Tesettür Yasak Değil, Açıklık Üniforması Zorunlu

ceylannur

Yeni Üyemiz
Cumhuriyetin ilanından sonra, toplumun Avrupa değerleri doğrultusunda kayıtsız şartsız itaat altına alınması için “şekilden öze değişim” programı uygulandı.

Toplum, şeklini değiştirirse zamanla gönlünü de beynini de değiştirir diye düşünüldü. Bunun için zaman kaybedilmeden toplumun kıl ve kıyafeti ile uğraşıldı. Resmi ortamlarda, Rus Çarı Deli Petro misali erkeklere bıyık kestirildi. Bıyıklarını ağlayarak kestiren erkeklerin hüzünlü hikâyeleri bugüne kadar anlatılagelmiştir.

Bir de erkeklere şapka giyme zorunluluğu getirildi. Sokağa şapkasız çıkmak yasaklandı. İstanbul’da yeteri kadar şapka yoktu. İnanılması zor ama gerçek: Koca koca adamlar, Rum-Ermeni dükkanlarına dalıp erkek şapkası bulmayınca kadın şapkalarını giyerek sokağa çıkmışlar. Gülünç duruma düşmüşler. Ki halkıyla eğlenmek eski bir adettir.

Anadolu’nun dört bir yanında Şapka Devrimine direnen alimler dar ağaçlarında asıldı. Direnmeyenlerden de bazıları, bir gün direnebilir kuşkusu ile veya ibret-i alem olsun diye idam edildi. Nerede ise her Anadolu kasabasında şapka için idamlar yapılmıştır.

Çünkü, şapka yeni Cumhuriyetin üniformasıydı; o üniformayı giyen kayıtsız şartsız itaat etmeyi, devrimlere boyun eğmeyi kabul ediyor, giymeyen Cumhuriyete isyan ediyor sayılırdı.

Hastası olan, acil bir işi olan her kim olursa olsun şehre girmek için bir şapka bulmak zorundaydı aksi haldi jandarma dipçiği bulurdu.

Kadınlara gelince, Cumhuriyet yönetimi kadınlar için bir giysi veya başlığı üniforma diye belirlemedi, açıklığı, tesettürsüzlüğü üniforma yaptı. Bunun için sarık ve fesi kanunla yasakladığı hâlde çarşafı veya başörtüsünü yasaklamadı. Bugün de bu yönde bir yasak yok.

Sadece resmi ortamlarda görev almaktan başlanarak açık olmak dayatıldı. Böylece açıklık, kadınlar için üniforma oldu.

Açılmaya razı olan, devlet okullarında eğitim alabildi; mezuniyetten sonra memur olabildi, açılmayı reddeden itaati reddetmiş sayılacağından ne devlet okullarında okutuldu ne de devlette görev alabildi. Bu yönüyle Şapka Devriminin kadınlar için karşılığı açılmaktır. Erkek şapka giyerek itaatini bildirir, kadın açılarak.

Şapka Kanunu, Batı’da şapka giyme modasının geçmesiyle unutuldu. Ancak Batı’da açıklık yayıldıkça açıklık üniforması daha sıkı bir itaat ölçüsüne dönüştü, daha yaygın bir fişleme ve baskı aracı oldu. Öyle ki adamların da çocukların da itaati hanımların ve annelerin açık olup olmamasıyla belirlendi. Örneğin, annesi tesettürlü olan çocuklar askeri okullara alınmadı. Sonraki dönemde hanımı başörtülü olan askerler ordudan atıldı. Ahmet Necdet Sezer zamanında hanımı başörtülü olan öğretim görevlilerine üniversitelerde idari görevler verilmedi.

Mustafa Kemal ve İnönü dönemlerinde, dindar kesimler, adeta kamudan bir hicret yaşadı. Fişlenmemek, aşağılanmamak ve soruşturulmamak için kızlarını eğitimden, kadınlarını memuriyetlerden uzak tuttu. Kız çocuğu okula gidip başını açacaksa hiç gitmesin; kadınımız öğretmen olmak için açıklık üniformasını giyecekse öğretmen olmasın, dendi. Bunun için şapka meselesi, beraberinde bir dizi idam getirdiği hâlde başörtüsü sorunu böyle bir netice doğurmadı.

Ancak, Menderes döneminde durum değişti; Batı illerinde kimi dindar kesimler Menderes’ten cesaret alarak kamu işleri hicretlerine son verdiler. Bu da bir zamanlar şapkaya karşı verilen mücadeleyi başörtüsü için verilen mücadeleye dönüştürdü. Sistem, dindar insanları açıklık üzerinden hizaya getirmeye çalıştı.

1950’li yıllarda Dr. Hümeyra Ökten adında bir hanımefendi İstanbul Sarıyer’de bir sağlık ocağında başörtüsüyle çalışır. Halk, başı örtülü bir kadın doktora o kadar yabancı ki Doktor Hanım kendisinin doktor olduğunu hastalara bile inandırmakta güçlük çeker. Ardından devletin tepkisi gelir. Ona açıklık üniformasıyla geleceksin denir. Bunun üzerine, Doktor Hanım Suudi’ye göç eder.

1960'lı yıllarda İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde ilk başörtülü tıp öğrencisi Gülsen Ataseven üniversiteyi birincilikle bitirir. O günlerde bu, sorun olmaz. Sorun bambaşka bir yerden çıkar. Tahmin etmeyeceğiniz bir yerden… İlahiyat Fakültesinden…

1967’de Ankara Üniversitesi İlahiyat öğrencisi Hatice Babacan, İslam Tarihi dersine başörtüsüyle girer ve ders hocası Prof. Neşet Çağatay ona "Hey sen! Sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başını aç ya da dışarı çık!" der.

O günlerde de başörtüsünü yasaklayan bir kanun yok. Şapkanın kanunu var. Şapka takmayan, bugün bile işlem yapılırsa ceza alır. Başörtüsü öyle değil. Fakat hoca hem de İlahiyatın hocası ve bir İlahiyat öğrencisine açıklığı dayatır, onu ders alması için açıklık üniforması içinde olmaya zorlar. Bu olay, Türkiye’de ilk başörtüsü olaylarına yol açtı.

1980’den sonra ara ara yasaklama ve ara ara serbestlik şeklinde süren başörtüsü meselesi hiçbir zaman kanunî bir mesele olmadı. 1987’de “Türkiye’de irtica tehlikesi var” diyerek Genelkurmayın emrindeki rektörlere üniversitelerde başörtüsünü yasaklatamaya çalışan Kenan Evren bile bu yasağı kanuna bağlayacak bir düzenleme yapamadı.

1989’da Anayasa Mahkemesi’nin üniversitelerde kıyafeti serbest bırakan kararıyla konu yeniden ısındaysa da öğrenciler 28 Şubat sürecine kadar bir şekilde idare edildi. Sonra darbe dönemi yasağı geldi.

Bugün yeniden “idare dönemi” başlatılmak isteniyor. Konuyu baştakilerin keyfine bırakan bu yaklaşım kabul edilemez. Tesettür, eğitimin bütün aşamalarında ilköğretim, lise, üniversite denmeden ve her tür kamu hizmetinde bir sorun olmaktan çıkmalıdır. Bunun da kuşkusuz anayasal düzenlemeye ihtiyacı vardır. Çünkü bu hak Anayasa’da yer almadıkça hep ihlal edilecek ve üniformacılar kızlarımıza açıklık üniformasını zorunlu kılacaklar.

Şu an CHP, yasal düzenleme yerine durumun idare edilmesinden yana görünüyor. Başörtüsü bir şiarsa açıklık üniforması da bir şiardır. CHP zihniyetinin bu şiardan vazgeçmeye niyeti yok. CHP güçlü olduğunda tesettürü yasaklayacağı, zayıf olduğunda ise meseleyi bunalıma dönüştüreceği ortamı kolluyor.

Ak Parti ise mümkünse meseleyi seçim sonrasında hazırlanacak yeni Anayasa’ya bir sigorta olarak tutuyor. O Anayasa’ya kıyafet serbestliği girerse halk, büyük bir çoğunlukla “Evet” der. Aksi halde Anayasa madde madde tartışılır ki bu da sorunlara yol açar.

Gerekçesi ne olursa olsun, güncel tutum, başörtüsünü politikaya malzeme etmektir. Oysa bugünün dünyasında temel insanî hakları politikaya malzeme etmeme, tartışmama ve yasaklara konu etmeme yönünde bir eğilim vardır.

Bu eğilimin tesettür konusunda işlemesi için ısrarcı olmak gerekir. Aksi hâlde açıklık üniforması dayatılmaya devam edilecektir.

Bugüne kadar tesettür tamamen yasaklanmadıysa bu Müslümanların açıklık üniformasını reddetmesi ve kayıtsız şartsız itaati kabul etmemesiyle olmuştur. Tesettürün bir hak olarak kabul görmesi yine Müslümanların çabalarıyla olacaktır.



Doğruhaber Gazetesi- Abdulkadir Turan
 
Üst Alt