R İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
Sûr'a üflendiği zaman, henüz dünyada bulunan bütün canlılar derhal ölürler Fakat, daha önce ölümü tatmış ve bedeninden ayrılmış olan ruhlar ise Sûr'un dehşetinden düşüp bayılırlar Ruhların içinde Hz Musa'dan sonra ilk ayılan Hz Peygamber (sas) olacaktır (Buhârî, Tefsir, 9; Müslim, Fedail, 10, 161, 162)
Bazı düşünürlere göre, ruh maddeden ayrı olup; ne âlemin içindedir, ne de dışındadır Onun bir şekli, biçimi ve kişiliği yoktur Kimilerine göre ise, ruh, bedenin arazlarındandır Ruhlar ancak beden ile birbirinden ayırdedilebilirler Bedenin ölümünden sonra ruh tamamen yok olur Görüldüğü gibi ileri sürülen bu görüşler birer faraziye niteliğinde olup, dayanaktan yoksundurlar Bu tür gaybî meselelerle alakalı sağlıklı bilgiler, ayet ve Hadislerde verilen bilgilerle sınırlıdır
Ayet ve Hadislerde öldükten sonra ruh; çıkma, inme, alınma, dönme, gök kapılarının kendisine açılması gibi fiillerle nitelendirilmektedir: "Ölüm sarhoşluğu içinde bulunan zalimler melekler, ellerini uzatmış ; "Nefislerinizi çıkarınız" (derlerken) onların halini görsen” (el-En'am, 6/93); "Ey mutmain olan nefis! Razı olmuş ve olunmuş olarak Rabbine dön, kullarımın arasına katıl, Cennetime gir" (el-Fecr, 89/27-30); Bu nasslar ruhun bir kişiliğe sahip olduğuna işaret etmektedirler Yine bir âyeti kerimede "Nefse ve onu şekillendirene and olsun” (eş-Şems, 91/97) buyurularak, nefsin düzenlenerek bir şekle sokulduğu ortaya konulmaktadır
Anlaşıldığına göre, muhtemelen ruh, bedene girmeden önce belirli bir şekle sahip değildir ve o durumu hakkında insanoğlunun hiç bir bilgisi yoktur Anne karnında oluşan insan bedenine üflendikten sonra bir kişiliğe sahip olur Ancak, ruh bedenle birlikte gelişir, olgunlaşır ve bir kişilik kazanır Zaman, bedeni yıpranır fakat ruh, zamanın yıpratıcılığından etkilenmez Kişinin iyi işleri, ibadetleri ruhu güzelleştirir, kuvvetlendirir ve olgunlaştırır Kötü ameller ise ruhu çirkinleştirir İbn Kayyim el-Cevziyye şöyle demektedir: "Yüce Allah, bedeni ruha kalıp olarak düzeltmiştir Beden ruhun kalıbıdır Ruh bedeninden bir şekil alır ve onunla diğerlerinden ayrılır Ruhun taşıdığı özellikler ve kabıliyetler bedene tesir eder Bundan dolayı beden, ruhun iyilik veya kötülüğünden etkilenir Dünyada bedenle ruh kadar birbirine sıkı sıkıya bağlı olan ve birbirini etkileyen başka bir şey yoktur Bundan dolayı ruh, bedenden ayrılınca, iyi bedende olan ruha; "Ey mutmain nefis, çık!" diye hitab edilir Kötü bedende olan ruha da "Ey habis nefis, çık" denilir Yüce Allah "Allah, öldükleri sırada nefisleri (ruhları) alır, ölmeyenleri de uykularından (bedenlerinden alıp kendinden geçirir); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir" (ez-Zümer, 39/42) âyetiyle nefislerin alındığını, sonra bazılarının bırakıldığını bildirmiştir Tutulup bırakılmak, bir ferdiyyeti gerektirir Hz Peygamber (sas) de "Ölenin gözü, alınan ruhunun ardından bakakalır" demiş; meleğin kabzolunan ruhun elinden tuttuğunu, bu sırada yer yüzünde benzeri görülmemiş bir koku meydana getirdiğini haber vermiştir Eğer ruh, bir arazdan ibaret olsaydı, kokusu olmazdı Çünkü arazın kokusu olmaz, arazın elinden de tutulmaz Kendisinden koku gelmesi, elinden tutulması, onun insan şeklini koruduğunu gösterir" (İbn Kayyim, Kitabu'r-Ruh, s 46-47)
Hadislere göre kabzolunan ruhlar göklere çıkarılmakta, orada melekler iyi ruhları selamlamakta, nihayet, Rabbin huzuruna sokulmaktadırlar:
"Mü'minin ruhu çıktığı vakit, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar Sema ehli "Güzel bir ruh yer tarafından geldi Allah sana ve yaşattığın cesede salat eylesin " derler Peşinden onu Rabbine (cc) götürürler Sonra "Bunu hududun sonuna kadar götürün" buyurur Kâfirin ruhu çıktığı vakit, sema ehli; Pis bir ruh yer tarafından geldi" derler ve "Bunu hududun sonuna kadar götürün denilir" (Müslim, Cenne, 17) İyi amelle beslenmiş ruh, dünyadaki şeklinden daha mükemmel, daha parlak daha nurlu olmakta, ibadeti vücuduna ruh olarak yansımaktadır Günahlarla bulanmış ruh ise dünyadaki şekline benzemekle beraber çirkin bir hal almaktadır
Yine Hadislerden öğrendiğimize göre iyi ruhlar, yeşil kuşlar haline girip, Cennetin ağaçlarına konmaktadır Bu, ruhların, başka şekillere de girebileceğini gösterir Fakat her durumda ruhlar, birbirinden ayırdedilir Ve kendi kişiliklerini muhafaza ederler
İbn Kayyim el-Cevziyye ise, ruhların bedenlerden daha net olarak birbirinden ayırdedilebileceğini söylemektedir Bedenlerin birbirine benzemesi, ruhların benzemesinden fazladır Ruhun, kendisini diğer ruhlardan ayırdedecek özellikleri ve sıfatları bedenin ayırdedici özellik ve sıfatlarından daha çoktur Mü'min ve kâfirin bedenleri birbirine benzer ama, ruhları farklıdır İki öz kardeş bedence birbirine benzerler, fakat ruhları asla benzemez Düşünce ve davranışları çok farklıdır Bu iki ruh, bedenlerinden ayrılınca, ayrılmaları gayet açık biçimde ortaya çıkar
Yüce ruhlar -ki melaikelerdir- bir beden içinde bulunmadan birbirinden ayırdedildiğine, cinler de yine birbirinden farklı olduklarına göre; bir beden içinde gelişen insan ruhları da elbette birbirinden ayrıdırlar ve ayırdedici özelliklerini korurlar (bk İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu'r-Ruh)
Akaid kitapları genellikle ruhun, kabırde cesedine döneceğini bildirir Bu inanç "Gerçekten ölü kabrine konulduğu vakit, kendisini getirenlerin oradan ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekala işitir" (Müslim, Cenne, 17) şeklinde rivayet edilen hadise istinat etmektedir Bu konuda İslâm âlimlerinin görüşleri şu şekildedir:
a) Ruh, kabırde cesede girecektir b) Cesetten ayrılan ruh, kabırde değil, ancak kıyamette bedene girecektir
c) Cesetten ayrılan ruh, artık hiç bir zaman cesede girmeyecektir İbn Kayyim el-Cevziyye, ruhların kabırlerde cesedlerine döneceğini bildiren bazı hadislere dayanarak, öldükten sonra ruhun, kabırde cesede döneceğini, fakat bu dönüşün, dünyadaki bedene hayat vermesi şeklinde olmayacağını söylemektedir Ona göre ruhun, bedenle beş türlü irtibatı (ilişkisi) vardır Kabırde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatına benzer Kabırde ruhun bedene dönmesi, bedenle bizim fark edemeyeceğimiz biçimde irtibat kurmasıdır İbn Kayyim, bu görüşünü ruhun bedene döneceğine dair naklettiği uzun bir hadise dayandırmaktadır (bk el-Cevâhir fi Tefsiril-Kur'ân, IX, 117)
Ruh hakkında âyet ve hadisler dışında ileri sürülen bütün görüşler kabule ve redde açıktır Çünkü mutlak bilgi anlamında bir bağlayıcılıkları bulunmamaktadır
"Sana ruh'tan sorarlar De ki; Ruh, Rabbimin emrindendir Size ancak az bir bilgi verilmiştir" (el-İsra, 17/85) âyetindeki ruhtan, insanı canlı kılan ruhun kastedilmediğini ve dolayısıyla, insanın ruhu hakkında âlimlerin konuşmalarının câiz olduğunu ileri sürenlerin, ruh hakkında ortaya koymuş oldukları görüşler, hiç bir zaman ruhun mahiyetinin gerçekliği hakkında ne tatmin edici olmuştur ve ne de aklın ve hayalin ürünü olmaktan ileri gitmiştir Çünkü bilgi verilmeyen konu, tamamıyla gayb alemiyle alakalıdır ve gayba dair bilgileri de Allah'tan başka kimsenin bilmesi söz konusu değildir
Ruh Çağırma Ruhun varlığını kabul eden fakat hakkında sapık ve gerçek dışı bir anlayışa sahip olan kimseler, ölmüş insanların ruhlarıyla irtibat kurulabileceğini ve böylece, gayb âleminden bilgi alınabileceğini ileri sürmüşlerdir Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehaletlerinden istifade ederek menfaat elde etmektedirler Ruh, Allah Teâlâ'nın emrinde ve denetiminde olan bir varlıktır Onun insanlar tarafından çağrılıp bazı istekleri yerine getirmeşinin mümkün olduğuna inanmanın hiç bir dayanağı yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RUH ÇAĞIRMA : Varlık dünyasının sadece bizim beş duyumuzla algılayabildiklerimizden ibaret olmadığını, meleklerden söz ederken bir parça anlatmaya çalışmıştık Gerçekten de bizim boyumuzun yetiştigi dünya, yetişemediğinin yanında çok küçük kalır Bunu aklımızla anlayabiliyoruz Öyleyse aklımızı biraz daha çalıştırmak zorundayız Anadan doğma kör olan bir adam düşünün Bu adamın gözle algılanabilen renklerden hiçbir haberi olamaz Kendisine şekilleri ve boyları aynı olan iki kalem verseniz ve şu kırmızı, şu da yeşildir, deseniz, o kalemleri eliyle şöyle bir yoklar ve hiçbir fark hissetmeyince kendisiyle eğlendiğinizi bile zannedebilir Hattâ o, görmenin bile ne olduğunu bilemez Fakat buna rağmen aklını kullanırsa kendisinin hiç hissetmediği bir renk âleminin bulunduğuna karar verebilir Işte bizim beş duyumuz değil de, altı ya da daha fazla duyumuz olsa idi, acaba şimdi hissedemediğimiz başka dünyaları öğrenemeyecek miydik? Elbette öğrenecektik Çünkü varlık âleminin sadece bizim bildiklerimiz olmadığını gösteren birçok olayla karşılaşıyoruz Sağlam rüyalar, bunlardan sadece bir tanesi Öyleyse? Bilinmeyenler bilinenlerden, görünmeyenler görünenlerden daha fazladır Madde, mânâya esirdir Mânâyi hiç kabul etmeyip maddeye esir olan, her ikisine de esir olur Melekler, cinler ve şeytanlar hep o göremediğimiz mânâ âleminin varlıklarıdır Yani mânâ âleminin de kötü olanları vardır Öyleyse göremediğimiz,duyamadığımız, fakat vicdanımızın sesinden dinlediğimiz o âlemi bir bilenden öğrenmeliyiz ki, oranın şerleriyle ilişki kurmayalım Işte bu bilenler peygamberlerdir Bunları şunun için söylüyoruz :
Bedenimiz gıdaya muhtaç olduğu gibi, ruhumuz da muhtaçtır Sadece maddeye inanan insanlar, birgün kendilerinde bir boşluk ve bir eksiklik hissediyorlar Daralıyor, sıkıntı duyuyor ve bir arayış içerisine giriyorlar Bu durumun, ruhların acıkması olduğunu anlamıyorlar ama, madde dünyası kendilerine dar geliyor ve ellerini dünyanın perdesinden mânâ âlemine doğru uzatıyorlar Tanımadıkları, bir bilene sormadıkları o dünyadan, körün odun diye yılana sarılması gibi, ellerine geleni alıyorlar Çoğu zaman o âlemin kötüleriyle karşılaşıyorlar ama, kötü olduğunu anlamadan, susuz insanın çamaşır suyu diklemesi gibi kabulleniyorlar, çünkü ruhları o kadar muhtaçtır ki, kendi dünyası ile ilgili olarak bulduğu herşeyi iyi kötü ayıramadan kabulleniyor Halbuki, Peygamberligin önderliğinde ruhuna, o âlemin en güzel gıdalarını takdim edebilir ve "doygunluk ve olgunluğa" erebilirdi
Bütün bunları, ruh çağırma olayının, aslında mânâya inanmayanların suratına kendi elleriyle çarptıkları bir tokat olduğunu anlatmak için söylüyoruz
Konunun öbür yönüne dönersek; bu adamların "ruh çağırma" diye, önce kendilerini kandırdıklarını peşinen söyleyebiliriz Gerçi bu tür ruh çağırma celselerinde, bir takım seslerin çıktığı, bir takım kıpırdanmaların olduğu, hattâ bir takım varlıkların görüldüğü ve hattâ bunların fotograf makinesiyle resimlerinin çekildiği bir gerçektir Yani işin olağanüstü bir yönü vardır Ancak bu esrarengiz güç onların dediği gibi ruh değil, insanlarla her fırsatta kolayca ilişkide bulunabilen cinlerdir Onlar insanların bu tür zaaflarını ve bilgisizliklerini fırsat bilir ve bununla, onlar gibi daha yüzlercesini saptırabilirler Sebep, bu zavallı insanların bir delik bulup ellerini, ötesini görmedikleri o delikten içeri sokmaları ve ellerine geleni yakalayıvermeleridir
Evet, insanlar öldükten sonra da ruhlar kalıcıdır Ancak, tekrar dünyaya gelmeleri ve görünmeleri mümkün değildir Onlar ya nimet, ya da azap görmektedirler Halbuki, çağrıldığı sanılanlardan hiçbir ruh kendi başına gelenleri anlatmış değildir Peygamberimiz Bedir savaşı günü bir kuyuya atılan kâfir leşlerine: "Nasıl, rabbinizin size söylediklerinin doğru olduğunu gördünüz mü? Ben, Rabbimin bana vaadettiğinin doğru olduğunu gördüm" diye hitap edince bir sahabi, "ey Allah'ın elçisi, bu ölü insanlar sizin söylediklerinizi duyarlar mi?" diye sormuş Peygamberimiz de: "Benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyuyor değilsiniz Ne var ki onlar bana cevap veremezler" buyurmuştur (Mûslim, cenâiz26 ) Herhalde Peygamber'e cevap vermeyen ruhların; bu adamlara cevap verebilmesi mümkün olamaz
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RUKYE (ÜFÜRÜKCÜLERİN OKUDUKLARI ŞEYLER)

Dua, efsun, muska; sihirbaz ve üfürükçülerin okudukları şeyler
İbn Hacer el-Askalanî, alimlerin şu üç şartın bulunmasıyla rukyenin caiz olacağı üzerinde görüş birliği içerisinde olduklarını bildirmektedir:
a) Allah Teala'nın kelamıyla (âyetlerle), isimleri veya sıfatlarıyla olması;
b) Arap diliyle veya başka bir dille anlaşılır olacak şekilde yapılması;
c) Yapılan rukyenin bizzat faydasının dokunduğuna değil, umulan faydanın Allah Teâlâ tarafından gönderildiğine inanılması (Fethul-Barî, X, 206)
Rukye, mubah, haram ve şirk olmak üzere üş çeşittir
1- Mubah olan Rukye: Kur'ân-ı Kerim'den ayetlerle Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatlarıyla, arapça ve anlamı anlaşılır bir dille yapıldığı takdirde mubahtır Hz Aişe (ranh)'dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: "Rasûlüllah (sas) son hastalığında muavvizeteyni okuyup kendisine üflüyordu Hastalığı ağırlaştığı zaman onları okuyarak üzerine üflüyor ve onların bereketi için elini meshediyordum" (Buharî, Tıb, 32; Müslim, Selâm, 51-52)
Yine Hz Aişe (ranh) Rasûlüllah (sas)'ın hastalığından bahsederken şunları söylemektedir: "Rasûlüllah (sas) yatağa düştüğü zaman, İhlas süresi ve Mu'avvizeteyn'in tamamını okuyarak avucuna üfledi ve sonra elleriyle yüzünü ve vücudunun elinin yetiştiği her tarafını meshetti" (Buharî, Tıb, 39)
Yine akrep sokmasına karşı Fatiha ile rukye yapıldığına dair hadis varid olmuştur (Buharî, Tıb, 33) Ve yine Rasûlüllah (sas)'ın hastalanan bazı kimselere, Mu'avvizeteyn okuyup, onları sağ eliyle meshettiği ve peşinden de şöyle söylediği rivâyet edilmektedir "Ey insanların Rabbi olan Allah'ım hastalığı gider; buna şifa ver Şifa veren yalnız sensin Senin şifandan başka şifa yoktur Hastalık bırakmayan şifa ver" (Buhari, Tıb, 37)
Bu anlamda rivâyet edilen hadisler çoktur Bazı alimler Rasûlüllah (sas)'in; "Göz değmesi ve hummanın dışında rukye yoktur" (Buharî, Tıb, 17) hadisine dayanarak, göz değmesi, yılan ve akrep sokması dışında rukyenin caiz olmadığı kanatine varmışlardır Ancak diğer bazı alimler de bu hadisin, rukyenin en fazla faydalı olacağı anlamına sarfedildiğini, "Zülfikardan başka kılıç yoktur" sözüne kıyas yaparak cevaplandırmışlardır Çünkü diğer Hadislerde görüldüğü gibi, Rasûlüllah (sas) başka şeyler için de rukyeye cevaz vermiştir
2- Haram olan rukye: Anlaşılmaz sözler, anlamsız kesik harfler, bilinmeyen isimler, bilenlerin Arapçadan başka bir dille rukye yapması, demir, tuz kullanarak veya ip bağlayarak rukye yapılması haram kılınmıştır Fayda verdiği tecrübe edilmiş uygulamalar bunun dışındadırŞabir (ra)'dan şöyle rivayet edilmektedir:
"Rasûlüllah (sas) ruky'e yapılmasını yasakladı Amr ibn Hazm'ın çocukları gelip şöyle dediler: "Ya Rasûlüllah! Biz bir tür rukye yapardık ve onunla akrep sokmalarına karşı korunurduk" Rasûlüllah; Ona dönün onda bir kötülük görmüyorum Sizden her kim kardeşine fayda vermeye güç yetirirse ona faydalı olsun” (Müslim, Selam, 63) demişti el-İzz b Abdüsselam'dan anlamı bilinmeyen harflerle yapılan rukye sorulduğu zaman, küfrü gerektirecek anlamlar içerip içermediğinin bilinmemesinden dolayı buna cevaz vermemiştir
3- Şirk olan Rukye: Allah Teâlâ'dan başkasına dua ederek, sığınarak veya yardım dilenerek yapılan rukye, şirktir Meleklerin, peygamberlerin, cinlerin ve benzeri varlıkların isimleriyle rukye yapmak gibi Bunların tamamı Allah Teâlâ'ya şirk koşmaktır Nitekim Rasûlüllah (sas) şöyle buyurmaktadır: "Efsun, nazarlık boncuklar, ve muhabbet için yapılan muhabbet muskaları şirktir" (Ebu Davud, Tıb, 17; İbn Mace, Tıb, 39; Ahmed b Hanbel, I, 381) Yine; "İçinde şirk bulunmayan şeyle rukye yapmakta bir kötülük yoktur" (Müslim, Selam, 64) buyurmaktadır İbn Hacer bu konuyu şöyle açıklamaktadır: "Bazı rukyelerde şirk bulunmaktadır Çünkü onu yapanlar kendilerine dokunan zararı defetmek ve lavda elde etmeyi Allah'tan başka kimselerden istemektedirler" (İbn Hacer el-Askalanî, Fethul-Barî, X, 260)
Müslüman, tamamıyla Allah Teâlâ'ya tevekkül etmekten başka şeylerden fayda dilemez Nitekim Rasûlüllah (sas) şöyle buyurmaktadır:
"Ümmetimden yetmiş bin kişi hesapsız olarak Cennete girecektir Onlar, efsun yapmayanlar, teşe'um etmeyenler, vücudlarını dağlamayanlar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir" (Buhârî, Tıb, 17; Müslim, İman, 372) Kendiliğinden, istenmediği halde müslüman kardeşine rukye yapması bunun dışındadır Bu Rasûlüllah (sas)'in şu hadisine göre müstehaptır: "İçinizden her kim kardeşine yardım etmeye güç yetiriyorsa bunu yapsın" (Müslim, Selâm, 63)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RÜŞVET

Haksız bir menfaat elde etmek için kişilere çıkar sağlama; lehe hüküm vermesi için hâkime verilen mal veya para; başkasının malını haksızlıkla yeme yollarından biri Rüşvetle ya hak edilmeyen bir menfaat ele geçirilmekte veya başkasının hakkına tecâvüz edilmektedir
Rüşvet yalnız alan için değil veren ve aracılık yapan için de harâmdır Allah Teâlâ; "İnsanların mallarından bir kısmını bile bile, günâh işleyerek ele geçirmek için iş başındakilere yedirerek mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin" (el-Bakara, 2/188) buyurmuştur
Rüşvetin devlet dairelerine, özellikle mahkemelere girmesi çok büyük bir suçtur Rasul-i Ekrem Efendimiz "Hüküm vermede rüşvet verene ve alana Allah lânet etsin " (Tirmizi, Ahkâm, 9) diye beddua etmiştir Bir memurun rüşvetle haksızlık yapması çok kötü bir iştir Rüşvet, bir hakkı araştırmak, bir işi yapmak için de alınamaz Bu zaten memurun görevidir Devlet memurlarının hediye almaları da dinimizce rüşvet sayılmıştır Peygamberimizin, zekat toplamak için gönderdiği bir memurun, dönüşünde:
"Bu sizindir, şu da bana verilen hediyedir" demesine Rasûlüllah (sas) kızmış ve "Eğer doğru söylüyorsan, git, anne-babanın evinde otur ve bu hediyeler sana gelsin, görelim " (Müslim, İmare, 26-30) buyurmuş, böylece memura ancak rüşvet düşüncesi ile hediye verilebileceğini anlatmıştır
Rüşvet dört kısım da ele alınabilir
1- Hakim veya idareci olabilmek için verilen rüşvet
2- Hakimin lehinde hüküm vermesini sağlamak için verilen rüşvet
3- Bir kimse ile idarecinin arasını düzeltmek karşılığında üçüncü kişiye verilen rüşvet Burada rüşvet veren ya idareciden gelecek bir zararı önlemek veya meşru bir menfaat elde etmek istemektedir
4- Bir kimsenin malına ve canına bir zarar vereceğinden korktuğu kişiye verdiği rüşvet
Birinci ve ikinci maddede tarafların her ikisi için de vermek veya almak haramdır Üçüncü madde yalnız alana haram, verene haram değildir Dördüncü maddede de hüküm aynıdır Çünkü bir müslümanın müslüman kardeşinin malına canına zarar vermemesi gerekir
Ayrıca rüşvet kabul eden hâkimin vermiş olduğu hüküm geçerli değildir Aynı zamanda böyle bir hâkim adalet sıfatını kaybeder ve fasık olur, görevine de son verilir Devlet görevinde çalışan memurların ve hâkimin almış olduğu hediyeler de rüşvet sayılır Çünkü onlar bu görevde olmasalardı kendilerine hediye verilmeyecekti Hediye vermekten maksatları işlerini gördürmektir Hatta rüşvet alan hâkim doğru karar vermiş olsa bile yine aldığı haramdır Çünkü hüküm vermek onun görevidir Ayrıca başka bir şey alması gerekmez
Rüşvet alan bir kimse almış olduğu mala dinen sahip olamaz; onu geri vermesi gerekir Bir kimsenin dinine gelecek bir zararı önlemek için rüşvet vermesi bir çare işe verebilir Bu, verene haram olmaz Nitekim Hz Peygamber (sas) dine dil uzatan şairlere ve aleyhte bulunmalarını istemediği kimselere bir şeyler verirdi Bu konuda müellefe-i kulub'a zekattan pay verilmiş olması yeterli bir delildir (İbn Abidin, IV, 303, vd, V, 272)
Rüşvet toplumsal bir hastalıktır Rüşvetin yaygınlaştığı yerlerde halkın birbirine ve devlete karşı besledikleri güven duygusu yok olur Herkes yapılan işlerden, özellikle mahkemelerde verilen kararlardan şüphe eder; her işin, her kararın arkasında rüşvet var zanneder, rüşvetsiz iş yapılmayacağına inanır Bu inanca namuslu insanların da kapılması, rüşveti toplumsal bir felaket haline getirir Artık doğru dürüst hiç bir şey yapılamaz olur Giderek devlet çarkı işlemez, işler zamanında yapılamaz hale gelir; haksızlık her yanı sarar, diğer ahlâksızlıklar çoğalır Bütün bunların alışkanlık haline gelmesi, toplum hayatını temelinden sarsar hatta büsbütün çökertir Rüşvet liberal ekonomilerde ve demokratik rejimlerde çok sık rastlanan toplumsal bir hastalıktır
Rüşvetin sadece topluma değil, onu alana da zararı vardır Az çok dini inancı olan insanlar, er geç yaptıkları işin kötülüğünü anlayacak ve vicdanları rahatsız olacaktır Asıl önemlisi de dünyada üç-beş kuruşluk menfaat sağlamak için rüşvet alanların Allah'ın lanetine müstehak olmaları ve dünyaları için ahiretlerini kaybetmeleridir İslâm'ın hâkim olduğu toplumlarda rüşvet olayı asgari sınıra çekilir Zira Hz Peygamber'in rüşvet alana da verene de lanet ettiği ve ikisinin de cehennemlik olduğunu ifade ettiğini bilen müslümanlar mutlaka bundan uzak dururlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HERHANGI BİR İŞE GİREBİLMEK İÇİN YÖNETİCİYİ GÖRÜP RÜŞVET VERMEK İCAB EDERSE BÖYLE BİR MESELE İÇİN RÜŞVET VERMEK CAİZ MİDİR? Herhangi bir işe girebilmek için az olsun çok olsun rüşvet vermek haramdır Peygamber (av) şöyle buyurmuş: Allah (cc)hem rüşvet verene, hem alana lanet etmiştir
Böyle bir iş için rüşvet vermek caiz değildir Rızık Allah'a aittir O herkesin rızkını tekeffül etmiştir Şurada iş sahası bulunmazsa burada bulunur Rüşvet sadece iki yerde verilebilir

1- Haksız bir yerde hapis ve işkenceye maruz kalındığında
2- Malın elden gitmeye maruz kalındığı zaman rüşvet vermek çare ise ona başvurabilir (Şirvani,İbn Abidin) Veren Allah'ın indinde mesul değildir Fakat alan Allah'ın lanetine müstahaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RÜŞVETİN HARAM OLMAYANI Babamın Gediz Nehri kıyısında arazisi vardı Bir ara Gediz yer değiştirdi, sonra yine aynı yerine geldi: Bu arada babam da öldü Ancak o arazının babamın olduğunu ispat edemiyoruz Tapu-kadastrodan rüşvet istiyorlar Kesin babama ait olan bu araziyi geri alabilmemiz için rüşvet verirsek günah işlemiş olur muyuz?
Rüşvet; hakkı olmayan birşeye ulaşmak, ya da hakkını hakkı olmayan yolları elde etmek için verilen şeydir Buna göre başka yolla alamadığı hakkını elde etmek ve dinini ve ırzını zalimlerden korumak için verilen şey, verene göre rüşvet değildir (ibn Âbidîn VI/423-24) Ama alan için rüşvettir ve en çirkin haramlardandır Sözünü ettiğiniz hakkınızı elde edebilmek için başka çâreniz yoksa rüşvet vermenizde dinen sakınca yoktur Ancak şartları sonuna kadar zorlamanız gerekir Tâ ki, başkasının haram işlemesine de sebep olmuş olmayasınız (Alâuddîn Âbidîn 269; Rasûlüllah Efendimiz (sas) islâm'a dil uzatan şairleri susturmak için onlara para vermiş ve birisi için: "Yâ Bilâl, şunun dilini benden kes" buyurmuştur (Aynı kaynak); ayrıca bk ibn Nüceym'den "islâm Hukukunda Rüşvetin Durumu" adıyla tercüme ettiğimiz risalesi; Kardâvî, el-Helâl ve-I-haram 306, 309- 310) Bu, aynı zamanda "emr bi'l- ma'rûf'un da gereğidir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RÜYANIN MAHİYETİ NEDİR? BİZE NE DERECE IŞIK TUTABİLİR? Rüya, akıl ve deney ötesi alemin dünyadaki en güzel örneği olarak Allah (cc)'in varlığının ve kudretinin delillerinden bir delil, zaman ve mekânın izafi (göreli) olduğunun isbatı, ruhu vasıtasıyla insanın iki hatta üç buutlu irrasyonel hayatının güzel bir örneğidir Ibn Şirin rüyaları ikiye ayırır, diğer Islâm alimleri genellikle üçe ayırırlâr:1 Allah (cc)'tan, açık-seçik ya da bir sembol suretinde gelen müjde ve uyarılar Resulüllah Efendimiz (sav)'in "Artık vahiy yok, sadık rüyalar vardır", "Sadık rüyalar Nübüvvetin kırkaltı parçasından biridir" dediği rüya budur Rüyanın nübüvvetle ilgisi olduğu için yalan rüya anlatanın peygamberlik iddia etmek gibi büyük bir günah işlediği söylenmiş, Efendimiz, "Iftiranın en çirkini, görmediği rüyayı görmüş gibi anlatmaktır" buyurmuştur 2 Şeytanın korkutmaları aslında herhangi bir şeye işaret etmeyen ve bir anlam taşımayan korkunç rüyaların çoğu bu kabildendir Bunda cinler de etkili olabilir ve insana yanıltıcı ya da korkulu rüyalar gösterebilir Bazı insanların büyük bir zat olduklarını kendilerine ve başkalarına rüya ile telkin edebilir ve şeriata zıt fikirlerle sapan ve saptıranlar yetiştirebilir Böyle durumlarda şeriatın zahirini ölçü almak gerekir Tarih boyunca kendisi de inanarak mehdi olduklarını söyleyen yüzlerce insan ve belki de meşhur Ahmed El-Kadıyani bu tür şerir güçlerin esiridirler3 Yorgunluk, korku, açlık, susuzluk, sıkıntı, fazla yemek yeme gibi çeşitli sebeplerden ötürü insanın kendi nefsinin anlamsız ve asılsız konuşmaları, hayal ve hülyalar Bu üç tür rüyanın sadece birncisi değer taşıdığı ve hangisinin sahih hangisinin sakat olduğu bilinemediğinden Ehli sünnet itikadınca rüya ile ihticac edilmez, yani rüya delil tutulamaz Istiharenin rüyaya yatma şekli ise sünnetle anlatılan istihareye uygun değildirAdetli kadının, cünubun, kâfirin, sarhoşun ve çocuğun gördüğü rüyalar da sahih olabilir Bunun çok örnekleri vardır: Sadık rüyalar genellikle sabaha karşı ve özellikle de öğle kaylülesinde görülür Açık seçik rüyalar makbuldurBöyle sadık rüyalar görmek isteyenlerin doğru sözlü olması, yalan, gıybet ve koğuculuktan kaçınması gerekir Rüya te'vil ilmi başlı başına bir ilimdir ve bilenleri çok azdır Allah (cc) bu ilmi meselâ Yusuf Efendimize ilham ettiğini ve öğrettiğini söylerSadık rüyalar; zamanla, mekanla, mevsimle, insanın içinde bulunduğu hal ve şartlarla ilişkili olduğu için tabir edenin bunları iyi değerlendirmesi ve tabircinin bu itibarla alım ve nasihat ehli bir kimse olması gerekir Yalancı ve düşman kimselere rüya anlatmamak salih ve işin ehli kimselere anlatmak gerekirRüya tabirinde en iyi yol Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden işaretler aramaktır Bu da rüyanın bir alime anlatılmasını gerektirirKendisine rüya anlatılan şahsın da hayır dileyerek dinlemesi ve her işareti değerlendirerek rüyayı tabir etmesi gerekir Gördüğü hoşa giden bir rüya için kalktığında Allah (cc)'a hamdeder Çünkü bu bir nimettir Sonra bunu dilerse anlatır, dilerse anlatmaz Kötü rüya görürse onu kimseye anlatmaz Böylece rüya zararsız olur(Tirmizi, Dâ'avât 53) Bazı rivayetlerde kötü rüya gördüğünde kalkıp sol tarafına tükürüp ve rüyasını kimseye anlatmaz denir Bu durumda bir miktar sadaka vermek ve muhtemel belaya onu siper edinmek de güzeldir(Konu için bk Nablusi, Ta'tiru'1-En'am, I/3-9; Ibn Sîrin, Müntehabu1-Kelâm, I/3 vd Hindiyye, V/380; Heytemi; el-fetavâ'1-Hadisiyye, 3)
 
Üst Alt