S Ş İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAVAŞ VE ÇARPIŞMA HALİNDE OLAN MÜSLÜMANLAR NASIL NAMAZ KILACAKLAR? Savaş ve çarpışma halinde olan müslümanlar, durum tehlikeli olduğundan namaz kılmakla mükellef değil, hatta namaz kılarsa namazları batıl sayılır Peygember (sav) Hendek savaşında harb ile meşgul olduğundan dört vakit namazı kılmadı Bilahare kaza etti Bu münasebetle şöyle buyurdu: "Salat-ı vusta'dan bizi alıkoydular Allah kabir ve içlerini ateşle doldursun”
Savaş halinde namaz kılmak caiz olsaydı Peygamber (sav) kazaya bırakmazdı
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAVAŞA VEYA AVRUPAYA GİDİP DÖNMEYEN VE ÖLÜMÜ İLE HAYATTA OLDUĞU HİÇ BİLGİ EDİLEMİYEN KİMSENİN EŞİ NE YAPACAKTIR? EVLENEBİLİR Mİ,YOKSA BEKLEYECEK Mİ?BEKLEYECEKSE NE ZAMANA KADAR BEKLEYECEKTİR ?
Hanefi ile Şafii mezheblerine göre,bu durumda olan bir mefkudun eşi ancak mefkud(kaybolan kişinin )ölümü sabit olunca veya Şafii mezhebine göre ömrü galip geçtikten sonra hakimin hükmü ile ,Hanefi mezhebine göre ise en kuvvetli görüşe göre onun yaşındakilerin çoğunun ölümü ile diğer bir görüşe göre de mefkud 120 yaşınıdoldurunca hayatla ilişkisi kesilirBinaenaleyh yukarıda belirttiğimiz gibi iki durumdan biri tahakkuk etmedikçe eşi evlenemezMaliki ve hanbeli mezheplerine göre ise ,mefkudun ölümü sabit olursa veya aradan dört sene geçtikten sonra hakim mefkud ile eşini birbirinden ayırmak için hüküm verirse eşi evlenebilir(el Fıkhül İslami)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SECDE ÂYETİ VE RADYO Okunan secde âyetini duyduğumuzda abdestli değilsek birşey okumalı mıyız? Radyo, televizyon ve teypten dinlenen secde âyeti için secde yapmak gerekir mi ?
Tilâvet secdesinin zamanı olmadığından, iyi olmamakla beraber, duyulduğu zamandan sonraya bırakılabilir Ancak o anda "semi'nâ ve eta'nâ gufrâneke Rabbenâ ve ileyke'l-masîr" deyip secdeyi kabullendiğini bildirmesi gerekir Ihtiyatlı olan görüşe göre teyp, radyo, vs gibi âletlerden dinlenen secde âyetinden ötürü de secde etmek gerekir Çünkü " duyana da secde gerekir" (63 Bk Mavsilî, el-Ihtiyâr I/75; M Zihnî Efendi 490 ) şeklindeki hadis-i şerif, duyulan ses kaynağının özelliğinden söz etmemiştir Bunların içinde özellikle radyonun -naklen yayın yapıyorsa ayrı bir özelliği vardır Çünkü o sesi anında ve olduğu gibi iletmektedir (64 Alâuddîn Âbidîn, Hediyye 99) Dolayısıyla radyodan duyulan secde âyetinden ötürü secde yapılması gereği daha açıktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SEFERDE NAMAZ Sefere çıkan bir kimse dört rekâtlı farz namazlarını iki değil, dört kılsa olur mu? Zamanımızda seferi olunmaz, çünkü yolculukla meşakkat kalmamıştır Ayrıca gidilecek yere çok kısa zamanda varılıyor, deniyor doğru mudur?
Bir sefer süresi kadar yolculuğa çıkanlar dört rekâtli farzları iki rekât kılarlar Hanefîler için bu lüzumludur Dört kılarlarsa farzları yerine gelmiş, ancak nahoş bir hareket (isâet) yapılmış olur Müsafirlik sadece meşakkatla ilgili değildir Sefer müddeti yol, hiç meşakkatsiz de gidilse yine seferi olunur Ancak sefer müddeti ne kadardır? Eskiler bunu doksan km ile belirlemişler, içlerinde Merhum Elmalılı ve eski Erzurum Müftüsü Merhum Osman Bektaş Hoca'nın da bulunduğu bazı son devir âlimleri ise, seferde mesafenin değil, sürenin önemli olduğunu söylemişler ve zamanın orta vasıtası (günümüzde otobüs) ile onsekiz saatlikten kısa yolculukta seferi olunamayacağını iddia etmişlerdir Bunlar iddialarına ciddi deliller göstermektedirler Ancak orta vasıta ile 18 saatte alınan yol, uçakla yarım saatte de alınsa onlara göre seferi olunur Bu iddia sahiplerinin doğru olabileceğini de hesaba katsak bile, seferde namazlarını kısaltmanın, Allah'ın kullarına bir hediyesi olduğunu da unutmamalıyız
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SEFERÎLİĞİN HÜKÜMLERİ Yolcular için bir takım kolaylıklar, ruhsatlar getirilmiştir Ramazanda yolculukta bulunan için orucu geri bırakmak mübahtır Yolcunun mesh süresi üç gün üç gecedir Yolcu dört rekatlı farz namazlarını ikişer rekat olarak kılar Buna "kasrı salat" denir
Yolculukta dört rekatlı namazların kısaltılarak kılınması Kur'an, Sünnet ve icma ile câizdir
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin size fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nisa, 4/101) Bu âyette kısaltmanın korku şartına bağlanması o günkü olayı tespit etmek içindir Çünkü Rasûlüllah (sas)'in çoğu yolculukları korkudan uzak değildi Ashab-ı Kiram'dan Ya'la b Ümeyye (ra) Hz Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden namazları kısaltarak kılıyoruz? Halbuki güven içindeyiz Hz Ömer de buna cevap olmak üzere şöyle buyurdu: Ben de aynı durumu Hz Peygamber'e sormuştum; şöyle buyurmuştu: "Bu, Allah'ın size verdiği bir bağıştır, Allahın sadakasını kabul edin" (Müslim, Misafir, 4; Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I)
Hz Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı yolculuklarında namazları kısaltarak kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir Abdullah ibn Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Hz Peygamber (sas)'e yolda arkadaşlık ettim O, yolculuklarında iki rekattan fazla kılmazdı Hz Ebu Bekir, Hz Ömer ve Hz Osman da böyle yaparlardı" (Ibn Mâce, Ikâme, 75) Hz Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yolcunun namazı, Nebinizin lisanı üzere kısaltılmaksızın tam iki rekattır" (Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; Ibn Mâce, Ikâme, 73, 124)
Yolcunun dört rekatlı farz namazları kısaltması zorunlu mudur; yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında serbest midir?
Hanefîlere göre, yolcunun namazları kısaltarak kılması vacib ve aynı zamanda azimettir Yolcunun bilerek iki rekattan fazla kılması mekruhtur Bununla birlikte iki rekat kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekat daha kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât da nafile olmuş olur Ancak selâmı tehir etmiş olmasından ötürü kötü bir iş yapmış sayılır Fakat birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki rekatta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda etmiş olmaz Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir Hz Aişe (ranha)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Namaz ikişer rekat olarak farz kılındı, sonra hazarda ziyade olundu, seferde ise olduğu gibi bırakıldı (Buhari, Salat,1; Müslim, Misafirin,1; Ebû Davud, II, 3) ibn Abbas (ra)'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı, Peygamberimizin dili ile hazarda dört rekat, seferde iki rekat olarak farz kılmıştır" (Müslim, MüŞâfirîn, 5, 6; Ebû Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4; Ibn Mace Ikame, 75)
Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak kılmak müekked sünnet, Şafiî ve Hanbelilere göre ise yolculukta namazları kısaltarak kılmak, muhayyer olmak üzere ruhsattır Seferî kişi namazlarını kısaltarak da, tam olarak da kılabilir Ancak Hanbelîlere göre kısaltmak mutlak olarak tam kılmaktan daha faziletlıdır Çünkü, Hz Peygamber ile dört halife bu şekilde yapmaya devam etmişlerdir
Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet bulunan bir amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında namazları kısaltmak caizdir Meselâ; yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haram işlemek için yolculuk yapan kimse de ruhsatlarından yararlanır Zira bu konudaki nasslar bunun ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için namazları kısaltmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nîsa, 4/104) âyetinde yolculuğun meşrû veya gayrı meşrû olması arasında bir ayırım yapılmamıştır (Ibnül-Hümâm, age, I, 405 vd; Ibn Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736)
Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre ise; yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak gibi Allah'a isyanın söz konusu olduğu yolculuklarda, sefere mahsus olan namazların kısaltılması, birleştirilmesi oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh etmek, binek üzerinde nafile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah olmaz Çünkü, bu gibi kimseler Allah'a isyan için yolculuk yapmış sayılır Bu konudaki kaide şudur:
"Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz" Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a isyanda bulunmama" şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173) Bu durumda ruhsatlar günah ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz (Ibn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970, II, 261; Zühaylî, II, 323 vd; Ibn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 163)
Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse seferîliği devam eder Bu konuda dayanılan delil, kadınların temizlik süresine kıyastır Temizlik süresi, hayız sebebiyle kadının üzerinden düşen namaz ve orucun edasına dönmeyi gerektirir Ikamet yerinde bulunmak da sefer sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecibelerin yapılmasına geri dönmeyi gerektirir Bu yüzden temizlik süresinin on beş gün ile sınırlanması gibi, en az ikâmet süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir Bu görüş Ibn Abbas ve Ibn Ömer (ra)'dan nakledilen şu söze dayanır: Seferî olduğun halde bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını tam kıl Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını bilmezsen namazlarını kısaltarak kıl" (ez-Zühayli, el-Fıkhul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 323)
Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını görmek için beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile namazlarını kısaltarak kılar On beş günden fazla kalmaya, niyet etmediği için seferîlik hali devam eder Nitekim Ibn Ömer (ra) Azerbaycan'da altı ay kalmış ve namazlarını bu şekilde kısaltarak kılmıştır Bir kısım sahabenin de böyle yaptığı rivayet edilmiştir
Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden daha fazla kalmaya niyet etseler bile namazlarını kısaltarak kılarlar Çünkü orada kalmak veya yenilip çekilmek ihtimalı bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir
Şâfiî ve Malıkilere göre, yolcu bir yerde dört gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar Çünkü sünnette, dört günden az ikâmetin, seferin hükmünü kesmeyeceği açıklanmıştır Rasülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
"Muhacır hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün ikâmet eder " Nitekim Hz Peygamber (sas), umre yaptığı zaman Mekke'de üç gün süreyle kaldığı halde namazlarını kısaltarak kılıyordu" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 207 vd)
Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya yirmi vakitten fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar Bundan az olursa kısaltarak kılar
Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın değil, tabi olunanın niyeti geçerlidir Bu yüzden asker, komutanının; işçi işvereninin; öğrenci hocasının; kadın kocasının niyetine göre mukim veya yolcu olmuş olur
Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına girmemiş olan çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez Şâfiîlere göre ise, mümeyyiz çocuğun yolculuğa niyeti geçerli olup, namazını kısaltarak kılabilir
Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar
Islâm devlet başkanı, sefere niyet etmeksizin ülkesi içinde bir süre dolaşacak olsa, namazlarını tam kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya niyet ederse, namazlarını kısaltır Doğru olan budur
Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle değişmez Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazları ikiser rekat olarak kılar Bir yolcu da ikâmet zamanında kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar
Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir Burada müsafir iki rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam görüşe göre- kıraatta bulunmaksızın namazını tamamlar; yanılırsa secde de etmez Çünkü, bu mukîm bir lâhik mesabesindedir (bk "lahik" mad) Imam olan müsafirin namazdan önce "Ben seferîyim, siz namazlarınızı tamamlayın" demesi müstehaptır
Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir Bu durumda dört rekatlı bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar Imama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönüşmüş olur "Ibn Abbas "Seferî'nin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki rekat, mukîm olarak dört rekat kılıyor" sorusuna; "Bunu yapmak sünnettir" cevabını vermiştir" (ez-Zühayli, age, II, 335)
Nâfi' şöyle demiştir: "Ibn Ömer seferî olduğu zaman imamla birlikte kılınca dört rekat kılar; yalnız başına kıldığı zaman ise iki rekat kılardı" (ez-Zühayli, age, II, 335)
Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı bir namazında mukîm imama uyamaz Çünkü bu namaz daha önceden iki rekat olarak meydana gelmiştir
Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki namazı bir vakitte kılmak caiz değildir Yalnız Arafat'ta öğle ile ikindi, Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür (bk "Namazın Vakitleri")
Hanefîler dışında üç mezhep imamına göre bir mazeret bulununca öğle ve ikindi veya akşam ile yatsı namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir vakitte birleştirmek caizdir Meselâ; öğle namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi, ikindi vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek iki vakitten birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir Hanefîlerin dışında kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz olduğu kanaatindedirler
Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla veya yolcu iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe uğramaz Bu yüzden yolculukta kazaya kalan dört rekatlı namazlar, ister yolculuk sırasında isterse mukîm iken kaza edilsin, kısaltılarak kılınır Mukîm iken kazaya kalan namazlar da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır
Yolculuğun Sona Ermesi:
Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer Burada oturmaya niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez Ikâmet vatanına dönüşte ise, oturmaya niyet gereklidır
Vatan üçe ayrılır

1 Aslî vatan: Bir kimsenin doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barınmayı kasd edip, başka yeri vatan edinmek istemediği yere "aslî vatan" denir
2 Ikâmet vatanı: Bir kimsenin doğup büyüdüğü, evlenip içinde sürekli yerleşmeye karar verdiği bir yer niteliğinde olmaksızın, yalnız içinde on beş günden fazla kalmak üzere yerleştiği yere de "ikâmet vatanı (vatan-ı ikâmet)" denir Askerlik, öğrencilik, işçilik veya memurluk gibi hizmetler sebebiyle sürekli bir şekilde yerleşilmeyen beldeler on beş günden fazla kalmaya niyet edilmesi yüzünden "ikâmet vatanı" niteliğindedir
3 Süknâ vatanı: Bir yolcunun, içinde on beş günden az oturmak istediği yer de kendisinin bir vatan-ı süknâsı olur Bu sonuncuya itibar edilmez Bununla ne aslî vatan ve ne de ikâmet vatanı değişmez Böyle bir yolcu, hem yolculuk sırasında hem de on beş günden az kaldığı bu süre içinde "seferî" sayılır; Aslî veya ikâmet vatanlarına olan yolculukta ise yalnız yolculuk sırasında seferî hükümleri uygulanır Bu vatanlara ulaşan kimse, orada "mukîm" sayılır

Seferîlik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile bozulur, aşağısı ile bozulmaz Bu yüzden insanın asıl vatanı olan yer, diğer ikâmet ve süknâ vatanları ile bozulmaz Yani vatan-ı ikâmette bulunan kimse vatan-ı aslîye dönmekle müsafir olmaz Insan doğup yerleştiği veya karısının yerleştiği yere varınca seferî olmaz Sadece gideceği bu yer 90 km'den uzakta olursa yolculuk sırasında seferî olur, fakat oraya varınca seferîliği kalkar
Bir kimse yerleştiği yerden, yine sürekli olarak yerleşmek amacıyla başka bir yere giderse, gittiği yer vatan-ı aslîsi olur; birinci vatanı vatan-ı aslî olmaktan çıkar Çünkü, Hz Peygamber (sas) Mekke'ye gittiklerinde kendisini müsafir saymış ve "Biz seferîyiz" buyurmuştur (eş-Şevkânî, age, III, 270)
Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmetle bozulmaz Doğduğu veya karısının bulunduğu yerden öğrencilik, askerlik, işçilik gibi bir amaçla on beş günden az kalmak üzere başka bir yere giden bir kimsenin önceki aslî vatanı nitelik değiştirmez Oraya dönünce üç gün bile kalacak olsa seferî sayılmaz Çünkü vatan-ı ikâmet, vatan-ı aslîyi bozmaz
Bir kimse bir şehirde otururken ailesini nakletmeden başka bir şehirde de evlense, her iki şehir kendisi için asıl vatan olur Hangisine gitse mukîm sayılır Vatan-ı ikâmet ise, başka bir vatan-ı ikâmete gitmek veya oradan ayrılıp yolculuğa çıkmak yahut aslî vatana dönmekle bozulur Yani vatan-ı ikâmetten ayrılan kimse, yeniden buraya döndüğünde on beş günden az kalacaksa seferî sayılır
On beş günden az kalınacak yer olan vatan-ı süknanın bir önemi yoktur Kişi orada seferî sayılır Bu vatan, diğer vatan çeşitlerini değiştirmez Kişi onbeş günden kısa süren ve 90 km'den uzağa yaptığı tüm yolculuklarında, şehrin yerleşim alanları dışına çıktığı andan itibaren ve gittiği yerde seferî sayılır Bu durum geri dönünceye kadar devam eder
Cemaatle namâzda mukîm müsafire uymuşsa, müsafir iki rekat kılınca selâm verir, mukim selâm vermeyip namazı dörde tamamlar Namazı dörde tamâmlarken hiç bir şey okumaz; çünkü namazın baş tarafını imamla kılmış ve farz kıraat yerine gelmiştir (Ibnül-Hümam, I, 405; Ibn Âbidîn, I, 733 vd; Zeylaî, et-Tebyîn, I, 215)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SEFERİLİK

Yolculuk, yolculuğa çıkma; sefer mesafesine yolculuk yapma Bir fıkıh terimi olarak yolculuk, belirli bir mesafeye gitmektir Bu mesafe ise orta yürüyüşle üç günlük, yani on sekiz saatlik bir uzaklıktan ibarettir Buna üç merhalelik mesafe de denir
Orta yürüyüş, yaya yürüyüşü ve kafile içindeki deve yürüyüşüdür Denizlerde ise yelkenli gemilerin mutedil havadaki üç günlük yolculuğudur
İşte karalarda böyle bir yürüyüş ile denizlerde ise mutedil bir havada yelkenli bir gemi ile on sekiz saat sürecek bir mesafe "sefer süresi" sayılır Bu yolun yalnız gidilecek mesafesi esas alınır; yoksa gidiş dönüş mesafesine bakılmaz Yolculuk yapan kimse süratli bir araçla yolculuk yaparak bu mesafeyi günümüzde yeni çıkan ulaşım vasıtalarında olduğu gibi daha kısa bir sürede katederse bile yine yolcu sayılır ve namazlarını kısa kılar Yolculukta üç günün esas alınmasında üç günlük mesh süresine kıyas yapılmıştır Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Mukim kimse tam bir gün bir gece, yolcu ise üç gün üç gece mesh eder" (Zeylaî, Nasbu'r Râye, II, 183)
Vatanında veya o hükümdeki bir yerde oturan kimseye "mukim", buradan çıkıp en az on sekiz saatlik mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de "misafir" (yolcu) denir
Yolculuk hali genel olarak güçlük ve sıkıntılardan uzak değildir Bu yüzden İslâm dini yolcular hakkında bazı kolaylıklar getirmiştir Yolculukta gece gündüz aralıksız yolculuğa devam edilemez, istirahata da ihtiyaç vardır Bu yüzden günlük yolculuk süresi altı saat olarak belirlenmiştir Saatte 5 km yol katedilmesi esas alınınca, seferilik mesafesi 90 km olmuş bulunur Bazı yolculukların rahat, meşakkatsiz ve çok kısa sürede yapılabilmesi, sonucu değiştirmez Çünkü hüküm ferde göre değil, cinse göre meydana geleceğinden, bütün yolculuk hallerini kapsamına alır Diğer yandan Hanefîlere göre, yolculukta getirilen kolaylıkların illeti, mücerret seferiliktir Güçlük ve sıkıntı bunun hikmetidir
Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre, namazların kısaltılmasını mubah kılan uzun yolculuk, zaman bakımından ortalama iki günlük yolculuk veya ağır yükle ve yaya olarak iki konaklık mesafedir
Bazı fakihlere göre sefer süresi, on sekiz fersahlık bir mesafedir Bir fersah üç mil; bir mil de 1849 metredir
Bir fersah on iki bin adım; bir mil de dört bin adım sayılmaktadır Bununla birlikte fersahlar düz yerler ile dağlık ve derelik yerlere göre değişir Meselâ; düz bir yerde bir fersah bir saatte alınabildiği halde; dağlık bir yerde böyle bir mesafe 1 saatte alınamaz Bu yüzden bu konuda fersah bir ölçü sayılmamalıdır Ancak fersaha itibar edilince bir çok meselelerin çözümü kolaylaşmaktadır
Meselâ; tren veya uçakla yapılacak yolculuklarda yolun kaç fersah olduğu dikkate alınır En âz on sekiz fersahlık bir mesafe katedilmiş olunca, sefer süresi gerçekleşmiş ve sefer hükmü cereyan etmeye başlamış olur; artık kara veya deniz aracının hızlı seyreden bir araç olmasına itibar edilmez
Diğer yandan Hanefiler dışındaki üç imam da fersah ölçüsünü esas almıştır İmam Malik ve Ahmed b Hanbel'e göre sefer süresi 16 fersah yani 48 mildir Bir mil ise altı bin el arşınıdır İmam Şafiî'nin yeni görüşüne göre de 48 mildir Eski görüşüne göre bir gün bir gecedir
Gidilecek yerin hem denizden hem de karadan yolu bulunsa, yolcunun gideceği yola itibar edilir Bu yüzden, bir beldeye meselâ deniz yoluyla on iki saatte; kara yoluyla da on sekiz saatte gidilecek olsa, karadan gidenler yolcu sayılır; denizden gidenler sayılmaz Bir yerin karadan iki yolu bulunduğu takdirde de hüküm böyledir, yalnız sefer mesafesinde bulunan yoldan gidenler misafir olmuş bulunurlar
Yolculuk, vatan edinilen beldenin veya köyün yola çıkıldığı tarafındaki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük bir yere gidilmeye niyet edildikten itibaren başlar Bu yüzden şehir kenarlarındaki yerleşim alanları şehirle bütünleşmiş olan köyler veya köyden yola çıkanlar için "finayı mısır" denilen harmanlık, mezarlık ve ağıl gibi eklentiler geçilmedikçe yolculuk başlamış olmaz
Şehir veya köyün yerleşim alanı dışında kalan fabrikalar, organıze sanayi kuruluşları, toptancı halleri, bağlar, bahçeler, hayvan ve tavuk çiftliği gibi alanlar şehirden sayılmaz
Seferîliğin Hükümleri
Yolcular için bir takım kolaylıklar, ruhsatlar getirilmiştir Ramazanda yolculukta bulunan için orucu geri bırakmak mübahtır Yolcunun mesh süresi üç gün üç gecedir Yolcu dört rekatlı farz namazlarını ikişer rekat olarak kılar Buna "kasrı salat" denir
Yolculukta dört rekatlı namazların kısaltılarak kılınması Kur'an, Sünnet ve icma ile câizdir
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin size fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nisa, 4/101) Bu âyette kısaltmanın korku şartına bağlanması o günkü olayı tespit etmek içindir Çünkü Rasûlüllah (sas)'in çoğu yolculukları korkudan uzak değildi Ashab-ı Kiram'dan Ya'la b Ümeyye (ra) Hz Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden namazları kısaltarak kılıyoruz? Halbuki güven içindeyiz Hz Ömer de buna cevap olmak üzere şöyle buyurdu: Ben de aynı durumu Hz Peygamber'e sormuştum; şöyle buyurmuştu: "Bu, Allah'ın size verdiği bir bağıştır, Allahın sadakasını kabul edin” (Müslim, Misafir, 4; Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I)
Hz Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı yolculuklarında namazları kısaltarak kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir Abdullah ibn Ömer (ra) şöyle demiştir:
"Hz Peygamber (sas)'e yolda arkadaşlık ettim O, yolculuklarında iki rekattan fazla kılmazdı Hz Ebu Bekir, Hz Ömer ve Hz Osman da böyle yaparlardı" (İbn Mâce, İkâme, 75) Hz Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yolcunun namazı, Nebinizin lisanı üzere kısaltılmaksızın tam iki rekattır" (Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; İbn Mâce, İkâme, 73, 124)
Yolcunun dört rekatlı farz namazları kısaltması zorunlu mudur; yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında serbest midir?
Hanefîlere göre, yolcunun namazları kısaltarak kılması vacib ve aynı zamanda azimettir Yolcunun bilerek iki rekattan fazla kılması mekruhtur Bununla birlikte iki rekat kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekat daha kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât da nafile olmuş olur Ancak selâmı tehir etmiş olmasından ötürü kötü bir iş yapmış sayılır Fakat birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki rekatta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda etmiş olmaz Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir Hz Aişe (ranha)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Namaz ikişer rekat olarak farz kılındı, sonra hazarda ziyade olundu, seferde ise olduğu gibi bırakıldı (Buhari, Salat,1; Müslim, Misafirin,1; Ebû Davud, II, 3) ibn Abbas (ra)'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı, Peygamberimizin dili ile hazarda dört rekat, seferde iki rekat olarak farz kılmıştır" (Müslim, MüŞâfirîn, 5, 6; Ebû Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4; İbn Mace İkame, 75)
Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak kılmak müekked sünnet, Şafiî ve Hanbelilere göre ise yolculukta namazları kısaltarak kılmak, muhayyer olmak üzere ruhsattır Seferî kişi namazlarını kısaltarak da, tam olarak da kılabilir Ancak Hanbelîlere göre kısaltmak mutlak olarak tam kılmaktan daha faziletlidir Çünkü, Hz Peygamber ile dört halife bu şekilde yapmaya devam etmişlerdir
Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet bulunan bir amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında namazları kısaltmak caizdir Meselâ; yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haram işlemek için yolculuk yapan kimse de ruhsatlarından yararlanır Zira bu konudaki nasslar bunun ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için namazları kısaltmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nîsa, 4/104) âyetinde yolculuğun meşrû veya gayri meşrû olması arasında bir ayırım yapılmamıştır (İbnül-Hümâm, age, I, 405 vd; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736)
Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre ise; yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak gibi Allah'a isyanın söz konusu olduğu yolculuklarda, sefere mahsus olan namazların kısaltılması, birleştirilmesi oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh etmek, binek üzerinde nafile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah olmaz Çünkü, bu gibi kimseler Allah'a isyan için yolculuk yapmış sayılır Bu konudaki kaide şudur:
"Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz" Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a isyanda bulunmama" şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173) Bu durumda ruhsatlar günah ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz (İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970, II, 261; Zühaylî, II, 323 vd; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 163)
Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse seferîliği devam eder Bu konuda dayanılan delil, kadınların temizlik süresine kıyastır Temizlik süresi, hayız sebebiyle kadının üzerinden düşen namaz ve orucun edasına dönmeyi gerektirir İkamet yerinde bulunmak da sefer sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecibelerin yapılmasına geri dönmeyi gerektirir Bu yüzden temizlik süresinin on beş gün ile sınırlanması gibi, en az ikâmet süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir Bu görüş İbn Abbas ve İbn Ömer (ra)'dan nakledilen şu söze dayanır: Seferî olduğun halde bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını tam kıl Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını bilmezsen namazlarını kısaltarak kıl" (ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 323)
Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını görmek için beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile namazlarını kısaltarak kılar On beş günden fazla kalmaya, niyet etmediği için seferîlik hali devam eder Nitekim İbn Ömer (ra) Azerbaycan'da altı ay kalmış ve namazlarını bu şekilde kısaltarak kılmıştır Bir kısım sahabenin de böyle yaptığı rivayet edilmiştir
Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden daha fazla kalmaya niyet etseler bile namazlarını kısaltarak kılarlar Çünkü orada kalmak veya yenilip çekilmek ihtimali bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir
Şâfiî ve Malikilere göre, yolcu bir yerde dört gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar Çünkü sünnette, dört günden az ikâmetin, seferin hükmünü kesmeyeceği açıklanmıştır Rasülullah (sas) şöyle buyurmuştur:
"Muhacir hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün ikâmet eder " Nitekim Hz Peygamber (sas), umre yaptığı zaman Mekke'de üç gün süreyle kaldığı halde namazlarını kısaltarak kılıyordu" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 207 vd)
Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya yirmi vakitten fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar Bundan az olursa kısaltarak kılar
Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın değil, tabi olunanın niyeti geçerlidir Bu yüzden asker, komutanının; işçi işvereninin; öğrenci hocasının; kadın kocasının niyetine göre mukim veya yolcu olmuş olur
Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına girmemiş olan çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez Şâfiîlere göre ise, mümeyyiz çocuğun yolculuğa niyeti geçerli olup, namazını kısaltarak kılabilir
Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar
İslâm devlet başkanı, sefere niyet etmeksizin ülkesi içinde bir süre dolaşacak olsa, namazlarını tam kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya niyet ederse, namazlarını kısaltır Doğru olan budur
Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle değişmez Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazları ikişer rekat olarak kılar Bir yolcu da ikâmet zamanında kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar
Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir Burada müsafir iki rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam görüşe göre- kıraatta bulunmaksızın namazını tamamlar; yanılırsa secde de etmez Çünkü, bu mukîm bir lâhik mesabesindedir (bk "lahik" mad) İmam olan müsafirin namazdan önce "Ben seferîyim, siz namazlarınızı tamamlayın" demesi müstehaptır
Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir Bu durumda dört rekatlı bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar İmama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönüşmüş olur "İbn Abbas "Seferî'nin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki rekat, mukîm olarak dört rekat kılıyor" sorusuna; "Bunu yapmak sünnettir" cevabını vermiştir" (ez-Zühayli, age, II, 335)
Nâfi' şöyle demiştir: "İbn Ömer seferî olduğu zaman imamla birlikte kılınca dört rekat kılar; yalnız başına kıldığı zaman ise iki rekat kılardı" (ez-Zühayli, age, II, 335)
Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı bir namazında mukîm imama uyamaz Çünkü bu namaz daha önceden iki rekat olarak meydana gelmiştir
Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki namazı bir vakitte kılmak caiz değildir Yalnız Arafat'ta öğle ile ikindi, Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür (bk "Namazın Vakitleri")
Hanefîler dışında üç mezhep imamına göre bir mazeret bulununca öğle ve ikindi veya akşam ile yatsı namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir vakitte birleştirmek caizdir Meselâ; öğle namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi, ikindi vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek iki vakitten birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir Hanefîlerin dışında kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz olduğu kanaatindedirler
Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla veya yolcu iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe uğramaz Bu yüzden yolculukta kazaya kalan dört rekatlı namazlar, ister yolculuk sırasında isterse mukîm iken kaza edilsin, kısaltılarak kılınır Mukîm iken kazaya kalan namazlar da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır
Yolculuğun Sona Ermesi:
Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer Burada oturmaya niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez İkâmet vatanına dönüşte ise, oturmaya niyet gereklidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SENET

Kendisine dayanılan şey, senet; Yemen elbisesi veya dağ yamacı, Türkçe'de, bir borcun veya verilen bir sözün belgesi, garantisi Çoğulu "esnâd" ve "senedât"tır Senet genellikle bir borcu veya hukukî bir işlemi tesbit etmek üzere düzenlenir Tapu senedinde olduğu gibi resmî bir makam tarafından onaylanmış, borç senedinde olduğu gibi borçlu tarafından imzalanmış olabilir Günümüzde âdî, resmî, özel, onaylı, değerli gibi çeşitleri vardır
İslâm hukuku açısından senet, va'deli borçlanmaları tesbit eden yazılı belgeyi ifade eder Kur'an-ı Kerim'de borçlanmaların yazı ile tesbiti konusunda şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Belirli bir vadeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın Bunu aranızda bir yazıcı doğru olarak yazsın Yazıcı onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın Borçlu olan kimse de yazdırsın Rabbi olan Allah'tan korksun; borcundan hiçbir şey eksiltmesin Eğer borçlu aklı ermez veya zayıf yahut da yazdırmaya gücü yetmeyen bir kimse ise, onun yerine velisi doğru olarak yazdırsın Erkeklerinizden iki de şahit tutun Eğer iki erkek bulunmazsa şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğeri hatırlatması için- iki kadın yeter Şahitler, çağrıldıklarında çekinmesinler Borç büyük olsun küçük olsun onu vadesiyle birlikte yazmaya üşenmeyin Bu Allah katında en adâletli, şahitlik için en doğru, şüphe etmemeniz için en yakın bir yoldur Ancak, aranızda yaptığınız ticaret peşin olursa, yazmamanızda size bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/282)
Borçlanmalarda tarafların hakkını belirleyen bu belgeler anlaşmazlık halinde bir ispat aracı olur Borçlanma ticaretle ilgili ise bunlara "ticarî senet" denir Ticarî senetler günümüz beşerî hukukunda "kambiyo senetleri" adını alır ve poliçe, emre yazılı senet veya bono ile çek olmak üzere üç çeşit senedi kapsar Bunlar özel şekil şartlarına bağlanmış ve çıkarılan yasalarla belgelik yönleri ya da tahsil edilebilmeleri daha sade esaslara bağlanmıştır Meselâ, âdi veya el senedinde yer alan alacak veya hakkın ayrıca mahkeme kararı ile tespiti gerekirken, kambiyo senetleri böyle bir karara gerek olmaksızın doğrudan icra yolu ile tahsil edilebilme niteliğine sahiptir (bkz Reha Poroy, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, İstanbul 1971, s 90 vd)
İslâm devletinin de yazılı belgeleri resmi nitelik ve durumlarına göre sınıflandırması mümkündür İstihsan ve maslahat prensiplerine göre, toplum, esnaf ve tüccarın karşılıklı hak ve menfaatlerini korumak için yazılı belgeler düzenletmesi devletin hak ve yetkileri arasındadır Çünkü borçlanmalarda kullanılan senetler mahkemede delil olarak kullanılınca, doğrudan devletin güç alanına girmiş olmaktadır
Nitekim Mecelle'nin aşağıdaki maddeleri yazılı belgelerin ikrar gücünde ispat aracı olduğunu açıkça ifade eder
"Yazı ile ikrar dil ile ikrar gibidir" (Mecelle, mad 1606); "Yazışma, karşılıklı konuşma gibidir" (mad 69) 1608 maddede tüccar defterlerindeki kayıtların, borcu yazı ite ikrar niteliğinde olduğu belirlenmiştir Usûlüne göre düzenlenen bir senedin yanlı ve sözlü ikrar gücünde delil teşkil ettiği şöyle ifade edilir: "Bir kimse kendisi yazıp veya bir kâtibe yazdırıp da imzalı veya mühürlü olarak başkasına vermiş olduğu borç senedi, usulüne göre düzenlenmiş ise, yazı ile ikrar niteliğinde olup, sözlü ikrar gibi geçerli otur ve yürürlük kazanır Âdet üzere verilegelen vusuller yani makbuz ilmûhaberleri dahi bu niteliktedir” (madde, 1609)
Senetlerin kesin ispat aracı oluşu ve senedin, yazı, imza veya kapsamına itiraz usulleri şöyle belirlenir:
"Bir kimse yukarıdaki şekilde, usûlüne göre yazıp veya yazdırıp da imzalanmış veya mühürlenmiş olarak vermiş olduğu borç senedi kendisinin olduğunu itiraf etmekte iken, kapsadığı borcu inkâr etse, inkârına itibar olunmayıp, bu borcu ödemesi gerekir Ancak senedin kendisine ait olduğunu inkâr ettiği takdirde, eğer yazı veya mühür meşhur ve müteâref ise, inkarına itibar olunmayıp, bu senetle amel edilir Eğer yazı ve mührü meşhur ve mütearef değilse, senet sahibine yazı örneği yazdırılarak bilir kişiye incelettirilir Yazının ona ait olduğu bilir kişi raporu ile tespit edilirse, senet sahibine bu borcu ödemesi emredilir" (Mecelle, mad 1610)
Türkiye'de 1850 tarihli Kanunnâme-i Ticaretteki kambiyo senetleri ile ilgili hükümler Fransız Ticaret Kanununun bir tercemesinden ibaretti
1914'te Lahey, Yeknesak Kanunu Projesinden mülhem olan ayrı bir şek kanunu kabul edilmiştir (Poroy, age, 93)
Senet sözcüğü "hisse senedi" olarak, şirketlerdeki hisse oranlarını ifade eder (bkz "Hisse Senedi" maddesi)
Hadis ilminde, bir terim olarak sened sözcüğü hadisin başındaki râviler zincirini ifade eder Her hadis metninin başında, o metni birbirine nakleden ravi isimlerinden oluşan bir zincir vardır Bu isim zinciri, en son raviden başlayarak Hz Peygamber'e kadar ulaşır ve her ravi zincirin bir halkasını teşkil eder Bu halkaların birbirine bağlı olması, nasıl zincirin sağlam olduğunu temin ederse, her bir halkanın da kendi başına sağlam olması, aynı şekilde zincirin sağlamlığını gösterir İşte ravi adlarından ibaret böyle sağlam bir zincir, kendisine bağlı olan hadis metni için bir garanti sayılır ve istilâhta bu garantiye "sened" denir Senedi olmayan bir hadis böyle bir garantiden yoksun demektir
Bir ravinin hadis rivayet ederken, kendisinden yukarıya doğru, Hz Peygamber (sas)'e kadar hadisin senedini bildirmesine ise "isnâd" adı verilir Bununla birlikte bu son terim, çoğu kere "sened"in eş anlamlısı olarak kullanılmıştır Meselâ, "Hadisin bir çok senetleri vardır", yerine, "Hadisin bir çok isnadları vardır" denilmiştir (bkz Tâlât Koçyiğit, Hadis istilâhları, Ankara 1980, s 397)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SENET, BONO VE ÇEK SATMAK VEYA SATIN ALMAK CAİZ MİDİR? Senet, bono ve çek satmak veya satın almak caiz değildir Çünkü bunlar para veya meta' değiller Ancak zimmetteki parayı sağlama bağlamak için birer teminattır
Malik şöyle rivayet etmiştir: Mervan bin Hakem'in zamanında bir çeşit çek çıkmıştı Halk, karşılığını almadan birbirine satmaya başladılar Bunun üzerine Zeyd bin Sabit bazı sahabe ile birlikte Mervan'a gittiler: "Ey Mervan, faiz ile alış veriş yapmayı mübah mı kılıyorsun?" dediler Mervan: "Allah'a sığınırım, bu ne demektir? Dedi Sahabeler: "Halk, karşılığını almadan bu çeklerle alış veriş yapıyor" dediler Bunun üzerine Mervan, emniyet mensuplarını gönderdi, onlarla alış veriş yapanları ta kip ederek malları ellerinden alıp sahiplerine iade ettiler (al-Muvatta)
Ayrıca şimdi olduğu gibi, Osmanlılar zamanında da maaşı beytü'l-maldan veya vakıf gelirinden verilmek üzere memur ta'yin ediliyordu Memura, takdir edilen aylığa "Camekiye" denilirdi Camekiye'nin satışıyla ilgili İbn Abidin şu fetvayı nakil ediyor: Musannife Camekiyenin satışı soruldu Yani adamın birinin maliyeden alacağı aylığı vardır Henüz vakti gelmeden ihtiyacından dolayı, miktarından daha düşük bir para ile satıyor, böyle bir satış caiz midir?
Musannif şöyle cevap verdi: Alacaklı, alacağını verecekliden başka bir kimseye satamaz (Durru'l-Muhtar)
Ancak birisinin başkasına vereceği olduğu gibi, başkasından alacağı da olur Borcunun vadesi ile elindeki çekin vadesi birbirine tevafuk ederse, bu çeki alacaklıya verebilir Bu çek satışı değil, borcun havalesi sayılır Hülasa sened, bono ve çek satılmaz, alınmaz ve zekat olarak verilmez Yalnız devletin verdiği çek ve bono –va'deleri geldiği takdirde- ile para arasında fark yoktur Va'deleri gelmemiş ise satılması caiz değildir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SERBEST PİYASADAN, BANKA FİYATINDAN BİRAZ YÜKSEK FİYATA DÖVİZ ALMAK CAİZ MİDİR? Döviz alım-satımı islâm hukukunda "sarf akdi" ne girer ki, bir paranın diğer bir parayla satınalınması demektir Değişik iki parayı, meselâ Türk lirasi ile Markı birbirleriyle değiştirmede ölçü, peşin olmalarıdır Peşin olduktan sonra, resmi kurdan, ya da karaborsadan olmasının cevaz konusunda hiçbir farkı yoktur Dilediğinden diledigi kârla alabilir ve satabilir Yeter ki, faiz maddelerinin (meselâ paranın) cinsleri farklı olanlarında faiz sebebinin (illet) geciktirme olduğu bilinsin Allah Rasulü Efendimiz (sav), "Cinsler değişik olursa, peşin olmak şartıyla, dilediğiniz gibi satın"(bk Mavsilî, el-Ihtiyar (Ist) 208) buyurmuş, fıkıhçılar da bunu esas almışlardır Ömer Efendimiz (ra) da: Paranın parayla değişiminde "bir direğin arkasına geçinceye kadar dahi veresiye yapmayın" demiştir Buna göre, meselâ altın ve gümüş veresiye alınıp satılamaz Çünkü onlar da paradırlar Ama bunu çoğu müslümanlar, hatta çoğu kuyumcular bilmezler Halbuki, kişinin yapmakta olduğu işle ilgili Islâmî hükümleri bilmesi ona, meselâ namaz kılmak gibi farz-ı ayındır Ancak, alırken verdiği kadar ve verdiği cinsi almak üzere borç verilmeleri farklıdır ve caizdir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SEVICILIK Bu "sevicilik" ya da "lezbiyenlik" denen bir cinsel sapma ve hastalık belirtisidir ve kesinlikle haram ve çirkin bir davranıştır Açık saçıklık, ciltler temas edecek şekilde kadın kadına oynama, bir başka kadınla aynı yatakta yatma, erkeğinden, tatmin görmeme, ya da herhangi bir sebeple tiksinme, çeşitli yatılı kız okullarında, hem cinsleri ile İslamın yasakladığı sıkı fıkı ilişkilerde bulunma, haram-helâl tanımayanların her aklına eseni deneme merakı, bu hastalığın başlıca sebeblerindendir Erkeklerin homoseksüellik hastalığına yakalanıp kadınları terketmeleri, hattâ birden çok kadınla evlenme yasağı bulunan ülkelerde, kadının istediği erkeğe, evli olması dolayısı ile, varamaması da bu hastalıkta etkilidir: Nitekim Lût kavmi erkekleri "homoseksüel" oldukları için kadınları da "sevici" ve "lezbiyen" olmuşlardır Her iki cinsin bu sapkınlığı ise, başlarına o bilinen belânın gelmesine sebep olmuştur Bir yönüyle de mümkün değildir Çünkü bu sapkınlığa düşen bir kadın, ruhuyla normal değildir (Bk A Rıza Demircan; islâm'da Cinsel Hayat N/36 vd; Geniş bilgi için bk Zuhaylî VI/24)
 
Üst Alt