Hibe kitabı

ceylannur

Yeni Üyemiz
Sadr da şöyle der: «Annenin kabzı için babanın olmayışı şart de-ğildir.» Başka bir yerde de bir kişi

hakkında şöyle zikretmiştir: «Eğer´baba küçük kızını birisi ile evlendirse, o koca küçük kıza yapılan

hibeyi kabzetme hakkına sahiptir. Ama zifaftan önce bulûğdan sonra kocasının karısına yapılan

hibeyi kabzetmesi caiz değildir.»

Tecrid´de de baba hayatta olmadığı takdirde baliğ olmayan zevceye yapılan hibenin kocası

tarafından kabzedilmesinin caiz olduğu yazılıdır.


Baba ve vasisi, dede ve vasisi gaip olsalar ve onlardan hiçbir ha-ber olmasa, çocuğa yapılan hibeyi

ona velayet eden kişinin kabzetmesi caizdir. Bu dört kişiden birisinin mevcut olduğu yerde başka

birisi ço-cuğa yapılan hibeyi kabzedemez. Çocuk ister o kimsenin yanında olsun, ister olmasın ve o

kimse çocuğun ister yakın akrabası olsun, ister ya-bancı olsun.

Bu dört kimseden hiçbirisi olmazsa, çocuk kimin evinde ise, onun çocuk adına kabzı caizdir.

Çocuğun, yanında bulunmadığı kimsenin kab-zı ise caiz değildir. Bezzâziyye.

Bahır´da, «Burada, bulunmaktan maksat hazır olmaktır.» denilmiştir.

Gâyetü´l-Beyân´da da şöyle denir: «Anne ve çocuğu yanında bulun-duran kişi babanın huzurunda

çocuğa yapılan hibeyi kabza mâlik de-ğildirler. Bazı meşâyih de, baba hazır bile olsa, çocuğu

yanında bulun-duran -koca gibi- kimsenin kabzının caiz olduğunu söylemişlerdir. İşte bundan

kaçınmak içinde metinde, «sahih görüş» tabirini kullanmıştır.»

Küçük yaştaki kızın kocası varsa, babasının huzurunda dahi ona yapılan hibeyi kabzedebilir. Ama

anne ile çocuğu yanında bulunduran ko-cadan başka bir kimse bunun aksinedir. Çünkü bunlar

ancak sahih gö-rüşe göre babanın ölümünden sonra veya hiçbir haber almayan bir tarzda gâib

olduktan sonra kabza mâliktirler. Çünkü bunların tasarrufu ba-banın havalesi ile değil zaruretten

dolayıdır. Babanın huzurunda ise zaruret yoktur. Cevhere.

Bu dört kişiden hangisi kaybolursa velayet derecesi bakımından on-dan sonra gelenin kabzetmesi

caizdir. Çünkü o hibenin kabzını gaip ola-nın gelişine tehir etmek çocuğun menfaatini yok etmektir.

O halde ço-cuğun menfaatini yok etmektir. O halde çocuğun velayeti, gaip olan ve-liden sonra

derecesine göre intikâl eder. Nikâhta olduğu gibi.

Bu dört kişiden birisi hazır olduğunda bir başkasının kabzetmesi,

çocuk, kabzeden kimsenin yanında olsa dahi veya kabzeden kişi çocuğun kardeş, amca, anne grbi

neseb bakımından yakın akrabası olsa da-hi caiz değildir. Bedâyî. Özetle.

Babanın huzurunda, çocuğu yanında barındıran kişinin çocuğa ya-pılan hibeyi kabzetmesine

gelince, bazı âlimler tarafından o kabzın caiz olmadığı söylenmiştir. Bazı âlimler de, «kabzın caiz

olduğunu söylemiş-lerdir. Fetva da bununla verilir. Müştemilü´l-Ahkâm.

Bu konuda doğru olan caiz olmasıdır. Hibe edilen kişi, çocuk yaşta bir kız olduğunda babasının

huzurunda kocasının kabzının caiz olduğu gibi. Haniye. Fetva da bu kabzın caiz olması üzerinedir.

İstirûşini.

Fakat bildin ki, Hidâye ve Cevhere adlı eserler babının huzurunda çocuğu yanında bulunduran

kimsenin kabzetmesi caiz olmadığının geçer-li olduğu üzerindedirler. Bedâyî adlı eserin müellifi de

bu âdem-i ceva-zın kesin olduğunu söylemiştir.

Kâdıhân ve diğer fetâvâ sahipleri ise bu görüşün aksini sahih gör-müşlerdir. Yani babasının

huzurunda çocuğu yanında bulunduran kişi-nin kabzının geçerli olduğunu söylemişlerdir. Sen de

Kâdıhân ve diğer fetâvâ sahiplerinin zikrettiği görüş üzere ol. Kâdıhân´ın caiz gördüğün-den

dönülmez. Zira o fakihtir. Bilhassa bu meseledeki çocuğun menfaati gözönüne alınmıştır. Fetva

sırasında düşün.

Bu bir fetva vakası olduğu için bu meselede çok nakil yaptım. Bu nakillerin bazılarını da Molla Ali

Türkmânî´nin hattından naklettim. Ona güvenerek dayanıyorum. Çünkü onun sikâlığı sabittir. ALLAH

ona rahmet etsin.

«Bunlar olmadığı takdirde ilh...» Hiç haber alınmayan uzak bir yerde oldukları takdirde, amcası gibi

veli olacak bir hısımının unların ye-rine kabzetmesiyle hibe akdi tamam olur.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
METİN

Mim harfi hibe akdi yapanlardan birisinin ölümüne (mevt) işaret eder. Yani hibe ederek teslim

ettikten sonra taraflardan birisi ölürse, hi-beden dönülemez. Eğer teslim etmeden ölürse, hibe bâtıl

olur.

Taraflar kabzın, ölümden önce veya sonra yapıldığı konusunda ihti-lâf etseler, hibe edilen şey

vârisin elinde ise, geçerli olan vârisin sözüdür.

Musannıf, ölümle düşen görevleri şiir şeklinde şöyle ifade etmiş-tir: «Kefaret, diyet ve haraç düşer.

İki ortaktan birisi zengin olduğu hal-de köleyi azat etmiş olsa, ortağının hissesini tazmin etmesi

gerekli iken,, öldüğü takdirde o tazminat düşer. Bunun gibi nafakalar ve hibeden rücû hakkı da

düşer. Bunların tümünün hükmü ölümle düşer.»

Ayn harfi ivaza (karşılık) işaret eder. Yani hibede karşılık olursa, hi-beden rücû hakkı düşer. Şu

şartla ki, hibe edilen kişi, karşılığı verdiği vakit bunun hibenin karşılığı olduğunu ifade edecek bir

lâfzı zikretmeli-dir. O halde hibe edilen kişi hibe edene, «Bu senin hibenin karşılığıdır» veya «Bu

senin hibenin reddidir veya karşılığıdır.» demiş olsa, hibe eden kişi de onu kabzetse, hibeden rücû

hakkı düşer.

Eğer hibe edilen kişi hibe ederse birşey verdiğinde, «Bu hibenin karşılığıdır» demese, iki taraf da

hibesinden dönebilir. İşte bunun içindir ki, kabz, ifraz ve şüyû´nun bulunmaması gibi hibenin

şartları verilen ivaz için de şarttır. Hibenin karşılığı olarak verilen şey onun cinsinden olsa veya

ondan az olsa bile böyledir.

Metnin bazı nüshalarında, «hibe» yerine, «akit» kelimesi konulmuş-tur. Bu yanlıştır.

Babanın çocuğa hibe edilen şeyin karşılığında çocuğun malından bir şey vermesi caiz olmaz.

Ticaretle izinli köleye, birşey hibe edilmiş olsa, o da sonra onun karşılığında birşey vermiş olsa, her

iki tarafın da rücu hakkı vardır. Bahır.

Bir hıristiyan tarafından müslüman bir kişiye bir şey hibe edilmiş olsa, onun hibesi karşılığında

müslüman ona şarap veya domuz vermiş olsa, geçerli değildir. Zira müslüman domuz ve şaraba

mâlik olmadığı gibi onları başkasına temliki de geçerli değildir. Bahır.

Karşılık yapan şeyin hibe edilen malın bir bölümü şeklinde olma-ması şarttır. O halde hibe edilen

bir şeyin bazısı geri kalan kısma kar-şılık hibe edene verilmiş olsa geçerli değildir. Hibe eden kişi

geri kalan kısımdan da rücû edebilir.

Fakat hibe edilen iki ayrı şey ise, birini diğerinin karşılığı olarak hi-be edene vermek, eğer o iki şey

iki ayrı akitle hibe edilmişse, geçerli olur. Eeğer ikisi bir akitle hibe edilmişse o karşılık geçerli

değildir. Zira akitlerin ayrı olması ayn´ın değişik olması gibidir.

Hibe ve hibeden rücûda dirhemlerin ayn´ının kâim, mevcut olması ge-rekir. Müctebâ.

Buğdayın ununun, buğdayın karşılığı olarak verilmesi geçerlidir. Ya-ni birisi diğerine bir miktar

buğday hibe etse, hibe edilen kişi hibe ola-rak aldığı buğdayı un haline getirdikten sonra hibe

edene vermiş olsa, geçerlidir. Çünkü buğday öğütüldükten sonra vasfı değişmiştir.

Bunun gibi, bir kimse hibe edilen kumaşın bir kısmını boyayıp hibe-nin karşılığı olarak vermiş olsa

veya hibe edilen kavutun (kavrulmuş un) bir kısmını yağla karıştırarak verse, geçerli olur. Haniye.

İZAH

 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İZAH

«Mim ilh...» Hibe eden veya edilenden birisinin dinden çıkmasından dolayı Dârü´l-harbe iltihakına

hükmedilse bakılır. Hibe edilen kişi ölse, mülkiyet varislerine intikal ettiğinden hibe eden kişinin

rüçû hakkı dü-şer. Eğer hibe eden ölürse, seri nass ancak rücû hakkını hibe edene tanıdığından

varis de hibe eden olmadığına göre hibeden rücû hakkı yine düşer. Dürer.

Ben derim ki: Açıklamaya göre hibe eden kişi, dinden çıksa ve onun darü´l-harbe sığınmasına


hükmedilmiş olsa. hüküm yine böyledir, yani hibeden rücû hakkı düşer. Bu konuda acık bir nakle

başvurulması gerekir.

«İhtilâf etseler ilh..» Yani hibe edeple .hibe edilen kişi değil, ifade tarzı her ne kadar bunu hatıra

getiriyorsa da bu kayıt şart değildir. Me-selâ hibe edenin varisi, hibe edilen kişiye, «Sen o köleyi

onun hayatın-da kabzetmedin, sen onu ölümünden sonra kabzettin» dese, hibe edilen kişi de, «Ben

onu hayatında kabzettim» dese, köle vârisin elinde ise. T.

«Söz vârisindir ilh...» Zira kabız o anda bitmiştir. Miras ise, kabız-dan öncedir. Bu yüzden söz

vârisindir. Bahır.

«Kefaret ilh...» Kefaretin çeşitleri yani oruç, yemin, zihâr, hatâen cinayet kefaretlerinin tümü,

adamın ölümü ile düşer. Ama eğer öldüğün-de bu kefaretlerden herhangi birisi ile mükellef ise ve

mükellef bulun-duğu kefareti vârislerine vasiyet ederse o zaman düşmez.

Haraç verenin ölümüyle ondaki haraç verme mükellefiyeti düşer.

«Diyet ilh...» Bir kimsenin üzerinde bir diyet borcu varsa, vermeden ölürse, bu diyet ondan düşer.

«Nafakalar ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.

«Ayn harfi ivaz´ı gösterir ilh...» Birisi diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş

vermesini şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste

trampa edilmezse caiz değildir. Haniye.

«Rücû hakkı düşer ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.

«Ayn harfi ivaz´ı gösterir ilh...» Birisi diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş

vermesini şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste

trampa edilmezse caiz değildir. Haniye.

«Rücû hakkı düşer ilh...» Yani hem hibe edenin, hem de hibenin karşılığını verenin rücû hakları

düşer. Ankaravî´de olduğu gibi. Sarihin ifa-desi de buna işaret eder. Sâyıhânî.

Hâmiş´te şöyle denilir: «Kadın, kendisini bir veya iki talâkla boşayan kocası ile iddet bittikten sonra

evlenmeyi isterse, onu boşayan koca, «Benim sana borcum olan eski mehrini hibe edersen

evlenirim» dese, kadın da bu alacağı mihri onunla evlenme karşılığı olarak hibe etse, sonra erkek

onunla evlenmese, fakihler, «Erkek ister onunla evlensin, ister evlenmesin o mehrin hibesi geçerli

değildir, mehir onun üzerinde yine borç olarak kalır. Zira kadın mehrini nikâh karşılığı kılmıştır.

Nikâhın karşılığı olan malı vermek kadına değil, erkeğe aitir.» demişlerdir.» Haniye. Fetâvâ-yı

Hayriye´de bununla fetva verilmiştir.

«İki taraf da ilh...» Zira mutlak temlik başlangıçta temlik ihtimali taşıdığı gibi, karşılık için temlik

ihtimalini de, taşır. O halde rücû hakkı şüphe ile ibtal edilemez. Mustasfâ.

«Hibesinden rücû edebilir ilh...» Bu bahiste bir söz vardır, o da şu-

dur: Bilinen asıl, ifade edilen gibidir. Nitekim bu Kâfî adlı eserde belirtilmistir. Halkın örfünde ise,

hibe edilen kişi hibe edene birşey verirse, bundan hibenin karşılığı anlaşılır. Utandığından bu senin

hibenin karşılığıdır diyemez. O halde uygun olan bedeli zikretmese bile böyle bir hibeden

dönülmesidir.

Hâniye´de şöyle denilir: «Bir kimse karısına hediyeler gönderse, karısı da onun karşılığında

birşeyler gönderse, zifaf yapsalar, sonra ayrılsalar, erkek gönderdiklerinin ariyet olduğunu iddia
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
eş-yayı alabilirler. Ebûbekir İskâf´da, «Kadın gönderdiği zaman açıkça Kocanın gönderdiklerinin

karşılığı olduğunu söylese bile gönderdiklerini geri alabilir. Fakat kadın bunu açıkça söylemezse

bakılır: Eğer gönderdiğinde ivaza niyet etmişse kadının niyeti bâtıl ve gönderdiği hibe olur. Bu

meselede ihtilâf olduğu açıktır» demiştir. Yakûbiye.

«Az olsa bile ilh...» Yani gönderdiği ivaz, hibeden az olsa bile. Çünkü ivaz gerçekte hibenin bedeli

değildir. Eğer hibe edilenin gerçekten bedeli olmuş olsa, o zaman ribâ olması ihtimali olurdu.

«Karşılığında ilh...» Eğer çocuğa hibe edilene karşılık babası çocuğun malından verirse, bu karşılık

bâtıl olduğundan hibe eden kişi hissesinden rücû´ edebilir. Bezzâziyye.

«Çocuğun malından ilh...» Baba çocuğa yapılan hibenin karşılığını kendi malından verirse bu


geçerli olur. Çünkü ilerde yabancı birinin hi-beye karşılık birşey vermesinin geçerli olduğu meselesi

gelecektir. Sâyıhânî.

«Rücû hakkı ilh...» Çünkü ticaretle izinli köle birşey hibe etme hak-kına mâlik değildir. O halde onun

karşılık vermesi geçerli olmaz.

«Bahir ilh...» Zira ticaretle izinli köle başlangıçta nasıl hibe etme-ye mâlik değilse, sonra da hibenin

karşılığını vermeye mâlik değildir. Sâyıhânî.

«Hibe ilh...» Birisine dirhemler hibe edildiğinde o dirhemlerin aynının verilmesi gerekir. Eğer onu

başkasıyla değiştirirse hibeden yüz çe-virmiş olur. Ama hibe ettiği dirhemlerden başkasını teslim

etse, yeni bir hibe olur. Hibe edilen kişi onu kabzetse, dirhemler cinsinden veya başka bir cinsten

karşılık vermiş olsa, o zaman rücû hakkı düşer. Bu meselede dinarlar da dirhemler gibidir. T.

«Rücûda ilh...» Yani hibe eden kişinin rücû hakkı yoktur. Ancak, hi-be ettiği dirhemler bizzat

mevcutsa rücû edebilir. Fakat hibe edilen kişi, hibe edilen dirhemleri sarfetmişse bu rücûa engel

olur. T.

«Öğütüldükten sonra ilh...» Yani buğday öğütüldükten sonra o buğ-dayın aynı veya bir bölümüdür

denilemez.

«Verse ilh...» Yani bir bölümü hibeye ivaz kılsa geçerli olur. Çün-kü boyamak veya yağlamakla bir

ziyadelik meydana gelmiştir. Sanki boyanın kumaş veya yağla karıştırılan kavut başka bir şey olur.

METİN

Bir kimseye iki cariye hibe edilmiş olsa, o cariyelerden birisinin ço-cuğu olmuş olsa, hibe edilen

kişi de cariyeden olan çocuğu hibe karşılığı hibe edene verse, eğer çocuk hibeden sonra olmuşsa

artık o cariyelerin hibesinden dönülmez, karşılık da geçerli olur.

Hibe olunan bir şeyin karşılığında, hibe edilen kişi değil bir yaban-cı birşey vermiş olsa, muhâlea

bedeli gibi -artık hibe edenin rücû etme hakkı düşer. Bu, yabancı hibe karşılığını hibe edilen kişinin

izni olma-dan vermiş olsa da böyledir.

Karşılığı veren yabancı, velev hibe edilenin emri ile olsa da hibe karşılığı verdiğini rücû ederek

alamaz. Ama hibe edilen kişi yabancıya, «Ben zaminim. Benim yerime ver» dese ve o da verse, o

zaman rücû hakkı vardır. Çünkü hibenin karşılığını vermesi, üzerine vacib değildir.

Fakat bir yabancı borcunu ödediği takdirde, ödeyen kimse öde-diği parayı borçludan alır. Bunda

asıl, kendisinden ötürü insanların hap-sedildiği ve ödettirildiği herhangi bir şeyin ödenmesini

emreden kişi emri ile zımanı şart koşmasa dahi ödeyenin kendisine rücû edeceğini isbat etmiştir.

Fakat kendisinden ötürü insanların hapsedilmediği veya sürekli taleb edilmediği birşev için rücû

hakkı yoktur. Hibe gibi. Ancak, «Ben zaminim» diyerek, sımanı şart koşarsa, ödeyen o kimse geri

alabilir.

O halde borçlu, bir diğerine, «Borcumu öde» dese, o da ödemese, «Ben zaminim» demese dahi,

borcu ödeyen kişi rücû eder, parasını alır. Çünkü borcun edası borçlunun üzerine vacibtir. Şu

kadar var ki, yazdığı-mız asıldan, «Bir kimse bir diğerine, «Binamın yapılmasına yardım et» de-se

veya esir, bir kimseye, «Beni satın al» demiş olsa, bu her iki durum-da da rücû etmeyi şart koşmasa

dahi, rücû edip parasını alma hakkına sahiptir.» meselesi istisna edilir. Hâniye´nin kefalet bahsi.

Halbuki o adam bu her iki şeyde de hapsedilemez ve taleb edilemez ve sıkıştırılamaz.

Hibe edilen şeyin yarısı üzerinde hak iddia edilirse, o zaman ivazı veren kimse de ıvazın yarısı ile

rücû eder. Ama eğer ivazın yarısına müs-tahak çıkarsa geri kalanı reddetmedikçe hibe eden kişi

hibesinden rücû edemez. Çünkü ivaz kılınan şeyin yarısını başlangıçta ivaz etmiş olsaydı geçerli

olurdu. Öyleyse devamı da geçerli olur. Şu kadarı var ki´ burada hibe eden ivazı teslim edip

etmemekte muhayyerdir. Buradaki ivazdan maksat da hibede şart koşulmayan ivazdır. Ama eğer

hibe edilirken kar-şılık vermesi şart koşulursa, ileride geleceği gibi, bu hibe değil mübadele olur. O

halde ivaz hibe üzerine tahsis edilir. Hibenin hak ileri sürülen ivazın karşılığı olan kısmından rücû

edebilir. Nihâye.

Nasıl ki, ivazın hepsi başkasının hakkı olmuş olsa, eğer hibe ettiği şey helak olmamış, mevcut ise

hibenin hepsinden dönebilir. Ama ivazın hepsi istihkak edilmiş olmakla birlikte hibe edilen şey

muttasıl bir ar-tışla ziyadeleşse, dönemez. Hülâsa.

Eğer hibenin tamamı bir başkasının istihkakı çıkarsa, hibe edilen ki-şi, hibenin karşılığında verdiği

ivazı eğer mevcut ise geri alabilir. Ama eğer ivaz helak olmuş ise, mislî birşeyse mislini, kıyemî

birşeyse kıy-metini alır. Gaye.


Eğer hibenin yarısına ivaz verilmiş ise, hibe edilen kişi karşılığını al-madığı kısmından döner. Bu

dönüşte, şüyu da zarar vermez. Çünkü son-radan olmuştur.

Uyarı: Müctebâ da şöyle nakledilmiştir: «Eğer hibe aklinde şart koşulmuşsa ivaz hibeden dönmeye

engel olur. Meselâ, «Ben bu koyunu sa-na veriyorum sen de karşılığında koyun vereceksin»

denilirse. Eğer akit-te böyle bir şart koşulmadan hibe yapılmışsa, daha sonra ivaz verilmiş ise,

hibeden dönemez.»

Bu meseleyi Müctebâ dışında açıkça söyleyeni görmedim. Mezhebin türlü kitaplarında ivazdan

hibede şart kılınması mutlak olarak zikredil-miştir. Nitekim daha önce geçmişti.

İZAH

«Rücû ederek alamaz ilh...» Yani ivaz veren kişi karşılığı verdikten sonra hibe edilen kişinin ortağı

bile olsa, ister onun izniyle, ister izinsiz versin, rücû hakkı yoktur. Zira karşılık vermek hibe edilenin

üzerine vacib değildir. Nasıl ki birisi diğerine, «Teberru ver» demiş olsa, teberru veren adam

verdikten sonra rücû edip teberruluyu emreden kişiden ala-madığı gibi. Ancak gerek hibenin

karşılığında, gerekse teberru eden adam hibe edilen kişi veya teberru´yu emreden kişi, «Sen ver,

ben zaminim» derse, o zaman her iki durumda da döner, verdiğini alır. Ama borçlu bu-nun

aksinedir. Meselâ borçlu kimse birisine, «Benim borçlarımı öde» derse, o adam ödedikten sonra,

borçlu olan, «Sen öde, zaminim» demese bile, ödedikten sonra, döner borçludan alır. Zira borcu

ödemesi borçlunun üzerine vacibtir. Minâh.

«İvazın yansı ile rücû eder ilh...» Cevhere´de şöyle denilmiştir: «Bu hibe, taksimi kabil olmayan

şeyden ise rücû edebilir. Ama eğer hibe edilen şeyin bazısı başkasının hakkı çıktığında, eğer

taksimi kabil ise, hi-be geri kalan kısımda da bâtıl olur. O zaman hibe edilen kişi ivazın hep-sini

alır.»

Zira anlaşılıyor ki hibe edilen kişi hibeden başkasının istihkakı çı-kan kısma mâlik olmamıştır. O

halde hibenin aslı ibtal edilir. Çünkü hi-be taksimi kabil olan müşâda yapılmıştır.

«Ama eğer ivazın yarısına müstehak olursa ilh...» Hibe eden kişi hi-benin yarısı ile rücû edemez.

Çünkü ivazın kalan kısmı hibenin hepsinin karşılığıdır. Zira başlangıçla da kalan kısım hibeye ivaz

olarak verseydi uygun olurdu. Ancak burada hibe eden kişi muhayyerdir. Çünkü hibenin yarısının

karşılığında ivaz vermek onun rücû hakkını düşürmez. Ancak iva-zın hepsini ona teslim etmekle

rücû hakkı düşer. O da binanın tam karşı-lığını teslim etmediğinden onun geri alma hakkı vardır.

«Muhayyerdir ilh...» Çünkü ivazı teslim etmemiştir.

«Şart koşulmayan ivaz ilh...» Yani hibe ettiği zaman karşılığı şart koşmadığı ivazdır.

«Eğer hibenin yarısına ivaz verilmiş olsa ilh...» Veya hibenin bazısı-nın karşılığında ivaz vermiş

olsa. Meselâ hibe bin dirhem ise, bunun kar-şılığında bir dirhem varsa, o zaman bu vermiş olduğu

ivaz bir dirhem kar-şılığında hibe aktini feshetmektir. Hibe, eden kişi geri kalan kısımdan dö-nebilir.

Müştemilâtı olan bir binanın hibesinin karşılığında bir oda ver-miş olsa, hüküm yine böyledir.

Bezzâziyye.

«Şüyu da zarar vermez ilh...» Yani yarısından dönmekle meydana gelen şüyu (ortaklık) da zarar

vermez. Bu meseleyi açıklıkla söyleyeni görmedim. Bunu söyleyen Minâh sahibidir.

Ben diyorum ki: Bu mesele, Gâyetü´l-Beyân adlı eserde açık olarak zikredilmiştir. Gâyetü´l-Beyân´ın

ifadesi şöyledir: «Bizim ashabımız, «Hi-bede hibe eden kimsenin hibeden dönme hakkını düşüren

ivaz, hibe ak-dinde şart koşulan ivazdır. Ama hibe aktinden sonra hibe edilen kişi onun karşılığını

verirse, hibe eden kişinin yaptığı hibeden rücû hakkı düş-mez. Çünkü yapılan ivaz, hibe edilen kişi

üzerinde bir hak değildir. An-cak o, o karşılığı hibe edenin rücû hakkını düşürmek için vermiştir. O

halde onun verdiği ivaz, başlangıçta bir hibedir. Ama hibe akdinde şart koşulan ivaz bunun gibi

değildir. Çünkü akitte şart koşulan ivaz, hibe-nin hükmünü satım akdi hükmüne çevirir. Hatta o

zaman hibe eden ki-şi şuf´a (ön alım) hakkı ve ayıpla sebebiyle geri verme haklarına sahihtir»

demişlerdir. Bu duruma göre, hibe aktinde şart koşulan ivaz doğrudan hibe edilenin karşılığından

yine ashabımız, «ivazda hibedeki şartlardan kabz ve şüyû´un bulunmaması gibi şartların verilen

ivazda da geçerli olması gerekir. Çünkü o ivaz hibedir. Şerhü´l-Akta´da böyledir.» demiş-lerdir.»

Tuhfe´de de, «Hibe aktinden sonraki ivaz, rücû hakkının düşürülme-si içindir. Akit başlangıçta, ne
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
de sonuçta ivazlı akit anlamını taşımaz. Ancak hibe aktinden sonra verilen ivaz^ hibe edilen kişinin,

«Şu senin hibenin karşılığıdır.» demesiyle yapılan hibe ivaz olur. Bu ivaz da eğer kabzolunursa,

hibeyi ibtal eden veya geçerli kılan şartlarla hibe olur. Ama akitten sonra ivaz verirken, «Bu hibenin

karşılığıdır» demezse, o zaman başlangıçta hibe olur ki, bu durumda her ikisi de hibelerinden


dö-nebilirler.» denilmiştir. Kısaltarak alınmıştır.

Tuhfe´den yapılan bu nakilden anlaşılan, bunların ikisi ya iki görüş ya iki rivayettir. Birincisi rücû

hakkını ortadan kaldıran ivazdır ki, bu iva-zın verilmesi veya konuşulması hibe akti yapılırken

şarttır. İkincisi ise, rücû hakkını düşürmek için akitte konuşulması gerekli değildir. Ancak hibeden

rücû hakkını düşürmek için ivaz verildiğinde, «Bu evvelce yap-mış olduğu hibenin karşılığıdır»

demek gerekir. İşte bu hilaf hibedeki rücû hakkının düşürülmesi üzerinedir. Ama hibenin sonunda

bir satım akdine dönüşmesine gelince, orada hibe akti yapılırken ivazının da ko-nuşulması veya

verilmesi mutlaka şarttır.

«Mezhebin füru kitapları ilh...» Ben derim ki, açık olan, ivazın akit sırasında konuşulması, ancak

ivazın hibe edilen şeye karşılığının mutlak değil tevzii hususundadır. Yani hibe aktinde ne kadar

ivaz konuşulmuşsa aldığı ivazın karşılığından dönemez, geri kalanından dönebilir. O zaman

Müctebâ´da olan, mezhebin fürû kitaplarındaki mutlak ifadelere aykırı olmaz. Ebussuud el-Mısrî.

«Nitekim daha önce geçti ilh...» Yani buğday ununun hibe edilen buğdaya, hibe edilen iki cariyeden

birinin cariyelere ivaz olduğu konu-sunda geçmişti.

METİN

He harfi, hibe edilen şeyin elden çıkışı(hurucu)nı ifade eder. Yani hibe edilen şey, hibe edilen

kişinin mülkiyetinden çıkarsa hibe eden kişi hibesinden dönemez. Velevki hibe edilen de hibeyi

başkasına hibe etsin. Ancak hibe edilen kişi üçüncü şahsa yapmış olduğu hibeden dönerse, ilk

hibe eden kimse de hibesinden rücû edebilir. İkinci hibe edenin rücûu ister hâkimin hükmü ile, ister

tarafların rızaları ile olsun sonuç de-ğişmez. Hibe, hibe edilen kişiye yeni bir sebebten dolayı dönse

bile aşağıda geleceği "gibi, rücû etmek hibeyi feshetmektir. Meselâ, üçüncü şahıs kendisine hibe

edilen şeyi ikinci şahsa sadaka olarak verse veya satsa, birinci hibe eden kimse hibesinden

dönemez. İkinci şahıs hibe edilen şeyin yarısını satsa, rücûa engel durum bulunmadığından geri

kalan kısmından dönebilir.

Musannıf burada hibe edilen şeyin hibe edilenin elinden bütün ola-rak çıkmasıyla kaydetmiştir.

Yani hibe edilen şey hibe edilen kişinin mül-kiyetinden her yönüyle çıkarsa hibe eden kişi

hibesinden rücû edemez.

Musannıf daha sonra bu usul üzere konuyu şöyle açıklamıştır: «Eğer hibe edilen kişi hibe edilen

koyunu kurban etse veya hibe edilen şeyi sadaka adaşa ve o hibe edilen şey kesilip et halini almış

olsa, bu du-rum rücû hakkına engel değildir. Çünkü kurban olmakla her yönüyle hibe edilen kişinin

mülkiyetinden çıkmamıştır. Hibe edilen bu koyun eğer te-mettü haccı veya Kran haççı için ihrama

giren veya adakta bulunan bir kişiye hibe edilse, o da bunu kurban etse, yine rüçûa engel değildir.

Minhâc´da, «Eğer birisine bir elbise hibe edilmiş olsa, hibe edilen kişi onu ALLAH için tasadduk etse,

hibe eden kişinin rücû hakkı vardır. Yalnız Ebû Yusuf buna muhalefet ederek, «Rücû edemez.»

demiştir. Ama hibe edi-len koyunu bir kimse kurban etmek için değil de eti için kesmiş olsa, bütün

âlimlerin ittifakiyle hibe eden rücû hakkına sahiptir» denilmiştir.

PRATİK BİR MESELE:

Borçlu olan veya üzerinde hataen cinayet diyeti olan köleyi efen-disi köleden alacaklı şahsa ve

cinayetin velisine hibe etmiş olsa, borçlu ise borcu düşer, diyetle yükümlü ise diyet düşen Ama

efendisi eğer bu kölenin hibesinden rücû ederse, istihsanen geçerli olur. İmam Muhammed ve Ebû

Hanîfe´den bir rivayete göre, efendinin, kölenin hibesinden rücûu ile kölenin borcu ve diyeti avdet

etmez. Nitekim bir kimse kızını bir erkeğe hibe ettikten sonra rücû eylese, kızın nikâhı avdet etmez.

Haniye.

Zel harfi hibe vaktindeki zevciyete işarettir. Şu halde bir kimse bir kadına hibede bulunsa, sonra bu

kadınla evlense yaptığı hibeden rücû edebilir. Eğer karısına hibe ederse, bunun aksine rücû

edemez.

PRATİK BİR MESELE :

Efendinin, Ümmü´l-veled olan cariyesine, hastalığında dahi yap-mış olsa hibesi geçerli değildir. Bu

hibe vasiyet de olmaz. Çünkü köle veya cariye hacir altındadırlar. Onların mülk edinme ehliyetleri

yoktur. Ama ümmü´l-veled olan cariyesine «Ben öldükten sonra şunu sana vasi-yet ediyorum»

dese, vasiyeti geçerli olur. Zira ümmü´l-veled efendisinin ölümüyle azad edilir, vasiyet edilen şey de

ona teslim edilir. Kâfi.

Kâf harfi de karabete (yakın hısımlığa) işaret eder. Bir kimse kendi-sine neseben haram olan

hısımlarından birisine bir şey hibe etse o kı-sımı zımmî veya müste´men de olsa, hibesinden rücû


edemez. Şümhî.

Ama bu kimse neseben değil süt kardeşi gibi süt yoluyla haram olan birisine -bu süt kardeşi

amcası oğlu olsa bile- veya kayınvalidesi, hanımının kızı gibi sıhrî hısımlık yoluyla haram olan

birisine veya bir ya-bancının kölesi olan kardeşine veya öz kardeşinin kölesine hibe yapmış olsa,

hibesinden dönebilir.

Ama eğer efendi ile kölenin her ikisi de onun akrabalık yoluyla mah-remi iseler, sağlam görülen

görüşe göre, ittifakla o hibesinden rücû ede-mez. Çünkü bu hibe hangisine yapılmış olursa olsun,

rücûa engeldir. Bahır.

PRATİK BİR MESELE :

Bir kimse kardeşi ile bir yabancıya ikisine birlikte taksim edileme-yen birşey hibe etse, onlar da onu

kabzetseler, o yabancının hissesinden, rücûa engel bir hal olmadığında rücû edebilir. Dürer.

İZAH

«Feshetmektir ilh...» Yani hibe edilen şey, ikinci defa hibe eden şah-sa döndüğü zaman bütün

hakları ile döner.

«Birinci hibe eden kimse ilh...» Çünkü rücû hakkı bu ´mülkte henüz sabit değildir. Dürer. Muhit´ten

naklen.

«Rücû hakkına engel değildir ilh...» Hibe edilen kişinin de hibe edi-len koyunu kurban etmesi

caizdir. Minâh´ın Müctebâ´dan naklettiği gibi.

«Borçlu olan köle ilh...» Çocuğun köle olan birisinin üzerinde vasiyet edilmiş bir alacağı olsa,

çocuğun vasisi o köleyi çocuğa hibe etse, sonra vasi hibesinden rücû etmiş olsa, zahiri rivayete

göre, vasinin dön-me hakkı vardır. İmam Muhammed´den rivayete göre vasi rücû edemez. Çünkü

ona borçludur.

«İstihsânen ilh...» Hâniye´de şöyle denilir: «Kıyasa göre hibeden rü-cû hakkı yoktur. Kıyas, Hasan´ın

Ebû Hanîfe´den, Muâllâ´nm Ebû Yusuf tan, Hişâm´ın da İmam Muhammed´den rivayetidir. Ebû

Yusuf´un görü-şüne göre borçlu olan veya hataen cinayetten diyet borcu olan köleyi hibe eden kişi

hibeden rücû etse, borç ve hataen cinayet diyeti tekrar avdet eder. Ebû Yusuf, İmam Muhammed´in

metindeki görüşünü çok fa-hiş niteleyerek şöyle demiştir: Eğer bir köle küçük bir çocuğa borçlu

olsa. kölenin efendisi köleyi o çocuğa hibe etse, çocuğun vasisi hibe edilen köleyi kabul ve kabz

etmiş olsa, borç kölenin üzerinden düşer. Bu hi-beden sonra efendi hibeden rücû ederse, eğer

dımânı ona yüklesek de, kölenin borcu avdet etmez, o zaman vasinin hibeyi kabul etmesi, çocuğa

zararlı bir tasarruf olur. Vasi zararlı olan böyle bir tasarrufu yapmaya mâlik değildir.» O halde

kölenin hibesinden rücû ettiği takdirde kölenin borcu da avdet eder. Nikâh meselesine gelince,

bunda Ebû Yusuf´tan iki rivayet vardır. Rivayetin birinde hibe eden kişi hibesinden rücû eder-se

nikâh avdet eder.» denilir.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Bunun aksi gibi ilh...» Yani kadın bir erkeğe birşey hibe etse, son-ra o erkek kadını nikâhlasa,

kadının her ne kadar kocası olmuş olsa da kadın rücû edebilir.

«Neseben haram olan akrabasına ilh...» O halde, akrabası ölüp de haram olmayan veya mahremi

olup da akrabası olmayan kimse. Dürer. Bi-rincisinin örneği, amca oğludur. Amca oğlu onun

sütkardeşi de olmuş olsa, yine bu hüküm dışındadır. Çünkü Musannif, «neseben haram olan

hısımlar» demiştir. Amcası oğlu ise her ne kadar hısımı ise de neseben mahremi değildir. Çünkü bir

kimse amcasının oğlu ile evlenebilir. O hal-de amcası oğluna yaptığı hibeden rücû edebilir.

Şurunbulâliye´de oldu-ğu gibi. İkincisinin örneği de sütkardeştir.

«Amcası oğlu olsa bile ilh...» Yani onun sütkardeşi amcası oğlu ol-muş olsa bile. İşte bu da,

«neseben» tabirinden anlaşılıyor. Çünkü amcaoğlu sütkardeş olunca mahrem oluşu neseben değil

süt yoluyla sabit olmuş bulunur.

«Sihri hısımlık yoluyla haram olan birisine ilh...» Bu, rücûa engel değildir. Bakani.

«Hanımın kızı gibi ilh...» Bir de gelinleri ve damatları gibi. Oğlunun karısına veya damadına hibe

etse, bunlar rücûa engel değildir. Çünkü bunların mahrem oluşları neseb yoluyla değil, sıhriyet

yoluyladır.

«Hibesinden dönebilir ilh...» Zira bu hibede mülkiyet her yönüyle yakınına değildir. Eğer ihtiyaç

içinde ise köle ona hibe edilene diğerle-rinden daha hak sahibidir. Hibeden dönebileceği görüşü

İmam-ı Azam´a göredir. Ebû Yusuf ile İmam Muhammed´e göre, ise, kardeşi bir yabancının kölesi

olduğu takdirde, ona yapmış olduğu hibeden döner. Çünkü» mülkiyet yabancınındır. Fakat


kardeşinin kölesine yaptığı hibeden dö-nemez. Çünkü onun mülkiyeti direk kardeşinin olmaktadır.

Bahır´da ol-duğu gibi.

«Akrabalık yoluyla mahremi iseler ilh...» Bunun şekli şöyledir: Ada-mın iki kızkardeşi ve her birinin

birer oğlu olsa, bu çocukların birisi tey-zesinin oğlunun kölesi olsa veya adamın birisi babadan

diğeri anadan iki kardeşi olsa ve-bunlardan birisi diğerinin kölesi olsa, bu her iki şekilde de köleye

yapılan hibeden rücû edilemez.

METİN

He harfi hibe edilen şeyin helakine işarettir. Eğer hibe edilen kişi helak olduğunu iddia ederse

yemin etmeden sözü tasdik edilir. Çünkü o, hibe edilen şeyin geri verilmesini inkâr etmektedir. Ama

eğer hibe eden kişi, «Hibe ettiğim şey şudur» derse, o zaman bunu inkâr eden hibe edilen-kişi de,

«Onun işaret ettiği şey, hibe edilen şey değildir» diye yemin eder. Hülâsa.

Nitekim hibe edilen kişi, «Bana hibe edenin kardeşiyim» iddiasında bulunursa, hibe edenin, onu

inkâr ettiğinde, yemin etmesi gerekir. Çün-kü hibe edilen kişi hibeyi değil, nesebin sebeb olacağı

malı iddia etmek-tedir. Haniye.

Rücû geçerli değildir, ancak tarafların rızasıyla veya hâkimin hük-müyle sahih olur. Bunda âlimlerin

ihtilâfı vardır. O zaman hükümden önce değil, hükümden sonra hibe edilen kişi taleb edilen şeyi

geri ver-mediği takdirde ona tazmin ettirilir. Hibe eden kişi ya hâkimin hükmüy-le veya tarafların

rızasıyla hibesinden dönerse, o zaman bu rücû aktinin asıldan feshi ve onun eski mülküne mâlik

olmasıdır. Yoksa hibe edene hibe etmek değildir. İşte bunun içindir ki, hibenin rücûunda hibe eden

kişinin kabzı şart değildir.

Ortak olan bir şeyin hibesinden rücû etmek geçerlidir. Eğer hibeden rücû hâkimin hükmü veya

tarafların rızası ile hibe aktinin feshi değil, hibe olunan kişinin tekrar hibe edene hibesi olsaydı, o

kabzetmeden hi-be geçerli olmazdı. Bu rücûdan sonra hibe eden, hibe ettiği şeyi mut-laka, yani

ister hâkim hükmü ile, isterse (hükmen) tarafların rızalarıyla olsun, satın aldığı kimseye geri

verebilir.

Ama bunun aksine bir mal aldıktan sonra onu satsa, o malı ondan alan kabzettikten sonra o malda

eski bir ayıp ortaya çıksa, onu bu kim-se geri veremez. Çünkü burada rıza ile bir alışveriş

yapılmıştır. Ama hibe edilen bir şeyi hâkim hükmü ile geri almış olsa, onu ayıbı görüldüğü tak-dirde

daha önce aldığı kimseye geri verebilir. Çünkü müşterinin hakkı aldığı malın sağlam olmasıdır.

Çünkü bu fesih değildir. Hatta aldığı ma-lın, ayıbı yok olmuş bulunsa, hakkını elde etmiş olacağı

için, artık malı geri verme hakkı yoktur. O halde hibe ile satınalma arasında bir fark vardır.

Fakihlerin, «Bu rücû, hibe aktinin asıldan feshi» sözünden mak-satları, gelecekte aktin üzerinde

herhangi bir izin kalmamasıdır. Yoksa hibe aktinin izinin bâtıl olması değildir. Eğer maksat hibe

izinin asıldan bâtıl oluşu olsaydı, hibe edilen şeyden hayvan ise doğan yavrunun ağaç ise

meyvenin, tarla ise ekinin de hibe edene rücû ettiği an avdet etmesi gerekirdi. Halbuki hibeden

rücûda hibe edilen şeyin geri alınması ile ondan meydana gelen fazlalıkların iadesi gerekmez.

Fusûleyn.

Eğer hibe eden ile hibe edilen kişi yukarıda sayılan yedi engelden birisi olduğu takdirde ki bu

durumda hibesinden rücû edemez, hısımlara yapılan hibede olduğu gibi rücû üzerinde ittifak
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ikâle de hibedir.» denilmiştir. Müctebâ´ da bundan sonra da şöyle denilir: «Herhangi bir şey ki,

taraflar hâkime başvurduklarında hâkim fesheder, onun hükmü budur. Eğer borç borç-lunun

çocuğuna hibe edilirse caiz olmaz. Çünkü çocuk kabz yetkisine sa-hip değildir.»

Dürer de, «Herhangi bir engelden dolayı hibeden rücûun bâtıl olu-şuna hükmedilse, sonra o engel

ortadan kalksa, yine hibe edenin rücû hakkı döner.» demiştir.

Hibe edilen şey hibe edildikten sonra telef olsa ve onun hibe ede-nin değil başkasının hakkı olduğu

ortaya çıksa, asıl hak sahibi telef olan şeyi hibe edilene tazmin ettirir. Hibe edilen kişi ise hibe eden

kişiye taz-min ettiğinden dolayı rücû edip tazmin ettirmez. Çünkü hibe, teberru edi-len bir akit olup,

onda eksiklikten salim olma vasfı aranmaz. Ariyet de bu meselede hibe gibidir. Çünkü ariyet alan

da kendi nefsi için ariyet verenden kabzetmiştir. Onda akit olmadığından aldatma da olamaz. Bu

konunun tamamı İmâdiye adlı eserdedir.

Hibe, muayyen bir karşılık şartıyla yapılsa, o hibe başlangıçta hibe olduğu için her iki ıvaz da da

karşılıklı kabz şarttır, ivazın taksimi, tak-simi kabil olan şeyde şüyûen yapılmış olsa, bâtıl olur. Bu,


başlangıçta hibe olmakla birlikte, sonucu bakımından satım akdi olur. O halde ayıp veya görme

muhayyerliği kılınırsa, ayıp çıkması halinde geri verilebilir. Onunla şüf´â hakkı da alınabilir. Bu

meselede, «Ben sana şu malı hibe ettim, senin de şunu bana ivaz olarak vermen şartıyla, «derse, o

zaman başlangıçta hibe, sonunda satım akdi olur. Ama eğer, «Ben sana şunu sununla hibe ettim.»

demiş olsa hem başlangıçta, hem de sonuçta sa-tım akdi olur.

Musannıfın burada ivazı, «muayyen» kelimesiyle kayıtlamasının se-bebi, eğer ivaz meçhul olursa,

onu şart kılmak bâtıl olur. O zaman meç-hul bir ivaz karşılığında hibe ederse, başlangıçta da

sonuçta da hibe akdi olur.

PRATİK BİR MESELE:

Vakfeden kişi bir yer hibe etmiş olsa ve onun değiştirilmesini ivazı şart kılmadan şart koşsa, bu

hibe caiz değildir. Ama eğer ivazı şart kılarsa satım akdi gibi olur. Nesihî bunu zikretmiştir.

Mecmâ adlı eserde de, «İmam Muhammed, babanın çocuğunun ma-lını eşit bir ivazla bir diğerine

hibe etmesinin cevazına hükmetmiştir. İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf ise caiz olmadığı

görüşündedirler» denilmiştir.

Ben derim ki: İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf´un görüşüne göre vakfedi-len şey ile çocuğun malı

arasında fark vardır.

İZAH

«Hibe edilen şeyin helaki ilh...» Hibe edilen şeyin kendiliğinden he-lak olması. Hibe edilen kişinin

hibe edileni helak etmesi de hibeden rücûa engeldir. Nitekim, açık olan da ancak budur. Fetâvâ

sahipleri de bunu açıkça zikretmişlerdir. Remlî.

Ben derim ki: Bezzâziyye´de şöyle denilir: «Eğer hibe edilen kişi, hi-be olunan şeyin bir kısmını

helak etmiş olsa, hibe eden kişi geri kalan kısmından rücû edebilir.»

«Nesebin sebeb olacağı malı iddia etmektedir ilh...» Yani neseb yoluyla gerekecek malı taleb

etmiştir. Zaten kastı da nesebin isbatı değil malın isbatıdır. Minah.

«Sahih değildir ilh...» Kâdıhân şöyle demiştir: «Birisi diğerine bir elbise hibe etmiş olsa. sonra da o

elbiseyi ondan alsa ve helak etse. hi-be edilen kişiye helak ettiği elbisenin kıymetini tazmin eder.

Zira hi-beden rücû ancak hâkimin hükmü veya tarafların rızasıyla olur.» Sâyıhânî.

«Hâkimin hükmüyle ilh...» Hibe eden kişi hibe ettiği kimsenin ölüm hastalığında hâkimin hükmü

olmadan hibeden rücû ederse, rücû hakkı hibe edilen kimsenin malının ya hepsinden veya üçte

birinden alınır. Bu meselede iki rivayet vardır.

İbni Sem´a, «Kıyasa göre üçte birinden değil malının hepsinden alı-nır» demiştir. Haniye.

«Geri vermediği takdirde ilh...» Yani taleb edildiği halde geri verme-miş olsa bu durum tecavüz

sayıldığından tazmin ettirilir. Öyleyse, rücû ile hükmedilmezden önce, köleyi azad etmiş olsa, azadı

geçerlidir. Âmâ eğer hükümden önce taleb edildiği halde vermese, hibe edilen şey ken-diliğinden

helak olmuş olsa, hibe edilen kişinin mülkiyet hakkı mevcut olduğundan zamin olmaz. Hükümden

sonra zayi olsa, yine zamin olmaz. Çünkü kabzın başlangıcında zaminiyet yoktur. Bu da kabzın

devamıdır. Bahır.

«Hibe etmek değildir ilh...» Nitekim İmam Züfer hibeden rücûda hi-be edilen şeyin hibe edene

verildiğinde, onun hibe edilen kişi tarafından evvelce ona hibe eden kişiye hibe olduğu

görüşündedir.

«Şayi olan birşeyde ilh...» Meselâ, hibe ettiği birşeyin bazısında rücû etmesi gibi. Çünkü bu

takdirde hibe edilen mal ortak mülk haline gelir.

«Satın aldığı kimseye geri verebilir ilh...» Zira hibe etmezden önce malın ayıbını bilmediği için

hibeden sonra malını geri aldığı takdirde ayı-bını görmesiyle, ayıplı malın ayıbı eski bir ayıp ise,

muhayyerlik hakkına sahip olduğu için o malı aldığı kimseye geri verebilir. Ebussuud.

«Salim olması ilh...» Hatta aldığı mal ayıplı olsa, aldıktan sonra bu ayıp kendiliğinden yok olsa, artık

geri veremez.

(*) İkale; Bir mal satılıp teslim edildikten sonra, karşılıklı rıza ile satın aktini bozmak anlamına gelir.

Satıcı parayı, alıcı malı iade eder.

«İkâle de hibedir ilh...» Bezzâziye´nin ifadesi şöyledir: «Sadaka verilen kişinin sadaka ile ikâle(*)

edilmesi istense, o da ikâle yapmış olsa, kabzedene kadar ikâlesi caiz olmaz. Çünkü ikâle kendi

başına bir hibedir. Yine bunun gibi, hibe eğer mahrem olan bir hısımına yapılırsa, ondan da rücû


ancak ittifakla olur. Herhangi bir şey ki tarafların hâkime müracaat-ları ile hâkim o şeyi feshetse, o

şeyin feshinin hükmü ancak tarafların ittifakı ile olur.» Bu meselenin tamamı Bezzâziyye´dedir.

«Herhangi birşey ki, taraflar hâkime müracaat ettiklerinde hâkim fesheder ilh...» Bazı âlimler

demiştir ki: «Açık olan burada, «la» kelime-sinin düşmesidir. Asıl olan, ifade hâkimin feshettiği

değil de, hâkimin feshedemeyeceği anlamına gelir. Nitekim Hâniye´de de bu şekilde be-lirtilmiştir.

İşte bu düzeltme ile yukarıdaki ifadenin mânâsı acık olur. O zaman o ifadeden anlaşılan, genel

olarak mahrem hısımlar ile diğerlerine yapı-lan hibeden rücûu hâkimin hükmiyle değil ancak

tarafların karşılıklı an-laşmasıyla olur.

«Eğer borç, borçlunun çocuğuna hibe edilirse ilh...» Aşağıda, dayanılan görüşün borçlunun

çocuğuna yapılan hibenin geçerli ve caiz olduğu gelecektir. Sâyıhânî.

«Rücû hakkı döner ilh...» Musannıfın bu sözü, önceden Haniye´den naklettiğine dayanır.

Kûhistânî´de bu söze itimad etmiştir. Lâkin şu ka-darı var ki Musannifin oradaki, sözünde bu

Hâniye´den nakledilenin ak-sine itimad etmeye işaret vardır. Yani engel ortadan kalkarsa da rücû

hakkı dönmez.

Ben derim ki: Dürer´in buradaki mutlak ifadesinde bir görüş vardır. Şöyle ki: Rücûa engel olan

sebeb bazen hibe edilen şeyin mülkiyetinden çıkmasıdır. Sonra aynı şey yeni bir sebeble tekrar

hibe edenin eline geç-miş olsa, bunda rücû hakkı sabit olmaz. Bazen de rücûa engel sebeb evlilik

olur. Bu evlilik sonradan ortadan kalksa bile hibeden rücû hakkı dönmez. Meselâ bir kimse evli iken

karısına birşey hibe etse, evlilik devam ettikçe o hibe ettiği şeyi ondan geri alamaz. Onu boşamış

olsa yine ala-maz. Çünkü hanımına hibede bulunduğu sırada evlilik akdi mevcuttur. Nitekim bunu

fakihler açıkça zikretmişlerdir. Ancak bu arada şu noktayı da belirtmişlerdir: Meselâ, bir kimse hibe

edilen bir binaya bir oda ilâve etse, sonra o oda yıkılsa o binada rücû hakkı avdet eder. Veya hibe

edilen şeyi bir diğerine hibâ etmiş olsa, sonra da rücû edip aynı şeyi geri alsa onda rüçû hakkı

avdet eder. Öyleyse engelin kalkmasından kast olunan, ârizi engeldir. O halde hibe edilen mal

elden çıktıktan sonra, yeni bir sebeble hibe edilen kişinin eline geçse ilk hibe eden tarafından

verilen değil, sonradan meydana gelen bir mülk gibidir. O halde ikinci bir sebeble hibe edilen şeyin

hibe edilen kişinin eline dönmesi bunun aksinedir. Bundan dönülebilir. Benim tesbit edebildiğim

noktalar bun-lardır.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MÜTEFERRİK MESELELER FASLI

METİN

Bir kimse cariyesini hibe etse, ama karnındaki çocuğu hibe etmese veya cariyeyi karnındaki

çocuğu iade etmesi şartıyla hibe etse veya hibe etse ve «Cariyeyi bana reddetmen şartıyla hibe

ediyorum» dese, veya cari-yeyi azad edilme şartı ile hibe etse veya onun ümmü´l-veled edilmesi

şar-tıyla hibe etse, veya üçte biri ya da dörtte biri gibi muayyen bir kısmının geri verilmesi şartıyla

bir bina hibe etse veya bir kısmının ivaz olarak geri verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk

etse, hibe geçerlidir. Fakat birinci durumda istisna, diğer durumlarda da şartlar bâtıldır. Çün-kü

istisna veya şart kılınan şey, hibe edilenin ya bir bölümüdür ya da belirsizdir. Hibe ise şartlarla bâtıl

olmaz. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi hibenin karşılığındaki ivazın bilinmesinin şart olduğunu

unutmayınız.

Bir kimse cariyenin hamlini (karnındaki çocuğu) azat etse, sonra da o cariyeyi hibe etse, hibe

geçerlidir. Ama eğer cariyenin hamlini tedbir yapsa yan, «ben öldükten sonra o hürdür» dese,

sonra da cariyeyi hibe etse, bu hibe geçerli değildir. Zira o hami bu kimsenin mülkiyetinde devam

etmekte ve onun mülkünden cariyeyi işgal etmektedir. Fakat bi-rincisi bunun aksinedir. Nitekim

insanın sırf bir şartla borçlusunu borç-tan ibra etmesi geçerli değildir.

Meselâ, bir kimse borçlusuna, «Yarın gelirse veya sen ölürsen ba-na olan borcundan berisin» veya

«Bu hastalığından ölürsen berisin» ve-ya kadın kocasına, «Bu hastalıktan ölürsem mehrimi sana

helâl ettim» dese, bu durumların hepsinde ibra bâtıldır. Zira burada tehlikeye sok-ma ve şarta

bağlama vardır. Ancak olacak bir şarta bağlanırsa geçerli olması için meselâ borçlusuna, «Eğer

senin üzerinde alacağım varsa ben seni o alacağımdan ibra ettim» dese geçerli olur.

Yine bir kimse, «Eğer ben ölürsem benim alacağımdan berisin veya onu sana helâl ettim» dese.

caiz olur. Yapmış olduğu bu ibra vasiyet yerine geçer. Haniye.

Bir şeyi ömür boyu şartıyla hibe etse geçerli olur. O mülk hibe eden kişinin hayatı boyunca

onundur. Hibe edilen kişi öldüğü takdirde de onun vârislerine geçer. Çünkü şartı bâtıldır.

Fakat, «Ben senden önce ölürsem mal senin, sen önce ölürsen be-nimdir» şeklinde yapılan hibe

anlamına gelen rukbâ caiz değildir. Çün-kü rukbâ korkuyla talik ediliyor. Bu rükbâ geçerli olmadığı

gibi verilen :şey ariyet olur. Şümnî. Zira İmam Ahmet ve diğer muhaddislerin, Resûlullah (S.A.V.)

dan rivayet ettikleri: «Her kim ki kendi hayatı kaydıyla bi-risine bir şeyi hibe ederse, hibe edilen şey

hayatı boyunca verilen kim-senin, sonra da vârislerinindir. Siz rukbâ şeklinde hibe yapmayınız.

Kim, «Ben senden önce ölürsem mal senindir. Eğer sen önce ölürsen benim» diyerek rukbâ akdi

yaparsa, rukbâ yapılan şey yine verilen kimsenin vâ-rislerinin olur.» hadisine binâen rukbâ caiz

değildir.

İZAH

«Karnındaki çocuğa hibe etmese ilh...» Hâmli istisna etmek üç kıs-ma ayrılır. Bir kısmında hâmilde

tasarruf etmek caiz ve onu istisna etmek bâtıldır. Hâmlî hibe etmek, nikâhta mehir, muhâlea´da

bedel yapmak ve kasten öldürülen kimsenin sulhüne suhl bedeli olarak vermek gibi. Bir kısmında

ise tasarrufu caiz değildir. Onu satmak, kiraya veya rehin ola-rak vermek gibi. Çünkü bu akitler

şartlarla bâtıl olduğu gibi hamlin istis-nası ile de bâtıldır. Bir kısmında da hem tasarruf, hem de

istisna caiz olur. Vasiyet gibi. Çünkü hamli vasiyet etmek caizdir. O halde onu istisna etmek de

caizdir. Yakûbiye.

«Bir kısmının ivaz olarak geri verilmesi ilh...» Yani hibe vesadakadan bilinmeyen bir şeyin ivaz

kılınması böyledir.

«Bir bölümüdür ilh...» Metinde yukarıda geçtiği gibi ivazın hibe edi-len şeyin bir bölümü olmaması

şarttır. Bu yapılan şekillerde ise ivaz hi-benin bir bölümü olmaktadır. Onun için bu şart bâtıldır.

«Veya meçhuldür ilh...» Bir bölümü binanın hibe edilme durumuna râci olduğu gibi ikinci olan

bilinmezlik de sadaka ve hibedeki ivaza râcidir. O zaman bu gerekçe birincisinin dışındaki üç şekli

içine almamakta-dır. Öyleyse burada uygun olan Hidâye´nin bu şartların bâtıl olduğuna dair yapmış

olduğu açıklamadır. Şöyle ki, bu şartlar aktin muktezasına aykırıdır. O halde, bu şartlar fasit

olduğundan hibe bunlarla bâtıl olmaz. Ancak burada, «Hibe şartlarla bâtıl olmaz.» sözü illetin

tamamlayıcısı yapılırsa o zaman şerh ve metindeki şartların fasit olmasının illeti ta-mamlanmış olur.

«Unutma ilh...» Musannıf burada bu karine ile Zeylâî´nin, Nihâye´ye uyarak söylediği, «bir kısmının

ivaz olarak verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk etse» sözünde kapalılık olduğunu def için

işaret etmiştir. Zira eğer Musannıf burada bu sözüyle hibenin ivaz şartıyla yapılmasını istemişse, o


zaman hibe de, şart da caizdir. Ancak o zaman da Musannıfın, «şart bâtıldır» sözü doğru olmaz.

Ama eğer Musannıfın bu sözden, .kastı, hibe edilen şeyden bir bölümünü ivaz yapmak ise, o zaman

Musannıfın «Hibe edilen şeyin bazısını ivaz etmek» sözü tekrar olur. Zira Musannıfın «Hibe edilen

şeyden bir kısmını geri vermek şartıyla yapılan hibe» sözü buna da şâmil gelir.

Zeylâî´nin, Nihâye´ye uyarak, «Bu sözde kapalılık vardır» sözünün definin özeti şudur: Musannıf bu

sözü ile hibenin ivaz şartıyla yapılma-sını kasdetmiştir. Ancak burada şartın bâtıl olması da ivazın

meçhul olma-sındandır. İşte Bahır´da böyle ifade edilmiştir. Sonra ben Sadrı Şerîa´nın da bunu açık

olarak zikrettiğini gördüm.

Sadrı Şerîa şöyle demiştir: «Fakihlerin bu sözden maksatları, eğer ivaz meçhul olursa, fakat bilinen

bir ivaz şart kılınırsa. o zaman şart geçerli olur.»

«Sırf bu şartla ilh... »

 

ceylannur

Yeni Üyemiz
PRATİK MESELELER:

Bir kadın kocasının üzerinde olan mehrini kocasına, kendisinden son-ra her evleneceği kadını

boşama yetkisini kendisine vermesi şartıyla hibe etse, koca bunu kabul etmese, bazı âlimlere göre

kocanın borçlu olduğu mehirden bu sözle ibra olunmaz. Ancak tercih edilen görüşe göre borçlu

kabul etmese bile alacaklı alacağını hibe etse geçerli olur.

Koca, hanımının bu isteğine uyarak, daha sonra evleneceği herhangi bir kadını boşama yetkisini

ona vermiş olsa, mehirden ibra geçerli olur. Eğer mehirden ibrayı kabul edip de hanımına boşama

yetkisi vermese bazı âlimlere göre bu ibra yine geçerlidir. Tercih edilen görüşe göre eğer

ev-leneceği kadının koşama yetkisini ona vermese kadının mehri yine avdet eder.

Yine bunun gibi, kadın kocasına, «Beni bundan sonra, dövmezsen veya sert muamele yapmazsan

veya şu şeyi bana hibe edersen ben seni kalan mehrimden ibra ettim.» dese, hüküm yine

yukarıdaki mesele gi-bidir. Her ne kadar bu şartlar hibenin şartlarından değilse de yine ka-dının

mehri avdet etmez.

Bir kimse karısına, «Mehrini bana hibe edene kadar babanın evine gidemezsin.» dese ve kadın

mehrini hibe etse, bu hibe bâtıldır. Çünkü burada kadın mükreh gibidir. Şemsü´l-İslâm da koca

karısını mehrini hi-be etmesi için dövmekle korkutsa, eğer erkek dövmeye kadir bir kimse ise o

korkutmanın da ikrah olduğunu zikretmiştir. Bahır´da böyle bir korkutma ile karısı mehrini hibe etse

mehir düşer denmiştir.

Hibeyi şarta bağlama kabul edilemez. Nitekim, bir kadın kocasına, «Eğer şunu yaparsan mehrimden

berisin» dese, bu geçerli olmaz.

Bir kimse borçlusuna, «Ölene kadar senden malımı alamazsam sa-na helâl olsun» dese bu şart

bâtıldır. Çünkü şarta bağlamadır. Zimmet-ten berâet de şarta bağlama sayılır. Bezzâziyye.

«Tehlikeye sokma ilh...» Çünkü, «Yarın veya ölürsen» sözleri ala-caklının yarından önce veya

borçludan önce ölmesi ihtimalini taşır. Çün-kü, «sen ölürsen» sözünün anlamı ise, «yarın gelirse

borç senin üzerin-dedir» demektir. Bu her iki durumda da yarından veya borçludan önce alacaklının

ölmesi ihtimali de vardır. Bu sebeble iki durumda da muhatara vardır. Şeyhimiz böyle saymıştır.

Ben diyorum ki: Açık olan, ancak maksat, «Sen eğer şu hastalığın-dan ölürsen» sözü muhataradır.

Yani ölmesinde yararı olan kimse onun ölümünü ister. Yarın gelirse sözü de taliktir. İbranın da ne

talike ne de muhataraya ihtimali vardır. Olan şarttan murad da ibra hâlinde mev-cut olan şarttır.

Fakat, «Eğer ben ölürsem, borçtan berisin» sözü, şarta bağlama da-hi olmuş olsa geçerlidir. Çünkü

bu söz vasiyettir. Vasiyet de şarta bağ-lama sayılır.

Bu meselenin açıklaması Müteferrikâtü´l-Büyû bahsinin, «şart bâtıl-dır.» sözünde geçmiştir.

«Ömür boyu ilh...» Hâmiş´te, «Ömür boyunun anlamı şudur: Evimi bi-risine kendisinin yaşadığı

sürece vermesidir, öldüğünde onun varislerine verilmesidir» denilmiştir.

«Rukbâ caiz değildir ilh...» Rukbâ birisinin diğerine, «Eğer ben sen- den önce ölürsem falan şey

senindir» demesidir. Bunun caiz olmadığını da Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud ve Nesâî´nin merfû

olarak rivayet ettik-leri hadis ifade etmektedir. Rukbâ babında Hâkîm-i Şehîd´in, Kâfî adlı ese-rinin

hamişinde de böyledir.

Bir kimse ölüme götüren baygınlık halinde, «Bu binam vakıftır» de-miş olsa, o vakıf olmaz, yine

miras olur. Yine ölüm hastalığında, «Bu evim benden sonra ölenin üzerine vakıftır» demiş olsa veya

rukbâ yoluy-la, «Evim vakıftır» dese bu sözler hiçbir şey ifade etmez.


Birisi, iki kişiye, «Şu kölem sizden en çok yaşayanındır» dese veya «Şu kölem sizden en çok

yaşayana vakıftır» dese bâtıldır. Çünkü bu rukbâdır.

Birisi diğerine, «Evim senin için hapistir» dese, yine bâtıldır.

Naklettiğimiz bu görüşler Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed´in görüş-leridir. İmam Ebû Yusuf ise,

«Birisi diğerine, «Bu evim senin için hapis-tir» dese o adam onu kabzettiği an onun olur

görüşündeyim. «Hapis» sö-zü de bâtıldır. Yine bunun gibi rukbâ yoluyla, «Bu bina senindir» demesi

de bâtıldır» demiştir.

Yine Ebû Yusuf, «Adamın birisine, «Benim şu evim benim ömrüm bo-yunca senindir, onda otur»

dese bu hibe olur. Bu söz, «bu yemeğim sana-dır, ye» «şu elbisem sanadır, giy» sözleri

mesabesindedir. Eğer birisi di-ğerine, «Bu köleyi onun ve senin hayatınız boyunca sana hibe ettim»

de-se bu caiz olan bir hibedir. Fakat, «senin hayatın boyunca» sözü bâtıldır. Adam birisine, «Şu

binam hayatın boyunca sana umrâ ettim» dese yine hibe olur. Adam birisine, «Sana şunu hayatın

boyunca verdim. Ölürsen benimdir. Ben ölürsem de vârislerimindir» dese veya «Bu bana hibedir,

senden sonra da senden sonra ölenindir» veya bu evde seni hayatın boyunca oturttum. Senden

sonra da senden sonra ölenedir» dese, ariyet olur.

«Eğer, «Bu ev senindir, senden sonra da, senden sonra ölenedir» derse o ev hibe olur. «Senden

sonra» sözü de lâğvdır.» demiştir.

METİN

Karısına hediye olarak bir eşya gönderse, karısı da karşılığında ona bir hediye gönderse, kadın

ister açık olarak hediyenin hibenin ivazı olduğunu söylesin ister söylemesin, zifaftan sonra

ayrılsalar, koca ona gönderdiğini hibe olarak değil, ariyet olarak gönderdiğini iddia ve yemin etse

ve geri almak istese, kadın da göndermiş olduğunu geri almak is-tese, her ikisi de verdiklerinden

dönebilirler. Çünkü burada ne hibe ne de ivaz vardır.

Karı-kocadan birisi diğerinin gönderdiğini helak etmiş olsa. onu taz-min eder. Çünkü âriyeyi helak

eden kimse onu tazmin eder. Haniye.

Borçlunun alacağını hibe veya ibra etmiş olsa borçlusu kabul et-mese dahi o hibe veya ibra tamam

olur. Fakat eğer bu hibe veya ibra sarf veya selem aktinin feshini gerektirmiyorsa böyledir. Şu

kadar var ki, bunu mecliste ve meclisin dışında geri almak isterse, alabilir. Çünkü bunda düşürme

anlamı vardır.

Bazı âlimlere göre bu geri alma ancak mecliste olur. İnâye´de de böyledir. Şu kadarı var ki,

Seyrefî´de şöyle denilir: «Borçlu kabul etme-se ve ayrılıncaya kadar reddetmese birkaç gün sonra

reddetmek istese sahih kavle göre reddolmaz.»

Şu kadarı var ki Müctebâ´da «Sağlam olan görüşe göre hibe tem-liktir. İbra ise düşmektir. Hibe

kabule muhtaçtır, fakat düşürmek değil» denmiştir.

Üzerinde borç olmayan bir kimseye deyni temlik etmek bâtıldır. An-cak şu üç şeyde bâtıl değildir.

Havale, vasiyet ve temlik eden kimse deyni kabzetmesine borçludan başkasını musallat etmiş olsa

geçerli olur. İşte bu meseledendir ki, kadın oğluna babasının üzerinde olanı hibe etse, mutemed

olan o oğlanın babasının üzerindekini almaya mu-sallat edilmesinin sıhhatidir.

Metinde zikredilen bu asla göre şu meseleler çözüm bulur: Birisinin diğerine borcunu, adamın

kendisine borçlanması şartıyla ödese, bu vaiz değildir. Borcu ödeyen kimse, borçlunun satım akdi

için vekili olmuş olsa bile hüküm böyledir. Fusûleyn.

Şu mesele deynin temlikinden değildir: Mal sahibi (alacaklı), «Fa-lan borçlu falan kimseye

ödeyecektir ve benim ismim borç defterinde ariyet olarak yazılıdır.» dese, bu ikrar geçerlidir. Çünkü

bu ikrar temlik değil, ibradır. Hakkında ikrar olunan şahıs da o malı kabzedebilir. Bezzâziyye. Bu

konunun tamamı Eşbâh´ta deyn hükümleri bahsindedir.

Alacaklı, «Benim falan üzerinde olan param falan kimseye verile-cektir.» dese, yine geçerli olur.

Bezzâziyye ve diğerleri.

Ben derim ki: Bu son meselelerin sıhhati kapalıdır. Zira alacağı ken-di nefsine izafe ettiğinden

temlik olur. Borcu üzerinde olmayan kimseye temlik etmek de bâtıldır. Konu üzerinde düşününüz.

Eşbâh adlı eserde İmamın tasarrufu bahsinde Bezzâziyye´nin Sulh bahsine nisbetle şöyle

denilmektedir: «İki kişi, birisinin adına divan»a yazılması şartıyla anlaşsalar, atiyye divanda adı

yazılı olana ait olur.»

Sadaka da hibe gibidir. Çünkü ikisi de teberrudur. O halde kabzedilmeyen sadaka geçerli değildir.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Taksimi kabil olan bir ortak mal (muşa)da bir kısmını sadaka olarak vermek yine geçerli değildir.

Sadakada rücû

da yoktur. Bu sadaka zengine yapılsa da hüküm değişmez. Çünkü sa-dakada kastolunan ivaz değil,

sevâbtır.

Taraflar ihtilâf etseler, veren kimse, hibe olduğunu söylese alan ise sadakadır dese makbul olan

söz, hibe edenindir. Haniye.

İZAH

«Ne de ivaz ilh...» Çünkü kadın onu kocasına hibenin karşılığı ola-rak vermiştir. Kocanın ariyet

olduğunu iddia ederek dönmesi ile artık ivaza gerek kalmaz. O halde, kadın da vermiş olduğundan

dönebilir.

«Kabul etse dahi ilh...» Çünkü borcu hibe veya ibra etmekte düşür-mek anlamı vardır. O yüzden

kabul etmese de tamamlanır. H.

«Sarf veya selem akti ilh...» Çünkü sarf ve selem aktinde akit ka-bul etmeye bağlı bulunmaz. Çünkü

kabul onların her ikisinde de feshi ge-rektirir. Ama hibe de kabul ettim dese, hibe aktinde fesih

olmaz. Minâh.

«Şu kadarı var ki, alabilir ilh...» Yani bu akit her ne kadar kabulsüz tamamlanırsa da -ki onda

düşürme anlamı vardır- şu kadarı var ki, onda temlik anlamı olduğundan geri de alabilir. H.

Eşbâh´ta şöyle denilmiştir: «İbra reddi kabul eder. Ancak, birkaç mesele bunun dışındadır.

Bunlardan birincisi, havale kabul eden kişi, ona yapılan havaleyi ibra etmiş olsa, sonra da reddetse,

bunun reddi kabul edilmez. İkincisi, borçlu alacaklıya, «Sen beni ibra ettin» dese, alacaklı da tora

etmiş olsa, dönemez. Üçüncüsü, alacaklı kefili ibra et-miş olsa, bu ibrasından dönemez. Bazı

âlimlere göre de alacaklı kefili ibra etse de bu reddi kabul eder. Dördüncüsü, adam ibrayı kabul

etmiş olsa, sonra da reddetse reddi makbul değildir.»

«Düşürme ilh...» Bu söz genelleşmenin illetidir. Yani meclisin dışın-da da red geçerlidir. Çünkü

ibrada düşürme anlamı vardır. Zira sarf tem-likin reddi ancak mecliste olabilir. Bu görüş

Musannıfın, «geri almak isterse, alabilir» sözünün illeti değildir. Çünkü onun illeti temlik manası

olan bir şeydir. Burada da sadece temik anlamı yoktur, düşürme anlamı ihtimali vardır. Uyanık ol. H.

«Şu kadarı var ki, Mücteba da ilh...» Bu söz fakihlerin hibe ve ibra-nın bir yönüyle düşürme, bir

yönüyle temlik olduğu sözlerinden neşet eden temlikle düşürmenin birbirine benzemesini

düşündüren sözlerini defetmektedir. Bilindiği gibi bu defetme, meşhur olan görüşün muhalifi-dir.

«Temliktir ilh...» O halde hibe temlik olursa, kabule muhtaçtır. Hâmiş´te, «Herhangi bir kimse

hibenin temlîk olduğuna hükmetmişse o kim-se cevaba yani kabul etmeye muhtaçtır» denilmiştir.

Minâh.

«Düşürmek ilh...» Her kim ki hibe düşürmektir dese, kabule muhtaç değildir. Minâh. Hâmiş´te de

böyledir.

«Kabzetmesine ilh...» Yani alacaklıdan başkasına deynin kabzını temlik etse, o da kabzetse, geçerli

olur. Câmiü´l-Fusûleyn´de, «Üzerinde borç olmayan kimseye borcu hibe etmek caiz değildir. Ancak

hibe eder ve kabzına izin verirse caiz olur. Sikke caiz değildir. Ancak borç üzerin-de olmayan

kimseyi deynin kabzına yetkili kılarsa, o zaman bu mesele, sanki o kabzettiği zaman ona hibe

edilmiş gibi olur. Bu da ancak kabzla geçerli olur.» denilmiştir. Uyanık ol. Remli.

Sâyıhânî de şöyle demiştir: «Üzerinde deyn olmayan kimseyi deynin kabzı için yetkili kıldığı zaman

o, kabzda yetki verenin vekili olur. Sonra da kendi nefsi için kabzda asil olur.»

Bu ifade borcu kabz için yetki verilen borç üzerinde olmayan kimsenin kabzdan önce azlinin

geçerli oluşunu gerektirir. Alacağını üzerinde borç olmayan kimseye hibe ve kabzı için yetkili kılsa

ve izin verse, o kimse de dirhemlerden olan alacak yerine dinarlar olsa, geçerli olur. Çünkü o hak

hibe edilen kişinin olur. Bu sebeble değiştirme hakkına da mâliktir. Bu alacağının kabzı için birisini

yetkili kılsa ve bu yetki verme-de de onun zekât olduğuna niyet etse, caiz olur ve o zekâtın yerine

geçer. Eşbâh´da olduğu gibi.

«Babasının üzerinde olsa ilh...» Yani kadın kocasının üzerinde olan alacak mehrini oğluna hibe etse

ve oğluna da kabzetmesi için emretse, geçerli olur. Bezzâziyye. Medenî.

«Yetkili kılınmasının ilh...» Yani kadın oğluna, kocasının üzerinde olan mehrî hibe etse ve

kabzetmek üzere yetkili kılsa. Nitekim bu açık-lamaya Musannifin meselenin başındaki, «Bu

meseledendir» demesi de işaret eder.


Hâniye´de, «Kadın kocasından olan oğluna, kocasının üzerindeki meh-rini hibe etse, geçerli olan

görüşe göre, bu hibe geçerli değildir. Ancak kadın bu oğlunu kabetmeye yetkili kılsa, bu hibe caiz

olur ve çocuk ba-basından kabzettiği zaman onun mülkü olur.» denilmiştir.

Sarihin, «yetkili kılar» sözünden maksat, Sâyıhânî ve diğerlerinin an-ladığı gibi hükmen yetkili kılma

değil, açık olarak yetkili kılmaktır. Şu kadarı var ki, eğer bu çocuk aklı ermeyecek bir çocuksa, o

zaman onu kabzetmek babasına ait olur. Burada acaba, çocuğa hibe edilen mehir miktarını kendi

malından ayırıp çocuğu için kabzetmek şart mıdır? Veya üzerinde borç olan adamın borç hibe

edildiği zaman yalnız kabulü yeter-li midir? Bu araştırılmalıdır.

«Satım akdi ile vekili de olmuş olsa ilh...» O halde eğer, müşteri-nin borcu karşılığında müvekkile

müşterini üzerinde´ olan alacak para vekilin mülkü olması şartıyla verilmiş olsa, bu caiz değildir.

«Deynin temlikinden değildir ilh...» Yani şu gelecek mesele, üzerin-de borç olmayan kimseye deyn

temlik etmek meselesinden değildir.

«Düşününüz ilh...» Bu itiraza şöyle cevap vermek mümkündür. Mak-sat, dış görünüş bakımından

benim falan üzerindeki alacağım aslında benim değil, falanındır demektir. O halde artık bu

meselede kapalılık kal-maz. H.
 
Üst Alt