Nisa suresi ayet 60

ceylannur

Yeni Üyemiz
Ali imran suresi ayet 128
(Allah'ın) Onların tevbelerini kabul etmesi veya zalim olduklarından dolayı azablandırması işinden sana bir şey (sorumluluk ve görev) yoktur.

Ali imran suresi ayet 129
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.

Bu ayetler, Hz. Peygamber'in (s.a) savaş sırasında yaralandığında düşmanlarına karşı söylediği lânete bir cevap niteliğindedir. Hz. Peygamber (s.a) savaşta yaralanınca, ister-istemez düşmanlarının kötülüğü için dua etmiş ve "Peygamberi yaralayan bir toplum nasıl hâlâ kurtuluş içinde olabilir?" demişti.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 16
Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

İslâm'da ilk defa bu iki ayette (15-16) zina suçu için cezadan bahsedilmektedir. 15. ayete göre, suçlu kadın bir sonraki emre kadar kapalı tutulmalıdır. 16. ayete göre ise, zina eden kadın ve erkek azarlanarak, hor görülerek, dövülerek vs. cezalandırılmalıdır. Daha sonra Nur suresindeki 2. ayette bu ceza değiştirilmiştir. Artık zina eden kadın ve erkekten herbirine yüz değnek vurulmalıdır. Ceza hukukunda cezaların tedrici olarak artması, akıl ve hikmete dayanmaktadır. O dönemde Araplar belirli bir hukuk ve ceza sistemine sahip olan yerleşik bir hükümetin emri altında yaşamaya alışkın değildi. Bunun için eğer İslâm devleti, onlara tüm ceza sistemini birden uygulamaya kalksaydı, bu onlara ağır gelebilirdi. Bu nedenle ilk önce bu iki ayetteki tipte cezalar uygulanmış, daha sonra da yavaş yavaş zina, hırsızlık, cinayet gibi suçlar için daha ağır cezalar belirlenmiştir. Böylece İslâm ceza hukuku belirlenip tam bir sistem haline gelmiş, Hz. Peygamber (s.a) ve daha sonra Raşid halifeler döneminde uygulanmıştır.
Bu iki ayet arasındaki gözle görülen fark, müfessir Süddi'yi 15. ayetin evli kadın için, 16. ayetin de bekâr kadın ve erkek için indirildiği sonucuna götürmüştür. Fakat bu tür bir tefsir hiçbir ciddi delile dayanmamaktadır. Aynı şekilde Ebu Müslim İsfehanî'nin tefsirinde yer alan 15. ayetin, iki kadının doğal olmayan ilişkisi, 16. ayetin de iki erkeğin doğal olmayan ilişkisi için indirildiği görüşü de yanlıştır. Ebu Müslim İsfehanî gibi değerli bir alimin böyle bir sonuca varmasına hayret ediyorum.
Halbuki Kur'an sadece kanunun ve ahlâkın prensiplerini ortaya koyar. Bu nedenle sadece normal hayatta karşılaşılan problemleri ele alır ve anormal şartlar altında meydana gelen olaylara değinmez. Bu son iki problem, müslümanların içtihadlarına bırakıldığı için, bir hükme bağlanmamışlardır. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a) öldükten sonra ortaya çıkan, iki erkeğin gayri tabi ilişkisi hakkında hüküm verirken sahabe, bu iki ayete başvurmamıştır​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 17
Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.

Nisa suresi ayet 18
Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır.

Arapça "tövbe" kelimesi, "geri dönmek" ve "yönelmek" anlamlarına gelir. Günahından pişman olup ondan vazgeçen kimse, sahibinden kaçtıktan sonra tekrar efendisine geri dönen bir köleye benzetilebilir. Bu onun tövbesidir. Efendisi onun pişmanlığını ve özrünü kabul ettiğinde, ona iyi davranışlarla yönelir ve onu affeder. Arapça'da bu, onun kölesine tövbesidir. Bu ayette Allah, tövbenin iki yönünü de ortaya koyuyor. Allah şöyle diyor: "Sadece cahillikle, istemeden bir günah işleyen, sonra da hatalarını farkedince benim bağışlamama sığınan kullarımın tövbesini kabul ederim. Böyle bir tövbe için benim bağışlama kapılarım tamamen açıktır." Fakat hayatları boyunca Allah'tan en ufak bir korku duymayan ve ölüm yaklaştığında tövbe etmeye başlayan kişi için böyle değildir. Hz. Peygamber (s.a) ölümün yaklaştığını bildirir bir belirti olmadığı zaman, yapılan tövbeleri Allah'ın kabul ettiğini söylemiştir. İmtihan zamanı sona erdiğinde artık kişinin günahından dönme şansı yoktur. Aynı şekilde, eğer bir kişi kâfir olarak ölüyorsa ve gözleriyle öte dünyayı gördüğü anda tövbe ederse, bu tövbe de kabul olunmaz.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 26
Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Burada geçen "yollar" (sünen) kelimesiyle, surenin başından buraya kadar verilen ve Bakara suresinde de değinilen kültürel ve sosyal problemlerle ilgili emir ve talimatlar kastedilmektedir. Allah, müminlere, kendilerini cahiliye âdetlerinden kurtarıp, her dönemde Peygamberin (s.a) ve onların samimi takipçilerinin uydukları doğru yola ulaştıran şeyin, Allah'ın bir rahmeti olduğunu bildiriyor.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 27
Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler.

Müminleri doğru yoldan döndürüp, sapıklığa yöneltmek isteyen münafıklar, müşrikler ve Medine'nin hemen dışında yaşayan Yahudilerdi. Bu ilk iki grup eski önyargıları, âdet ve gelenekleri değiştirmek için yapılan düzenlemelere kesinlikle karşı çıkıyorlardı: a) Kız çocukların mirastan pay almalarına,
b) Dul kalan kadının, kocasının akrabaları tarafından kendisine uygulanan kısıtlamalardan bağımsız olmasına, c) İddet süresi bittikten sonra dul kadının istediği kimse ile evlenebilme hakkı olmasına, d) Üvey anne ile evlenmenin ve iki kız kardeşi aynı anda nikâh altında bulundurmanın yasaklanmasına karşı çıkıyorlardı. Onlar aynı zamanda, evlât edinilen çocuğun mirastan pay sahibi olmadığı ve evlât edinilen erkek çocuğun karısı ile (boşandıktan sonra) evlenmekte hiçbir sakınca olmadığı esaslarına dayanan, yeni evlatlık kurumundan da hiç hoşlanmıyorlardı. Bu ve buna benzer düzenlemeler, putperestlerin eski gelenek ve alışkanlıklarına o denli ters düşüyordu ki, bunlara şiddetle karşı çıkıyorlardı. Bozguncular Hz. Peygamber'i (s.a) sert bir şekilde eleştiriyor ve insanları O'nun kişiliğine ve tebliğine karşı çıkmaya teşvik ediyorlardı. Örneğin, Kur'an'ın gayri meşru kıldığı bir ilişki sonucu doğan bir kimse varsa, hemen ona gidip Hz. Peygamber'in (s.a) kendisini gayri meşru ilân ettiğini söylüyorlardı. İlâhî İrade'nin devam ettirdiği ıslah hareketine böylece engel olmaya çalışıyorlardı.
Diğer taraftan ise, kendi yaptıkları kanunlara uymayan ıslah hareketlerine karşı eleştirel bir propaganda yürüten Yahudiler vardı. Onlar gereksiz ayrıntılar ortaya koyup kendi çıkarlarına uygun olan kuralları kanun yaparak, kendilerine sert kurallar ve sınırlamalar koyuyor ve birçok helâl şeyi haram yaptıkları, dolayısıyla bu kanunların karakter ve özünü değiştirdikleri halde, Kur'an'ın bunları tasdik etmesini istiyorlardı. Yahudi alimlerinin, hakimlerinin ve sıradan halkın, Kur'an'ı Allah'ın kitabı olarak kabul etmemelerinin nedeni işte buydu. Kur'an'ın kanunlarına o kadar karşıydılar ki, her ayetini ve her emrini bir eleştiri konusu haline getiriyorlardı.
Örneğin, Yahudiler kadının hayız (regl) dönemi boyunca pis olduğunu kabul ediyorlardı. Onların pişirdiği yemeği yemezler, ellerini sürdükleri suyu içmezler, hatta onlarla aynı şiltenin altında oturmazlardı. Kısacası kadınlar evlerinde temas edilmez bir konumda kalırlardı. Ensar da aynı geleneklere sahip olduğu için, Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye hicret edince O'na hayız ile ilgili sorular sordular. Bu soruya cevap olarak Bakara Suresi'nin 222. ayeti nazil oldu. Hz. Peygamber (s.a) aybaşı kanaması boyunca, sadece cinsel ilişkinin yasak olduğunu ve kadınlarla daha önceden var olan bütün ilişkilerin aynen devam ettirilebileceğini bildirdi. Yahudiler buna sert bir şekilde karşı çıktılar ve: "Bu adam her şeyde bize karşı çıkmak, bizim helâl dediklerimizi haram, haram dediklerimizi de helâl yapmak için gönderilmiş" dediler.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 48
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.

Ehl-i kitap peygambere ve indirilen kitaplara iman ettiği halde şirk koşmakla suçlanıyorlar.

Bu, kişi şirkten sakındığı sürece başka günahları işleyebilir anlamına gelmez. Bilakis basit bir günahmış gibi kabul edilen şirkin, en büyük günah ve zulüm olduğunu vurgular. Günahlar içinde bağışlanması mümkün olmayan tek günah şirktir.
Yahudi alimleri, çoğunlukla kitapta adı bile geçmeyen fakat kitaptan çıkarılan küçük ayrıntılarla basit hükümlerle uğraşırlardı. Diğer taraftan şirki çok basit bir mesele olarak kabul ederlerdi. Sadece kendileri şirke bulaşmakla kalmaz, topluluklarını da bu yola düşmekten alıkoymaya hiçbir çaba harcamazlardı. Bu nedenle müşrik kabilelerle işbirliği yapmakta hiçbir beis görmüyorlardı.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 64
Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.

Bu ayet bir peygamber'in konumunu açıkça ortaya koyar: Allah, rasûllerini, sadece insanlar, peygamberliğini kabul etsinler, daha sonra da başkalarına tâbi olsunlar diye göndermemiştir. Peygamber gönderilmesinin tek amacı, onun getirdiği hayat tarzına uyulup diğerlerinin reddedilmesi ve yalnızca O'nun Allah'tan getirdiği emirlere uyulup, diğerlerinin terk edilmesidir. Eğer bir kimse peygambere yukarıdaki anlamda inanmıyorsa, onun peygamber olduğuna şehadet etmesinin hiçbir anlamı yoktur.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 92
Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini ‘hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu, yukarıda sözü edilen ve kanı helâl olan münafıkları değil, İslâm yurdunda savaş bölgesinde veya küfür diyarında yaşayan ve kâfirlerin İslâm aleyhinde yaptıkları düşmanca davranışlara ortak oldukları konusunda hiçbir delili olmayan samimi müslümanları kasteder. O dönemde böyle bir uyarı gerekliydi.
Çünkü müslüman oldukları halde İslâm düşmanlarının arasında yaşamak zorunda kalan kimseler de vardı. Bazı durumlarda Müslümanların düşman bir kabileye saldırdıklarında yanlışlıkla müslüman bir kimseyi öldüren kişinin günahının kefareti için ne yapması gerektiğini bildiriyor.

Öldürülen kişi bir mümin olduğu için, bu kaza sonucu ortaya çıkan cinayete kefaret olarak mümin bir köle azat edilmelidir.

Hz. Peygamber (s.a) öldürülen kimsenin ailesine verilecek olan kan diyetini yüz deve, iki yüz inek veya ikibin keçi olarak belirlemiştir. Bu diyeti başka şeylerle ödemek isteyen kişi, bu hayvanların piyasa fiyatını gözönünde bulundurarak hesaplama yapmalıdır. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a) döneminde para olarak ödenen diyet sekiz yüz altın dinar veya sekiz bin gümüş dirhem idi. Halifeliği döneminde Hz. Ömer (r.a) şöyle ilân etmiştir: Şimdi devenin fiyatı arttı, o halde diyet olarak bin dinar veya on iki bin dirhem verilmelidir. Fakat buradaki cinayetin kasten olmadığına, sadece kaza sonucu işlendiğine dikkat edilmelidir.

Kısaca 92. ayette verilen emirler şöyle özetlenebilir:
Eğer öldürülen kimse İslâm diyarında (Darülİslâm) yaşıyorsa, öldüren kimse kefaret olarak kan diyeti vermeli ve Allah'ın bağışlaması için de bir köle azat etmelidir.
Eğer öldürülen kişi müminlerle anlaşma halinde bulunan bir kâfir topluluk içinde yaşıyorsa, katil, bir köle azat etmeli ve anlaşmaya göre gayri müslim birinin öldürülmesi sonucu verilmesi gereken diyetin aynısını vermelidir.

Bu oruçlar hiç ara verilmeksizin arka arkaya tutulmalıdır. Şeri mazereti hariç eğer en ufak bir ara verilirse, belirlenen iki ay oruç tekrar baştan tutulmalıdır.

Yani, Bir köleyi azat etmek, diyeti ödemek veya aralıksız iki ay oruç tutmak, birer ceza değil fakat suçun bağışlanması için birer kefarettir. İkisi arasındaki fark şudur: Ceza durumunda pişmanlık, kendi kendini kınama, vicdan azabı ve nefsin ıslah olması sözkonusu değildir. Bunun aksine nefret, zıtlaşma ve antipati duyguları hakimdir. Bu nedenle Allah kefaret ve tövbeyi emrediyor. Bu şekilde günahkâr olan kişi iyi ameller, fedakârlıklar, görevi ifa gibi davranışlarla kalbini temizleyip pişmanlık ve vicdan azabı içinde Allah'a yönelebilir. Bu şekilde günah işleyen kişi sadece o günahından kurtulmakla kalmayıp gelecekteki günahlardan da sakınacaktır.
Kefaret; sözlükte örtü anlamına gelir. Bir günaha kefaret olması için işlenen iyi amel, aynen badananın duvardaki kiri örtmesi gibi günahı örtüp kaplar.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 110
Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allahtan mağfiret dilerse, Allah'ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.

Bir kısım müfessirler, bu âyet-i kerimenin, bundan Önce geçen yüz yedinci âyette kendi nefislerine ihanet ettikleri zikredilen kimseler hakkında nazil olduğunu söylemişler diğer bir kısım müfessirler ise bu âyetin, yüz dokuzuncu âyette beyan edilen, kendi nefislerine hainlik edenleri savunanlar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Taberi diyor ki:
Âyet-i kerime, hainler ve hainleri savunanlar hakkında nazil olsa da her kötülük işleyen veya kendi nefsine zulmedeni ifadesi içine almaktadır. Ve bu âyet, Muhammed ümmeti için büyük bir lütuftur.

Bu hususta Ebu Vâil diyor ki:
Abdullah b. Mesud dedi ki: İsrailoğullarından biri bir günah işlediğinde onun günahının kefareti kapısının üzerine yazılırdı. Onlardan birinin bir yerine idrar dokunsa orayı makasla kesmek zorundaydılar.
Abdullah b. Mesudun bu sözleri üzerine bir adam: Şüphesiz ki Allah, İsrailoğullarına hayırlı şeyler vermiş. dedi. İbni Mesud da Allahın size verdiği, onlara verdiğinden daha hayırlıdır. Allah sizin için suyu temizleyici kılmıştır. Günahlarınızın affedilmesi için de şöyle buyurmuştur O takva sahipleri bir haksızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allahı hatırlarlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını isterler Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allahtan bağışlanmasını dilerse Allahı affedici ve merhamet edici olarak bulur.

Habab b. Ebi Sabit diyor ki:
Bir kadın Abdullah b. Muğaffele geldi ve ona, bir kadının fuhuş yaparak hamile kaldığını daha sonra da doğurduğu çocuğu öldürdüğünü ve bu kadının durumunun ne olacağını sordu. Abdullah da: Onun için cehennem ateşinden başka bir şey yoktur. dedi. Kadın ağlayarak ayrılıp gitti. Abdullah kadını geri çağırdı ve ona: Ben senin meseleni şu iki günahtan biri olarak görüyorum, dedi. Ve Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allahtan bağışlanmasını dilerse Allahı mağfiret ve merhamet edici olarak bulur. âyetini okudu.

Abdullah b. Abbas da bu âyeti izah ederken şunları söylemiştir:
Allah teala bu âyeti kerimede, kullarına karşı affedici olduğunu, yumuşak davrandığını, rahmetinin ve lütfunun bol okluğunu beyan etmektedir. Kul, büyük küçük herhangi bir günah işler de sonra Allah´tan onun affını dilerse Allahın affedici ve merhamet edici olduğunu görür. Günahı çok olsa bile.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 116
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.

Bu temanın bir devamı olarak, kızgınlıkla müşriklerin tarafına geçen münafığın, yaptığı bu akılsızca hareketin getireceği sonuçları tam olarak kavramadığı belirtiliyor. Bu amaçla onun tâbi olduğu yolun kötülükleri, beraber olduğu arkadaşlarının özellikleri anlatılıyor
 
Üst Alt