S Ş İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAAT ÇANI Evlerimizdeki duvar saatlarının saat başlarında çıkardıkları sesin kilise çanına benzediği, bu yüzden mahzurlu olduğu söyleniyor, doğru mudur?
Saatının sesini dahi başkalarına has seslere benzetmek istemeyen ve yeni ifadesi ile özgün olmasını isteyen bir sisteme ancak temenna çekilir ve saygı duyulur Işin bir yönü budur Diğer yönden Rasulüllah Efendimiz (sav)'in zil (ceras) hakkında şunları söylediği sahih hadis kitaplarında sabittir:
"Melekler, aralarında köpek ve çan bulunan yolcularla arkadaşlık etmezler"(Müslim, Libas 103; Buharî, Cihad 46; Tirmizî, Cihad 25; Daimî, Istîzân 44; Müsned, NI/263)
"Çan şeytanın düdükleridir"(Müslim, Libas 104; Ebu Davûd, Cihad 46, Hâtem 6)
"Her çan ile beraber bir şeytan vardır"(el-Câmi'us-Sağîr (Feyzu'1-Kadîr), VI/392)
"Çan (zil, ceras) bulunan eve melekler girmez"(Ebu Davûd, Hâtem 6; Nesâî, Zinet 54; Müsned, N/366, 372, VI/242) Buhari zilin (çanın) mahzurunu anlatmak üzere çalgı başlıkaltında Rasulüllah Efendimiz (sav)'in, develerin boynuna gerdanlık (zille beraber olanı kastediyor olmalıdır) asılmasını yasaklamasını zikreder(bk Buharî, Cihad 139) Bundan hareketle zilin hoş görülmeyişindeki sebebi (illeti) bazıları, hayvanın boynunda ses çıkararak düşmanın yer tesbiti yapmasına imkân vermesi (Azımabâdî, Avnü'1-Mâbûd, XI/292), bazılar da göz değmesini önlemede tesirin ondan görülmesi şeklindeki batıl inanç olarak anlamışlardır(Münavî, Feyzu'1-Kadir, VI/392) Bazılar da zilin kilise çanına benzediği için sesinin çirkin olması yüzünden meleklerin ondan nefret etmesini illet saymışlardır(Davudoğlu, Müslim Serhi, IX/496) Zil (çan) olan eve meleğin girmeyeceğini bildiren hadis-i şerifi göz önünde bulundurursak, birinci sebebin, nazarlık olarak sadece zilin takılmadığını düşünerek de ikinci sebebin illet (hükmün sebebi) olmaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz O takdirde bu hükmün illeti olarak önümüzde sadece zillerin kilise çanına benzemeleri kalır Öyleyse evlerde ve camilerdeki duvar saatlerinin saat başlarında ya da yarım saatlerde kilise çanını andıracak biçimde sesler çıkarması mahzurludur diyebiliriz Çünkü kilise çanı duymuş olanlar, ikisi arasındaki son derece benzerliği hemen farkedeceklerdir Yoksa zilin yani ceras'in kök anlamındaki "ses çıkarma"(bk Ibnü'1-Esîr, En-Nihaye, I/260) ma'nâsına bakarak "zil" denen her şeyin yasak olduğunu sanmamak gerekir O durumda kapı zili, telefon zili, bizi uyandırmak için kurduğumuz saatin zili vb de mahzurlu zannedilir Oysa biz Harun er-Reşid'in çalar saat kullandığını, hatta Alman Kralına hediye olarak gönderdiğini biliyoruz Ezanın ilk okunuşunda, çan çalınması teklifinin reddedilmiş olması da bize, bundaki illetin hiristiyanlara benzemek olduğunu gösterir Ne var ki, böyle çana benzeyen zillerin kullanılmasındaki mahzur tenzihen mekruh olma düzeyindedir, büyük haram değildir Şam'ın eski ulemasından bir cemaat büyük çanın mekruh olduğunu, küçüğünün mekruh sayılmadığını söylemişlerdir(Davudoğlu, agek) Ama büyüğü ile küçüğüne bir sınır çizilmediğine göre biz çan sesini andıran bütün saat zillerini mekruh kabul edebiliriz (Allah'u a'lem)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SABIR Acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmeye sabır denir
Sabır ruhun bir melekesidir, güzel bir huydur Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür Allah'ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşrû olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musîbetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır
Bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı bu güzel özelliktir Her türlü rezaletin sebebi sabırsızlık veya gerektiği kadar sabır gösterememektir Sabır her faziletin üstünde bir değer taşır "Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir" (el-Bakara, 2/153, 155)
Sabrın sonu selamettir, başarıdır Sabır acıdır Fakat sonucu tatlıdır Hz Peygamber (sas); "Sabreden başarıya ulaşır' ; "Sabır başarının anahtarıdır"; "Sabır bir ışıktır"; "Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir"; "Sana sıkıntı veren şeylere karşı sabretmende bir çok hayır vardır" buyurarak sabrın faziletini anlatmıştır
Hz Peygamber (sas); "Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür" (Buhârî, Cenâiz, 32) sözüyle bir felaketle ilk karşılaştığı zamandaki sabrın önemini vurgulamıştır Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmezÇünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caîz değildir Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir Insanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir Rasulullah (sas); Ya Rabbi! Acizlikten ve tenbellikten sana sığınırım" (Buhari, Cihad, 25) diye dua etmiştir
Bazı sıkıntılar vardır ki, kulun irade ve gücünü aşar Böyle felaketler başa geldiği zaman heyecana kapılmadan ve şikayet etmeden takdir-i ilâhiye razı olup sabretmek müminlerin özelliklerindendir Nitekim Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerimde sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir (Yusuf, 12/18) Rasulullah (sas) Sabr-ı cemil şikayet edilmeyen sabırdır" buyurmuştur Aslında elden bir şey geldiği zamanlarda sabırsızlık gelmediği zamanlarda sabırsızlık göstermenin bir faydası yoktur ve lüzumsuz bir harekettir
Kur'ân-ı Kerim'in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir Sabrın gâyesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir Allah Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür
Mü'minler, çoğu zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar Işte bu durumda sabır, mü'minin güç kaynağı, imanının koruyucusudur Hz Musâ'ya inananlara Firavun eziyet etmek isteyince onlar: "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür" (el-Araf 7/126) diye duâ etmişlerdi Sevgili Peygamberimiz ve ilk müslümanların, yapılan işkence ve eziyetlere nasıl sabır ve tahammül gösterdikleri bilinen bir husustur
Ibadetlerin nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar, sıcak yaz günlerinde hiç bir sıkıntı duymadan oruç tutarız Diğer ibadetler ve ahlâkî davranışlarda böyledir Aşağıdaki âyetler bunu göstermektedir:
"Her kim sabreder ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir" (eş-Şurâ, 42/43); "Içinizden mücahitleri ve sabredenleri belirtelim diye sizleri mutlaka imtihan ederiz Haberlerinizi de denetleriz" (Muhammed, 47/31)
Çoğu zaman insan nefsine uyar; Allah Teâlâ'nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak ona zor gelir, nefse hoş gelen fena arzularını tatmin etmek ister, iyilik ve faziletlerden kaçınır Meselâ; cebindeki parasını eğlence ve zevkleri için harcamak, bir yoksula vermekten daha hoş gelir Bir çocuk için oyun oynamak, ders çalışmaktan daha ilgi çekici görünür Gezip tozmak, çalışıp kazanmaya tercih edilir
Işte bu durumda, insanın, kendisine zor gelse bile, iyi olanı, faydalı olanı seçmesi, sabır ve tahammülle onu yerine getirmeye çalışması çok güzel bir davranıştır
Ayrıca insanlar hayat boyunca, bolluk veya yokluk içinde kalabilir, sağlıklı iken hastalanır, sel, deprem, yangın gibi felâketlerle karşılaşabilir; bütün bu durumlarda insanın en büyük dayanağı sabırdır Aksine davranış, insanı Allah Teâlâ'ya isyana ve nankörlüğe sürükler Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmuştur: "Doğrusu kim Allah'tan korkar ve düştüğü felâkete sabrederse; muhakkak ki Allah iyilik edenlerin mükafatı boşa, çıkarmaz" (Yusuf, 12/90)
Peygamberler sabrın en büyük örnekleridir Çünkü onlar bütün güçlükleri sabırla karşılamışlardır Dileğimiz Allah (cc)'ın bizi, "belâlarına çok sabreden ve nimetlerine çok şükreden" kullarından eylemesi olmalıdır (Ibrahim, 14/5)
Sabrın sonu selâmettir Sabır, iman ve ibadetin, ilim ve hikmetin, kısaca bütün faziletlerin başıdır Sabırlı insan iyi insandır Iyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa ereceklerini Allah Teâlâ haber vermiştir Sabır zafere giden yoldur (el-Asr, 103/1-3)
Peygamber Efendimiz; "Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-ı Hakk sabırlı kılar Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir" (Tirmizi, Birr, 76)
"Hoşlanmadığın şeye sabretmende büyük fayda vardır" (Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 307) buyurmuştur
Ayrıca Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
"Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele" (el-Bakara, 2/ 155)
Bu ve benzeri âyetlerden Allah Teâlâ'nın insanları çeşitli sıkıntılara uğratarak imtihan ettiğini ve bu imtihanı sabredenlerin kazandığını öğreniyoruz
Sabırla bütün zorluklar halledilmekte, her türlü engel aşılmaktadır Onun için atalarımız: Sabırla koruk, helva olur" demişlerdir
Hz Peygamber şöyle buyuruyor:
"Mü'minin işi hayrete şayandır Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır Bu özellik yalnız mü'mine özgüdür Zira sevinirse şükreder Bu ise onun için hayırlıdır Başına belâ gelirse sabreder Bu da onun için hayırlıdır" (Riyâzüs-Sâlihin, 1, 54)
Bizim için mutlaka hayırlı olduğuna inandığımız sabır, bütün peygamberlerin ortak sıfatıdır Allahın dinini tebliğ ederken hepsi çeşitli sıkıntılara uğramış, kendilerine eziyet edilmiş, yurtlarından çıkarılmış Hükümdarlar tarafından zindana atılmış ama onlar daima sabretmişlerdi Kuran-ı Kerimde peygamberlerin sabrını dile getiren pek çok ayet-i kerime vardır Rasulullahın hayatı ise baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur Bu sebeple her müslümana düşen görev, kurtuluşun sabırda olduğunu düşünerek, Allahtan sabır dilemek ve sabırlı olmaktır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAÇ BOYAMA Insanların saçları genel olarak sarı, kızıl, kahverengi veya siyah renkte olur Insan bedeninde saça, kana, deriye renk veren maddelere "pigment" denir Bedende üç ana pigment vardır

1 Melânin: Kahverengi olup, küçük tanecikler halindedir
2 Karoten: Sarı renkte olup, bu pigment bitkilerde de bulunur Tereyağına ve havuca bu pigment renk verir
3 Hemoglobin: Kanın kırmızı rengini bu pigment sağlar

Pigment, güneşin ışınlarını emer Derideki melânin de özel hücreler yapar Bu hücrelere "melânosit" denir Melâninin açık veya koyu renkli olmasında oksitlenmenin büyük etkisi vardır pigmentin tanecikleri az oksitlenirse renkleri açık olur, oksitlenme çoğalınca renkleri koyu kahverengiye kadar varır Saçlarda, tüylerde pigment oluşmasının esasları da derideki gibidir Saç telleri dibindeki melânositler kalıtıma göre saça renk verirler Saçlardaki renk farkları taneciklerin yayılışına, oksitlenme derecesine bağlıdır Açık renk kızıl saçlarda melâninden başka bir demir pigment daha bulunur
Saçların rengini koruyabilmesi için, saçların bulunduğu deri tabakası gerektiği gibi beslenmelidir Beslenme iyi olmazsa, özellikle "B" vitamini, bakır eksikliği olursa, saçlarda beyazlaşma görülür Besin iyi ayarlanırsa, saçların yeniden normal rengini aldığı olur
Diğer yandan yaşlılıkla ilgili saç ağarmalarının besinle ilgisi yoktur; vitamin tedavisiyle ve besinle saçlar normal rengine girmez Çünkü yaşlılıktaki ağarma melânin hücrelerinin artık işini göremez hale gelmesinden olur Kimi zaman ruhi sıkıntı sonunda saçların birdenbire ağardığı görülmüşse de, bunun nedeni bilimce kesin olarak açıklanamamıştır Ancak bu gibi sarsıntıların bezlerin işleyişini etkilediğinde şüphe yoktur
Saçının rengi açık olan veya saçı ağaran kimsenin bunu boyatmasının Islâm'a göre hükmünü şu şekilde belirlemek mümkündür İslam'ın çıkışından önce yahudi ve hıristiyanlar güzel görünme ve süslenmenin Allah'a kullukla bağdaşmayacağını düşünerek, saçı boyayıp rengini değiştirmekten kaçınırlardı Hz Peygamber, ashabına bağımsız bir kişilik kazandırmak için saçı ve sakalı kına veya başka bir boya maddesi ile boyayabileceklerini bildirdi Ebû Hüreyre (ra)'tan nakledilen bir hadiste şöyle buyurulur: "Yahudi ve Hıristiyanlar (saçlarını) boyamaz Siz onların aksini yapınız: yani saçlarınızı boyayınız" (Buhârî, Enbiyâ, 50; Libas, 67; Müslim, Libas, 80; Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Nesâî, Zîne, 14) Ancak hadisteki emir bağlayıcı olmayıp mendupluk bildirir Nitekim uygulamada Hz Ebû Bekir, Ömer, Ali, Ka'b ve Enes (ranhüm) gibi bazı sahabeler saçlarını boyamamıştır
Diğer yandan kullanılacak boyada siyah renk tercih edilmemelidir Çünkü saç boyası genellikle yaşlı erkeklerin beyazlaşan saçları için söz konusu olur Siyah renk yaşlı kimseyi, olduğundan çok genç gösterir Bu durum kınalama veya boyayı amacından saptırabilir Nitekim Mekke'nin fethi günü Hz Ebû Bekr'in yaşlı babası Ebû Kuhâfe'nin saçlarının ağaç çiçekleri gibi beyazlaştığını gören Rasûlüllah (sas) şöyle buyurmuştur: "Bu beyaz saçı değiştiriniz ve siyahtan sakınınız" (bk Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Nesâî, Zîne, 15; Ahmed b Hanbel, I,165, 356, II, 261, 499, III,160, 322) Ancak saçı beyazlaşan kimse genç olursa, onun siyaha boyamasında bir sakınca görülmemiştir Nitekim Sa'd b Ebî Vakkas, Ukbe b Âmir, Hasan, Hüseyin ve Cerîr gibi sahabelerin bu rengi tercih ettikleri nakledilmiştir (Yusuf el-Kardâvî, el-Halâl vel-Harâm fil-Islâm, Terc Mustafa Varlı, Ankara 1970, s 102, 103)
Boya malzemesi olarak Allah elçisi kınayı tavsiye etmiştir: "Saçın beyazlığını değiştirmek için kullandığınız şeylerin en iyisi kına ve keten bitkisidir" (Ebû Dâvud, Tereccül, 18; Tirmizî, Libâs, 20; Nesâî, Zîne, 16; Ibn Mâce, Libâs, 32; Ahmed b Hanbel, V, 147, 150, 154) Hz Enes b Mâlik, Hz Ebû Bekr'in saçlarını kına ve ketenle, Hz Ömer'in ise yalnız saf kına ile boyadığını nakletmiştir (el-Kardâvî, age, s 103)
Sonuç olarak erkek veya kadının beyazlaşan saçlarını sarı veya kızıl renge boyamaları müstehap görülmüş; siyaha boyamaları ise, sağlam görüşe göre, caiz görülmemiştir Ancak genç kimsenin siyah boya kullanmasında da bir sakınca yoktur Diğer yandan boya malzemesi olarak kına ve vesîme denilen, boya sanayinde kullanılan bir bitkinin tercih edilmesi tavsiye edilmiştir (Ibn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, Terc Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1982-1988, XV, 378, XVII, 314) El, ayak veya başa sürülen kınanın katıolan malzemesi temizlendikten sonra deri veya saçlarda bıraktığı renk, suyun deriye nüfûzuna engel değildir Bu yüzden abdest veya gusle mani olmaz (Ibn Âbidin, age, I, 224)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAÇ KREMI Saçı parlatmak için sürülen kremlerin bazılarında alkol var Bunları kullanmanın hükmü nedir?
Saça sürülen krem, hacmi bulunan ve saçı kapladığından ötürü, altına suyun ulaşmasına engel olan bir krem ise, abdestte ve gusle engel olacağından, kullanılması zaten câiz değildir Değilse câizdir Alkole gelince; İslamın yasakladığı şey, her cinsiyle alkol değil, "hamr", yani sarhoş edici olan alkol türüdür Alkolün, meselâ metil alkol gibi sarhoş etme özelliği olmayanı haram değildir Bu yüzden kullanılan maddedeki alkol türü bilinmelidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SADAKA-İ FITIR

Ramazan bayramı sadakası Buna zekatul-fıtır veya yalnız fıtır da denir Yaratılış şükranesi olmak üzere sevap kazanmak kasdiyle verilir Fıtır sadakası Hicret'in ikinci senesinde zekat farz olmadan önce vacib olmuştur Hür müslüman ve asıl ihtiyacından fazla nisap miktarı bir mala sahip olan kişilerin vermesi gerekir
Akıl ve büluğ şart değildir Akıl hastalarının ve delilerin velileri onların mallarından fıtır sadakası verirler Ramazanda oruç tutmamış olanlar da fıtır sadakası verirler
Sadaka-i fıtrın edasının vakti, bayram sabahıdır O günden önce ölen ve zengin iken fakir düşen kimselere sadaka-i fıtır vacib olmaz Bayram gecesi güneş doğmadan önce doğan çocuğun fitresini vermek vacibtir Fitre bayram sabahından önce ve sonra her ne zaman verilse sahihtir ve eda olur; onun kazası yoktur Fakat müstehap olan sabah namazı ile bayram namazı arasında veya birkaç gün önce vermektir Fitreyi bayramdan sonra vermek caiz ise de, bir vacib geciktirilmiş olacağından iyi değildir
Sadaka-i fıtır, zekat gibi malın değil, başın zekâtıdır Bunun için asıl ihtiyaçlardan fazla olan malın büyüyücü olması, üzerinden bir yılın geçmesi ve ticaret malı olması şart değildir Bayram sabahı nisaba malik olan kişiye bile sadaka-i fıtır vacibtir Nisap, gümüşe göre ikiyüz dirhem (5612) gr değerindeki bir maldır Nisap miktarı mal, sadaka-i fıtır vacib olduktan sonra telef olsa yine fitre vermek lazımdır Bu miktar bir mala sahip olan bir kimse kendisi için, baliğ olmayan malsız çocukları için, hizmetinde bulunanlar için, sadaka-i fıtır vermesi vacibtir Hanımı ve büyük çocuğunun fitrelerini vermesi üzerine vacib değildir Fakat yanında bulunan büyük çocuğunun ve hanımının fitrelerini kendilerine sormadan verebilir Malı olan küçük çocuğun fitresi kendi malından verilir
Sadaka-i fıtır, buğday, arpa, kuru hurma, kuru üzümden verilir Buğday veya buğday unundan yarım sa', (520 dirhem 1459 gr), ötekilerden ise bir sa' (1040 dirhem 2918 gr) verilir (bak: Sa') Bu dört maddenin herhangi birine göre vermek caizdir Bu miktar aynen verilebileceği gibi, kıymet olarak da verilebilir Fakirin menfaatine uygun olanı vermek daha faziletlidir Sadaka-i fıtrın rüknü, onu ehline vermektir Zekat kimlere verilirse sadaka-i fıtırda onlara verilir Fitre yalnız bir fakire verilmeli, onu bir kaç fakire vermek için parçalamamalıdır Sadaka-i fıtır verirken niyet etmek gerekir Ancak fakire Sadaka-i fıtr olduğunu söylemeye gerek yoktur Sadaka-i fıtr öncelikle mükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir Başka yerlere göndermek mekruhtur Gönderilecek olan kişiler akraba veya daha muhtaç kişilerse mekruh olmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SADAKA-İ FITIR

Ramazan bayramı sadakası Buna zekatul-fıtır veya yalnız fıtır da denir Yaratılış şükranesi olmak üzere sevap kazanmak kasdiyle verilir Fıtır sadakası Hicret'in ikinci senesinde zekat farz olmadan önce vacib olmuştur Hür müslüman ve asıl ihtiyacından fazla nisap miktarı bir mala sahip olan kişilerin vermesi gerekir

Akıl ve büluğ şart değildir Akıl hastalarının ve delilerin velileri onların mallarından fıtır sadakası verirler Ramazanda oruç tutmamış olanlar da fıtır sadakası verirler
Sadaka-i fıtrın edasının vakti, bayram sabahıdır O günden önce ölen ve zengin iken fakir düşen kimselere sadaka-i fıtır vacib olmaz Bayram gecesi güneş doğmadan önce doğan çocuğun fitresini vermek vacibtir Fitre bayram sabahından önce ve sonra her ne zaman verilse sahihtir ve eda olur; onun kazası yoktur Fakat müstehap olan sabah namazı ile bayram namazı arasında veya birkaç gün önce vermektir Fitreyi bayramdan sonra vermek caiz ise de, bir vacib geciktirilmiş olacağından iyi değildir
Sadaka-i fıtır, zekat gibi malın değil, başın zekâtıdır Bunun için asıl ihtiyaçlardan fazla olan malın büyüyücü olması, üzerinden bir yılın geçmesi ve ticaret malı olması şart değildir Bayram sabahı nisaba malik olan kişiye bile sadaka-i fıtır vacibtir Nisap, gümüşe göre ikiyüz dirhem (5612) gr değerindeki bir maldır Nisap miktarı mal, sadaka-i fıtır vacib olduktan sonra telef olsa yine fitre vermek lazımdır Bu miktar bir mala sahip olan bir kimse kendisi için, baliğ olmayan malsız çocukları için, hizmetinde bulunanlar için, sadaka-i fıtır vermesi vacibtir Hanımı ve büyük çocuğunun fitrelerini vermesi üzerine vacib değildir Fakat yanında bulunan büyük çocuğunun ve hanımının fitrelerini kendilerine sormadan verebilir Malı olan küçük çocuğun fitresi kendi malından verilir
Sadaka-i fıtır, buğday, arpa, kuru hurma, kuru üzümden verilir Buğday veya buğday unundan yarım sa', (520 dirhem 1459 gr), ötekilerden ise bir sa' (1040 dirhem 2918 gr) verilir (bak: Sa') Bu dört maddenin herhangi birine göre vermek caizdir Bu miktar aynen verilebileceği gibi, kıymet olarak da verilebilir Fakirin menfaatine uygun olanı vermek daha faziletlidir Sadaka-i fıtrın rüknü, onu ehline vermektir Zekat kimlere verilirse sadaka-i fıtırda onlara verilir Fitre yalnız bir fakire verilmeli, onu bir kaç fakire vermek için parçalamamalıdır Sadaka-i fıtır verirken niyet etmek gerekir Ancak fakire Sadaka-i fıtr olduğunu söylemeye gerek yoktur Sadaka-i fıtr öncelikle mükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir Başka yerlere göndermek mekruhtur Gönderilecek olan kişiler akraba veya daha muhtaç kişilerse mekruh olmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAHİPSİZ ARAZİ VE MÜLKE EL KOYUP, ONU İŞLETMEKLE DİNEN MÜLK SAYILIR MI?
İslam hukukuna göre cahiliyyette ve İslamiyette ihya edilip işlenmemiş bir arazi, etrafına bir duvar çekip işletilmekle temelluk edilmiş olur
Yine bunun gibi Rum, Semud, Ad gibi kavimlerden kalan arazi ihya ile temelluk edilebilir Ancak İslam Devleti müdahale etme hakkına sahiptir İsterse temelluke mani olabilir
İslam döneminde ve İslam hakimiyeti altındaki arazi temellük edildikten sonra sahibi bilinmezse;

a) Hanefi ve Malıki mezheblerine göre yine ihya ile temellük edilebilir
b) Şafii mezhebine göre beytulmal'e aittir
c) Hanbeli mezhebine göre ise; Kamu menfaatına uygun bir şekilde dağıtımı yapılacaktır (el-Fıkh'ul-İslami ve edilletühü)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAKAL

Yetişkin erkeklerin yanak, çene ve yüzlerinin alt kısımlarında çıkan kıllar
İnsanları en güzel şekilde yaratan Cenab-ı Allah peygamberleri vasıtasıyla kulluk görevlerini onlara bildirdiği ve öğrettiği gibi, kılık-kıyafetlerini de belirlemiştir
Allah Teâlâ, insanların bedenlerinde saç, sakal ve diğer kılları yaratmış, peygamberleri de bunlardan bir kısmının giderilmesini veya kısaltılmasını, bir kısmının da kesilmeyerek uzatılmasını tebliğ etmiş ve bu konuda insanları uyarmışlardır
Allah Teâlâ (cc), "Peygamber size neyi getirip verdi ise onu kabul edin, alın ve sizi yasakladığı şeyden de sakının" (el-Haşr, 59/7) ve "Allah'ın Rasulünde sizin için güzel örnekler vardır" (el-Ahzâb, 33/21) meallerindeki âyetlerinde buyurduğu gibi, mü'minlere sîrette, sûrette, ahlâkta, âdette ve hayatın bütün dallarında, Rasulu (sas)'un sünnetine uymalarını emretmiştir Rasulullah (sas)'ın sünnetine uymak, İslâmiyet'i daha doğru anlamanın, daha doğru yaşamanın yegâne yoludur
Allah (cc)'ın: "Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisa, 4/80) âyet mealinde buyurduklarından hareket ederek, Rasulullah (sas)'a itaatin her şeyden önce farz hükmünü taşıdığını göz önüne alırsak, onun sünnetine sarılmanın önem ve ciddiyeti kendiliğinden ortaya çıkar
Rasûlullah (sas) ümmetini, kılık kıyafet ve dış görünüşleri bakımından müşriklere benzemekten alıkoymuş; "Kim bir kavme benzerse, onlardandır" (Ebu Davud, Libas, 4) hadisiyle de müslümanları uyarmıştır Özellikle sakal bırakmaları hususunda mü'minlere tavsiyelerde bulunmuş, çeşitli hadisleriyle de sakalın müslüman için taşıdığı önemi belirtmiştir
Hz Aişe (ranha)'den rivayet edilen bir hadislerinde "On şey fıtrattandır: Bıyıkları kesmek; sakalı salıvermek; misvak ile ağzı, dişleri temizlemek; su ile burnu temizlemek; tırnakları kesmek; kirlerin barınabileceği yerleri yıkamak; koltuk altındaki kılları gidermek, kasıkları tıraş etmek; necaset yolunu su ile pak eylemektir" (Müslim, Tahare, 56; Ebu Davud Tahare, 29; Nesâî, Zine, I) buyurmuşlardır Diğer hadislerinde ise, "Bıyıkları Çok kısaltın, sakalları ise bırakın"; "Müşriklere muhalefet edin; bıyıkları kısaltın, sakalları çoğaltın"; "Bıyıkları kesin, sakalları bırakın Böylece Mecusîlere benzemeyin " (Buharî, Libas, 64; Müslim, Tahare, 54) buyurmuşlar ve mü'minleri sakal bırakmaya teşvik etmişlerdir
Sakal, hadiste de buyurulduğu gibi, yaratılış icabı erkeklerde bulunması gereken ve daha önceki peygamberlerin sünneti olan bir kılıktır Müteaddid Hadislerde sakalların tabii halleri üzere terk edilmesi ve uzatılması emredilmektedir Kısaltılması konusunda herhangi bir cevaz görülmemektedir Asırlardır her devirdeki İslâm âlimleri ile bütün mü'minler bu tabii hali benimsemişler ve kendilerinde uygulamışlardır
Bu Hadislerden anlaşıldığına göre, bütün peygamberlerle birlikte Rasul-i Ekrem de sakalını bırakmış ve sakal bırakmayı emretmiştir Hz Peygamber ve ashabının sakallarını traş ettiklerine dair hiç bir kayıt yoktur Ancak Hz Peygamber (sas) sakalının ucundan ve yanlarından alırdı (Tirmizi, Edeb, 17) İmam Malik, "Müslüman, çoğunluk sakalını ne şekilde bırakıyorsa o kadar bırakmalı, fazlasını kesmeli, böyle yapmak menduptur Çünkü bu fazlalığın kesilmemesi, çirkin görünmeye sebeb olur Sakalı kısaltmanın bir sınırı yoktur En uygunu, şekli güzelleştirecek biçimde kısaltmaktır" der İmam Bâcî Abdullah İbn Ömer ve Ebu Hureyre'den nakledilen tatbikata dayanılarak bir tutamdan fazlasının kesilebileceğini söylemiştir
Dürrül-Muhtar'da sakalın bir tutam boyunda olmasının sünnet olduğu ifade edilmektedir Aynı şekilde, ekseriyetin görüşüne göre bir tutamdan fazlasını kesmek de sünnettir
Sakal bırakmak ve buna bağlı olarak sakalı traş etmek konusunda âlimler değişik kanaatlere varmışlardır Bu alimlerin bir kısmına göre sakal bırakmak farz, kesmek haram; bazılarına göre sakal bırakmak sünnet, kesmek mekruhtur, kimisine göre de müstehaptır Bunların görüş ve delillerine gelince: Sakal bırakmak farz, traş etmek ise haramdır şeklinde olan birinci görüş, alimlerin cumhuruna aittir Delilleri ana hatlarıyla şöyledir:
a) Hz Peygamber (sas) bir hadis-i şeriflerinde sakal bırakmayı emretmiştir Emirler mendup veya mübah olduğunu ifade ettiğine dair bir delil bulunmadıkça vucub için olurlar "Sakalları bırakın " emri de sakal bırakmanın farz olmasını gerektirir
b) Aynı şekilde, Hz Peygamber (sas) müşrik veya mecusilere benzememeyi emretmiştir Sakalı traş etmek onlara benzemektir Bu da haramdır
c) Sakal traşı, Nisa süresinin 119 ayetinde sözü edilen Allah'ın yarattığı şeyi değiştirmek demektir Şeytana uyularak yapılân bu hareket de yasaktır d) Sakal, erkekleri kadınlardan ayıran bir özelliktir Sakalını traş eden erkekler kadınlara benzemektedirler Erkeklerin kadınlara benzemesi de dinen yasaklanmıştır
Sakal bırakmak sünnet, traş etmekse mekruhtur görüşünde olanlar Şafiî mezhebinden İmam Nevevi, Râzi, Gazzalî, Şeyh Zekeriyya el-Ensari, İbn-i Hacer, Remli, Hatib, Şirbini gibi zatlardır Bu görüşü savunanlar şöyle demişlerdir
a) Hadis-i şerifteki emir, sakal bırakmanın farz olmasını gerektirmez Zira aynı şekilde Hz Peygamber (sas), Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için saçların boyanmasını emretmiş, fakat Sahabeden bazı kimseler saçlarını boyamamışlardır Bu olay bu gibi emirlerin vücub için olmadığını gösterir
b) Müşriklere din ve imanla ilgili konularda benzemek haramdır Örf ve âdetlerle ilgili hususlarda ise haram değildir Zira Rasûlüllah (sas)'de rahiplerinkine benzer bir takunya giymiştir Şayet bu gibi hususlarda benzemek kesin olarak yasak olsaydı, Hz Peygamber bunu yapmazdı
c) Örf ve âdetlerde bile olsa konu sadece müşriklere benzeme noktasından ele alındığı zaman aksine sakal bırakmanın haram olması gerektiği hükmüne varılır Zira bugün birçok rahip ve gayr-i müslimler de sakal bırakmaktadırlar
d) Peygamberlerin sünnetlerinden sayılan on şey alimlerin çoğunluğu tarafından sünnet veya müstehap olarak değerlendirilmektedir Sakal da bunlardan biri olduğuna göre bu da öyle değerlendirilmelidir Çünkü bunların hepsi temizlik ve iyi görünüşlü olmak gibi güzel âdetlerdir Rasûlüllah (sas) ümmetine en güzel âdetleri tavsiye etmiştir
Sakal bırakmak müstehap, (sünnet-i zevaid) traş etmek ise mübahtır görüşünü savunanlar şöyle derler: Sakal bırakmak, yemek, içmek, oturmak, giyinmek gibi Hz Peygamber'in insan olduğu için tabii olarak yapmış olduğu âdetleridir Bu itibarla sakal bırakmak ibadetle ilgili sünnet değil, Hz Peygamber (sas)'in gelenek kasdiyle yapmış olduğu sünnetidir Buna sünnet-i zevdid de denir Mahmud Şeltut ve Muhammed Ebu Zehra gibi zamanımızın bazı âlimlerinin görüşü bu şekildedir Buna göre sakal bırakmak faziletli olmakla birlikte, sakal traşı mübahtır Sakal bırakılmadığı veya traş edildiği takdirde aleyhte bir hüküm terettüp etmez İçinde bulunulan çevreye göre hareket etmek yerinde olur
Sakalın adeta bir parçası olan bıyığa gelince; Hz Peygamber (sas)'den üst dudağının kenarları görünecek şekilde bıyığı kısaltmak veya tamamen kesmek şeklinde rivayetler vardır Asıl alınan görüşe göre bıyığı kısaltmak da tamamen traş etmek de sünnettir: Mükellef dilediği şekilde hareket etmekte serbesttir
Ancak bıyıkların yan taraflarından alıp ortada az birşey bırakmak caiz görülmemiştir Şir'a şerhinde Hz Ömer'in bıyıklarının iki ucunu uzattığından söz edilerek bunun bir sakıncası olmadığı açıklanmıştır
(Sakal ve bıyığın hükümleri ve bu konudaki görüş ve ictihadlar için bk İbn-i Abidin, II, 113, V, 261; el-Mehhel, I,183-189; Şevkânî, Neylül-Evtar, I, 137-138; el-Mezahibül-Erbea, II, 44-46; Şerhu'n-Nevevî (İrşadüşşarinin kenarında), II, 261-265; İânetü't-Tâlıbin, II, 340; Fethü'r-Rabbânî, XVII, 313-314;ş Mahmut Şeltut, el-Fetâvâ, 227-229; İslâmda Helal ve Haram, Yusuf el-Kardâvî, (Terc Mustafa Varlı), 107-109; Muhammed Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metedolojisi (Terc AbdülKadir Şener), 51-52; Zekeriyya Kandehlevi, Vucübu ı'fail-Iihye)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SAKAL BIRAKMAK İÇİN HANIMDAN İZİN ALINMALI MI?
Sakalı seyrek olanların sakal bırakması nasıl olacak? Kesmesi mi daha doğru? Sakal bırakırken hanımlara sorulması gerekir mi?
Sakal bırakmamaya şerî bir sebep yoksa seyrektir diye sakal bırakmamak olmaz Sakalı seyrek olandan istenen de seyrek sakal bırakmasıdır Herhalde ona, "Niçin filanca gibi gür sakal bırakmadın?" diye sorulmayacaktır Sakal bırakmaktan gaye, yakışıklı olmak olsaydı öyle bir şey denebilirdi Halbuki sakalı Allah Rasulü Efendimiz "fıtrat" tan, yani Allah (cc)'ın seçtiği ve görmek istediği yaratılış biçiminden olarak nitelemiş (bk Müslim, taharet 56; Ebu Davûd, taharet 29; Nesâi, zinet 1), Allah da fıtratını değiştirilmesi için ugraşanların cehennemlik olduklarını bildirmiştir (K Nisâ (4) 117-121) Fıtratın gereği olan bir konuda hanımdan ya da herhangi bir kimseden izin istemek ise birisinin malı için bir başkasından izin istemesine benzer Rasûlüllah Efendimiz (sav) "yaratana isyan söz konusu olduğunda, yaratılana itaat edilmez" hadisi şerifiyle bu konuya ışık tutar Tıpkı bunun gibi, meselâ kadın da başını kapatmak için kocasından izin almak zorunda Ancak farzla sünnet tearuz ettiğinde farzın tercih edileceği de ittifakla kabul edilen fıkhî bir esastir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SALÂT VE SELÂM'I KISALTARAK YAZMAK Peygamber efendimizin ismi geçtikten sonra "Sallallahü aleyhi ve sellem" kısaca (sav),şeklinde yazmanın hatalı olduğunu söylüyorlar, doğru mu?
Alah Rasûlü'nün adı anıldığında "Salât ve selâm" okumak; "Şüphesiz Allah ve O'nun melekleri peygambere "salât" ederler Ey inananlar, siz de onâ teslimiyette salât ve selâm edin (el-Ahzâb 33/51l)" âyetinin gereğiolarak farzdır denmiştir Rasûlüllah'ın kendisi de: "asıl cimri, yanında, ben anıldığım hâlde bana salât okumayandır" (30 Bu ve benzeri hadisler ve kaynakları için bk el-Hindî I/488 vd "Yanında anıldığım halde bana salât okumayanın burnu yerde sürünsün" (32 agk Ayrıca, Elmalı VI/3923) buyurmuştur Bir mecliste defalarca ismi anılırsa bir defa salât ve selâm yeterlidir, diyenler varsa da, doğru olanın, her seferinde söylemenin vâcip olmasıdır (33 agk) Onun ismini yazmakla söylemek arasında saygı bakımından bir fark yoktur Yani "salât ve selâm"i yine yazmak gerekir (34 Kâdihân NI/422) Ancak yazının, konuşulan sözlerin bir işareti ve bir rumuzu olduğunu ve (sa, sav) gibi işaretlerin de, meselâ "Alleyhissalâtü ve's selâm"dan başka türlü okunamayacağını hesaba katarsak, bu rumuzları yazanın bu görevi yerine getirmiş olacağını söyleyebiliriz Çünkü mühim olan, okuyanın, Allah Rasûlü'nün ismi anıldığında bu saygı duasını kasıtlı olarak söylemesidir, yoksa hiç düşünmeden okuması değildir Ancak tercih yapmak gerekirse, açıkça yazmanın, rumuz halinde yazmaktan daha iyi olacağı söylenebilir Hadis nakletme edebini anlatan kitaplarda da böyle söylenir
 
Üst Alt