O > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik) >

ceylannur

Yeni Üyemiz
OJELI PARMAKLA ALINAN ABDESTLE NAMAZ KILINIR MI? Bilindiği gibi abdestin sahih olabilmesi için suyun, abdest azalarının dış kısmına, yani deriye ve tırnağa temas etmesi gerekir Bu temasa mânî olan şey abdeste de mânidir Kına yakmada âzada kalan şey sadece renktir, suyun temasına engel bir kalınlık (hacımli madde) yoktur Oje ise, tırnağı balık pulu gibi kapatmakta ve suyun temasına engel olmaktadır Öyleyse abdeste de engeldir ( Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i Islâm 45) Nitekim balık pulunun abdeste engel olduğu fıkıh kitaplarımızda açıkça zikredilmektedir ( Vehbe ez-Zuhaylî, el-fıkhu'I-Islâmî I/239)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ONBEŞ KİŞİLİK BİR ŞİRKETTE ORTAKLARDAN BİR KISMI ÇALIŞIYOR DİĞERLERİ ÇALIŞMIYOR ÇALIŞANLAR EMEKLERİNİN KARŞILIĞINI NE ŞEKİLDE ALACAKLAR? Şirket kuranlardan herhangi bir kimsenin kamyon, taksi ve ev gibi kendisine ait eşyayı şirkete kiraya vermesi caiz olmadığı gibi, kendisinin de ücret karşılığında şirkette çalışması caiz değildir Hanefi mezhebine göre de durum budur İlletine gelince; söz konusu olan ortak şirketin sahiplerinden biri olduğundan kendisine ait bir şeyi kiraya verecek olursa, kendi malını kendine kiraya vermiş olur Yine şirkette çalıştığı için ücret alacak olursa,kendi kendini, kendi malında ücret mukabilinde çalıştırmış olur
Bu problem şu şekilde halledilebilir Hanefi mezhebine göre çalışan ortakların hisseleri, şirketin elde ettiği gelirlerden çalışmayanlara nisbetle, daha yüksek tutulabilir Mesela: Dört kişi bir şirket kurup herbiri birer milyon para koysa, içlerinden birinin de şirkette müdür olarak çalıştırılması istense, o kişinin vereceği emeğin karşılığını alabilmesi için kendisine kazancın, yüzde kırk verilmesi şart koşulur ve diğer ortaklarının herbirinin hisseleri kazancın yüzde yürmü oranında tahsis edilir Böylece problem halledilmiş olur Eski fakihlerin çoğu bu kanaattedirler Abdülazız el-Hayyat gibi bazı yeni fakihlere göre ise yönetici ve uzman gibi şirkette çalışan bir ortakın maaş almasına engel olacak bir nas yoktur Bunun için yönetici veya uzman olarak maaş alması caizdir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORGAN NAKLİ CAİZ MİDİR? Organ nakli mes'elesi bir çok yönüyle yeni bir mes'ele olmakla beraber, bazı yönleriyle de eskiden beri bilinmekte ve Islâm Fıkıhçıları tarafından bu yönüyle ele alınmış bulunmaktadır Konu açısından en önemli nokta elbette insanın değeri ve konumu mes'elesidir Herhangi bir makine gibi insanın bir parçasını söküp diğerine takma, ya da beğenmeyip değiştirme, herhalde onun "keramet"ine nakîsa getirmediği ölçüde yapılabilmeli, ya da yapılamamalıdır Yahut bir başka deyişle, bir organ nakli ameliyatı yapılırken bilimsellik putunu tatmin amacıyla, yapılanın doğru olup olmadığına bakmadan, insanın neler yapabileceğini değil, insana neler yapılabileceğini hesap etmek gerekir Bu girişten sonra: Islâm'da Allah'ın yarattığı en değerli varlığın insan olduğunu, onun "zübde-i âlem" bulunduğunu, diğer her şeyin onun için yaratıldığını, ayet-i kerimeler de, hadis-i şerifler de, bunlara bağlı olarak Islâm uleması da enine boyuna açıklamıştır Insanın genel anlamda üstünlüğü ve kerameti yanında; şekil güzelliği, yer yüzünde Allah'ın halifesi olması, ilimle şeref kazanması, meleklerin ona secde etmesinin istenmesi, yiyecegi ve içecegi şeyler bakımından üstünlüğü gibi yönleriyle onun varlık aleminin odak noktası olduğu bildirilmiş, canının korunması, dinin ana hedeflerinden (maslahat) sayılmış, hayatî uzuvlarına tecavüz dahi canına tecavüz kabul edilmiş, haksız yere bir insanın öldürülmesi bütün insanların öldürülmesi, ölümden kurtarılması da bütün insanların diriltilmesi gibi görülmüştür Hatta Rasulüllah (sav), "Bir kardeşine silâh çekene melekler lanet eder"(Müsned, N/256, 505) buyurarak onu korkutmanın dahi ne büyük günah olduğuna işaret etmiştir Insanlara kendilerini tehlikeye atmamaları emredilmiş, hastalıklara çare ve tedavi aranması istenmiştir Bu yüzden Islâm alimleri insanın tek tek uzuvlarının dahi mal kabul edilemeyecekleri için satılamayacağını, eşya gibi kullanılamayacağını, bağışlama yetkisinin bile insanın elinde olmadığını hükme bağlamışlardır Hatta ikrah (ölümle tehdit) durumuyla karşılaşan birisi, öldürülme endişesiyle başkasının, değil canına, bir uzvuna dahi tecavüzde bulunamaz Tek tek her insan mükerremdir Bu hükümlerden bir insan olarak kâfirler dahi ayrı tutulmaz Birinin hatırına diğerinin kerametine halel getirilemez Hatta açlıktan ölme durumunda olan birisi, başka insanın etini yiyemeyeceği gibi, Şafiîlerden çok azı dışında bütün Islâm hukukçularına göre, kendinin bir uzvunu da kesip yiyemez Çünkü insân kendisinin maliki değildir Ayrıca bu onun tamamen ya da kısmen satılamamasının da bir sebebidir Çünkü satılan şeyin mülk olması gerekir Insanın bu değer ve şerefi ölmekle de kaybolmaz Onun için Rasulüllah Efendimiz (sav), "ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir" (Muvatta, Cenâiz 45; Ebu Davud, Cenaiz 60; Ibn Mâce, Cenâiz 63; Müsned, VI658,100) buyurur Buna göre doktorların sahipsiz cenazeler üzerinde yaptıkları deneyler, kadavra vs ye cevaz bulmak mümkün değildir
Bütün bu ve benzeri sebeplerden ötürü bir insandan bir başkasına herhangi bir uzuv aktarılamayacağını, diğeri zaruret içerisinde de olsa bunun caiz olamayacağını fıkıhçılar çeşitli ifadelerle ve hemen hemen ittifakla söylemişlerdir(Nevevî, el-Mecü'1, IX/45; Mugni'l-Muhtâc, VNI/163; Mecmâ'ul-Emtiur, N/528) Insanın kendi vücudundan kopan bir parçasının yerine takılmasına ise caiz demişlerdir Delil olarak Rasûlüllah Efendimiz (sav)'in Bedir harbinde gözü çıkan Katâde'nin gözünü kendi elleriyle yerine iade etmesini göstermişlerdir(Zaman 19287 (Dr Muhammed Zeynelabidin Tarih'in doktora tezinden)) Yapay organlar ve domuz dışındaki kemik vs lerini bu gaye ile kullanmakta da sakınca olmadığını söylemişlerdir(Abdüsselam, Naki ve Ziraati A'zâil-Insan;125) Yenilerde de bu görüşleri savunan fıkıhçılar tedavinin bu yöne kaydırılması gerektiğini, insandaki rahatsızlıklar için başka insanları kullanmanın, İslam'ın "zarara zararla mukabele edilmez" esasına ters düştüğünü ve tıbbın şu anda ulaştığı noktanın sanki son aşama gibi görülüp, başka hal çareleri arama kapısını kapayacağını, dolayısıyla buna cevaz vermenin aslında meşru yoldan ilmin ilerlemesine de engel teşkil edeceğini söylemişlerdir En ihtiyatli görülen bu izaha göre: Insanın tek hedefi, nasıl olursa olsun yaşamak değil, ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün nasılsa ayrılacağı bu dünyadan, asıl dünyasını kazanarak ayrılmaktır Halbuki, insanları bir makine gibi parçalarına ayırıp, diğerine monte etmek isteyen mantalite bunu, insana olan saygısından değil, her türlü gücün üstünde olan bilme merakını tatmin ve dünyayı ölümsüzleştirmek için yapmaktadır Bu yüzden yetişilemeyip ölenlerin artık işi bitmiştir Hiç olmazsa işe yarar parçaları bir başkasına takılmalıdır Böylece belki onu ölümsüzleştirmek mümkün olabilir Çünkü ölüm (ona göre) safi kayıp ve herşeyin bitmesi demektir Iki-üç ay önce Mısır'da basılan ve Dr Abdüsselam'a ait olan konuyla ilgili bir kitapta bu ihtiyatli görüşü benimsemiş görülmektedir
Ama geçtiğimiz yıl yine Mısır'da tartışılıp kabul edilen doktora tezinde Dr Muhammed Zeynelabidin ise bazı şartlarla, organ naklini caiz görmekte ve bunları: Zaruretin bulunması, iki zarardan hafif olanının alınması diye özetlemektedir Bizce ancak adil tabiplerin de katılacağı bir heyet icmaının halledebileceği bu mes'elede son söz henüz söylenmemiştir Ancak caiz olmadığını savunan görüşün delilleri daha güçlü, daha ihtiyatli daha insanî görülmektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORGAN NAKLİ VE İSLAM: Organ naklı mes'elesinin henüz yirmi-otuz yıllık bir ömrü var Bu bir bakıma çok kısa bir zaman dilimi, bir bakıma da bu mes'ele ile beraber doğan bir çocuğun şartlarının bulunduğu bir ortamda nemalanmış olması halinde müctehid olabileceği ve onu ve benzeri bir çok mes'eleyi halledebileceği kadar uzun bir süre Ama teoride böyle olsa da bütün kompleks bir mes'ele, böyle karışık bir zamanda ancak "heyet ictihadı" ile hükme bağlanabilir Çünkü mes'elenin; biyolojiyi, tıbbı, ahlâkı, hukuku, akideyi vb ilgilendiren yönleri vardır Şöyle ki:
1 Hangi organ kişinin hayatiyetinde ne derece fonksiyona sahiptir? Doku uyumu ve nakil başarısı açısından bu operasyonların başarı, ya da kâr ve zarar oranı nedir? Bir insanı oluşturan canlı hücrelerle diğer insanınkiler birbirine ne ölçüde benzer?
2 Ölen bir insanın teorik olarak bütün uzuvlarının bâşkalarına dağıtılması halinde o insan yakınlarına göre ne derece onlarındır? Ölüye ihtiramın sınırı nedir? Diğer yönden, önemli bir organını başkasından alarak yaşayan birisi kendi yakınları için ne derece kendisidir? Elinin nakil olduğunu düşünürsek; çocuğunu okşarken, hanımına dokunurken ne ölçüde bir baba ve bir koca olarak davranabilir, ya da karşısındaki tarafından öyle algılanabilir? Organ naklinin sınırı ne olmalıdır? Aynı mülâhazalarla (eğer bağışlanırsak) faraza, kendisine başkasının "zekeri" nakledilen kocanınhanımı karşısındaki durumu; ya da meselâ rahmi nakil olan bir kadının kocası ve çocuğu karşısındaki durumu ne olacaktır?
3 Böyle bir babadan olacağı varsayılan çocuğun nesebi şaibeli olacak mıdır? Vefat eden ve uzuv alınacak olan tarafın ölümü nasıl tespit edilecektir? Bu, tıbba mı yoksa hukuka mı havale edilecektir? Lütfi DOĞAN hocamızın da değindikleri gibi, komaya giren ve doktarlarca yaşamasından ümit kesildiği için kalbi, böbregi vb alınmasına karar verilen ama haddizatında ölmeyen bir kimsenin, o sırada doğacak, ölecek ya da bir başkasıyla nikahlanacak eşi ve yakınlarıyla aralarında ne gibi veraset ve sihriyyet problemleri doğacaktır? Faraza kendisine Babasının eli takılan (aksi de düşünülebilir) çocuğun zevciyet ilişkilerindeki ten teması, "hurmet-i masahara"ya yol açacak mıdır Nakledilecek organ için kimin yetkisine başvurulacaktır? Ölmeden önceki kendi beyanına mı? Velilerin mi? O ya da öbürleri bu yetkiye sahip midir?
Milyonlarca insanı ve bir o kadar da başka canlıyı bir anda öldürmenin tekniğini üreten teknolojinin, hasta bir insanın kısa bir süre daha yaşamasını bu yolla sağlamaya çalışması insanî bir çaba mı yoksa öbür dünyaya inanmamanın ve burada ebedî kalma çırpınışlarının tezahürü mü? Bu yılın başlarında Ingiltere'de yaşanan "böbrek satışı skandali" ve yine kısa bir süre önce Afrika'dan organları alınmak üzere Amerika'ya götürülen çocuklar olayı, çok daha büyük boyutlarda tezahürlerle insanlık önüne çıkmayacak mı? (1990 başları)
4 Hasrın cismanî olduğunu söyleyen ehli sünnet ulemasına göre nakledilen bir organ, meselâ kalb, tekrar dirilmede kimin organı olarak dirilecek? Mü'minden kâfire, kâfirden mü'mine organ nakli yapılabilecek mi? Diyelim bir kâfirin kalbinin mü'mine takılması onun imanına etki edebilecek mi? Ya da bir mü'minin hayatî bir organının bir kâfire takılması iman açısından caiz görülecek mi? Görülürse Akaid kitaplarımızda yer alan "kâfirin ömrünün uzun olmasına duâ edilmez" ve benzeri hükümler yeniden ele mi alınacak?
Bu ve benzeri ihtimallerin bir kısmı elbette çok teferruattır, hatta gülünç de görülebilir Ama yine de düşünülüp bir heyetçe karara bağlanmaları gerekir Bu ihtimallerin hepsine müsbet sonuç göstermek de organ naklinin cevazı için elbette şart değildir
Bütün bu noktaları ve -bilebildiğimiz kadarıyla nasları göz önünde bulundurduğumuzda olur ya da olmaz sonucuna varmadan ve sırf o sonuca varma yolunda olanlara fikri katkıda bulunmak gayesi ile şu bulgulardan söz edebiliriz:
l Organ nakli ve aynı kategorideki operasyonlar hakkında açık (ibaresi, işareti, delaleti ve iktizasiyla bilgi veren) nas bilinmemektedir Bu da bu mes'elenin -en menfî ihtimalı alınsa bile- dinin temel esaslarını zedelemeyeceğini gösterir (mi?) Yine aynı itibarla Hanefîlerin "istihsan"ını ya da Malikîlerin "masalih-i mürsele"sini ilgilendirdiğinden maslahata uygun olan uygulamayı tespit, sözkonusu heyet için zor olmayacaktır
2 "Ölünün kemiğini kırmak, günahta canlısını kırmak gibidir", diğer bir rivayette " canlı iken kırmak gibidir"(Muvatta, Cenâiz 45; Ebu Davud, Cenâiz 45; Ebu Davud, Cenâiz 60; Ibn Mâce, Cenaiz 63; Müsned, VI/ 58,100,105,169, 200, 264 (Bazı rivayetlerde "mü'minin" ya da "müslimin" kemiğini, denmektedir)) anlamındaki hadis-i şerif, hiç bir surette organ naklinin olamayacağını göstermez Çünkü çeşitli ameliyatların yapılabileceğini, kangren olmuş bir uzvun kesilebileceğini kabul etmeyen yoktur
3 Fıkıh kitaplarımızda değişik mes'eleler için sarfedilen bazı ibareler konuya müsbet bazan da menfî yönde ışık tutar gibidir Meselâ:
a Başkasının olan bir malı yutan birisinin; bunun ödeneceği terikesi, ya da ödeyecek birisi bulunmaması halinde karnı yarılıp o mal çıkarılabilir(Ibn Abidîn, NI/246)
b Malıkîler ve Hanbelîler, yukarıda geçen hadise dayanarak ölen hamile bir kadının çocuğunu almak için karnının yarılamayacağını söylerler Çünkü böyle bir çocuk adeten yaşamaz Kesin olan bir saygına (hurmete) mevhum (olabilmesi vehimden ibaret) bir işi sebebiyle saygısızlık edilemez Şafiîler ise hem bunun için hem de yuttugu mal için karnının yarılabileceğini söylerler(Vehbe, NI/521 (3) agk) Malıkîlerin; ölümünden önce başkasına ait çok bir malı (zekat nisabi), kaybından korkma ya da bir özür sebebiyle yutanın karnının yarılabileceğini, hatta bunu mirasçıları ondan mahrum etmek için yutmuşsa az da olsa yarılacağını düşünürsek(3), hamile ile alâkalı hükmün illetinin (dayanağının) kesin bilememe olduğunu anlarız Eğer durum bugün bunun aksine ise hükmün de değişecegi ortaya çıkar
c Aç kalan bir insan, kanı masum bir insandan başka yiyecek bir şey bulamazsa, o mü'min olsun, kâfir olsun, onu öldürmesi, ya da bir organını telef etmesi helâl olmaz Çünkü o da onun gibi bir insandır Binaenaleyh, kendini yaşatmak için onu imha edemez Bunda ihtilaf yoktur (Bu ifade bu konuda icmain bulunduğunu ve canlıdan canlıya organ naklinin caiz olamayacağını gösterir) Bulduğu kişi harbî ve mürted gibi kanı helâl birisi ise bazılarına (kâdi) göre öldürüp yiyebilir Çünkü öldürülmesi helâldir Şafiî "ashap" fıkıhçılar da bu görüştedir Çünkü onun saygınlıgı yoktur ve yabaniler hükmündedir Eğer masum birini ölmüş olarak bulursa Hanbelî "ashab" fıkıhçılara göre yenmesi helâl olmaz, Imam Şafiî ve bazı Hanefilere göre helal olur Evla olan da budur Çünkü dirinin saygınlığı daha büyüktür (Hükümde birbirine denk görülemezler) (Ibn Kudâme, el-Mugni, VNI/601-602) (Bu sonuncuların görüşüne göre ölümle karşı karşıya olan birisi bir ölüden organ alabilir)
d Hanbelîlere göre, yiyecek birşey bulamayıp zor durumda kalan kimsenin, kendi bazı organlarını yemesi caiz değildir Çünkü bir organını kesmesi belki de onun ölümüne sebep olur ve kendini öldürmüs sayılır(age VNI/601) Ama "el-Minhâc" da Nevevî'ye göre, daha sahih (esah) olan, hepsini değil ama organının bir kısmını kesmesinin caiz olmasıdır ve bunun iki şartı vardır:
l Meyte ve benzerinin bulunamayışı 2 Kesmedeki tehlike, yemeyi terketmedeki tehlikeden az olması Tehlike eşit, ya da kesmeden daha fazla olursa kesinlikle haram olur Ama insanın aynı durumda olan başkaları için organlarını kesmesi de kesinlikle caiz değildir Çünkü bu, tamamı kurtarmak parçayı feda etmek gibi değildir(Sirbînî, Mugni'l-Uhtâc, I/190; Vehbe, I/577)
e Şafiîlere göre insanın kırılan kemiği, temizi bulunamadığı için pis bir madde ile bağlanırsa sahibi mazurdur ve zaruretten ötürü namazı sahihtir, onu çıkarması gerekmez(Sirbînî, age I6190-191) Eğer isin ehli (uzman doktorlar), insan eti ancak köpek gibi bir şeyin kemiği ile bağlanırsa çabuk tutar derse bu, Esnevî'nin de dediği gibi, özür sayılır Bağlamasının haramlığı ve çıkarmasının gerekip gerekmeyeceği konularında kendi dışındaki bir insanın (ifadeye göre mü'min olsun kâfir olsun) kemiği (vs'si) de pis olan kemik hükmündedir Bu ifadenin zahirine bakılırsa muhterem olan insanla olmayan arasında da bir fark yoktur(Sirbînî, age I6190-191)
f Gazalî aç kalan insanların, ölmemek için içlerinden birini yemelerinin "garip mürsel bir maslahat" olduğunu, binanaleyh, caiz olmayacağını söyler(Bûtî, Davâbitu'1-Maslaha (Sifâu'1-Galîl'den), 222)
Sonuç: 1 Bu fıkıh ibarelerini naslar gibi bağlayıcı saymak zorunda olunmadığı gibi, bütünüyle gözardı etmek de mümkün değildir Özellikle Ibn Kudâme'nin "ihtilaf yoktur" dediği mes'ele canlıdan canlıya organ naklinin olamayacağını göstermesi açısından önemlidir
2 Organ naklinin bir kalemde caiz olduğunu söylemek, aynı zamanda alternatif çarelerin de önünü tıkamak ve insanî gibi görülen bir uygulamanın, daha insanî olana engel olması anlamına gelebilir Nitekim yakınlarda dinlediğim bir radyo haberine göre ABD'inde kadavra görevi üstlenecek yapay bir vücut geliştirilmiştir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORUÇ Oruç; İslam'ın beş ana temelinden biridir Ve müslüman, ergin, akıllı ve sağlıklı olan herkese farzdır Farz olan oruçla, yılda bir kez gelen Ramazan Ayı orucu kastedilir
Oruç, ibadet kastıyla sahurdan akşama kadar yemeyi, içmeyi, yeme-içme sayılan şeyleri ve cinsel ilişkiyi terketmekle tutulmuş olur
"Orucun sevabı Allah'tan başka kimsenin takdir edemeyeceği kadar büyüktür" (bk el-Heytemî', ez-Zevâcir, 1/156) "Oruçlunun, acıkmaktan doğan ağız kokusu Allah için miskten daha güzeldir" (Mûslim, savm 161) "Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır" (Müslim, savm 162-163) "Oruçlu, duâsı geri çevrilmeyen üç gruptan biridir" (Beyhakî, Sünen NI/345, Tecrid NI/253 ) "Ramazan orucunu, -dünya ile ilgili faydalardan ötürü değil de- sadece Allah için tutanın geçmiş günahları bağışlanır" (Nesai, siyam 39; Tirmizî, savm 1) "Özürsüz olarak tutulmayan bir günlük Ramazan orucunun kaçırılan sevabı bütün zaman süresini oruçlu geçirmekle dahi karşılanamaz" (Tirmizî, savm 27 )
Oruç insanın meleklik yönünü güçlendirir ve insanı meleklerden yüce yapar Hayvanî duygularını köreltir Nefsinin taşkınlığını önler Insanı başıboş olmaktan kurtarır, ona Rabbini hatırlatır Acıktıkça O'nun verdiği ‚ nimetlerin kadrini öğretir Aç ve muhtaçların halini hatırlatır
Oruç insana sabrı öğretir Onu ilâhlaşmaktan ve zorbalıktan kurtarır Vücudunu dinlendirir, sıhhatini artırır, psikolojisini ve sinirlerini düzeltir Insana sırf midesi için yaratılmadığını hatırlatır
Allah: "Oruç benim içindir, onun mükâfatını da ben veririm" (Müslim, savm 163 ) buyurur Demek ki, diğer yararların hepsi bir yana, oruç, Allah'ın rızasını sağlar Kur'ân-ı Kerîm'de de orucun farzediliş hikmeti olarak onun insanı takvaya götürdügü zikredilir" (K Bakara (2) 183)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORUÇ, FARZİYETİ, HİKMETİ VE FAYDALARI a Farz Oluşu
Insanların ve cinlerin niçin yaratıldıklarını bizzat yaratıcı bildirir: "O'na ibadet etsinler, yani O'nu tanısınlar diye" (51/56) Ancak sınırlı bir akılla sınırsız bir varlığın tanınması zor, hattâ hakkıyla tanınması imkânsız olduğundan nasıl tanıyacağımızı ve nasıl kulluk edeceğimizi de biz yine O öğretmiş ve kullukla ilgili bazı fiilleri zorunlu (farz) kılmıştir
Yani Allah'ı (cc) tanımanın ve O'na kulluğun asgari şartı bu zorunlu ibadetlerdir Oruç da bu ibadetlerdenbiridir Allah Resulü (sav), bir mübarek sözlerinde, bu temel ibadetleri bir arada anar ve buyurur ki: "Islam beş şey üzere kuruludur: Allah'ı birlemek (tevhid), namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve hac yapmak" (Müslim Iman 5) Tek başına bu hadis bile, orucun farz olduğunu bildirmeye yeter Ancak bundan önce Kur'an-ı Kerim de orucun inananlar için bir farz olduğunu vurgulu bir ifade ile bildirmiştir: "Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılınmıştır ki, sakınasınız"(2/183) Daha önceki semavî dinlerde de oruç bulunduğu için, Allah Resulü Efendimiz orucu biliyordu ve Medine-i Münevvere'ye hicret etmezden önce, Aşûre orucuna da devam ediyordu Hicretten sonra, ikinci yıl Muharrem'in onunda, çocuklara varıncaya kadar bütün müslümanlara oruç tutturmuş ve aynı yıl Ramazan orucu farz kılınınca: "Aşûre günü dileyen oruç tutsun, dileyen terketsin" buyurmuşlardır Yani Ramazan orucu ilk defa Hicretin ikinci yılı içerisinde farz kılınmıştır Farz kılınışı büyük Bedir Harbinden bir ay ve birkaç gün önceye rastlar Bedir Harbi ise, aynı yıl Ramazan'ın onyedinci Cuma günü vuku bulmuştur Buna göre Ramazan orucunun farz kılınışı, Şaban ayı içerisinde olmuş olur (Tâhir'ül-Mevlevî, Müslümanlıkta Ibadet Tarihi, l05-106; T'aberî, N/132; Suy'ûti, ed-Dürrü'l-Mensûr, I/176; Sabûnî, Ravâyi'/193) Allah Resûlü dokuz sene Ramazan ayı orucunu tuttuktan sonra vefat etmiştir (Ibn Kayyim, Zâdü'l-mâed,152 (en-Nedvî, Dört Rükün, 205)) Bu, farz olan Ramazan orucudur Bunun dışında vâcip, sünnet, müstehap, nâfile, mekruh ve haram olan oruçlar da vardır (Bk Tâhirü'l-Mevlevî, age112 )Farz olduğu, Kitap ve sünnetin kesin delilleriyle sâbit olduğu için, orucu inkâr küfürdür, insanı dinden çıkarır Hafife ve alaya almanın da aynı olduğunu söylemişlerdir Hatta, inanmakla beraber; ibadetleri yapmamak insanı dinden çıkarmasa bile, herkesin göreceği yerlerde açıkça oruç yemenin, orucu hafife alma anlamına geleceğinden, küfür olduğunu söyleyenler de vardırÖzürsüz olarak bozulan bir günlük Ramazan orucunun kaçırılan sevabı, bütün zaman sürecini oruçla geçirmekle dahi karşılanamaz (Zehebî, Kitâbu'l-kebâir, 40-4l: el-Heytemî, ez-Zevâcir,I/195) Diğer yönden, tutulması halinde, "Orucun sevabı; Allah'tan başka kimsenin takdir edemeyeceği kadar büyüktür" "Her iyiligin karşılığı on ilâ yediyüz katıyla verileceği halde, orucun karşılığını ancak Allah bilir" "Oruçlunun acıkmaktan doğan ağız kokusu, Allah için miskten daha güzeldir", "Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır tutana Kıyamet günü şefaatçidir", "Oruçlu, duası geri çevrilmeyen üç gruptan biridir", "Ramazan orucunu dünya ile ilgili faydalardan ötürü değil de, sadece Allah için tutanın geçmiş günahları bağışlanır", "Ramazanda yapılan nâfile bir ibadet, sevap bakımından diğer günlerdeki farzlara denktir Farz ise, diğer günlerdeki yetmiş farza denktir" (Bu ve benzeri hadisler için bk el-Heytemî, age I/196-l98)
Hikmeti ve Faydaları
Orucun hikmetleri, aynı zamanda faydası sayılacağından, bu ikisini birlikte ele alıp, bazan fayda, bazan da hikmet diye açıklayacağız Ancak anlaşılmasını kolaştırmak için, konuyu bir başka açıdan ikiye ayırarak isleyecegiz: a) Orucun keyfiyeti ile ilgili hikmetler, b) Dünya ve Ahirete yönelik faydaları
Ancak burada çok önemli bir noktaya deginmek zorundayız: Orucun esas hikmeti -diğer ibadetlerde olduğu gibi- herşeyden önce "HAKİM" bir zat tarafından emredilmiş olmasıdır Ya da onu emreden "Hakîm"dir, yani her yaptığı yerli yerindedir; bir hikmete dayalıdır, işlerin en yerinde olanıdır Öyle ise oruç da böyledir Bu yüzden oruç aklımızın kavrayacağı falan ya da filan faydalardan ötürü farz kılınmıştır demek çok hatalı olur "Onlar ki, görmeden inanırlar" (2/3), "Görmedikleri halde RAHMAN'dan ve Rablerinden korkarlar" (36/1l, 67/12) Kaldı ki, ibadetler hikmetlere değil, illetlerine binaen farz olunurlar Hikmetler çoğu zaman akılla kavranılsa bile, illetler, farz kılan (Şâri) açıklamadıkça kesin olarak kavranılamaz Bu yüzden orucun illeti, ya da en büyük hikmeti, farz olduğunu bildiren ayette gösterilen hedef olmalıdır" "Allah'tan sakınasınız, yani takvâ sahibi olasınız diye:" (2/183) Aynı ayetin "Ey iman edenler" hitabı ile başlaması da, orucun maddî fayda ve hikmetlerinden ötürü değil, ancak imandan ötürü tutulabileceğini gösterir Nitekim modern tıp, orucun bazı faydalarını tesbit etmiş olmakla beraber, inanmayanların hiçbirisi müslümanlar gibi oruç tutuyor değillerdir A1lah Resûlü de makbul olan orucu, iman ve ihtisab (sadece Allah için yapma) şartına bağlamıştır (Buhârî, Müslim) Ancak aslolan bu olmakla beraber, orucun akılla kavranan birçok hikmetleri de yok değildir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORUC HAKKINDA ÇEŞİTLİ KONULAR Oruçlu iken bir şeyin tadına bakmak, çiğnemek, kendine güveni olmayanın kucaklaşması ve öpmesi mekruhtur ancak orucu bozmaz
Orucunu yemekte olan âdetlinin âdeti, ya da lohusanın âdeti gündüzleyin sona ererse, o günü akşama kadar oruçlu gibi geçirmeleri, ayrıca kaza etmeleri gerekir
Oruçlunun iftarda acele etmesi, sahuru son anına kadar geciktimesi müstehaptır
Ramazan orucunun keffaretinin aralıksız tutulması gerekir Kadının âdet görmesi buna engel değildir
Ramazan Bayramı'nın ikinci günü, Sevvâl'in altı gün orucuna başlanabilir
Kadınlar, kocalarının izni ile evlerinde namaz için ayırdıkları odada itikâf yapabilirler
Itikâfta bulunanın, cima yapması, öpmesi ve her türlü cinsel davranışı yasaktır Unutarak da, gece de yapsa itikâfi bozulur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORUC HAKKINDA GENEL BİLGİLER Farz olan Ramazan orucundan başka, vacip, müstehap ve haram olan oruçlar da vardır
Vacip olan oruç; Ramazan'da kasten bozulan orucun kefareti, Zihâr keffareti, hatâ ile adam öldürme keffareti, yemin keffareti, hacdaki hatâlardan doğacak keffaret, kaza edilen itikâf orucu, adak oruçları gibi oruçlardır
Müstehap olan oruçlar; Muharrem Ayının dokuzuncu ve onuncu günleri orucu, her kameri ayın onüç, ondört ve onbeşinci günleri orucu, her Pazartesi ve Perşembe günleri tutulan oruç, gibileridir Bunlara nafile oruç da denir
Haram olan oruçlar ise; Kurban Bayramı'nin dört günü ile, Ramazan Bayramı'nın ilk günü tutulan oruçlardır
Ramazan orucu, belirli bir güne adanmış adak oruç ve nafile oruca akşamdan, kaba kuşluğa kadar niyyet edilebilir Orucun niyyeti, içinden oruç tutmaya karar vermiş olmaktan ibarettir
Kaza, gün belirtilmeyen adak ve keffaret oruçları için sahur bitmeden önce niyyet etmek, yani içinden karar vermiş olmak gerekir
Ramazan takvimle ve hesapla değil, Ramazan hilalinin görülmesiyle, ya da Şaban Ayı'nı otuza tamamlamakla başlar
Ramazan'a başlarken Şaban'ın son günü mü, Ramazan'ın ilk günü mü diye, şüpheye düşülen gün, konuyu iyi bilmeyenlerin oruç tutmaması daha iyidir Ancak Ramazan hilalinin görüldüğü ilan edilirse, o gün şüpheli olmaktan çıkar Ramazan olduğu kesinleşir
Bayram da yine takvimle değil, Şevval hilâlinin görülmesiyle başlar Ancak bayram hilâlini en az iki adil şahidin görmüş olması gerekir
Orucu Bozup Keffareti Gerektiren Şeyler:

l Gıda ve ilaç türünden birşeyi kasten yeme ve içme,

2Kasten cinsel ilişkide bulunma ve bulunulma,
3Kan aldırıp ya da gıybet edip, orucu bozuldu sanarak yiyip içmek suretiyle kasten orucunu bozma

Orucu Bozulup Sadece Kaza Etmesi Gerekenler
l Âdetli ve lohusa,
2 Oruç tutmakla hastalığı artan hasta,

3Körpe çocuk emziren anne ya da süt anne,
4Yolcu,

5Oruca niyyet etmeden yiyen kimse (Bir isyan olarak kasten yiyenlerin, niyyet etmemiş
olsalar bile keffaret tutmaları gerektiği söylenmiştir)

6Öpme, okşama ve el ile (masturbasyon) boşalan,
7Güneş batmadığı halde battı sanarak iftar eden,
8Ve şafak söktügü halde sökmediğini sanarak sahur yiyene keffaret gerekmez Bunlar sadece kaza ile yetinir
Şimdi sayacağımız şeylerden biri, kasten yapılmış olsa da, oruç bozulur; ancak keffaret gerekmez:
l Sağ olan kadının önü ve arkası ile, erkeğin arkasından başka herhangi bir varlıga, ya da organa cima etme,

2 Yenilmesi arzu edilmeyen ve gıda özelliği taşımayan taş, demir ve çelik gibi şeyleri yutma,
3 Kendi isteği ile bilerek ağız dolusu kusma
4 Burundan alınan sıvının boğaza ulaşması,
5 Hukne (lavman) kullanma (Arkadan aletle kalın barsağı temizleme),
6 Kulaga ilaç, yag, vb bir şey akıtma,
7 Derin yaraya, karın boşluğuna işleyecek özellikte ilâç koyma
8 Baştaki yarığa ilaç akıtma,
9 Unutarak yedikten sonra, orucu bozuldu sanıp kasten yeme,
10 Uyurken birisinin boğazına su döküp midesine gitmesi,
11 Uyurken cima edilme,
12 Ramazan'a niyyet etmeden yeme ,
13 Yanılarak yeme,
14 Zorla yedirilme
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORUÇ KEFFARETİ NE ZAMAN GEREKİR? Ramazan-ı şerifte oruç niyetini getirip özürsüz olarak kasden orucu bozmakla keffaret lazım gelir Yani –varsa- bir köleyi hürriyete kavuşturmak, imkan yoksa ara vermeden iki ay oruç tutmak, buna da gücü yetmezse altmış fakire yemek yedirmektir Ama niyet getirmeden orucu yemek kazadan başka bir şey gerektirmez
Şafii mezhebinde Ramazan-ı Şerifte oruçlu olan kimse cinsi münasebette bulunduğu takdirde kendisine keffaret lazım gelir Yemek yemek ve su içmekle keffaret söz konusu değildir Sadece gününe gün kaza etmek lazım gelir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ORUÇ TUTMAMAYI MEŞRU KILAN ÖZÜRLER Beş kimse, imkân bulduğunda kaza etmek üzere Ramazan orucunu tutmayabilir, tutmakta ise bozabilir

1 Oruçla hastalığının uzamasından ya da artmasından korkulan hasta
2 Sefer süresi kadar yola çıkan yolcu,
3 Oruca güç yetiremeyen ihtiyar (Her gün için bir fitre verir Sonradan güçlenirse ayrıca kaza eder),
4 Kendine ya da çocuğuna zarardan korkulan hamile kadın,
5 Kendine ya da çocuğuna zarardan korkulan emzikli kadın
 
Üst Alt