Hadislerle hanefi fıkhı

ceylannur

Yeni Üyemiz
HADİSLERLE HANEFİ FIKHI


Önsöz



El-hamdü lillâhi Rabbi´l-âlemin ve´s Salâtü ve´s Selâmü alâ Resûlinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve selüm.

Misvak Neşriyat olarak hassas ve gayretli bir çalışmanın mahsûlü olan "İ´lâüs-Sünen" isimli eseri Arapçadan Türkçeye terceme ve tahriç ettirip istifadenize sunmuş bulunuyoruz. Kaynaklarıyla Hanefi fıkhını anlatmak­ta olan bu kitap; kolay istifade edilir olduğu gibi, ayrıca ne kadar büyük bir hazinenin içerisinde olduğumuzu bizlere göstermektedir.

Yaratılışımız Cenâb-ı Hakk´m dilemesiyle olmuştur. "Hani Rabbin Me­leklere; "Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım " demişti. Me-İekler de; "Biz seni hamdinle teşbih ve noksanlıklardan tenzih etmekte ol­duğumuz halde, orada fesat çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacak­sın?" demişlerdi. ALLAH (c.c.); "Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" buyurdu. ALLAH (c.c.) Hz. Âdem aleyhisselâma bütün isimleri öğretti. Son­ra eşyayı meleklere gösterip; "Eğer sadıklardansanız bunların isimlerini ba­na haber verin" buyurdu. Melekler; "Biz seni tenzih ederiz. Senin bize öğ­rettiğinden başka hiçbir ilmimiz yok. Muhakkak sen herşeyi bilensin. Üs­tün hikmet sahibisin" dediler. ALLAH (c.c), Hz. Âdem (a.s.)´a; "Ey Âdem, varlıkların isimlerini meleklere haber ver" buyurdu. Âdem aleyhisselam da meleklere o isimleri (ve yaratılış hikmetlerini) haber verince ALLAH (c.c.); Ben size demedim mi, göklerin ve yerin gayblarmı ben bilirim. Açıkladığı­nızı da gizlediğinizi de elbette ben bilirim" buyurdu.[1]

Murâd-ı ilâhî ile yaratılan insanın "Biz gerçekten insanı en güzel bir bi­çimde yarattık"[2] âyet-i kerimesiyle en güzel surette yaratıldığı ifade edilirken, "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarat­tım ´ [3]buyurarak yaratılış hikmeti ve gayesi belirtilmiştir.

îlk insan ayrıca ilk peygamberdir. Yani vahye muhataptır. Bilginin ilk kaynağı da yine vahiydir. Vahiyden uzaklaşan insanlara, topluluklara Al­lah, belirli aralıklarla peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Peygamber­lerini yalanlayan nice kavimlerin suda boğulduğu, yerin dibine batırıldığı veya gökgürültüsüyle helak olduğu âyetlerle bildirilmiştir.

Son peygamber olarak Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Musta­fa (s.a.v.), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. "(Habîbim), biz seni an­cak âlemlere rahmet olarak gönderdik."[4]

Âlemlere Rahmet olarak göndermiş olduğu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)´e öyle bir yetki vermiş ki "O Resul size neyi emretmişse onu alın, neden sakındırmış ise ondan kaçının"[5] buyurmuştur. Başka bir âyeti kerimede " (Resulüm) de ki; Eğer siz ALLAH´ı seviyorsanız, hemen ba­na uyun ki, ALLAH da sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"[6] buyurarak ALLAH´ın rızasını kazanmanın ve bağışlanmanın yolunun tek olduğunu görüyoruz; O da ALLAH Resulü (s.a.v.)´i sevmek ve O (s.a.v.)´e tabii olmaktır.

Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ashabı bizzat gördükleri ve sohbetinde bulundukları ve var bildikleri herşeye ALLAH ve Resûlü´nü tercih ettikleri için ALLAH´ın razı olduğu topluluk olarak yaşamışlar ve kazanmışlardır. Bizim de dünya ve âhiret saadetini elde etmemizin yolu düzgün bir itika­da, salih bir amele sahip olmaktan geçmektedir. Bu da ancak; ilimsiz, amelsiz ve ehil olmayan kişilerin arkasından gitmekle değil, ilmini, ahlâ­kını, ehliyetini İslam âleminin kabul ettiği müctehid imamların arkasından gitmekle elde edilir.

İctihâd Ve Müctehid: İctihad, lügatte meşakkate tahammül et­mek gücü ve kuvveti yettiği kadar çalışmak manâsındadır. Fıkıhta geniş bir bilgiye (yed-i tûlâ) sahip din alimlerinin fer´î olan (ayrıntılı, ikinci derece­de) bir şer´î hükmü, Kur´an-ı Kerim ve Hadîs-i Şeriflere dayandırarak hü­küm çıkarmasıdır. Müctehid ise, bu hususta bütün kuvvetini sarf eden zâta denir. İstinbat, lügat manası kuyudan güçlükle su çıkarmak demektir. Fıkıh­ta ise şer´î deliller çerçevesinde bir söz veya içten derin, ince ve gizli ma­nalar çıkarmak demektir.

İçtihadın Mahiyyeti Ve Şartları: Ferî olan şer´î mes´elele-rin hepsinde içtihada muktedir olan zata mutlak müctehid, bu mes´elelerin yalnız bir kısmı hakkında içtihada kadir olan zâta da mukayyed müctehid denilir.

Mutlak müctehidin içtihadı için iki temel şart vardır ki bunlar; İçtiha­dın ehlinden sadır olması ve mahalline sarf olunmasıdır. Ehüyyet; Kitabui-lah´a, Siinnet-i Nebeviyyeye, gelecek icmaya ve kıyasın bütün ayrıntı ve inceliklerine vukuf ile hasıl olur. Şöyle ki; Herhangi birŞer´i mes´ele hak­kında kendi usûl ve kaideleri dairesinde ictihadda bulunacak bir zatın, ah­kama dair Kur´an âyetlerinin lügat ve şeriat bakımından manalarını ve bunlara ait ilimleri ve bunların hâss, umûmi, mücmel, müfesser, nâsih, mensuh gibi kısımlarını layıkıyla bilsin. Keza; Ahkamla ilgili sünnet-i se-niyyenin metinlerini, senedlerini yani bunların lügat ve şer´i manalarını ve kısımlarını bizlere ne suretle rivayet edilegelmiş olduklarını tamamıyla kamilen bilmiş olması gerekir.

İşte İmam-ı A´zam (r.a.) ile diğer üç mezheb imamı; İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şafii, îmam-ı Ahmed ibn Hanbel (r.a.) Hazeratı birer mutlak müc­tehid olduklarından bu şartları kendilerinde toplamışlardır.

İçtihada ehil zâtlar, furûâttan olan şer´i mes´elelerde ictihad yaparlar, sarih, kat´i naslar ile veya icmâ ile sabit olan mukaddes hükümler hakkın­da ictihad asla yapılamaz. Meselâ, namazın, orucun rükünleri, adetleri, va­kitleri hususunda içtihada asla yer yoktur.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Müctehîdlerin Dereceleri (Tabakaları)



Bu tasnifi 9. Osmanlı Şeyhülislamı, Müftiü´s - Sakaleyn Ahmed Şem-süddin İbn Kemal (k.s.a.), diğer bir adıyla Şeyhülislam Kemalpaşazâde yapmıştır.

1. Müctehid-i Mutlak (Dinde Müctehid): Usûl ve şer´i mes´ele­lerde asla başka bir müctehidi taklid etmeyip mutlak olarak ictihad sahi­bi müctehİdlerdir. Usûl ve kaideleri hazırlayarak naslardan hükümlerini çıkaran âlimlerdir. Bunlar mezheb sahiplen, mezheb kurucuları olan zat­lardır. İmam-ı A´zam Ebû Hanife (r.a.), İmam-ı Malik (r.a.), İmam-ı Şafiî (r.a.), İmam-ı Ahmed İbn Hanbel (r.a.), İbrahim Nehâi, İbn Ebî Leylâ, Süf-yan-i Sevrîgibi.

2. Müctehid Fi´l-Mezheb (Bir mezhebde müctehit olanlar): Doğrudan doğruya nasiardan (şer´i delillerden) hüküm çıkarma selahiye-tını haiz ve kadir olduğu halde böyle yapmayıp bağlı bulunduğu mezheb imamının ictihad yoluna uyarak onun usûl ve kaidelerine tabi olan müctehidlerdir. İmanvı Ebû Yûsuf, İmam-ı Muhammed, İmam-i Züfer (r.a.) gi­bi.

3. Müctehid Fi´l-Mes´ele (Muayyen bir meselede müctehid olanlar): Mensubu bulunduğu fıkhı mezhebde hükmü bulunmayan mes´eieler hakkında ictihad etmeğe muktedir olan zata denir. Bunlar mez-heb kurucusu imama muhalefet edemezler. Tahâvi, Serahsî, Pezdevî (r.a.) gibi.

4. Ashâb-Itahric (Tahric yapan fakihler): Bağlı bulundukları mez­hebde hükmü bulunmayan, sonradan meydana gelmiş mes´elelerin hü­kümlerini o mezhebin usûl ve kaidelerine göre bulup çıkarırlar, fakat ken­dileri ictihad edemezler.

5. Tercih Yapabilen Müctehidler: Bir mezhebteki çeşitli ve birbiriyle çelişkili kavillerden, rivayetlerden birini deliline bakarak diğer­lerine tercih etmeye muktedir olan ve "bu kavil sahihtir" diyebilen fakih kimselerdir.

6. Temyiz Yapabilen Fakihler: Bağlı bulunduğu mezhepteki zahir olan rivayetlerle nadir olan rivayetlerin arasını tefrik etmeğe ve kuv­vetli olan kavillerle zayıf olan kavillerin arasını temyiz etmeye muktedir olan fakihlerdir.

7. Sadece Taklid Yapabilen Zatlar: İctihad, tahric, tercihe selâhiyet sahibi olmayıp sadece kendi mezhebinin hükümleri ile mes´ele-leri ve rivayetlerinin büyük bir kısmını hıfz etmiş ve bunları eserlerine der-cetmiş zatlardır.


Müctehid´de Bulunması Gerekli Şartlar:



1- Arapçayı bilmek: Usûl-ı fıkıh bilginleri, bir müctehid için arap dilini bilmenin zaruri oluşu üzerinde ittifak etmişlerdir.

2- Kur´an İlmine Sahip Olmak: Zira Kur´an, İslâm şeriatının direği, Al­lah´ın kıyamete kadar baki olan kitabı ve bu şeriatın kaynağıdır.

3- Sünneti Bilmek: Bu şart üzerinde de ittifak edilmiştir. Sünnetin na-sih ve mensuhunu, âmm ve hâss´ını, mutlak ve mukayyedini, tahsis edil­miş olanlarını bilmesi gerektiği gibi hadislerin rivayet yollarını, senedleri-ni, ravilerin kuvvet dereceleriyle birlikte hal ve yaşayışlarını da bilmesi ge­rekir.

4- Üzerinde icmâ ve ihtilaf edilen konuları bilmek.

5- Kıyas´ı bilmek (bütün şekil ve metodlarıyla).

6- Hükümlerin amaçlarını bilmek.

7- Doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sahib olmak.

8- İyi niyetli ve sağlam itikad sahibi olmak.

İmam-ı A´zam Ebû Hanife (r.a.) bütün eh!-i sünnet alimleri tarafından saygı gören dört büyük müctehid mezhep imamının birincisidir. Gerek kı­dem ve gerekse mezhebindeki genişlik ve büyüklük bakımından kendine verilen "İmam-ı A´zam" unvanına hakikaten layık olduğunu göstermiştir. Hicri 120 yılında hocası Hammad b. Süleyman (r.a.)´in vefatı üzerine bo­şalan kürsüye geçmiş, dörtbinin üzerinde öğrenci yetiştirmiş bunlardan 40´ı ictihad derecesine ulaşmıştır.

İmam-ı A´zam Ebû Hanife (r.a.), başta tabiin imamları olmak üzere dörtbin kadar kişiden ve bu ilmi büyük bir itina ile öğrenmiş olduğundan İmam-ı Zehebi ve onun gibi meşhur tarihçiler yanında hafız muhaddisier tabakasına dahildir. (Hadis hafızı; Hadis ilminin bir çok esas ve detaylarını ezbere bilen, yüzbin hadisi senetleriyle birlikte ezberlemiş oian kimse de­mektir.)

O´nun hadis ilmine az İ´tina gösterdiği şeklinde yanlış düşünceye sahip olanlar, bilgisizliklerinden veya hasedlerinden bu hataya düşmüşlerdir.

Büyük muhaddislerden İmam-ı A´meş hazretlerine bir takım mes´eleler sorulduğunda, o sırada yanında bulunan İmam-ı A´zam (r.a.)´e hitaben: "Şu mes´elelerin cevabını veriniz" dedi. İmam-ı A´zam (r.a.) de güzel bir şekil­de problemi halledince A´meş (r.a.)´in: "Bu cevapları siz nereden çıkarıyor­sunuz?" diye şaşkınlığını ifade etmesi üzerine: "Sizden dinlediğim hadis­lerden" deyip zikredilen hadisleri senedleriyle beraber okumaya başladı. Bir çoğunu açıkladıktan sonra A´meş (r.a.) şöyle dedi: Okuduklarınız kafi­dir. Benim bir ayda öğrendiğim bunca hadisi bir anda bana okuyorsunuz. Bu hadislerin gereğine tam anlamıyla uyduğunuzu zannetmezdim. Ben bi­lirim ki; büyük fakihler hazik tabiplere benzerler, bizler de (muhaddisier) eczacı ve artarlara benzeriz. Ey Ebû Hanife! Sense her iki kesiminde özel­liğini bir arada toplamışsın." (İmam Ebû Hanife (r.a.), s. 249)

Imam~ı A´zam (r.a.)´in ictihadındaki usûlü; önce Kur´an´a başvurur, bu­lamadığı zaman sünnete başvururdu. Ebû Hanife (r.a.)´in ictihad şûrasında birçok hadis hafızı bulunurdu. Hadislerin sahihliğini kabul konusunda çok titizdi. Sünette de bulamazsa, bilginlerin icmâını kabul ederdi. İcma bulun-

mazsa sahabelerin söz ve uygulamalarına bakardı. Sahabelerin ittifak ettik­leri görüşü tartışmasız kabul eder, ihtilafa düşmeleri halinde birini tercih ederdi. Sahabeden sonra gelen neslin (tabiîn) görüş ve fetvalarına uymayı zorunlu görmez ve şöyle derdi; " Hasan-ı Basrî, îbrâhim en-Nehâi, Said bin el-Mûseyyeb´e gelince biz de onlar gibi ictihad ederiz." (İbni hacer, Hey-temi).

İslâm dîni, kıyamete kadar meydana gelecek şahsi ve içtimâi hâdisele­rin ahkâmına kefil olduğu için rey ve içtihada büyük ve geniş bir yer ver­miştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, hakkında vahiy bulunmayan ba­zı hususlarda ashabı (r.a.) ile istişare etmişler ve ashabının ictihâdda bulun­malarını buyurmuşlardır. Çeşitli yerlere çeşitli vazifelerlerle gönderdikleri Ashabından pekçok sahabenin ictihad yaptıkları görülmüştür. Bu hususta pekçok Örnekten bir tanesini zikredelim;

Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz Muâz İbn Cebel (r.a.)´i Yemen´e elçi olarak gönderirlerken Muâz İbn Cebel (r.a.)´e hitaben: "-Orada neyle hük­medeceksin?" Muâz (r.a.) de; "-ALLAH´ın kitabıyla" diye cevab verdiler. Re-sûllulah (s.a.v.) de "-Onda bulamazsan neyle hükmedeceksin?" buyurdu­lar. Muâz (r.a.) cevaben; "Resûluİlah (s.a.v) Efendimizin sünnetiyle" diye cevab verdiler. Resûluİlah (s.a.v.) tekrar; "-Ya onda da bulamazsan, ne ya­parsın?" diye sordular. Muâz (r.a.) de; "-Re´yimle ictihad ederim." diye ce­vab verdiler. Bunun üzerine Resûiullah (s.a.v.) Efendimiz "-Resulünün el­çisini, Resulün hoşnud olacağı şeye muvaffak buyuran ALLAH´a hamdede-rim." diyerek memnuniyetlerini izhâr buyurdular.

Eğer ictihad caiz olmasaydı, Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Muâz İbn Cebel (r.a.)´in bu cevabından hoşnud olmaz, onu ictihâddan men ederler­di.

İmam- A´zam (r.a,) Hz. Hüseyin (r.a.) Efendimizin torunu Muhammed Bakır (r.a) ile Medine-i Münevverede karşılaştıkları zaman, "Sen ceddim, Resûluİlah (s.a.v)´in hadis-i şeriflerine kıyas ile muhalefet ediyormuşsun" demiş. İmam-ı A´zam (r.a.) de "Hayır efendim ALLAH (c.c.) korusun, bunu hiçbir zaman kabul edemem. Olurunuzda anlatayım. Ceddiniz hürmetine sizlere saygı göstermeye hepimiz borçluyuz. Muhammed Bakır (r.a.) otu­runca İmam-ı A´zam (r.a.) de karşısında diz çöküp oturarak şöyle demiştir. "-Acaba erkekler mi daha zayıftır, kadınlar mı?, Muhammed Bakır (r.a.); "-Kadınlar" diye cevab verdi. İmam-ı A´zam (r.a.) "-Mirasda hangisinin

payı fazladır? diye sordu. Muhammed Bakır (r.a.); "-Erkeklerin" deyince, İşte ben, eğer kıyas ile hükmetmiş olsaydım kadınların payını artırırdım, de­di. Daha sonra "-Namaz mı daha faziletlidir, oruç mu?" diye sordu. Mu­hammed Bakır (r.a.); "-Namaz daha faziletlidir" deyince, "-Eğer ben re´y ile hükmetsem hayız! ı kadınlara namazı kaza etmeyi emrederdim, orucu değil" diye karşılık verdi. Sonra dedi ki; "-Bevl mi daha pistir yoksa meni mi?" diye sordu. Muhammed Bakır (r.a.); "-Bevl daha pistir" deyince şöy­le dedi; "-Eğer ben re´ye uyanlardan olsaydım, meni sebebiyle değil bevl sebebiyle guslü gerekli kılardım." Ben hadis-İ şeriflere aykırı görüş belirt­mekten ALLAH´a sığınırım. Gayem Hz. Peygamber (s.a.v)´in sözlerine hiz­met etmektir. Bunun üzerine Hz. Hüseyin (r.a.)´in oğlu yerinden kalkıp İmam-ı A´zam (r.a.)´in mübarek yüzünü öptü. (İmam Ebû Hanife (r.a.), s. 226)

Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz; "Sözümü işittiği gibi muhafaza edip, başkasına nakledenin ALLAH (c.c.) yüzünü nurlandırsın, zira kendisine hadis nakledilen nice kimseler nakleden kişiden daha kavrayışlıdır. (Ebû Davud, ilim) buyurmuş, İmam-ı A´zam Hazretleri de şahsında bunu göstermiştir. Çünkü fıkhı, ilk tedvin eden olmuş, âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflerdeki maksûd manayı, derin, ince anlamları İslam hukukuna yansıtmış, İslam Aleminin istifadesine sunmuştur.

İmam-ı Malik (r.a.)´e İmam-ı A´zam Ebû Hanife (r.a.)´i sordular; "Süb-hanallah! O´nun gibisini görmedim. Eğer, şu sütun altındır dese, bu sözünün doğruluğunu kıyasî delillerle ısbat eder." diye cevap vermiştir. İmam-ı Şafiî (r.a.); "Her kim Fıkhı anlamak isterse İmam-ı A´zam Ebû Hanife (r.a.)´e ve onun ashabına sımsıkı sarılsın. Çünkü fıkıh sahasında in­sanların tamamı İmam-ı A´zam Ebû Hanife (r.a.)´in iyalidirler." İmam-ı Gazalî (r.a.); "İmam-ı A´zam Ebû Hanife (r.a.)´e gelince gerçekten O, dahi, abid, zahid, arif-i billah, ALLAH´tan korkan ilim ile ALLAH´ın rızasını dileyen bir zat idi."

Günümüzde ilmi olmadan, mealleri okuyarak, haddini bilmeden alim geçinip içtihada kalkanları görünce Muhterem Ömer Öztürk ağabeyimizin ´Hanefi Fıkhı´nm güzel örneklerinin yayılmasmdaki ısrarını daha da iyi an­lamış oluyoruz. Elinizdeki bu eser Muhterem Ömer Öztürk ağabeyimiz tarafından ehil kimselerce terceme ettirilip istifadenize sunulmuştur. İlk cildi baskıya hazırlanan eserin tamamı yaklaşık 20 cilt civarında olup belir­li aralıklarla tamamlanacaktır.

İmam-i A´zam Ebû Hanife (r.a.), hakkında en çok araştırma yapılıp eser­ler verilen büyük zatlardan birisi olmuştur. Hakkında re´y ehlidir diyerek başlangıçta tenkid eden alimler, zamanla büyüklüğünü anlamışlar, hakkını teslim etmişlerdir.

İşte yakın tarihimizde böyle muhteşem bir eseri kaynaklarıyla Hanefi Fıkhını İslam Aİemine kazandıran merhum Eşref Ali et-Tehânevi ve Zafer Ahmed el-Osman et-Tehânevî hazretlerine ALLAH´tan rahmet diliyor, fatihalarla yâdediyoruz.

Ayrıca Mürşid-i Kamil Hz. Mahmûd Sâmî (k.s.) Hazretlerinin yetiştir­miş olduğu ve hayatını ehl-i sünnet i´tikadının yayılmasına ve bid´atehli ol­maktan kaçınılmasına adayan Muhterem Ömer Öztürk ağabeyimiz bu eseri terceme ettirerek okuyup, son kontrolünü yaparak üzerinde hassas bir çalışma yapmış olup hem zamanını hem maddi ve manevi desteklerini esir­gememişlerdir. Kendilerine sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Ve yine terceme ve tetkik ekibinde bulunan hocalarımıza, yayın kurulu­na, tasarım, dizgi, baskı, cilt aşamalarında emeği geçenlere, maddi ve manevi her türlü destekte bulunanlara teşekkür ediyoruz.

Bu eseri, Mürşid-i Kamil Hz. Mahmûd Sâmî (k.s.) Hazretlerine ve Muhterem Ömer Öztürk ağabeyimizin babaları merhum Hacı Mehmet Öz­türk ve anneleri Hacı Hatun Öztürk´ün ruhlarına ithaf ediyoruz.

Gayret bizden, tevfik ALLAH (c.c.)´dendir.

MİSVAK NEŞRİYAT

İstanbul, 2006
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İ’lâü’s-Sünen´in Telif Süreci



Ümmetin hakimi üstat Eşref Ali et-Tehânevî uzun zamandan beri bazı kimselerin mezhebinin hadislere dayanmadığı, re´yi sahih hadise tercih et­tiği ve benzen delilsiz iddialarla İmam Ebû Hanife´ye dil uzattıklarını mü­şahede etmekteydi. İmam Ebû Hanife´nin delil olarak kullandığı hadisler klasik kaynakların önemli bir kısmında bulunmaktadır. Ancak bunlar fark­lı kitap ve risalelerde dağınık bir şekildedirler. Ümmetin hakimi üstat Eş­ref Ali et-Tehânevî bunları bir kitapta toplamayı istemiş ve bu amaçla İh-yâü´s-sünen isimli eseri telif etmeye başlamıştır. Bu eserde o İmam Ebû Hanife´nin her konuda delil olarak kullandığı sahih hadisleri bir araya ge­tirmiştir. Ancak eser müsvedde halinde iken basılmadan kaybolmuştur. ALLAH´ın dilediği olur, O´nun dilemediği ise olmaz.

Daha sonra üstat aynı amaçla ve metodunu da değiştirerek yeniden eser telifine başlamış ve onu Câmiu´l-âsâr diye isimlendirmiştir. Bu eser­de Hanefîlerin delil olarak kullanıp hüküm çıkardıkları hadisleri toplamış­tır. Onda özet olarak hadislerin isnadları hakkında bilgi vermiş nasıl delil olarak kullanıldıklarını açıklamıştır. Ona ilave ettiği Tâbiu´l-âsâr isimli ta´likinde ise görünürde çelişkili olan hadisler arasındaki ihtilafı giderme­ye çalışmıştır. İkisi birlikte tek cilt olarak hicrî 1315´te Diyobend´de ba­sılmıştır.

Ancak her ikisi de oldukça kısa tutulmuştu ve sadece namaz konuları ele alınmıştı. Halbuki rahmetli Eşref Ali et-Tehânevî daha önce telif ettiği eserdeki gibi hadislerin derinlemesine sened ve metinleri açısından ince­lenmesini, konuların hem rivayet ve hem de dirayet yönünden irdelenme­sini arzu etmekteydi. Bu önemli hizmeti üstat Tehânevî´nin görevlendir­diği Ahmed Hasan es-Senbehlî üstlenmişti. O metin kısmında konuyla il­gili hadis, sahabe ve tabiîn görüşlerini zikretmiş, isnadları hakkında kısa bilgiler vermişti. Açıklama kısmında ise hadislerin sened ve metinleri hak­kında detaylı açıklamalarda bulunmuştu. Metin kısmını İhyâii´s-sünen açıklama kısmını ise eî-Tevdîhu´l-hasen diye isimlendirmişti. Ümmetin ha-kîmi Eşref Ali et-Tehânevî onun yazdıklarını kelime kelime okuyor ve ge­rekli gördüğü yerlere müdahale ediyordu. Bu durum hac ile ilgili bölüme kadar devam etti. Ahmed Hasan es-Senbehlî üçüncü defa kontrol ettiğinde daha önce yazdıklarının çoğunun değiştirme yoluna gitti ve bunlardan üs­tat Tehânevî´yi haberdar etmedi. Çok az yerde ona başvurdu. Bunun sonu­cunda eser, hem yöntem hem de içerik olarak değişmiş, Üstat Tehâne-vî´nin inisiyatifinden çıkmıştı. Fakat üstat Tehânevî ancak eserin ilk cildi basıldığında bunların farkına varabildi. Üstat eserin baskısını görünce bir­çok değişikliklerin bulunduğunu ve ayrı bir kitap halini almış olduğunu gördü. İçinde onun kabul edemeyeceği birçok husus vardı. Bunun üzerine amcasının oğlu Zafer Ahmed el-Osmânî´den onun bu ciltte eksik bıraktık­larını tamamlayan, gerekli düzeltmeleri yapan bir eser yazmasını istedi. Bunun üzerine Zafer Ahmed el-Osmânî el-İstidrâku´l-hasen ala İhyâü´s-sünen isimli bir çalışma yaptı ve bu müstakil olarak basıldı.

Bu eseri beğenen üstat Tehânevî, Senbehlî´nin kitabının neşrini durdur­muş ve Zafer Ahmed el-Osmânî´den istediği kitabı yeniden yazmasını is­temiştir. Bunun üzerine o namaz bölümünden başlayarak fıkıh konularını on altı cüzde tamamlamıştır. Üstat Tehânevî, Senbehlî´nin hukukuna riaye­tinin bir gereği olarak, bu çalışmayı öncekinden ayırt etmiş ve ona İhyâü´s-si´men adını vermemiş, aksine Zafer Ahmed´in yazdığı ciltlerin metin kıs­mına İ´lâü´s-sünen şerh kısmına da İsdâü´l-minen adını vermiştir. Sonraki on altı cüz bu yeni isimle basılmıştır.

Netice itibariyle eser önce İhyâü´s-sünen ismiyle, onun eksikliklerini ta­mamlayan kısmı el-İstidrâku´l-hasen adıyla geri kalanı ise İ´lâü´s-sünen başlığıyla basılmıştı. Bu durum okurların zihnini karıştırınca Zafer Ahmed el-Osmânî ikinci baskıda İhyâü´s-sünen´i el-İstidrâkıi´l-hasen ile birleşti­rerek tek metin haline getirdi ve hepsini müstakil bir kitap olarak neşretti. Bu, üstat Tehânevî´nin vefatından sonra gerçekleşmiştir. Yaşlılığı dönemi ve ömrünün sonlarında Zafer Ahmed bu iş için çok sıkıntılara katlandı. Böylece söz konusu kitap müstakil bir eser halinde onun eseri olmayı hak etti. Dolayısıyla okuyuculara bu eser İ´lâü´s-sünen´in birinci cildi olarak sunmak daha isabetli oldu.

Eserin telif süreci ve aldığı farklı isimlerin özeti bundan ibarettir. Artık eser İ´lâü´s-sünen adıyla ve müellifi de Zafer Ahmed el-Osmânî olarak ta­nınmaktadır. Burada esere yazılan üç mukaddimeden de bahsetmeliyiz.

Bunlar:

1. İ´lâü´s-seken ila men yutâliu İ´lâe´s-sünen´m birinci cildidir. Zafer Ahmed el-Osmânî tarafından kaleme alınmış olup hadis usulü ile ilgili önemli kuralların açıklandığı önemli bir çalışmadır. Çalışmanın Tehânebi-hûn´da birkaç taş baskısı ayrıca Karaçi´de bir baskısı yapılmıştır. Çalışma-nın Kavâidfi ıtlıımi´l-hadîs isminde üstadımız münekkit araştırmacı Abdül-fettâh Ebû Gudde tarafından yapılan ve Halep´te neşredilen ayrı bir baskı­sı daha bulunmaktadır. O, baskıda çalışmanın değerini artıran önemli ilave bilgiler vermektedir. ALLAH onu en güzel şekilde mükâfatlandırsın.

2. İ´lâü´s-seken ilâ men yutâliu İ´lâe´s-sünen´ın ikinci cildidir. Habib Ahmed el-Gîrânevî tarafından kaleme alınmış olup fıkıh usulü ile ilgili önemli kuralların açıklandığı önemli bir çalışmadır. 1385´te Karaçi´de neş­redilmiştir.

3. Üçüncüsü, încâü´l-vatan ani´l-izdırâbi İmâmı ´z- zaman´dır. Zafer Ah­med el-Osmânî tarafından kaleme alınmış olup İmam Ebû Hanife (r.a.)´in hadis ümindeki yeri, hadis âlimlerinin onun hakkındaki övgüleri, önde ge­len hadis âlimlerinden hoca ve talebeleri zikredilmekte, onun hadis ilmine hizmetleri incelenmektedir. Ayrıca İmam Ebû Hanife (r.a.) hakkındaki şüp­he ve itirazlara cevap verilmektedir.

Zafer Ahmed el-Osmânî´nin el-İstidrâku´l-hasen´i kitabın aslıyla bir­leştirerek tek metin haline getirmesi ve onu İ´lâü´s-sünen diye isimlendir­mesi üstat Tehânevî´nin vefatından sonra olsa da o İ´lâü´s-sünen´in ikinci cildin mukaddimesinde böyle bir arzusunun olduğuna işaret etmiştir. Onun İhyâü´s-sünen´m ikinci baskısına yazdığı mukaddimedeki işareti şöyledir:

Hamd ALLAH´a mahsustur. Ona hamd eder, ondan yardım ve bağışlanma­mızı isteriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü fiiller işlemekten ALLAH´a sı­ğınırız. ALLAH´ın doğru yola ilettiğini kimse saptiramaz, Onun saptırdığını kimse doğru yola iletemez. ALLAH´tan başka ilah bulunmadığına ve Hz. Mu-hammed (s.a.v.)´in O´ntın kulu ve peygamberi olduğuna şahadet ederim. ALLAH onu en son peygamber olarak cennetle müjdeleyen cehenneme kar­şı uyaran hak Peygamber olarak göndermiştir. ALLAH ve Resulüne itaat Qğqu doğru yola ulaşır. ALLAH ve Resulüne isyan eden ise ALLAH´a değil ken­disine zarar verir.

Bu kitap, tanınmış dört mezhep imamlarının ilki olan İmam Ebû Hanife (r.a.)´nin bazı meselelerdeki delillerini ihtiva etmektedir. ALLAH onlardan ve yolunda olanlardan razı olsun. Günümüzde ona yöneltilen eleştiriler böyle bir kitabın yazılmasını ihtiyaç haline getirmiştir. Bu eleştiriler karşısında sessiz kalmak doğru değildir. Yıllarca önce bu amaçla bütün fıkhı konula­rı ihtiva eden müsvedde halinde bir kitap telif etmiştim. Onu İhyâu´s-sü-nen diye isimlendirmiştim, fakat o kayboldu. Bu da ALLAH´ın bir imtihanıy­dı. Daha sonra önceki metoda uygun kitap yazmaya tekrar başladım ve bu kitabıma Câmiu´l-âsâr ismini verdim. ALLAH´a hamd olsun eser tanındı fa­kat sadece namazla ilgili konuları ihtiva etmekteydi. Onu tamamlamak ba­na nasip olmadı. Nihayet ilimle meşgul olan ve ilme hizmet edenlerin teş­viki, bu yükü benimle paylaşanların yardımı ve ALLAH´ın lütfuyla tamamla­nabildi. Bu aşamada kolay ve el-Hidâye´nin tertibini esas alması sebebiy­le İhyâu´s-sünen´in metodu da bize yardımcı oldu. Bu defa sadece araları cem edilmesi gereken ihtilaflı meselelerle yetinilmedi, bunların yanında az da olsa gerek görülen yerlerde ittifak edilen konulara da yer verildi.

Bu yapılan çalışma müsvedde halindeki İhyâü´s-sünen´e tam bir benzer­lik arz ettiği için ona aynı ismi vermeyi uygun gördüm. Bu kaybolma so­nucu boşa giden bir emeğin de bir anlamda ihyası olacaktı. Önemli her bü­yük projeyi tamamlamayı nasip eden ALLAH´tır. Daha sonra hadislerin an­lamlarını açıklayan isnadlannı inceleyen bir şerh yazdım ve ona et-Tavdî-hu´l-hasen ala İhyâü´s-sünen ismini verdim.

Söz konusu çalışmayı müellifinden sonra hac bölümüne kadar kelime kelime okudum. Gerekli gördüğüm yerlerde değişiklikler yaptım. Daha sonra müellifi ikinci defa gözden geçirdi ve kendisine göre gerekli gördü­ğü yerleri tashih etti. O daha önce yazdığı birçok yeri düzeltmek durumun­da kaldı. İçinden çıkamadığı çok az konuda bana müracaat etti. Düzeltme­lerin çoğunu ise bizden habersiz kendisi belirledi. Böylece o kitabın metot ve konusunu da değiştirdi. Ancak ben bu duruma ilk baskısından sonra va­kıf oldum. O, şimdi elinizde olan kısımdır. Bu yüzden onun üzerine sözü edilen eksiklik ve olumsuzlukları telafi için ayrı bir çalışma (istidrâk) ya­pılmaya ihtiyaç duyuldu. Haşiyede görülen birçok Hintçe atıf, bu ihtiyacı göstermektedir. Sözü edilen İstidrâke 1331 Ramazan´ının son Cuma gü­nünde başlanmıştır.

 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Üstat Tehânevî´nin İ´lâu´s-süneri´in ikinci cilde yazdığı mukaddime ya­zısı ise şöyledir:

Hamd ALLAH´a mahsustur. O´na hamd eder, O´ndan yardım ve bağışlan­mamızı isteriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü fiiller işlemekten ALLAH´a sığınırız. ALLAH´ın doğru yola ilettiğini kimse saptıramaz, O´nun saptırdığını kimse doğru yola iletemez. ALLAH´tan başka ilah bulunmadığına ve Hz. Mu-hammed (s.a.v.)´in O´nun kulu ve peygamberi olduğuna şahadet ederim. ALLAH onu kıyamet öncesi cennetle müjdeleyen cehenneme karşı uyaran hak Peygamber olarak göndermiştir. ALLAH ve Resulüne itaat eden doğru yola ulaşır. ALLAH ve Resulüne isyan eden ise ALLAH´a değil kendisine zarar verir.

Ey Dost! Öncelikle İhyâü´s-sünen´in ilk kısmının mukaddimesini oku­malısın. Orada eserin gerçek durumunu öğrenirsin. Burada zikretmeye ge­rek duymadığımız bazı sebeplerden dolayı eserin yeniden telifi görevi akıl­lı, zeki ve yetenekli yeğenim Zafer Ahmed´e havale edildi. ALLAH onu en uygun metodu kullanmaya muvaffak kıldı ve yaptığı değerli çalışma ile eserinin gerçek sahibi oldu ve İhyâü´s-sünen ismini İ´lâü´s-sünen olarak değiştirdi. O, üzerine yazdığı şerhin adını da et-Tavdîhu´l-hasen´´den îs-dâü´l-minen´e çevirdi. Önceki kısmın adını İhyâ´u-sünen olarak korumak­la birlikte, daha önce onda neşredilmiş olan birçok hususu tashihe çalış­ması ve telafi edici çalışmalar yapması, aslında o kısmı da kendisinin bir ça­lışması haline getirmiştir. Bu durumda o kısım İ´lâü´s-sünen´in birinci kıs­mı, devam eden çalışması da ikinci kısmı olarak değerlendirilebilir. Buna göre elinizdeki eser onun çalışmasının ikinci kısmını başlangıcı olmaktadır.

ilkinde olduğu gibi bu cildi de kelime kelime inceledim ve - ALLAH´a hamd olsun ki - rivayet, dirayet, konuların yeterince incelenmesi, az da ol­sa değiştirilmesi gerekenlerin değiştirilmesi ve benim açıklamalarım ile kendi yaptığı açıklamaların birbirinden ayırt edilmesi açılarından birinciden daha başarılı olduğunu tespit ettim. Ortaya çıkan bu çalışmadan ve verdiği nimetlerden dolayı ALLAH´a hamd olsun. Bu çalışma bize ahiret azığı olsun. Bizim için ahiret dünya hayatından daha önemlidir.
 
Üst Alt