır.. derken en müphem, en belirsiz durumlarda en şefkatli ilâhî esintileri duyar; en karanlık anlarda en erişilmez mazhariyetlere ererler. Her şeye en derin hazlar sinerek, varlık ve hâdiselerin, insanı, böyle sürekli, güzelliğe, ümide, tatlı rüyalara doğru çektiği bu enfes anlarda, içinde bulunduğumuz dünya sihirli bir diyar gibi parıldar; ruhlarımıza en romantik duygular fısıldar ve hislerimiz üzerinde en coşturucu bir mûsıkî tesiri icrâ eder.

Böylece, herkesin ve her şeyin boşlukta olduğu, rûhî râbıtaların bütün bütün gevşediği, arzu ve emellerin bir bir sarsılıp-devrildiği en buhranlı dönemlerde bile biz, boşluk hissetmez, durgunlukla kilitlenmez, bir hummâ gibi ruhlarımızı dört bir yandan saran aşk ve benliğimizin derinliklerinde tutuşan dava düşüncesiyle, her zaman değişik bir hareket ayarlaması yapar ve yolumuza devam ederiz.

Zaten milletçe bize ait, ruhlarımızdaki mânâların kaynaşarak belli bir kıvama gelmiş bulunması, kalblerimizin yumuşayıp muhabbetle atması, nazarlarımızın herkesi emniyetle okşayıp geçmesi, fânî yanlarımızın bu kadar lâhûtîleşmesi ve bu kadar tatlılaşması, ham ruhlarımızın bu kadar pişip-olgunlaşması, mevsimlerin birer merhamet çağlayanı haline gelip hep bahar gibi geçmesi; zamanın, tıpkı şehrâyinlerdeki havâî fişekler gibi başımızın üzerinde ışıklarla açılıp-kapanması ve bizleri zümrütten kanatları altına alıp "devlet-i ebed-müddet" düşüncesi etrafında seyahat ettirmesi de şimdiden bize, firdevsî gelecekten mesajlar sunmakta ve gönüllerimizi hep ümit iklimlerinde gezdirmektedir.

*Bu yazı, Sızıntı dergisinin Nisan 1991 tarihli 147. sayısından alınmıştır.
 
Üst Alt