Kur’ân tebliğ edilmemiş bir kişinin Allah’a karşı sorumluluğu nedir?

ceylannur

Yeni Üyemiz
Kur’ân tebliğ edilmemiş bir kişinin Allah’a karşı sorumluluğu nedir?
Soru: Kendisine Kur'ân tebliğ edilmemiş bir kişinin Allah'a karşı sorumluluğu nedir?

Cevap: Bu kişinin sorumluluğu, Allah’a ortak koşmamak ve bildiği doğruları yapmaktır.

Her insan, yaptığı gözlemlerle Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle tutmuş gibi kavrar ve bunu Allah’a karşı itiraf eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şahit tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık Kıyamet günü “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.

Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz onlardan sonra gelen nesildik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?”
İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler.”
(A’raf, 7/172-174)

Âdemoğullarının “bellerinden nesillerinin alınması”, nesli devam ettirecek tohumun alınmasıdır. Kişi onunla erginlik çağına girer ve çocuğu olacak yaşa gelir. İnsan, çocukken Allah’ı aramaya başlar. Bu konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda Allah’ın var ve bir olduğunu tam olarak kavrar. Karşısına çıkan delillerle sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “Evet, Rabbimsin, ben buna şahitlik ediyorum” der. Kişi çevresini gözledikçe benzer durumlar tekrarlanır. Bu sebeple her insan, Allah’ın var ve bir olduğunu, her şeyi ona borçlu olduğunu kabul eder ve ona kul olması gerektiğini anlar.

Bundan sonra insan, ya doğrudan ya da dolaylı olarak Allah’a kulluk eder. Kendine bir peygamber tebliği ulaşmamış olan kişinin doğrudan kulluğu, Allah’ın koyduğu doğa kanunlarına yani evrensel nitelik kazanmış doğrulara (marufa) uygun hareket etmesi olur. İşte bunlar doğru yolda olanlardır.

Bazıları da kendi doğrularına göre hareket eder; kendi çıkarlarını öne alır ve çoğunlukla atalarının yolundan giderler. Akıllarına yatmasa da ona karşı çıkmazlar.

Kâinat, Allah’ın yarattığı kitap; Peygamberlerin getirdikleri ise onun indirdiği kitaplardır. Evrensel değerler ve bilim Allah’ın yarattığı kitaptan alınır. İndirdiği kitaplarda da bunların kanun ve kuralları saklıdır. Kur’an, Allah’ın kitaplarının son nüshasıdır. Allah Teala şöyle buyurur:

“Ya Muhammed, seninle o gerçeği (Kur’ân’ı), müjdeci ve uyarıcı olasın diye gönderdik. Her ümmetin geçmişinde bir uyarıcı, kesin vardır.” (Fâtır, 35/24)

Her millete elçi gönderildiğine göre mevcut dinlerden her birinin temelinde bir elçinin tebliğini bulmak mümkündür. Ama insanlar, peygamberlerin hemen ardından o dini kendilerine uydurmayı başarmışlardır. Önce din adamları kadrosu oluşmuş, sonra Allah’tan önce kayıtsız şartsız boyun eğilecek ruhani varlıklar oluşturulmuştur. Din adamları ise hem kendilerini kutsallaştırmak hem de isteklerini Allah’ın isteği gibi göstermek için bu varlıkları Allah’ın yanında itibarlı göstermiş ve Allah’a onlar aracılığı ile ulaşılması gerektiğini söylemişlerdir.

Bu iddiaların sağlam bir dayanağı olamaz. İnsanlar, doğru olduğu için değil, çevrelerinin ve geleneğin etkisi ile bu inançlara bağlanırlar. Böylece Allah ile ilişkileri bozulur. Hürriyetlerini bu kişi ve kuruluşlara satmış olurlar. Önce onların, sonra Allah’ın kulu olurlar. Böylece Allah’a ortak koşar şirke düşerler. Hiç kimse, Allah’a ortak saydığı varlıklar için haklı bir gerekçe bulamayacağından Ahirette şu sözü söyleyemeyecektir:

“Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. Şimdi o batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin.” (A’râf, 7/173)

Peygamberler insanlara “Allah’tan başkasına ibadet etmemelerini” söylemişlerdir. Allah’tan başkasına ibadet, ondan başkasına kul ve köle olmak demektir. Bu da hürriyeti yok eder.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah’a inanırsa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)

İşte kendine bir elçinin tebliği ulaşmamış kimsenin temel görevi, Allah’tan başkasına kul olmaya karşı direnmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.
(Nisâ, 4/48)

Allah’ın varlığının ve birliğinin delili her yerde sayısız miktarda olduğu halde ortak koşulanlarla ilgili bir delil yoktur. Bu sebeple aklını kullanan hiç kimse şirk batağına düşmez. Aklını kullanmayan, en iyi İslami eğitimi de görse şirk pisliğinden kurtulamaz. Çünkü “(Allah) o pisliği aklını kullanmayanların üstüne bırakır.” (Yunus, 10/100) Bu sebeple insana tebliğ ulaşsın veya ulaşmasın, onun bağışlanmayacak günahı, şirk günahıdır.
 
Üst Alt