3. Sakalları Hilâllemek

ceylannur

Yeni Üyemiz
24. Abdestten Arta Kalan Suyu Ayakta İçmenin Müstehap Oluşu



74. Hüseyin b. Ali (r.a.)´nın nakline göre Hz. Ali (r.a.) bir kap su istedi ve daldırmadan önce ellerine üç defa su döküp onları yıkadı, sonra üç defa ağzım çalkaladı, üç defa burnuna su verip temizledi, sonra üç defa yüzünü yıkadı, sonra üçer defa dirseklere kadar sağ ve sol kolunu yıkadı, başını bir kere meshedip üçer defa topuklarına kadar sağ ve sol ayaklarını yıkadıktan sonra ayağa kalkarak bana, "suyu ver!" dedi. Artan abdest suyunu ona ver­dim ve ayakta içtiğini görünce de şaşırdım. Bu durumu farkedince o, "Şa­şırma ben dedeni böyle yaparken gördüm. O (s.a.v.) de artan abdest suyu­nu istedi ve ayakta içti" dedi.[161]

Hadisi Nesâî ("Taharet", 78), Tahâvî ve İbn Cerîr rivayet etmiş, Ebü´ş-Şeyh de sahih olduğunu söylemiştir. (Kenzü´l-ümmâl, V, 107)

Hadisin konuya delâleti açıktır. Hocamın da işaret ettiği üzere hadiste söz konusu edilen abdesten artan su, elini içine daldırmadan küçük bir kap­tan dökülerek alınan su değil, yayvan bir kap içindeki elini içine daldırarak aldığı abdest suyudur.

Hüseyin b. Ali (r.a.)´nın "şaşırdım" demesi, ayakta su içmeyi yasakla­yan hadis sebebiyledir. Nitekim Azîzî, Resûlullah (s.a.v.)´in ayakta su iç­meyi ve yemek yemeyi yasakladığını ve konuyla ilgili Enes b. Malik (r.a.) hadisini Makdîsî´nin (ö. 643/1245) el-Muhtâre isimli eserinde rivayet ettiğini, hadisin isnadının sahih olduğunu, Hz. Peygamber (s.a.v.)´in zararları sebebiyle böyle davranmayı tenzihen mekruh olarak yasakladığını söyle­miştir. (Azîzî, III, 391)

Azîzî hadisle ilgili açıklamalarına şöyle devam etmektedir: Hz. Pey­gamber (s.a.v.) ayakta yemenin ayakta içmekten daha çirkin olması sebe­biyle böyle davranmayı hoş karşılamamıştır. Hz. Aişe (r.anhâ)´nin "Resû-lullah (s.a.v.)´in hem ayakta hem oturarak su içtiğini, hem ayakkabısıyla hem ayakları çıplak namaz kıldığını, hem sağına hem de soluna rukye için üflediğini gördüm" haberi, her iki davranışın da yapılabileceği şeklinde an­laşılmalıdır. Hz. Aişe (r.anhâ)´nın söz konusu haberini Taberânî Mu´ce-mü´l-evsafta rivayet etmiş olup isnadındaki ravileri güvenilirdir. (Taberânî, Mu´cemü´l-evsat, II, 123; Heysemî, Mecmaü´z-zevâid, V, 80)


25. Küçük Abdest Sonrası Eteğe Su Serpmenin Sünnet Oluşu



75. Mücahid´in Hakem veya İbnü´l-Hakem vasıtasıyla babasından nak­line göre Resûlullah (s.a.v.) küçük abdestini bozduktan sonra abdest almış ve eteğine su serpmiştir.

Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama­da bulunmamıştır.[162]

Hadisin isnadındaki tereddüt ravinin ismiyle ilgili olup kastedilen kişi ise aynıdır. İbn Hacer´in açıklaması şöyledir: Hailal´m İbn UyeyneMen nakline göre Hakem sahâbî değildir. Tirmizî ^/-/tefinde Buhârî´nin de bu görüşte olduğunu nakletmiştir. İbn Ebî Hatim el-İleVlnde babasının "doğ­rusunun Hakem b. Süfyan an ebîhi" şeklinde olması gerektiğini söylediği­ni zikretmiştir. Tirmizî el-lleVmde. Buhârî ve Zühlî´nin nakline göre Ali b. Medînî´nin de bu görüşte olduğunu haber vermiştir. İbrahim el-Harbî, Ebû Zür´a ve diğer âlimler ise Hakem b. Süfyan´ın sahâbî olduğunu söylemiş­lerdir, (îbn Hacer, Tehzîb, II, 426) Biz, bu tür ihtilafların herhangi bir zararının bulunmadığını daha önce de ifade etmiştik. Bu hadis aşağıda zikredilecek iki hadisle birlikte konuyu açıkça ortaya koymaktadır.

76. Hakem b. Süfyan´ın nakline göre (küçük abdest bozduktan sonra) Resûlullah (s.a.v.) abdest alır ve eteğine bir avuç su serperdi.

Hadisi Ahmed b. Hanbel, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim en-Nîsâbûrî rivayet etmiştir.[163] Müellif hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Hadisle ilgili bu bilgiler Azîzî´de de (i, 21) yer almaktadır.

77. Üsame b. Zeyd (r.a.)´in nakline göre Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.v.)´e gelerek abdest almayı öğretmiş, abdest bittikten sonra bir avuç su alarak eteğine serpmiştir. Bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) de abdestten sonra eteğine su serpmekteydi.

Hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.[164] Heysem b. Harice bir riva­yete göre de Ahmed b. Hanbel hadisin isnadında bulunan Rişdm b. Sa´d´m güvenilir olduğunu söylemişlerse de diğer âlimler onun zayıf olduğunu ifade etmişlerdir. (Heysemî, Mecmaü´z-zevâid, 1,98) Bu tür ihtilafların herhangi bir zararının bulunmadığını daha önce de ifade etmiştik.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
26. Yıkamadan Önce Ayaklara Su Serpmenin Müstehap Oluşu



78. Ebü´n-Nadr´ın nakline göreTalha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Ali b. EbîTalib ve Sa´d (r.a.e.)´in de bulunduğu bir sırada Hz. Osman (r.a.) abdest suyu istedi ve onların huzurunda abdest aldı. Üç defa yüzünü yıka­dı, üçer defa sırayla sağ ve sol kolunu yıkadı, üçer defa sağ ve sol ayağına su serpti ve onları üçer defa yıkadıktan sonra etrafındakilere, "ALLAH için söyleyin, Resûlullah (s.a.v.)´in da benim gibi abdest almakta olduğunu bi­liyorsunuz değil mi?" diye sordu. Onlar da "evet" diye cevap verdiler. Hz. Osman (r.a.) bunu bazı kimselerin abdest alışları hakkında kendisine ula­şan bilgi üzerine yapmıştır.

Bu haberi İbn Meni´, Haris b. Ebî Üsâme ve Ebû Ya´lâ rivayet etmiştir. Bûsirî haberin ravilerinin güvenilir olduğunu ancak isnadda kopukluk bu­lunduğunu söylemiştir. Zira Ebü´n-Nadr, Hz. Osman (r.a.)´den hadis işit-memiştir. (AH el-Muttakî, Kenzü´î-ümmâl,W, 105) Bize göre hadisteki kopuklu­ğun herhangi bir zararı yoktur.[165]

Müellif hadiste yer alan "sağ ve sol ayağına su serpti" ifadesinin konu­ya delâletinin açık olduğunu söylemiştir. Dürrü" l-muhtary da söz konusu serpmenin kış aylarıyla sınırlandırılması, bunun abdestin edeplerinden ol­duğunu göstermektedir. Ayaklarda kuruluk bulunması durumunda suyun onların her tarafına ulaşmadığı ihtimalini doğurmaktadır. Fakihler ayaklara su sepmenin abdeste başlamadan önce olduğunu söylemişlerdir. Hadis ise abdest esnasında yapıldığını ifade etmektedir. Bu durumda hadisin konu başlığına delâleti nasıl olabilir? şeklinde sorulabilir. Ancak burada asıl amaç, suyun ayaklara en kolay biçimde ulaşmasını sağlamaktır. Amaç na­sıl gerçekleşiyorsa öyle yapılmalıdır. Hadisin bu amacı gerçekleştirmeye yönelik olduğu ise açıktır. Amaç, suyu serpmenin belirli bir zamanda ya­pılması olmadığına göre bunun hadiste özellikle belirtilmemesinin herhan­gi bir sakıncası da bulunmamaktadır.


27. Bir Abdestle Birden Fazla Namazın Kılınabileceği



Bu başlık altında bir abdestle birden fazla namaz kılınabileceği ve her namaz için ayrı abdest almanın miistehap olduğu incelenecektir.

79. Büreyde (r.a.)´in nakline göre Resûlulİah (s.a.v.) her namaz için ay­rı abdest alırdı. Fetih günü ise namazları bir abdestle kılmış, Hz. Ömer (r.a.)´in, "şimdiye kadar yapmadığın bir şey yaptın" demesi üzerine "Bunu bilerek yaptım" buyurmuştur. (Müslim, "Taharet", 86)

80. Ebö Hüreyre (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) "Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım her namaz için abdest almalarını, her abdest aldıklarında da misvak kullanmalarını emrederdim" buyur­muştur.[166]

Münzirî´nin de ifade ettiği üzere hadisi Ahmed b. Hanbel hasen bir is-nadla rivayet etmiştir. İbn Teymiyye ise hadisin isnadının sahih olduğunu Söylemiştir. (İbn Teymiyye, el-Müntekâ, I, 204)

Söz konusu hadislerin konuya delâletleri açıktır. Ancak burada Tirmizî rivayetini de söz konusu etmeliyiz. Tirmizî´nin Enes b. Malik (r.a.)´den nakline göre Resûlulİah (s.a.v.) abdestli olsun veya olmasın her namaz için abdest alırdı. "Siz nasıl yapıyordunuz?" sorusuna ise Enes (r.a.), "biz bir abdestle yetiniyorduk" şeklinde cevap vermiştir. Tirmizî hadisi hasen-ga-rib olarak nitelemiştir. (Tirmizî, "Taharet", 44) Hz. Peygamber (s.a.v.)´in ha­diste sözü edilen uygulaması, genel tavrı olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
28. Göz Pınarlarının Oğulmasınm Sünnet Oluşu



81. Ebû Davud´un Süleyman b. Harb > Hammad, Müsedded ve Kutey-be > Hammad b. Zeyd > Sinan b. Rebia > Şehr b. Havşeb isnadlarıyla nak­line göre Hz. Peygamber (s.a.v.)´in abdest ahşı zikredildiğinde Ebû Ümâ­me (r.a.), "Resûlulİah (s.a.v.) göz pınarlarını oğardı" demiş ve "kulaklar baştandır" diye ilave etmiştir. Hadisin ravilerinden Süleyman b. Harb´in "kulaklar baştandır" ifadesinin Ebû Ümâme (r.a.)´e ait olduğunu söylemiş­tir. Kuteybe de, "Hammad bunun Ebû Ümâme (r.a.)´e mi yoksa Hz. Pey­gamber (s.a.v.)´e mi ait olduğunu bilemiyorum" dediğini nakletmiştir. Ku­teybe hadisi Sinan b. Ebî Rebîa (r.a.)´den aldığını ifade etmiş, Ebû Dâvûd ise onun künyesinin Ebû Rebîa (r.a.) isminin Sinan b. Rebîa olduğunu söy­lemiştir.[167]

Hadisin isnadında, hakkında ihtilaf edilen Şehr b. Havşeb bulunmakta­dır. Azîmâbâdî´nin Zeylaî´den nakline göre İbnü´l-Kattân el-Vehm ve´l-îhâm isimli eserinde şöyle demektedir: Şehr b. Havşeb hakkında bazıları onun zayıf, diğerleri de güvenilir olduğunu söylemişlerdir. Ahmed b. Han­bel ve îbn Maîn, onun güvenilir olduğunu belirtmişler, Ebû Zür´a da gü­venilirliğini "lâ be´se bih/onda herhangi bir kusur yoktur" lafzıyla ifade et­miştir. Ebû Hatim onun Ebü´z-Zübeyr´den daha zayıf olmadığını söylemiş­tir. Bunların dışındaki âlimler ise onun zayıf olduğunu ifade etmişlerdir. Ben onun zayıf olduğuna dair herhangi bir delil bilmiyorum. (Azîmâbâdî, Ğa-yetü´l-maksûd, I, 131)

Bu tür ihtilafların etkileyici olmadığını daha Önce belirtmiştik. Hadisin isnadında bulunan Sinan hakkındaki ihtilaf da böyledir. Ğayetü´l-mak-sûa"d& belirtildiğine göre onun hakkında da ihtilaf edilmiştir. Özellikle Ebû Davud´un herhangi bir açıklamada bulunmadığı durumlarda bu tür ih­tilafların bir mahzuru yoktur. Hadisin konuya delâleti açıktır.


29. Abdest Alana Su Dökerek Yardımcı Olmak



Bu başlık altında abdest alan kimseye su dökerek yardım etmenin mek­ruh olmadığı ele alınacaktır.

82. Muğire b. Şu´be (r.a.) anlatmaktadır: Gece yolculuklarından birinde Resûfullah (s.a.v.) ile birlikteydim. Yanında su var mı? diye sordu. "Evet" deyince devesinden indi ve gecenin karanlığında kayboluncaya kadar uzaklaştı. Döndüğünde abdest alması için ibrikteki suyla ona hizmet ettim. Yüzünü yıkadı. Üzerinde yün cübbesi vardı. Kollarını çıkarmaya çalıştı, bu mümkün olmayınca onları cübbenin aşağısından çıkardı ve kollarını yıkadı, başını mesnetti. Ben mestlerini çıkarmak için eğiünce, "Bırak, ben onları abdestli giydim" dedi ve onları meshetti.

Hadisi Müslim (Müslim, "Taharet", 77) rivayet etmiştir.

83. Üsâme b. Zeyd (r.a.) anlatmaktadır: Arafattan inerken Resûlullah (s.a.v.)´in terkisinde idim. Vadiye varınca devesini indirdi ve büyük abdes-tini yapmak için uzaklaştı. Döndüğünde abdest alması için ibrikteki suyla ona hizmet ettim. Abdestini alınca devesine bindi ve Müzdelifeye geldi. Burada akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı. (Müslim, "Hac", 276)

84. Bişr b. Mufaddal > Akîl isnadıyla nakledildiğine göre Rubeyyi´ bint Muavviz şöyle demiştir: Abdest alırken Resûlullah (s.a.v.)´e su döktüm. O (s.a.v.), "Dök!" buyuruyor, ben de döküyordum.

Hadisi Hâkim en-Nîsâbûrî el-Müstedrek´mde, Ebû Müslim el-Keccîde 5w«en´inde rivayet etmişlerdir.[168]

Hadislerin konuya delâletleri açıktır. Bunların dışında konuyla ilgili da­ha başka zayıf hadisler de bulunmaktadır. İbn Hacer bunları et-Telhîsü´l-habîr´dz zikretmiştir. Abdest alana yardım edilmesini yasaklayan zayıf ha­disler de vardır. Bunlardan birinde Hz. Peygamber (s.a.v.), "Abdest alırken başkasının yardımcı olmasını istemem" buyurmuştur. Resûlullah (s.a.v.) bunu kendisine abdest suyu dökmek isteyen Hz. Ömer (r.a.)´e hitaben söy­lemiştir. (Ibn Hacer, et-Telhîsü´l habîr, I, 35) Hadisle ilgili Nevevî Şerhu´l-Mü-hezzeb´&ç. şöyle demektedir: Bu, aslı olmayan bir rivayettir. Mâverdî onu el-HâvVdt farklı şekilde zikretmiştir. Onun zikrettiğine göre Ebû Bekir (r.a.) abdest almak üzere olan Resûlullah (s.a.v.)´in eline su dökmek istemistir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), "Abdest alırken başkasının bana yardımcı olmasından hoşlanmam" buyurmuştur. Fakat ben söz ko­nusu iki hadisi de bulamadım.

Burada biz sözü edilen hadislerle ilgili şu bilgileri vermeliyiz. Mâver-dî´nin zikrettiği hadisi İbn Hacer Fethu´l-bârfdt söz konusu etmiştir. An­cak hadiste Hz. Ebû Bekir (r.a.)´in zikredilmesi hatalı olup doğrusu Hz. Ömer (r.a.)´dir. Bu rivayeti Bezzâr taharetle ilgili bölümde (Heysemî, Keş-fü´l-estâr, I, 136) Ebû Ya´lâ da Müsned´mde rivayet etmiştir. Ebû Ya´iâ´nın Nadr b. Mansur isnadıyla nakline göre Ebu´l-Cenûb şöyle anlatmıştır: Hz. Ali (r.a.)´i abdest almak amacıyla su çekerken gördüm ve hemen onun için davrandım. Bunun üzerine o, bunu yapma, çünkü ben de Hz. Ömer (r.a.)´i abdest almak amacıyla su ararken gördüğümde hemen onun için davran­mıştım. O, bunu yapma zira ben Resûlullah (s.a.v.)´i abdest almak amacıy­la su çekerken gördüğümde hemen onun için davrandığımda, "Ömer bunu yapma! Çünkü abdest alırken herhangi bir kimsenin bana yardım etmesini istemiyorum" buyurdu demiştir.[169]

Osman ed-Dârimî, "Nadr b. Mansur > İbn Ebî Ma´şer > Ebu´l-Cenûb" isnadıyla nakledilen hadisi biliyor musun? diye sorduğunu Yahya b. Ma-în´in ise, "bunların hepsi de odun hammalıdır" karşılığını verdiğini söyle­miştir (İbn Hacer, et-Telhîsü´l habîr, 1,97) Bu husustaki başka bir rivayet de İbn Mâce ve Dârekutnî´nin rivayet ettiği İbn Abbas (r.a.) hadisidir. İbn Abbas (r.a.)´in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) abdest alırken herhangi bir kimse­den yardım istemiyordu.[170] Hadisin isnadında bulunan Matar b. Heysem zayıftır.

Konuyla ilgili Şevkânî´nin açıklaması şöyledir: Bu hadislerin tamamın­da abdest alırken su dökmesi için başkasından yardım istenebileceği husu­su işlenmektedir. Bunun mekruh değil caiz olduğunda icmâ bulunmakta-

dır. Burada ihtilaf edilen nokta, abdest azalarını yıkatmak üzere başkasın­dan yardım istenip istenmeyeceği hususudur. (Neylü´l-evtâr, I, 171) Konuyla ilgili Reddü´l-muhtar´dakı (I, 131) bilgi şöyledir: Sonuç itibariyle abdest alırken suyun getirilmesi ve dökülmesi şeklinde yapılacak bir yardımın herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak herhangi bir özrü bulunmadığı halde abdest azalarını başkasının yıkamasını veya meshetmesini istemek mekruh­tur. Bu sebeple et-Tatarhâniyyey de şöyle denilmektedir: Başkasından yar­dım istemesi caiz olsa da abdesti kişinin bizzat kendisinin alması, abdest azalarını kendisinin yıkaması onun adabmdandir.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
29. Abdest Alana Su Dökerek Yardımcı Olmak



Bu başlık altında abdest alan kimseye su dökerek yardım etmenin mek­ruh olmadığı ele alınacaktır.

82. Muğire b. Şu´be (r.a.) anlatmaktadır: Gece yolculuklarından birinde Resûfullah (s.a.v.) ile birlikteydim. Yanında su var mı? diye sordu. "Evet" deyince devesinden indi ve gecenin karanlığında kayboluncaya kadar uzaklaştı. Döndüğünde abdest alması için ibrikteki suyla ona hizmet ettim. Yüzünü yıkadı. Üzerinde yün cübbesi vardı. Kollarını çıkarmaya çalıştı, bu mümkün olmayınca onları cübbenin aşağısından çıkardı ve kollarını yıkadı, başını mesnetti. Ben mestlerini çıkarmak için eğiünce, "Bırak, ben onları abdestli giydim" dedi ve onları meshetti.

Hadisi Müslim (Müslim, "Taharet", 77) rivayet etmiştir.

83. Üsâme b. Zeyd (r.a.) anlatmaktadır: Arafattan inerken Resûlullah (s.a.v.)´in terkisinde idim. Vadiye varınca devesini indirdi ve büyük abdes-tini yapmak için uzaklaştı. Döndüğünde abdest alması için ibrikteki suyla ona hizmet ettim. Abdestini alınca devesine bindi ve Müzdelifeye geldi. Burada akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı. (Müslim, "Hac", 276)

84. Bişr b. Mufaddal > Akîl isnadıyla nakledildiğine göre Rubeyyi´ bint Muavviz şöyle demiştir: Abdest alırken Resûlullah (s.a.v.)´e su döktüm. O (s.a.v.), "Dök!" buyuruyor, ben de döküyordum.

Hadisi Hâkim en-Nîsâbûrî el-Müstedrek´mde, Ebû Müslim el-Keccîde 5w«en´inde rivayet etmişlerdir.[168]

Hadislerin konuya delâletleri açıktır. Bunların dışında konuyla ilgili da­ha başka zayıf hadisler de bulunmaktadır. İbn Hacer bunları et-Telhîsü´l-habîr´dz zikretmiştir. Abdest alana yardım edilmesini yasaklayan zayıf ha­disler de vardır. Bunlardan birinde Hz. Peygamber (s.a.v.), "Abdest alırken başkasının yardımcı olmasını istemem" buyurmuştur. Resûlullah (s.a.v.) bunu kendisine abdest suyu dökmek isteyen Hz. Ömer (r.a.)´e hitaben söy­lemiştir. (Ibn Hacer, et-Telhîsü´l habîr, I, 35) Hadisle ilgili Nevevî Şerhu´l-Mü-hezzeb´&ç. şöyle demektedir: Bu, aslı olmayan bir rivayettir. Mâverdî onu el-HâvVdt farklı şekilde zikretmiştir. Onun zikrettiğine göre Ebû Bekir (r.a.) abdest almak üzere olan Resûlullah (s.a.v.)´in eline su dökmek istemistir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), "Abdest alırken başkasının bana yardımcı olmasından hoşlanmam" buyurmuştur. Fakat ben söz ko­nusu iki hadisi de bulamadım.

Burada biz sözü edilen hadislerle ilgili şu bilgileri vermeliyiz. Mâver-dî´nin zikrettiği hadisi İbn Hacer Fethu´l-bârfdt söz konusu etmiştir. An­cak hadiste Hz. Ebû Bekir (r.a.)´in zikredilmesi hatalı olup doğrusu Hz. Ömer (r.a.)´dir. Bu rivayeti Bezzâr taharetle ilgili bölümde (Heysemî, Keş-fü´l-estâr, I, 136) Ebû Ya´lâ da Müsned´mde rivayet etmiştir. Ebû Ya´iâ´nın Nadr b. Mansur isnadıyla nakline göre Ebu´l-Cenûb şöyle anlatmıştır: Hz. Ali (r.a.)´i abdest almak amacıyla su çekerken gördüm ve hemen onun için davrandım. Bunun üzerine o, bunu yapma, çünkü ben de Hz. Ömer (r.a.)´i abdest almak amacıyla su ararken gördüğümde hemen onun için davran­mıştım. O, bunu yapma zira ben Resûlullah (s.a.v.)´i abdest almak amacıy­la su çekerken gördüğümde hemen onun için davrandığımda, "Ömer bunu yapma! Çünkü abdest alırken herhangi bir kimsenin bana yardım etmesini istemiyorum" buyurdu demiştir.[169]

Osman ed-Dârimî, "Nadr b. Mansur > İbn Ebî Ma´şer > Ebu´l-Cenûb" isnadıyla nakledilen hadisi biliyor musun? diye sorduğunu Yahya b. Ma-în´in ise, "bunların hepsi de odun hammalıdır" karşılığını verdiğini söyle­miştir (İbn Hacer, et-Telhîsü´l habîr, 1,97) Bu husustaki başka bir rivayet de İbn Mâce ve Dârekutnî´nin rivayet ettiği İbn Abbas (r.a.) hadisidir. İbn Abbas (r.a.)´in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) abdest alırken herhangi bir kimse­den yardım istemiyordu.[170] Hadisin isnadında bulunan Matar b. Heysem zayıftır.

Konuyla ilgili Şevkânî´nin açıklaması şöyledir: Bu hadislerin tamamın­da abdest alırken su dökmesi için başkasından yardım istenebileceği husu­su işlenmektedir. Bunun mekruh değil caiz olduğunda icmâ bulunmakta-

dır. Burada ihtilaf edilen nokta, abdest azalarını yıkatmak üzere başkasın­dan yardım istenip istenmeyeceği hususudur. (Neylü´l-evtâr, I, 171) Konuyla ilgili Reddü´l-muhtar´dakı (I, 131) bilgi şöyledir: Sonuç itibariyle abdest alırken suyun getirilmesi ve dökülmesi şeklinde yapılacak bir yardımın herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak herhangi bir özrü bulunmadığı halde abdest azalarını başkasının yıkamasını veya meshetmesini istemek mekruh­tur. Bu sebeple et-Tatarhâniyyey de şöyle denilmektedir: Başkasından yar­dım istemesi caiz olsa da abdesti kişinin bizzat kendisinin alması, abdest azalarını kendisinin yıkaması onun adabmdandir.


30. Abdestten Sonra Okunacak Duâ



85. Ukbe b. Amir´in Hz. Ömer (r.a.)´den naklettiği uzun hadiste Resû-lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Güzel bir şekilde abdesîini aldıktan sonra ´ALLAH´tan başka ilah olmadığına, Muhammed (s.a.v.)´in ALLAH´ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim´ diyen kimseye cennetin sekiz ka­pısı açılır ve oraya istediğinden girer."[171]

86. Enes b. Malik (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Abdest aldıktan sonra Kadir suresini bir defa okuyan sıddîk-lar, iki defa okuyan şehitler üç defa okuyan ise peygamberlerle birlikte haşrolunur."

Hadisi Deylemî rivayet etmiştir. (Kenzü´l-ummâl, V, 72) Suyutî´ye göre is­nadı zayıftır.[172]

87. Sehl b. Sa´d (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Peygamber (s.a.v.)´e salavat getirmeyen kimsenin abdesti ol­maz. "

Hadisi Taberânî Mu´cemü´l-kebîf de rivayet etmiştir.[173]

88. Abdullah b. Mes´ud (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz abdest aldığında besmeleyle başlasın... Ab­desti bitirdiğinde ise ´ALLAH´tan başka ilah olmadığına, Muhammed (s.a.v.)´in ALLAH´ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim´desin ve bana salavat getirsin. Kim bunun derse onun için rahmet kapıları açılır."

Hadisi Beyhakî rivayet etmiştir.[174]

Hadislerin konuya delâletleri açıktır. "Abdestte Besmele Çekmenin Müstehap Olduğu" başlığı altında da zikrettiğimiz üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)´in "abdesti olmaz" şeklindeki beyanı abdestin mükemmel olmaya-cağıyla ilgilidir.


ip.gif
Kayıtlı
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
31. Abdesti Bozan Durumlar


a. İdrar ve Dışkı Yolundan Çıkanlar



89. Safvan b. Assai (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.v.) bize misafir olduğumuz zaman dışkı, idrar ve uyku söz konusu olsa da mestlerimizi üç gün üç gece çıkarmamamızı emrederdi. O (s.a.v.) bu süre içinde mestleri­mizi sadece cünüplük sebebiyle çıkarmamızı emrederdi.

Hadisi Nesâî, Tirmizî ve İbn Huzeyme rivayet etmiştir. Buradaki lafız­lar Tirmizî´ye aittir. Tirmizî ve İbn Huzeyme hadisin sahih olduğunu söy­lemişlerdir.[175] Hadisin konuya delâleti açıktır.


b. Burundan Kan Gelmesi, Ağız Dolusu Kusmak, Vedi, Mezi Ve Akan Kan



90. İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: İdrar yolundan meni, mezi ve ve­di[176] gelir. Mezi ve vedi sebebiyle erkeklik organı yıkanır ve abdest alınır. Meni geldiğinde ise gusül gerekir. (Tahâvî, Âsârü´s-sünen, 1,47)

Şevkânî imâmiyyeden bir kısmı hariç âlimlerin mezinin necis olduğun­da ittifak ettiklerini söylemiştir. {Neylü´l-evtâr, 1,52) Bize göre Hz. Peygam­ber (s.a.v.)´in hadisiyle çelişmediği sürece sahâbî görüşü delildin Söz ko­nusu haberin mezi ve vedinin abdesti bozduğuna delâleti açıktır.

91. Hz. Ali (r.a.) anlatmaktadır: Ben mezisi çok gelen biriydim. Kızıyla evli olduğum için bu durumu Resûlullah (s.a.v.)´e sormaktan utandım. Bu durumu sormasını Mikdad b. Esved (r.a.)´den istedim. O da sordu. Resû-lullah (s.a.v.), "Bu dururmda olan erkeklik organını yıkar ve abdest alır" buyurdu.

Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. Urve´nin Hz. Ali (r.a.)´den naklettiği Ebû Dâvûd rivayeti "erkeklik organını ve hayalarını yıkar" şek­lindedir.[177] Fakat Urve, Hz. Ali (r.a.)´den hadis işitmemiştir. Ancak söz ko­nusu ilave Ubeyde vasıtasıyla Hz. Ali (r.a.)´den Ebû Avâne´nin Sahihimde de rivayet edilmiştir ve isnadı tenkit edilmemiştir. (İbn Hacer, et-TeUıîsü´l-ha-bîr, I, 42)

92. İsmail b. Ayyaş > İbn Cüreyc > İbn Ebî Müleyke > Hz. Aişe (r.an-hâ) i,snadıyla rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kime kusma, burun kanaması veya mezi isabet ederse namazdan ayrılıp abdest alsın sonra da konuşmadan namazına kaldığı yerden devam etsin.”[178]

Aslında Hadis mürseldir. İbn Mâce Haşiye´s´ınde bunun dışında sahih bir isnadla yapılan rivayeti bulunmaktadır.

Hadisle ilgili İbn Hacer´in değerlendirmesi şöyledir: Birçok âlim söz konusu hadisin İsmail b. Ayyaş´ın İbn Cerir el-Hicâzî´den rivayeti sebe­biyle İlletli olduğunu Söylemiştir. (İbn Cerir Hicazlıdır. bk. Şevkânî, NeylU´l-evtâr, i, 183) İsmail b. Ayyaş´ın Hicazlılar´dan rivayeti ise zayıftır. İbn Cüreyc´in ravilerinden hafız seviyesinde olanlar ona muhalefet etmiş ve hadisi İbn Cüreyc > babası isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)´den mürsel olarak riva­yet etmişlerdir. Muhammed b. Yahya ez-Zühlî ve el-lleV´ınde de Dârekut-nî bu isnadın sahih olduğunu söylemişlerdir. Ebû Hatim, İsmail b. Ayyaş rivayetinin hatalı olduğunu ve İbn Maîn´in onu zayıflıkla nitelediğini be­lirtmiştir. İbn Adiy, İsmail b. Ayyaş´ın sözü edilen hadisi biri sözü edildi­ği gibi diğeri İbn Cüreyc > babası > Aişe (r.anhâ) olmak üzere iki farklı is­nadla rivayet ettiğini ve her ikisinin de zayıf olduğunu ifade etmiştir. Ah-med b. Hanbel ise doğrusunun İbn Cüreyc > babası > Hz. Peygamber (s.a.v.) şeklindeki mürsel rivayet olduğunu söylemiştir. (İbn Hacer, et-Telhî-sü´l-habîr, I, 106)

Bize göre mürsel hadisler de delildir. Ayrıca söz konusu mürseii daha sonra zikredilen rivayetler de desteklemektedir. Mürsel rivayetin Dârekut-nî´deki isnadlan şöyledir:

1. Ebû Bekir en-Nîsâbûrî > Muhammed b. Yahya ve İbrahim b. Hani > Ebû Asım > İbn Cüreyc > babası > Hz. Peygamber (s.a.v.)

2. Ebû Bekir en-Nîsâbûrî > Muhammed b. Zeyd b. Tayfur ve İbrahim b. Merzuk > Muhammed b. Abdullah el-bnsârî > İbn Cüreyc > babası > Hz. Peygamber (s.a.v.)

3. Ebû Bekir en-Nîsâbûrî > Ebü´l-Ezher ve Hasan b. Yahya > Abdürrez-zak > İbn Cüreyc > babası > Hz. Peygamber (s.a.v.)

Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Namazda iken kusan, burnu kanayan veya mezisi gelen kimse namazdan ayrılıp abdest alsın sonra da konuşmadan namazına kaldığı yerden devam etsin." Hadi­sin ravisi Ebû Bekir en-Nîsâbûrî, hadisi bize rivayet eden Muhammed b. Yahya´nın, "İbn Cüreyc´ten sahih olarak nakledilen hadis budur ve mürsel­dir" şeklindeki açıklamasını işittim demiştir.[179] Dârekutnî´nin mürsel ola­rak naklettiği diğer bazı isnadlarmda burun kanaması anlamında "er-ruaf´ kelimesi yer almaktadır. Aşığıda zikredileceği üzere Zeylaî bu rivayetin muttasıl olarak da sahih olduğunu söylemiştir.

Aşağıda açıklanacağı üzere hadiste yer alan "kay"´ kelimesi ağız dolu­su kusmak anlamındadır. Hadiste yer alan "ruâf´ kelimesi hakkında Kâ~ mus´ta şöyle denilmektedir: Raafe fiili, nasara, menaa, kerume, anâ ve se-Imia fiillerinin vezinlerinden gelmektedir. "Burnu kanamak" manasına gel-ıekte olup mastarı "ra´f´ ve "ruâf şeklinde gelmektedir. Kelime "kan" ınlamında da kullanılmaktadır. "Semia" vezninde "Raife´d-dem" şeklinde :ullanıldığmda "kan aktı" anlamına gelmektedir. Buna göre "ruâf akan :an manasına tahsis edilemez. Ancak tanınmış doktor Abdülmecid Han´ın [al e bel erinden doktor Muhammed Haşim et-Tehânevî´nin de ifade ettiği lizere kan akıcıdır ve akmaması nadir bir durumdur.

Abdestin bozulması için kusmanın ağız dolusu olması gerektiği hadiste /er alan "kalas" kelimesi sebebiyledir. Kâmus´ta da belirtildiği üzere bir »Örüşe göre "kalas", boğazdan gelen ağız dolusu kusmuk anlamındadır. Di-j;er anlama geleceğine dair ise müçtehid için herhangi bir delil bulunma-ıaktadır. Hadiste "kalas" kelimesinin "kay"´ kelimesine atfedilmesi duru-mnda, Kâmus´ta da belirtildiği üzere ister dışarı çıksın ister çıkmasın cay" kelimesinin "az kusmuk" anlamına geldiğini göstermektedir. Sonuç (ibariyle abdestin bozulması için kusmanın ağız dolusu olması şarttır. Dı-ırı çıkıp çıkmaması ise şart değildir. Söz konusu iki kelimenin anlam far­ını zikretmeden Kâmus´ıa da belirtildiği üzere "ev" umumi olarak atıf edatı veya çeşit bildiren edatı olduğunu ifade ederek sözü edilen kelimenin boğazdan çıkan ağız dolusu veya daha az kusmuk anlamına geldiği söyle­nemez. Zira burada söz konusu edatın umumilik ifadesine ihtiyaç bulun­mamaktadır. Burada öz olarak kusmuğun boğazdan çıktığını ifade eden mutlak bir kelime yeterlidir. Kamus müellifi şöyle demektedir: Hamr, üzüm suyundan elde edilen ve sarhoşluk veren şey "ev/veya" genel anla­mıyla şaraptır. Bazan üzüm suyundan elde edilen için kullanılmakla birlik­te umumi anlamda şarap olarak kullanılması daha doğrudur. Hocamın da ifade ettiği gibi buradaki "ev" edatının kullanımıyla "kalas" kelimesiyle kullanımı arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.

Dârekutnî´nİn Süleyman b. Erkanı > Atâ > İbn Abbas (r.a) isnadıyla naklettiği Hz. Peygamber (s.a.v.)´in "Namazda iken burnu kanayan na­mazdan ayrılıp burnunu yıkasın, abdest alsın, sonra da namazını baştan yeniden kılsın." (Dârekutnî, Sünen, 1,152)[180] buyurduğuna dair hadis, zayıf ol­ması sebebiyle abdest alıp namaza kaldığı yerden devam edilmesini ifade eden hadisle çelişmekte denilemez. Nitekim Dârekutnî, Süleyman b. Er-kam´ın metruk bir ravi olduğunu söylemiştir. Bu hadisin abdest aldıktan sonra konuşulması ile ilgili olduğu veya namazı yeniden kılmanın müste-hap olduğuna delâlet ettiği şeklinde anlaşılması mümkündür.

Ayrıca Kütüb-ü hamse´de bulunan ve İbn Hibbân´ın sahih olarak nitele­diği (İbn Hacer, Bulûğu´t-merâm, I, 32) Ali b. Talk rivayetine göre Hz. Peygam­ber (s.a.v.), Biriniz namazda iken yellenirse (namazdan) ayrılıp abdest al­sın ve namazı iade etsin buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, "Taharet", 81; "Salat", 187; Tirmizî, "Radâ"´, 12; îbn Hibbân, VI,
cool.gif
[181] Tirmizî hadisin hasen olduğunu söy­lemiştir.

93. İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Kişi namazda iken burnu kanar, ku­sar veya mezi gelirse namazdan ayrılıp abdest alsın sonra da konuşmadığı sürece namazını kaldığı yerden tamamlasın. (Abdürrezzak es-Sanânî, el-Musannef, II, 339) Tahâvî isnadının sahih olduğunu söylemiştir. (Âsârü´s-sünen, I, 35)

94. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur: "Biriniz namazda iken kusarsa, burnundan kan gelirse veya abdesîi bozulursa namazdan ayrılıp abdest alsın sonra da namazına kaldığı yerden devam etsin."

Hadisi Dârekutnî rivayet etmiş, İbn Hacer de isnadının hasen oiduğunu söylemiştir.[182]

95. el-Cevherü´n-nakfde zikredildiğine göre İbn Ebî Şeybe, Ali b. Müshİr > Saîd b. Ebû Arûbe > Katâde > Hailas isnadıyla Hz. Ali (r.a.)´in "Namazda iken burnu kanayan veya kusan kimse abdest alsın sonra da ko­nuşmadan namazına kaldığı yerden devam etsin" dediğini rivayet etmiştir.

Haberin isnadı, Sahih´in ravilerinden oluşmaktadır. (İbn Hacer, et-Telhîsü´l-habîr, I, 275)

96. Ebü´d-Derdâ (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) kustuğun­da abdest almıştır. Dımaşk mescidinde Sevbân´la karşılaştığında bu durum kendisine soruldu. O, "Evet doğru söylemiş, abdest alması için suyunu ben tutmuştum" diye cevap verdi. (Tirmizî, "Taharet", 64; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müs-tedrek, I, 326)

Hadisi Tirmizî rivayet etmiş ve, "Hüseyin el-Muallim bu hadiste tedfis yapmıştır. Ancak konuyla ilgili en sahih hadis budur" açıklamasını yapmış­tır. Zeylaî de Hadisi Hâkim en-Nîsâbûrî´nin rivayet ettiğini ve, "eserlerine almadıkları halde Sahihayn´m şartlarını taşımaktadır" açıklamasını yaptığını söylemiştir. (Nasbu´r-râye, I, 22)

97. "Hz. Aişe (r.anhâ)´nm nakline göre Fatıma bint Ebî Hubeyş Hz. Pey­gamber (s.a.v.)´e gelerek, "Ey ALLAH´ın Elçisi sürekli kan gören ve bir tür­lü temizlenemeyen bir kadınım, böyle durumlarda namaz kılmayı bıraka­yım mı?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) "Hayır, çünkü bu hayız değil, da­mardan gelen kandır. Normal hayız günün geldiğinde namazı terkedersin. Hayızın sona erdiğinde akan kam yıka ve namazını kıl" buyurdu. (Buhârî, "Vudu", 63) Hadisin ravisi Hişam b. Urve (r.a.); babam, "Hayız vakti gele­ne kadar her namaz için abdest afif açıklamasını yaptı demiştir.

98. Hz. Aişe (r.anhâ)´nın nakline göre Fatıma bint Ebî Hubeyş (r.anhâ) Hz. Peygamber (s.a.v.)´e gelerek, "Ey ALLAH´ın Elçisi ben sürekli kan gö­ren bir kadınım ve bundan kurtulamıyorum, böyle durumlarda namaz kıl­mayı bırakayım mı?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) "Hayır, çünkü bu ha­yız değil, damardan gelen kandır. Normal hayız günün geldiğinde namazı terkedersin. Hayızın sona erdiğinde akan kanı yıka ve namazını kıl" buyur­du. Ebû Muaviye rivayetinde, "Hayız günü gelinceye kadar her namaz için abdest al" ziyadesi bulunmaktadır.

Hadisi Tirmizî rivayet etmiş ve onu hasen-sahih olarak nitelemiştir.[183]

Hadiste yer alan "Bu damardır" ifadesi hakkında el-Bahr´da (I, 135) şöy­le denilmektedir: Hadiste abdest almasının gerekçesi damardan gelen kan olarak ifade edilmiştir. Bu her kan için geçerlidir. "Her namaz için abdest alınacağına dair açıklama Urve´ye aittir" şeklindeki iddia ihtilaflıdır. Zira bunu ifade etmek üzere "tetevaddau" yerine söz ahenginin gereği doğrul­tusunda Resûlullah (s.a.v.)´in açıklamasına uygun olan "tevaddaî" kelime­sinin kullanılmış olması bunun da Hz. Peygamber (s.a.v.)´e ait olduğuna delâlet etmektedir.

Görüldüğü gibi Tirmizî´nin rivayetinde söz konusu açıklamanın Hz. Peygamber (s.a.v.)´e ait olduğu açıkça ifade edilmektedir. Resâilü´l-er-kan´da (s. 15) şöyle denilmektedir: Damardan kan akması istihaze halindeki kadının abdestinin bozulmasının sebebi olduğu hadisle tesbit edilmiştir. ^Hadisle tesbit edilmiş sebebin bulunduğu her yerde aynı hüküm geçerlidir. Buna göre yaradan akan kan da damar kanıdır ve abdesti bozar. Akmayan kan ise abdesti bozmaz. İrin de kan hükmünde olup akıcı olduğunda abdes­ti bozar. Böylece abdestin bozulması hususunda akıcı kan ile akıcı olmayan kan arasındaki fark anlaşılmış olmaktadır,

Buhârî´nin[184] bir rivayeti şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.v.)´in bulundu­ğu Zatü´r-rika´ gazvesinde bir sahâbî okla yaralanmış, akmakta olan kan­la birlikte rüku ve secdeye giderek namazına devam etmişti. İbn Hacer bu Cabir hadisinin İbn İshak´ın eî-MegâzVsinde muttasıl olarak rivayet ettiği­ni söylemiştir. Buna göre İbn İshak hadisi Sadaka b. Yesar > Akîl b. Ca­bir > babası isnadiyla uzunca rivayet etmiştir. Hadisi İbn İshak tarikiyle ayrıca Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Dârekutnî, İbn Huzeyme, İbn Hib-bân ve Hâkim en-Nîsâbûrî de rivayet etmiştir. İbn Huzeyme ve İbn Hib-bân hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. İbn İshak´ın hocası Sadaka gü­venilir bir ravidir. Akîl b. Cabir´den Sadaka´dan başka rivayette bulunan başka bir ravi bulunduğunu bilmiyorum. Söz konusu hadiste zikredilen olay özetle şöyle meydana gelmiştir: Bir vadiye gelindiğinde Hz. Pey­gamber (s.a.v.), "Bu gece bizim için kim nöbet tutacak? " diye sordu. Mu­hacirlerden bir, Ensardan bir olmak üzere iki kişi vadinin ağzında gece nö­bete kadılar. Nöbeti aralarında sırayla tutmak üzere anlaştılar. Muhacir uyudu, nöbet tutan Ensâr´dan olan ise namaz kılmaya başladı. Bu esnada düşmandan biri gelerek namaz kılan ensarlı zata bir ok attı. Ok isabet etti. Ensâr´dan olan oku çıkarıp atarak namazına devam etti. Düşmanın attığı ikinci ve üçüncü oklarda da aynısını yaparak namazını tamamladı ve arkadaşını uyandırdı. Arkadaşı uyanıp akan kanı görünce, "ilk oku attığında be­ni neden uyandırmadın?" diye hayiflandi.[185] Bu rivayet aslında bizim için bir delildir.

Tirmİzî ve Beyhakî´nin farklı bir isnadla yaptıkları rivayette nöbet tutan Ensâr´dan olan sahâbînin Abbad b. Bişr (r.a.), muhacir olan sahâbînin ise Ammar b, Yasir (r.a.), namazda okunan surenin de Kehf sûresi olduğu kay­dedilmektedir.[186]

Bu görüşe verilecek cevap, hocamın Tâbiu´l-âsâr´da belirttiği üzere bu durumun Resûlullah (s.a.v.)´e ulaşmamış olma ihtimalinin bulunmasıdır. Ancak Avnü´l-ma´bûd´öa (I, 78) Aynî´nin Şerhu´l-Hidâye´sinden yapılan nakle göre hadiste, bu durumun Hz. Peygamber (s.a.v.)´e ulaştığı ve onla­ra hayır dua ettiği ilavesi de bulunmaktadır.. Ayrıca Aynî, "durum kendisi­ne ulaştığında Hz. Peygamber (s.a.v.) ona abdest almasını ve namazını ye­niden kılmasını emretmemiştir" şeklinde açıklama da yapmıştır. Vebali ona! Biz söz konusu kaynaklarda sözü edilen ilaveyi bulabilmiş değiliz. Burada bir yanlışlığın bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Aynî´nin sözü edilen şerhinin Hind baskıları önemli ölçüde hatalar içermektedir. Biz, bu baskılarda yer alan söz konusu ilaveye de güvenilemeyeceği kanaatinde­yiz.

Dârekutnî´nin Enes b. Malik (r.a.)´ten rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) hacamat yaptırdıktan sonra abdest almadan namaz kılmıştır. (Dâre­kutnî, Sünen, 1,15I)[187] Bu, kan akmasına rağmen hacamatın abdesti bozmadı-gına delâlet etmektedir. Buna cevabımız şöyle olacaktır. Bir kere bazan ha­camatta kan akmadığı söz konusu olabilmektedir. İhtimalin bulunduğu hu­sus ise delil olarak kullanılamaz. Ayrıca İbn Hacer´in de belirttiği üzere Dârekutnî hadisin zayıf olduğunu da ifade etmiştir. Bu durumda sözü edi­len hadis delil olarak kullanılamaz. Dârekutnî, sözü edilen haberi "Hz. Peygamber (s.a.v.) hacamat yaptırdıktan sonra abdest almadan namaz kıl­mış, hacamat aletlerini yıkamadan başka bir şey yapmamıştır"[188] şeklinde­ki rivayetinde isabet etmiştir. Zira İbn Ebî´l-İşrîn hadisi Hz. Peygamber (s.a.v.)´e nispet etmiş, Evzâî´den rivayetinde Ebü´l-Muğîre ise mevkuf olarak rivayet etmiştir. Doğrusu da mevkuf olarak nakledilendir.

 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İmam Züfer, "kusmanın azı da çoğu da eşittir ve akma şartı da bulun­mamaktadır" demiştir. Yukarıda zikrettiklerimiz, bunun doğru olmadığını ortaya koymaktadır.

Merğinânî Hz. Peygamber (s.a.v.)´in kusma sebebiyle abdest almadığı­nın rivayet edildiğini zikretmiştir.[189] Zeylaî ise bu rivayetin son derece ga-rib olduğunu söylemiştir. (Zeylaî, Nasbu´r-râye, I, 21)

99. Ma´mer´in nakline göre Ubeydullah b. Ömer şöyle anlatmıştır: Sa­lim b. Abdullah´ı sabah namazını kılarken gördüm. Bir rekât kıldığında bur­nu kanayınca çıktı, abdest aldı ve namazına kaldığı yerden devam etti.

Haberi İbn Ebî Şeybe el-Musannefindt rivayet etmiş, İbnü´t-Türkmâ­nî de sahih olduğunu söylemiştir. (el-Cevherü´n-naki, 1,39)

100. Namazda iken burnu kanayan Saîd b. Müseyyeb (r.a.)´in Hz. Pey­gamber (s.a.v.)´in hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ)´nın evine gelerek abdest aldığı sonra da konuşmadan namazına kaldığı yerden devam ettiği rivayet edilmiştir.

101. Tavus´un, "Namazda iken burnu kanayan kimse namazdan ayrılıp abdest alsın sonra da namazına kaldığı yerden devam etsin" dediği rivayet edilmiştir.

102. Hasan-ı Basrî´nin akıcı kanın abdesti bozduğu görüşünde olduğu rivayet edilmiştir.

İbnü´t-Türkmânî el-Cevherü´n-nakVde bu rivayetlerin üçünün de isnadınm sahih olduğunu söylemiş ve konuyla ilgili tbn Abdilberr´in şöyle de­diğini nakletmiştir. İbn Ömer (r.a.)´nın burun kanamasından dolayı abdes-tin bozulduğu görüşünde olduğu bilinmektedir, vücudun herhangi bir ye­rinden akan kan da aynı şekilde abdesti bozar. Hz. Ali (r.a.) ve İbn Mes´ud (r.a.)´in da bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir.

103. Ma´mer´in Eyyüb vasıtasıyla nakline göre kan tüküren kimse hak­kında İbn Şîrîn, "Tükürükte kan hakimse abdesti bozar" demiştir. (Abdür-rezzak es-San´ânî, el-Musannef, I, 146)

İbnü´t-Türkmânî Abdürrezzak´m rivayet ettiği bu haberin sahih olduğu­nu söylemiştir. (el-Cevherü´n-naki, 1,40)

Söz konusu haberlerin konuya delâleti açıktır. İbn Abdilberr´in el-İstiz-to´daki açıklaması şöyledir: îbn Ömer (r.a.)´nm burun kanamasından do­layı abdestin bozulduğu görüşünde olduğu bilinmektedir. Burundan kan akması abdesti bozan hususlardan biridir. Vücudun herhangi bir yerinden akan kan da aynı şekilde abdesti bozar. Abdürrezzak´m Ma´mer>Zührî> Salim isnadıyla nakline göre îbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Namazda iken burnu kanayan, kusan veya mezisi gelen kimse namazdan ayrılıp abdest al­sın sonra da konuşmadan namazına kaldığı yerden devam etsin. (Abdürrez-zak es-San´ânî, el-Musannef, II, 339)

İbn Abdilber sözlerine şöyle devam etmektedir: İbn Ömer (r.a.)´mn ab­desti gerektirdiğine dair icmâ olan mezi ile birlikte kusma ve burun kana­masını zikretmiş olması onun bu konudaki görüşünü açıklayıcı olmaktadır. Benzeri görüş Hz. Ali (r.a.), İbn Mes´ud (r.a.), Alkame, Esved, Şa´bî, Ur-ve, İbrahim en-Nehaî, Katâde, Hakem ve Hammad´dan da rivayet edilmiş­tir. Bu âlimlerin hepsi burun kanaması ve vücuttan akan her türlü kanın ab­desti bozduğu görüşündedirler. Ebû Hanife (r.a.) ve taraftarları, Süfyan es-Sevrî, Hasan b. Yahya, Abdullah b. Hasan, Evzâî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye de burun kanaması ve vücuttan çıkan her türlü pisliğin abdesti bozduğu kanaatindedirler. Bunlara göre vücuttan çıkan pis sıvı (kan, irin...) az miktarda ve akıcı değilse abdesti bozmaz. (Ayrıca bk. İbnü´t-Türkmânî, el-Cevherü´n-naki, \, 40)

Mezhebimizin kanın abdesti bozduğuna dair bir delili de İbn Mâce´nin rivayet ettiği hadistir. İbn Mâce´nin İsmail b. Ayyaş > İbn Cüreyc > İbn Ebû Müleyke > Aişe (r.anhâ) isnadıyla nakline göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kime kusma, burun kanaması veya mezi isabet ederse namazdan ayrılıp abdest alsın sonra da konuşmadan namazına kaldığı yerden devam etsin." (İbn Mâce, "İkâme", 137)[190] Söz konusu rivayeti İsmail b.Ayyaş´m İbn Cerir el-Hicâzî´den rivayeti sebebiyle illetli olduğunu söy­lemiştir, îbn Cerir Hicazlıdır. (Şevkânî,Neylü´l-evtâr, 1,183) İsmail b. Ayyaş´m Hicazhlar´dan rivayeti ise zayıftır. İbn Cüreyc´in ravilerinden hafız seviye­sinde olanlar ona muhalefet etmiş ve hadisi İbn Cüreyc > babası isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)´den miirsel olarak rivayet etmişlerdir. Muhammed b. Yahya ez-Zühlî ve el-îleV\nfe de Dârekutnî bu isnadın sahih olduğunu söylemişlerdir. Ebû Hatim, İsmail b. Ayyaş rivayetinin hatalı olduğunu ve İbn Maîn´in onu zayıflıkla nitelediğini belirtmiştir. İbn Adiy, İsmail b. Ay-yaş´ın sözü edilen hadisi biri sözü edildiği gibi, diğeri İbn Cüreyc > baba­sı > Aişe (r.anhâ) olmak üzere iki farklı isnadla rivayet ettiğini ve her iki­sinin de zayıf olduğunu ifade etmiştir. Ahmed b. Hanbel ise doğrusunun İbn Cüreyc > babası > Hz. Peygamber (s.a.v.) şeklindeki mürsel rivayet ol­duğunu söylemiştir. (İbn Hacer, et-Telhîsü´l-habîr, I, 106)

Zeylaî hadisle ilgili bu eleştirilere, "İsmail b. Ayyaş isnada Hz. Aişe (r.anhâ)´yı göre İbn Maîn İsmail b. Ayyaş´ın güvenilir olduğunu söylemiş­tir, ilave etmiştir. İbn Maîn, İsmail b. Ayyaş´ın güvenilir olduğunu söyle­miştir. Güvenilir ravinin ziyadesi ise makbuldür" şeklinde cevap vermiş­tir. (Nasbu´r-râye, 1,22) Bu açıklamaya iki gerekçe ileri sürülerek itiraz edile­bilir. Birincisi İbn Maîn hadisin zayıf olduğunu söylediğine göre İsmail b. Ayyaş hakkındaki güvenilirliği ile ilgili açıklamasının önemi bulunmamak­tadır. Nitekim ehli tarafından bilindiği üzere bazan ravisi güvenilir olduğu halde başka sebeplerden dolayı hadis zayıf olabilmektedir. İkincisi ise îbn Maîn´in İsmail b. Ayyaş´ı Hicazhlar ve Şamlılar´dan yaptığı rivayetleri de­lil olarak kullandığı kabul edilse bile hem mürsel hem de merfu nakledilen rivayette herhangi bir gerekçeyle mürseli öne alma imkânı bulunmadığı za­man merfu olan tercih edilir. Burada ise durum böyle olmamıştır. Mürsel olarak rivayet edenler çoğunlukta ve üstelik onlar hadis hafızıdırlar. İsma­il b. Ayyaş da bazı rivayetlerinde onlara muvafakat etmiştir. Bu tür rivaye­ti diğerlerine tercih edilir.

"İbn Maîn hadisin zayıf olduğunu söylediğine göre İsmail b. Ayyaş hak­kındaki güvenilirliği ile ilgili açıklamasının önemi bulunmamaktadır. Nite­kim ehli tarafından bilindiği üzere bazan ravisi güvenilir olduğu halde baş­ka sebeplerden dolayı hadis zayıf olabilmektedir" şeklindeki itiraza Suyutî´nin hadis hafızı ve münekkidi olarak nitelediği (Suyutî, Hüsnü´l-muhâdara, i, 151) Zeylaî cevap vererek şöyle demiştir: İbn Maîn´in bu hadisi zayıf say­masının sebebi bazılarının şaz hadis tarifine uygun tarzda diğer ravilerden farklı bir şekilde merfû rivayet etmesi sebebiyle olmalıdır. Tedrîbü´r~ra-vf de Ebû Ya´lâ el-Halîlî´nin şaz hadisle ilgili şöyle dediği nakledilmekte­dir: Hadis hafızlarına göre şaz, sika ya da başkası ravinin rivayetinde tek kaldığı hadistir. Bu tanımda rivayette muhalefet aranmamış, şaz olması için mutlak teferrüd yeterli görülmüştür. Hâkim en-Nîsâbûrî de şaz hadisi, kendisini destekleyecek başka bir rivayetin bulunmaması tarzında sika ra­vinin tek kaldığı hadis olarak tanımlamıştır. Buna göre muttasıl ve merfû olan Hz. Aişe (r.anhâ) hadisi şaz olmaktadır. Zira onun merfû olduğu hu­susunda İsmail b. Ayyaş tek kalmıştır. İbn Maîn de bu sebeple hadisin za­yıf olduğunu söylemiştir. Halbuki yukarıda ifade edildiği üzere îbn Hacer de Muhammed b. Yahya ez-Zühlî, Dârekutnî ve Ebû HâtinVin hadisin mürsei rivayetini sahih kabul ettiklerini söylemiştir. Bu durumda İbn Ma­în´in hadisi zayıf olarak nitelediği nasıl ileri sürülebilir? Sonuç itibariyle Zeylaî´ye Muhakkik âlimlere göre ise reddini gerektiren çoğunluğa muha­lefet söz konusu değilse güvenilir ravinin ziyadesi makbuldür. Burada da durum böyledir. Bilindiği gibi merfû rivayetin mürseî ile çeliştiği düşünül­mez ve tercih edilir. Ayrıca bu rivayet doğru tanımıyla şaz hadis de değil­dir. Zira Suyutî´nin Tedribü´r-ravf&e zikrettiği üzere Ebû Ya´lâ el-Halîlî ve Hâkim en-Nîsâbûrî´nin şaz hadisi, çoğunluğun rivayetine aykırı olsun veya olmasın güvenilir ravinin tek kaldığı hadis şeklinde tanımlamaları isa­betli değildir. Sonuç itibariyle hadis hafızlarının çoğu gibi İbn Maîn hadisi şaz kabul ettiği için zayıf olduğu görüşüne varmıştır.. Zeylaî ise muhaddis-lerin de benimsediği üzere şaz olmadığı görüşüne katılarak sahih olduğu­nu kabul etmiştir.

İbn Hacer´in hadiste ziyade ile ilgili açıklaması şöyledir: Ziyadenin bu­lunmadığı rivayetle çelişmeyen ziyadeli rivayet makbuldür. Ziyadenin bu­lunmadığı rivayetle çeliştiğinde ziyadeli rivayetin kabulü diğerinin reddini gerektiriyorsa tercih esasları dikkate alınarak ikisi arasında tercih yapılır. Tercih edilen alınıp diğeri reddedilir. (Şerhu´n-Nuhbe, s. 37) Bize göre merfû muttasıl rivayetle mevkuf mürsel arasında sözü edilen şekilde bir çelişki­den bahsedilemez. Bu durumda incelediğimiz hadisteki ziyade kabulü ge­rekli olan sika bir ravinin ziyadesidir. Bununla birlikte bu konuda muhad-disler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Buna göre güvenilir ravilerden bir kısmı hadisi mürsel bir kısmı muttasıl veya bir kısmı mevkuf bir kısmı merfû ya da bazan muttasıl bazan merfû veya bazan mürsel bazan mevkuf ri­vayet etmesi durumunda muhaddislerin farklı yaklaşımları söz konusudur. Böyle bir durumda muhaddislerin bir kısmına göre mürsel ve mevkuf riva­yet tercih edilmelidir. Hatib el-Bağdâdî bunun muhaddislerin çoğunun gö­rüşü olduğunu ifade etmiştir. Muhaddislerden bir kısmı da bu durumda ço­ğunluğun rivayetinin tercih edileceğini benimsemişlerdir. Bir kısım mu-haddise göre ise hıfzı daha sağlam olan ravinin rivayeti tercih edilmelidir. Buna göre başkalarının merfû ve muttasıl rivayetini hıfzı daha sağlam olan ravinin mürsel veya mevkuf olarak rivayet etmesi onun adaletine herhan­gi bir zarar vermez. Başkalarının mürsel rivayetini muttasıl veya mevkuf rivayetini merfû olarak nakletmesinin hıfzı daha sağlam olan ravinin ada­letine zarar vereceği de söylenmiştir. (Suyutî, Tedrîbü´r-ravi, s. 77)

Muhtemelen Zeylaî, tbn Maîn´in sözü edilen görüşlerden birini tercih ettiğini ve İsmail b. Ayyaş´ın rivayetini buna göre zayıf olarak kabul etti­ğini bilmektedir. Ancak o isabet etmemiştir. Çünkü muhaddisler, fakihler ve usulcülere göre söz konusu durumda hıfzı kendi denginde ya da daha sağlam olanın veya çoğunluğun rivayetine aykırı da olsa muttasıl merfû ri­vayet tercih edilir. Zira bu güvenilir ravinin ziyadesidir ve makbuldür. (Su­yutî, Tedrîbü´r-ravi, s. 76)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nevevî´nin Müslim Şerhi´nm girişinde yaptığı konuyla ilgili açıklaması şöyledir: Güvenilir ravilerden bir kısmı muttasıl diğerleri mürsel veya bir kısmı mevkuf diğerleri merfû rivayet eder ya da güvenilir ravi hadisi bazen muttasıl bazen merfû veya bazen mürsel bazen mevkuf nakledebilir. Bu durumda Hatib el-Bağdâdî, muhakkik muhaddisler, fakihler ve usulcülerin benimsediği doğru olan görüşe göre, hıfzı kendi ayarında yahut daha sağ­lam olanın veya çoğunluğun rivayetine aykırı da olsa muttasıl merfû riva­yet tercih edilir. Zira bu güvenilir ravinin ziyadesidir ve makbuldür. (Şerhu Sahihi Müslim, I, 16)

Nevevî´nin konuyla ilgili "Gece Namazı" başlığı altındaki açıklaması da şöyledir: Hadis hem merfû hem mevkuf veya hem muttasıl hem mürsei ri­vayet edildiğinde doğru olan görüş, fakihlerin, usulcülerin ve muhakkik muhaddislerin benimsediğidir. Buna göre ravi sayısı ve hıfz bakımından da­ha sağlam veya zayıf olmaları dikkate alınmadan tercih edilecek rivayet merfû ve muttasıl olandır. Zira buradaki ziyade güvenilir raviye aittir. (Şer­hu Sahth-i Müslim, 1,256) Bu durumda Zeylaî´nin söz konusu rivayetin merfû olduğuna dair gayreti, az bir grup muhaddisin muhalefetine rağmen muhakkık âlimlerin görüşüne uygun ve doğrudur.

Böylece yukarıda zikredilen ikinci itiraza da cevap verilmiş olmaktadır. Zira hem mürsel hem de merfu nakledilen rivayette herhangi bir gerekçey­le mürseli öne alma imkânı bulunmadığı zaman merfu olan tercih edilir. Burada ise durum böyle olmamıştır. Mürsel olarak rivayet edenler çoğun­lukta ve hadis hafızıdırlar, Nevevî´nin "muttasıl rivayet eden güvenilir ise, mürsel olarak nakledenler çoğunlukta ve hıfz bakımından da daha iyi olsa­lar bile muttasıl rivayet tercih edilir" şeklindeki açıklaması yukarıda zikre­dilmişti. Ancak doğru olan, hıfz ve sayı bakımından az veya çok olduğuna bakılmaksızın merfû muttasılın tercih edilmesidir.

"İsmail b. Ayyaş mürsel rivayette bir kez çoğunluğa muvafakat etmiştir. Bu durumda çoğunluğun rivayeti tercih edilmelidir" denilebilir. Bize göre bu, rivayetle ilgili herhangi bir şekilde etkili olmaz. Nitekim İbnü´t-Türk-mânî şöyle demiştir: Dârekutnî´nin Muhammed b. Mübarek > İbn Ayyaş > Abdülaziz b. Cüreyc > babası isnadıyla nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), ´´Namazda iken kusan kimse..." buyurmuştur. İbn Cüreyc, "İbn Ebî Müleyke, Hz. Aişe (r.anhâ) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)´den benzeri­ni nakletti" demiştir. Dârekutnî, Muhammed b. Sabbah vasıtasıyla da mut­tasıl olarak nakletmiş ve "İbn Ayyaş her iki isnadla da aynısını rivayet etti" demiştir. Rebi´ b. Nafi´ ve Davud b. Reşîd de îbn Ayyaş´tan sözü edilen iki isnadla rivayet etmişlerdir. İbn Ayyaş´ın mürsel ve muttasıl rivayetleri bir araya getirmesi hata değildir. Zira güvenilir ravilerin mevkuf rivayetlerini merfû olarak nakletseydi, yanıldığı söylenebilirdi. Halbuki İbn Ayyaş mür-se! rivayette güvenilir ravilerle ittifak etmiş ayrıca onlardan fazla olarak merfû olarak da rivayette bulunmuştur. Bu ise onun rivayetteki sağlamlığı­na ve hıfzına delâlet etmektedir. (İbnü´t-Türkmânî, el-Cevherü´n-naki, I, 39)

"İsmail b. Ayyaş Şamlılardan rivayette güvenilir, Hicazlılardan rivayet­te ise böyle değildir" denilebilir. Ancak bize göre Zeylaî hadisin sahih ol­duğunu tespitte İbn Ayyaş´ın belirli rivayetlerinde değil mutlak olarak gü­venilir olduğunu belirten âlimlerin görüşlerini esas almış ve "el-Cevhe-rü´n-nakVde zikredildiğine göre İbn Ayyaş´ın güvenilir olduğunu başta ibn Maîn olmak üzere diğer âlimler de söylemiştir. Nitekim Ya´kub b. Süf-yan onun güvenilirliğini "sika-adl" lafızlarıyla, Yezid b. Harun da "Hafıza­sı ondan daha sağlamını görmedim" diyerek ifade etmişlerdir" demiştir. İbn Ayyaş´ın mutlak olarak güvenilir olması sebebiyle Zeylaî´nin bu görü­şü reddedilmesi mümkün olmayan bir gerçektir.

Beyhakî´nin nakline göre İmam Şafiî sözü edilen hadis başta olmak üzere konuyla ilgili İbn Ömer (r.a.) ve diğer rivayetlerde, zikredilen abdest almayı bazı uzuvların yıkanacağı şeklinde yorumlamıştır. Ancak bize göre İbn Mâce´de bulunan İbn Ayyaş´ın merfû rivayeti (İbn Mâce,"İkâme", 137)[191] ile Abdürrezzak´ın İbn Ömer (r.a.)´dan rivayeti (Abdürrezzak cs-San´ânî, el-Musannef, II, 339) buna engeldir. Bu rivayetlerde abdesti bozanlar olarak bu­run kanamasıyla birlikte mezi de zikredilmektedir. Mezinin abdesti bozdu­ğu ve bazı uzuvların yıkanmasının yeterli olmadığı hususunda icmâ bulun­maktadır. Aksini savunanlar görüşlerine delil olarak Buhârî´nin rivayet et­tiği Ensâr´dan olan sahâbî olayını zikretmektedir. Buna göre sözü edilen sahâbî namaz kılarken okla yaralandığında akan kanı ile namazına devam etmiştir. Bu görüşü benimseyen İmam Şafiî ve taraftarlarının bu görüşüne Aynî cevap vermiştir. Ona göre bu hadis problemlidir. Zira kan aktığında kişinin bedenine hatta elbisesine bulaşır. Şafıîlere göre de az da olsa üze­rine kan bulaştığında kişinin namazı bozulur. "Kan yaradan fışkırdıgı için bedenine bulaşmamıştır" diyebilirler. Ancak böyle bir iddia son derece ba­sit olur. Zira böyle bir şeyin olması mümkün değildir. Bize göre ayrıca söz konusu hadise herkesi ilgilendirmeyen şahsa özel bir olaydır. O bir sahâ-bînin fiilidir. Muhtemelen o bu davranışının hükmünü de bilmiyordu. Zik­rettiğimiz rivayetler ise bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.)´in sözlü açıklamala­rı olup esas alınmaları gerekir.

Şafiîlerin delilerinden biri de Buhârî´nin muallak olarak rivayet etti­ği[192] Hasan-ı Basrî´nin, "Yaralı olmalarına rağmen müslümanlar namazlarina devam ede gelmişlerdir" açıklamasıdır. Bize göre bu açıklama görüşü­müze zarar vermez. Çünkü bize göre yaranın kanı dinmiyorsa sahibi özür­lü kabu! edilerek bu durumu namaza engel olmaz. Özürlünün abdestini akan kan değil vaktin çıkması bozar. Ayrıca Hasan-ı Basrî´nin açıklamasın­da müslümanlarm kan akarken namazlarına devam ettiklerine dair herhan­gi bir ifade de bulunmamaktadır. Belki de onlar yaraları bağlı iken namaz­larına devam etmişlerdir. Bu durumda da sadece kan çıkmasıyla namazları bozulmamıştır. Zira abdestin bozulabilmesi için kanın akıcı olması gerek­mektedir. Üstelik akmayan kan sebebiyle abdestin bozulmadığına, sadece kanın bulunduğu yerin yıkanmasının yeteni olacağına dair Hasan-ı Bas­rî´nin açıklamasını yukarıda sahih bir isnadla nakletmiştik. (Ayrıca bk. İbn Ha-cer, Fethu´l-bârî, \, 246) Konuyla ilgili hadisin anlamı açık olduğu için karşı görüşü benimseyenler ravileri hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Delil olarak zikrettikleri Buhârî´nin sözü geçen muallak rivayeti ise anlam açısından açık olmayıp farklı şekillerde yorumlanabilmektedir.

Kullandıkları bir başka delil de İbn Ömer (r.a.)´nın sivilcesini sıktığında kan çıkmasına rağmen abdest almadığına dair Buhârî´nin muallak rivayeti­dir.[193] Bize göre İbn Ömer (r.a.)´nın sivilcesini sıktığında akmayan az bir kan çıkması da muhtemeldir. İbn Ebî Şeybe´nin sahih bir isnadla nakletti­ği haber de bunu desteklemektedir. İbn Ebî Şeybe (r.a.)´in Abdülvehhab > Süleyman et-Teymî isnadıyla nakline göre Bekir şöyle anlatmıştır: İbn Ömer (r.a.)´yı yüzündeki sivilceyi sıkarken gördüm. Bir miktar kan çıkmış­tı. Onu parmaklarıyla sildi sonra da namazını kıldı. Bu haber, Umdetü´l-kâ-7-f´de (1,797) de nakledilmektedir. Haberde yer alan "bir miktar kan" ifade­si bizim görüşümüzü desteklemektedir. Ayrıca söz konusu hadise de her­kesi ilgilendirmeyen şahsa özel bir olay olup farklı şekillerde yorumlana­bilir. İbn Ömer (r.a.) ile ilgili daha önce zikrettiğimiz sözdür, ona genel bir hüküm verilir. Burada sözü edilen ise fiildir. Söz fiile tercih edilir. Bu ha­berle ilgili Aynî´nin cevabî açıklaması ise şöyledir: Bu haber Hanefîler için delildir. Zira temel kaynaklarında zikredildiği üzere onlara göre sıkmak su­retiyle çıkarılan kan abdesti bozmaz. Abdesti bozan kan çıkarılan değil, çı­kandır. Burada çıkarılan kandan kastedilen kendi haline bırakılsaydı akma­yacak olan kandır.

Kullandıkları bir başka delil de İbn Ebî Evfâ (r.a.)´in kan tükürmesine rağmen namazına devam ettiğine dair Buhârî´nin muallak rivayetidir.[194] Haberle ilgili Aynî´nin açıklaması şöyledir: Bu, onların lehine bizim ise aleyhimize bir delil değildir. Zira haberde sözü edilen kanın karın boşlu­ğundan gelmiş olması ihtimali vardır ve bu durumda ağız dolusu olmadık­ça zaten abdesti bozmaz. Kanın ağız dolusu olduğuna dair haberde herhan­gi bir bilgi bulunmamaktadır. Eğer kan dişlerinden akmakta ise bu durum­da da kan veya tükürüğün çokluğu ölçü olmaktadır. Bu konuda ravinin her­hangi bir açıklamasının bulunmaması, haberin delil olamayacağı anlamına gelmektedir. (Umdetü´l-kârt, I, 798)

Kullandıkları bir başka delil de hacamat yaptıran kimsenin sadece kan alma âletlerinin yıkamasının yeterli olacağına dair İbn Ömer (r.a.) ve Ha-san-ı Basrî´nin yaptığı açıklamayla ilgili Buhârî´nin muallak rivayetidir.[195] Bize göre bu haberin metni problemlidir. Nitekim İbn Ebî Şeybe ve İmam Şafiî söz konusu haberi "İbn Ömer (r.a.) kan aldırdığında âletleri yıkardı" şeklinde rivayet etmişlerdir. Hasan-ı Basrî ile ilgili haberi İbn Ebî Şeybe muttasıl olarak rivayet etmiştir. Buna göre, "kan aldıranın yapması gereken nedir?" şeklindeki soruya Hasan-ı Basrî, "âletlerin iz bıraktığı yerleri yıka-masidır" diye cevap vermiştir. İbn Hacer´in nakli de böyledir. (Fethu´l-bârî, 1,246) Sözü edilen haberle ilgili Buhârî ravileri arasında ihtilaf bulunmak­tadır. Buhârî ravilerinden Müstemlî metinde "illâ/sadece" lafzını zikreder­ken başta Küşmîhenî olmak üzere diğer ravilerin rivayetlerinde onun ye­rine "ğayr/başka" lafzı bulunmaktadır. Bu bilgi Aynî´de de yer almaktadır.

(Umdetü´l-kârî, I, 798) Bu durumda Buhârî´nin söz konusu muallak rivayeti delil olmaya elverişli değildir.

İbn Ebî Şeybe ve İmam Şafiî´nin rivayet ettiği İbn Ömer (r.a.) ayrı ile ilgili haberde ise abdestin bozulduğuna dair herhangi bir açıklama bulun­mamaktadır. Hasan-ı Basrî ile ilgili İbn Ebî Şeybe´nin rivayet ettiği haber­de de abdestin bozulduğu hakkında bir açıklama yoktur. Böyle bir sonuç ancak mefhumu muhalifle elde edilebilir. Bize göre mefhum delil değildir. Kaldı ki kan aldırma, her zaman kanın akışını gerektirmez. Eğer Müstem-lî´nin rivayet ettiği "illâ"lı lafzın sıhhati kabul edilirse o takdirde bu ibare­de, akıcı kanın çıkışı sebebiyle abdestin bozulmayacağına dair bir delalet bulunmaz. Aksine bu rivayet, daha önce İbn Ömer (r.a.) ve Hasan-ı Bas-rî´den naklettiğimiz "kanın akıcı olması abdesti bozar" şeklindeki görüşü­ne aykırı olmaması için çıktığı yerde kalan kana yorulması gerekir. Yahut İbn Ömer (r.a.) ve Hasan-ı Basrî´nin, "sadece bıçak vurulan yerleri yıka­ması gerekir" tarzındaki açıklamaları "bu sebeple bütün vücudun yıkanma­sı gerekmez" şeklinde de anlaşılabilir. Nitekim bazı sahâbîler "Boy abdes­ti Cuma, cünüplük, kan aldırma ve Ölü yıkama olmak üzere dört sebeple alınır" hadisinden hareketle kan aldırdıktan sonra boy abdesti alınması ge­rektiği görüşündeydiler. Bu hadisi Ahmed b. Hanbel ve Dârekutnî İbnü´z-Zübeyr > Hz. Aişe (r.anhâ) isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)´den naklet-mislerdir[196] Bu durumda "İbn Ömer (r.a.) ve Hasan-ı Basrî, bu sözleriyle kan aldırma sebebiyle abdestin gerekli olmadığını değii, gusiün gerekme­diğini belirtmek istemişlerdir" denir. Bu izahı da değerli dost Sehârenfûrî yapmıştır. (Sehârenfûrî, Bezlü´l-mechûd, I, 122) Yukarıda Aynî benzeri görüşle­re cevap vermişti. Ona göre abdesti çıkarılan kan değil çıkan kan bozmak­tadır.

104. Ahmed b. Ferec > Bakıyye > Şu´be > Muhammed b. Süleyman b. Asım b. Ömer b. Hattab > Abdurrahman b. Eban b. Osman b. Affan > Zeyd b. Sabit (r.a.e.) isnadıyla nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Akan her kan sebebiyle abdest bozulur" buyurmuştur.[197]

Hadisi İbn Adiy el-Kâmil isimli eserinde Ahmed b. Ferec´in tercerne-sinde nakletmiş ve "Bu hadisi sadece Ahmed b. Ferec vasıtasıyla bilmek­teyiz. O, hadisi delil olarak kullanılan ravilerden değildir. Ancak hadisleri yazılabilir. Zayıf olmasına rağmen insanlar onun hadisini almışlardır" açık­lamasını yapmıştır. Zeylaî´nin nakline göre İbn Ebî Hatim de el-İlel´ınde, "Ahmed b. Ferec´ten hadis yazdık, bize göre o doğru olduğu söylenebile­cek bir ravidir" demiştir. (Nasbu´r-râye, i, 21) Bize göre o, hasen hadis ravi-lerindendir. İsnaddaki diğer raviler ise güvenilirdir. İsnadda yer alan Bakıyye´nin tedlis yapmaktan başka bir kusuru yoktur. Burada ise hadisi Şu´be´den işittiğini açıkça ifade etmiştir. Muhammed b. Süleyman da gü­venilir bir ravidir. Zira ondan rivayette bulunan Şu´be sadece güvenilir ra­vilerden rivayette bulunmaktadır. İbn Hacer´in de belirttiği gibi Abdurrah-man b. Ebân da güvenilir bir ravidir ve rivayetleri Kütüb-i erbaa´da yer al­maktadır. (Takrîb, s. 118) Buna göre Hadis hasendir.

105. Yezid b. Halid > Yezid b. Muhammed > Ömer b. Abdülaziz > Te­mim ed-Dârî (r.a.) isnadıyia nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Akan her kan sebebiyle abdest bozulur" buyurmuştur.

Zeylaî´nin belirttiğine göre hadisi Dârekutnî Sünen´inde rivayet etmiş­tir. Ayrıca o, "Ömer b. Abdülaziz, Temim ed-Dârî´yi görmemiş ve ondan hadis işitmemiştir. Yezid b. Halid ve Yezid b. Muhammed de meçhul iki ravidir" demiştir. (Zeylaî, Nasbu´r-râye, I, 121) es-Siâye´dt belirtildiğine göre Yezid b. Halid ve Yezid b. Muhammed hakkında ihtilaf edilmiştir. Zehe-bî´nin el-Kâşif inde zikredildiği üzere bazıları onların güvenilir olduğunu söylemişlerdir. Bize göre bu önceki rivayeti desteklemektedir. Dârekut-nî´nin sözü edilen ravilerin meçhul olduklarına dair açıklamaları başkaları­nın güvenilir olduklarını ifade etmeleriyle ortadan kalkmaktadır. Zira meç­hul olan ravinin güvenilir olduğu söylenemez. Ömer b. Abdülaziz´in Te­mim ed-Dârî´den hadis işitmemesi ise bizim görüşümüzü etkilemez. Zira ikinci ve üçüncü asırlarda isnaddaki kopukluk bize göre hadisin sıhhatini etkileyecek bir kusur değildir. Özellikle Ömer b. Abdülaziz gibilerinin yaptığı mürsel rivayetler kusur olarak kabul edilemez.

Ahmed b. Ferec ve Yezid b. Halid rivayetlerinin konuya delâletleri açık­tır. Ahmed b. Ferec rivayeti Dârekutnî´ye göre zayıftır. İsnadında kopukluk bulunsa da daha önceki rivayet ve haberler tarafından desteklendiği için bi­ze göre hasen seviyesindedir. Konuyla ilgili Dârekutnî´nin Sünen´inds al­tı hadis daha zikredilmektedir. Ancak hepsinin isnadı da zayıftır. İsnadların bir kısmında metruk raviler bulunmaktadır. Bu sebeple onları zikretmeye gerek görmedik. Usul eserlerinde zikredildiği gibi isnadların çokluğu ha­disi, aslı olmayan konumundan kurtaracağı anlayışıyla değerli dost Sehâ-renfûrî bunları kendi eserinde zikretmiştir. İsteyen onun eserine bakabilir. (Sehârenfûrî,fc/w7-mec/îMt/, I, 122, 123)
 
Üst Alt