T İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik

ceylannur

Yeni Üyemiz
TAKLİD NE DEMEKTİR? Taklid, bir veya birkaç mesele hakkında bir müctehidin –delilini bilmeden- ictihadına göre amel etmektir Taklid için dil ile bir şey söylemek icab etmez Kalben niyet etmek kafidir Taklid, müctehid için haram, müctehid olmayan kimse için bir müctehidi taklid etmek vaciptir Akıl ve baliğ olan kimsenin amel ve taat hayatına başladığı zaman bugün mevcut olan dört hak mezhepten birisini taklid etmek hususunda serbesttir Sonra istediği zaman da muvakkat veya sürekli olarak başka bir mezhebe geçebilir
Taklıdin altı şartı vardır:

1- Bir mes'elede bir mezhebi taklid için o meselede o mezhebin şart ve vaciplerini bilmek Mesela: bir Şafi'i, abdest hususunda Hanefi mezhebini taklid edecekse abdestin şart ve vaciplerini Hanefi mezhebine göre bilmesi ve onlara riayet etmesi gerekir
2- Vuku'dan sonra olmaması
3- Keyfi ve kolayını yaşamak için değil meşru bir sebebe binaen taklid etmek
4- Şafi'i ve Hanefi gibi müctehid-i mutlak veya Ebu Yusuf ve Muhammed ve Müzeni gibi müctehid fil' mezheb veya Kerhi ve Nevevi gibi müctehid fil' mesa'il gibi bir müctehidi taklid etmek
5- Telfik etmemek Mesela Şafi'i mezhebini takliden başının dörtte birini değil, onda birini mesh eder Hanefi mezhebini takliden de eli yabancı bir hanıma dokunur ve böylece namazını kılarsa namazı sahih değildir Çünkü abdesti ne Şafi'i'ye göre ne de Hanefi'ye göre vardır
6- Bir mezhebi taklid eden kimsenin kadının hükmüne muhalefet etmemesi

Eş_Şeref el-Barizi vel 'izz bin Abdusselam gibi ulema muayyen bir mezhebi taklid etmek gerekmez, demişler ise de ulemanın çoğu belli bir mezhebi taklid etmenin lüzümlü olduğunu söylüyorlar Ancak avam tabaka fıkıh meselelerinde mümeyyiz olmadıkları için müftünün fetvasına göre hareket edeceklerdir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TAKVA Dini konuda zararından korkulan herşeyden sakınma Allah'ın cezalandırmasından O'na itaat ederek korunmaKelimenin aslında, korkulan şeyle kendi arasına kalkan gibi bir koruyucu koymak suretiyle ondan korunmak anlamı vardır Şeriatteki terim anlamında da, görüleceği gibi bu vasıf mevcuttur Yani kulun, ibadet ve taati sanki onu ateşten koruyacak siper durumundadırGeniş anlamıyla "takva" ile, taat konusunda ihlas, masiyetleri sırf masiyet olduğu için terketme ve sakınma kastedilir "Takva"ya Mâsivâ dan (Allah'ın dışında herşeyden) korunma, şeriatın edeplerini gözetme, Allah'tan uzaklaştıran her şeyden kaçınma, nefsin nasiplerini terketme, nefsinde Allah'tan başka bir şey görmeme ve Allah'tan başka herşeyi terketme, kendini kimseden üstün görmeme, söz ve fiil olarak Rasülüllah'a uymagibi anlamlar da verilmiştir Takva'li olana "muttakî" (ehl-i takva) denir Kimlerin "muttakî" olduğu konusuna ışık tutan ayet-i kerimeler vardır: Mesela Kur'anın daha birinci sayfası da "muttakîler": Gay'be inananlar, namazı dosdoğru kılanlar, Allah'ın kendilerine verdiğinden infak edenler, Rasülüllah'a ve ondan öncekilere indirilenlere inananlar ve Ahirete yakîn bilgisi olanlar diye vasıf lanır
Aynı suredeki 177 ayette buna ek olarak iman esasları ve zekatın dışında malın severek verileceği yerler detayıyla sayıldıktan başka "muttakiler"den sözleşmelerine riayet edenler, fakirlikte hastalıkta ve sıkıntı anlarında sabredenler diye söz edilir Zümer suresinde, doğruyu getiren ve onu tasdik eden de "muttaki" olarak vasıf lanır "Takva" kelimesi türevlerini ile birlikte Kur'an-ı Kerim'de 258 yerde geçer Böylece de Kur'an'da zikri en çok edilen hayırlı işlerden biri olduğu anlaşılır Tek başına, "sonuç, muttakî olanlarındir" ayeti bile takvanın ehemmiyetini anlatmaya yeter Takva'dan söz eden ayetler dünyanın ve ahiretin bütün iyiliklerinin bu haslete bağlı olduğunu anlatır gibidir Bu ayetlere örnek olarak şunları zikredebiliriz: 1- Takva, medhusena edilir: "Eğer-sabreder ve takvalı olursaniz, bu azmedilecek büyük işlerdendir" 2- Düşmanlardan korunmaya sebebtir: "Eğer sabreder ve takvalı olursaniz onların planları size hiç zarar vermez" 3- Allah'ın destegi ve zaferi takvaya bağlıdır: "Allah takvalı olanlarla beraberdir" 4- Sıkıntılardan halas olmayı ve helal rızkı sağlar: "Kim Allah'a karşı müttaki olursa, Allah ona (her türlü darliktacı) bir çıkış kapısı verir ve onu ummadığı yerden rızıklandırır" 5- Takva kişinin işlerinin düzelmesine yardım eder: "Ey inananlar, Allah'a karşı takvalı olun ve doğru sözlü olun ki , Allah da işlerinize salah versin" 6- Günahların bağışlanmasını temin eder: " ve de günahlarınızi bağışlasin" 7- Yapılan hayır , dua ve ibadetlerin kabulü takvaya bağlıdır: "Allah ancak takvalı olanlardan kabul buyurur" 8- Allah'ın sevmesini sağlar: "Allah müttaki olanları sever" 9- Değer ve keramet takva iledir: "Allah katında en keriminiz, en takvalı olanınızdir" 10- Ölümde müjde takvaya bağlıdır: "Inananlar ve takvalı olanlara dünya hayatında da ahirette de müjde vardır" 11- Ateşten kurtulus takva iledir: "Sonra takvalı olanlan kurtaracağız, en takvalı olan ondan uzaklaştırilacaktır" 12- Cennette ebedi kalış takva iledir: "Cennet takvalı olan için hazırlanmıştır" 13- Insan doğru olanla olmayanı birbirinden ayırma gücünü (Furkan'i) takva ile elde eder: "Allah'a karşı takvalı olursaniz size "furkan" verir Bunlar Kur'an'ın takva için söylediklerinin bir özeti sayılabilir Dokuzuncu maddede mealıni verdiğimiz ayete dayanarak ehli sünnet alimleri, Resulullah'tan sonra en üstün ve Allah'ça en değerli insanın Hz Ebu Bekr olduğu kanaatine vamnslardır Çünkü "Allah katında en üstün (ekram) olanınız, en takvalı (etkâ) olanınızdir" ayetini Hz Ebu Bekr için nazıl olan "en takvalı olanınız, Cehennemden uzaklaştınlacaktır" ayetiyle birlikte düşününce varılacak sonuç, onun en üstün ve en mükerrem olduğu sonucudur Takva, muhtemel tehlikenin büyüklügüne göre sakınmayı anlattığı gibi büyüge büyüklügü oranında saygılı olmayı da anlatır Onun için Allah (cc) "Ey inananlar: Allah'a karşı hakkıyla (nasıl gerekiyorsa öyle) takvalı olun" buyurmuştur Bu, onun büyüklügü ile sizin küçüklügünüz 0'nun ihtiyaçsızlığı ve zenginligi ile sizin muhtaçlıgınız arasındaki fark kadar takvalı olun demektir Bu yüzden Ibn Mes'ud "Hakkıyla takvalı olmayı": Allah'ın hiç isyan edilmeksizin itaat edilmesi, hiç küfran-i nîmet edilmeksizin sükredilmesi ve hiç unutulmaksızın zikredilmesidir, diye tanımlar Durum böyle olunca, aslında olması gereken "takva" sahabeye bile ağır gelmiş "Allah'a gücünüz nisbetinde takvalı olun ayeti meseleyi hafifleterek takvayı olması gerektiğine göre değil, yapanların gücü ile sınırlandırılmıştır Bu iki ayetin bu şekilde ayrı ayrı gelmesi belki de yaptıklan ile övünen (ucub) insanların, takva adına yapacakları şeyleri yeterli görmemeleri içindir Ayrıca Kur'an'da takvaya üç mana yüklenmis ve bu manalarda kullanılmıştır: 1- Korkma, ürperme: "Sadece bana karşı takvalı olun" 2- Taat: "Ey inananlar, Allah'a hakkıyla takva gösterin" (yani itaat edin) 3- Kalplerin günahlardan temizlenmesi: "Kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'tan korkar ve O'na karşı takvalı olursa, işte kazananlar onlardır" Takvanın hakiki olanı, bu üçüncü olduğu söylenir Gazali bu sınırlandırmasından sonra da takvanın mertebelerini açıklar:1 Şirkten, 2 Bidatlardan, 3 Masiyetlerden ittikâ etme (sakınma) Bunların karşılığında da: Iman ve Ehli Sünnet vel-cemaati ikrar, ihsan ve istikamet vardır Böylece takvanın kendi içinde bir takım meratibi olduğu görülür Rasulullah'ın su hadisi de belki bunu anlatır: "Kul mahzurlu olana düşerim endişesiyle mahzurlu olmayanı terk edebilecek duruma gelmeden takvalı olanlardan olamaz" Münavi bunu, harama düsme korkusuyla fuzulî helalları, terketme diye açıklar Ama takvanın; Nehyedilen ve münker olan şeylerden kaçınmadan, maruf ve emredilen şeyleri yapmadan olamayacağı da açıktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TAKVÂ/MÜTTAKÎ:

"Takvâ"nin kelime anlamı korkulan şeylerden korunmak ve sakınmak demektir Terim olarak Allah'ın, sınırı aşanlar için hazırladığı cezaya çarpılmaktan sakınmak demektir Bu ise öncelikle Allah'ın yasakladığı şeyleri yapmamakla olur Fakat bu, yüzde yüz garantili bir sakınma, yani takvâ değildir Çünkü kesin helâl ve kesin yasakların yanında, dinde bazı şüpheli şeyler de vardır Bunların helâl olma ihtimali yanında, haram olma ihtimalı de bulunur Bu yüzden bazı Islâm bilginleri "takvâ"yı; harama düşme endişesiyle, şüpheli şeylerden de sakınmak diye tarif etmişlerdir Rasûlüllah Efendimiz de: "Kul, mahzurlu olana düşerim endişesi ile bazı mahzurlu olmayanlardan da sakınmadıkça takvâlılardan olamaz" (Ibn Mâce, zühd 24; Tirmizî, kiyâme 19; Ayrıca bk el-Hindî, Kenzu'l ummâl NI/91 (5642); Beyhakî V/335) buyurur Takvâyi gözeten insana ise "müttakî" yani takvâ ehli denir:
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TALAK VE RESMÎ BOŞAMA Kadın, resmî nikahını başkası ile evlenebilmesi için kocasına verirse ondan şer'an da boşanmış mı olur?
Önce biz; Islâm hukukunun müeyyidesi bulunmayan böyle bir ortamda ne resmî nikâh olmadan asıl nikâhın (dini nikahın) yapılmasını, ne de çok özel durumlar olmadıkça, birden çok evlenilmesini uygun görüyoruz Bunu gerekçeleri ile daha önce belirttik Ikinci olarak; nikâhın ve talakın (boşamanın) şakasının dahi ciddi sayılacağını ve hüküm ifade edeceğini hatırlatalım Bir diğer ifade eli rol icabi dahi karısını boşadığını söylese yine boş olur Bunun insaniliği, hikmet ve felsefesi ise ayrı bir konudur Buna göre, birinci karısının resmî nikâhını diğerine vermesinin, yani resmen boşanmış olmasının ne şekilde cereyan ettiğini de bilmemiz gerekir Eğer hakim huzurunda ve sözlü olarak olmuş ve meselâ hakimin: "Boşanmayı kabul ediyor musun?" gibi bir sorusuna, "evet", ediyorum, boşadım boşuyorum" gibi sözlü bir cevap vemişse karısını gerçekten boşamış olur Ancak sözle ifadesi mümkün olan bir yerde kalben boşamadığı halde bir evraka boşadığını yazsa, ya da yazılı bir evrakı imzalasa (diyaneten) boşanmış olmaz(bk Ibni Abidîn, N/42I, 428-429) Ne var ki, sözlü olan ifadesinde de başkasına niyet etmiş olmadıktan sonra, bir ric'î (dönüşlü) talakla boşamış olacağından, yeni bir nikâha gerek kalmadan karısıyla yine beraber olabilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TAMBUR,DU VE KEMENÇE GİBİ ÇALGI ALETLERININ HÜKMÜ NEDIR,BUNLARI KULLANMAK DINEN CAİZ MİDİR? İslam dinine göre düğün ve sünnet gibi sevinçli hallerde ihtila –erkek kadın beraberliği- olmamak şartıyla oynamak, kaval ve kudum gibi aletler kullanılarak sevinç izhar etmekte bir mahzur yokturSevinmek fıtri bir şeydir İnsanoğlu sevincini gösterip, sıkıntılarını geriye ittiği bu tür zamanlara ihtiyaç gösterir
Resulüllah (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadırlar: "Helal ile haramı birbirinden ayıranşey kudum çalmaktadır" (Tirmizi)
İmam Rafii "El-Azız" adındaki kitabında şöyle diyor: Kaval çalınıp çalınmayacağıyla ilgili iki görüş vardır Bunlardan birisi Bağaviye aittir ve kavalın haram olduğunu söyler, diğer de İmam Gazali'ye aittir ki o da kaval çalınmanın helal olduğunu belirtir Bu iki görüşten Gazalinin ki daha doğrudur" (Kef el-Rüaa)
İbn Hacer ve Kurtubi gibi alimler ise, tambur ve kemençe gibi fasık, ayyaş ve sefihlerin kullandığı çalgı aletlerini kullanmanın ve dinlemenin icma ile haram olduğu görüşünü ileri sürüyorlar (Kef el-Rüaa)
Ebu İshak El-Şirazı de bu hususda şunları söylüyor: "Du ve tambur gibi çalgıları çalmak haramdır" Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Allah Teala ümmetime içkiyi, kumarı ve darıdan yapılan içki ile davul ve tamburu yasaklamıştır"
Resulüllah (sav) bir başka hadislerinde de şöyle buyurmaktadırlar: "İçki içip davul ve çalgı aletlerini kullanmak yüzünden ümmetimin bir kısmı mesholunacaktır"
Demek oluyor ki, insanın, şehvet ve arzularını tahrik etmeyen aksine hüzün ve benzeri duygulara yol açan aletleri çalması ve dinlemesi caizdir Ancak yukarda da ifade ettiğimiz gibi insanın şehvet arzularını tahrik eden ve müslümanı sefih ve ayyaşlara yaklaştıran ve daha çok bu tip insanlar tarafından kullanılan alet ve çalgıları kullanmak haramdır Bu konudaki delil ise Resulüllah'ın bazı hadisleri ve icmaı ümmettir Bu konuda alimler ittifak halindedirler İbn Hazm ve İbn Tahir'den başka bu görüşe muhalefet eden olmamıştır Bunların da sözlerine güvenilmez İbn Hazm Zahiri ve ölçüsüzdür İbn Tahir ise yalancıdır
Buna rağmen bugün bu tür yasaklara riayet edilmediği ve herkesin evine girdiği görülmektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TARİKAT NE DEMEKTİR? Tarikat , mezheb gibi yol manası ifade eder Fıkhın çeşitli mezhebleri varsa tasavvufun da çeşitli tarikatları vardı Fıkıh, şeriatın bir dah ve fıkıh dalının mezhepleri olduğu gibi tasavvuf da şeriat'ın bir dalıdır ve tasavvuf dalının tarikatları vardır Yani mezheb, fıkha nisbetle ne ise tarikat da tasavvufa nisbetle odur
Binaenaleyh "Şeriat ayrı tarikat ayrıdır” demek doğru değildir Çünkü şeriat, İslam demektir Tarikat, şeriattan ayrı bir şey olursa dalalet olur Ancak fıkıh ayrı tasavvuf ayrıdır denilebilir Zira tasavvuf, şeriatın bir bölümünün adı ise fıkıh, şeriatın başka bir bölümünün adıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TASARRUFU TEŞVIK FONU FAIZI: "Tasarrufu Teşvik Fonu" adıyla devlet, maaşlarımızdan zorunlu bir kesinti yapmakta idi Şimdi bize Şu ana kadar birikmiş tasarruflarımızın yüzde yirmi faizi "nema" adıyla iade edilmektedir ve ilk taksit olarak bunun üçte biri ödenmektedir Bu faizi almamız veya kullanmamız helâl olur mu?
Önce şunu bilmek gerekir; Islâm bir takım terimlerle ifade ettiği bir takım vakıalara bir hüküm verirken kendi değer yargılarına göre davranır Daha açık ifadesi ile, Islâm meselâ, "faiz yasaktır" derken faizin tarifini de kendisi yapar Buna göre bir uygulama Islâm'a göre faiz ise, başkaları ona "kâr" da dese o yine faizdir Aksine, Islâm'a göre faiz olmayan bir uygulamaya başkaları faiz de dese o faiz olmaz Meselâ Islâm'da, ihtiyaç halinde dörde kadar evlenme vardır Oysa bugünkü medenî hukuk beraber yaşanılan ikinci kadını "metres" saymakta, ondan doğacak çocukları da gayrı meşru kabul etmektedir Işte mevcut sistem böyle diyor diye Islâm bunu gayrı meşru saymaz Bu bir
Ikinci olarak şunu da bilmek gerekir Müslüman kendi iradesi ile faiz muamelesine bulaşmaz Çünkü insanın sömürülmesinin ve yine köle haline getirilmesinin en kestirme yolu faizdir Bu yüzden, "faiz alana da, verene de, bunun yazışmasını yapana da Allah lânet eder" ve böyle önemli bir konuda "faiz ihtimalı taşıyan uygulamalar dahi faizdir" Onun için de müslüman kendi iradesi ile faize bulaşmaz
Üçüncü olarak da şunu bilmek gerekir: Faiz müesseseleri olan bankalarda her nasılsa tahakkuk eden bir faiz bulunuyorsa, onu almayıp orada bırakmak ikinci bir hatadır, hatta akılsızlıktır Çünkü bu sömürünün güçlenmesine katkıda bulunmak demektir Öyleyse mutlaka alınmalıdır Sonra da bu faiz ya da faiz şüphesi taşıyan para yenmemeli, faiz olduğu söylenmeden bir hayıra, ya da-varsa-aslında alınmaması gerektiği halde alınan vergilere verilmelidir
Dördüncü olarakda İslam'ın "faiz" dediği şeyin tarifini verelim ve sizin sorunuzun cevabına geçebilelim
Faiz (riba): Mubadeleli akitlerde taraflardan birisi için şart koşulan karşılıksız fazlalıktır(Timurtâsî, (Ibn Abidîn'in tasarrufuyla), bk Ibn Abidin (Amira), IV/177)
Imdi bu tarife ve taşıdığı kayıtlara baktığımızda "Tasarrufu Teşvik Fonu Neması" için şunları söyleyebiliriz:
1 Ortada mubadeleli bir akit yoktur, çalışanların arzu ve iradelerine müracaat edilmeden yapılan tek yönlü ve "zorunlu" bir kesinti sözkonusudur Sanıyorum bununla hedeflenen şey de çalışanların gelecekte bir tasarruf sahibi olmaları değil, devletin kaynak temini, yani iç istikrazdır
2 Devletin verdiği "nema" için bir şart koşma sözkonusu değildir Kesintiyi yapan da nemayı veren de devlettir Meselâ ben, maaşımdan böyle bir kesintinin olduğundan dahi habersizdim
3 Bu uygulamada karşılıksız bir fazlalık da yoktur Kesilen paranın hem de aradan yıllar geçtikten sonra - %20'si "nema" adıyla verilmekte, onun da üçte ikisi sonraya bırakılmaktadır Buna göre bu meblağ gerçekten "nema" ise, yani devlet bu parayı bir yerlerde çalıştırmış da onunla kazandığının bir miktarını tasarruf sahibine veriyorsa bu zaten faiz olmaz Adı üzerinde "nema" yani kâr olmuş olur Böyle bir çalıştırma yok da safi faiz olarak veriyorsa ortada bir fazlalık olmadığından bu yine faiz olmaz Çünkü değer kaybının ödenmesi Imam Ebu Yusuf'a göre gereklidır, yani bu faiz değildir Oysa "nema" denen bu "yüzde yirmi", kesilen zorunlu tasarrufun, enflasyonla kaybolan değerinin çok çok azıdır Aslında maaşlarından zorunlu tasarruf fonu kesilen çalışanların bu kalan değer farkını da isteme hakları vardır Şunuda ilave etmemiz gerekir: Herşeye rağmen şüphe edenler, en azından kendilerinden kesilen kadarını tamamlayıncaya dek alırlar Adı ne olursa olsun kendi paralarını almış olurlar Şüphe, olsa olsa bundan sonrakinde olur O kadarını da zaten vermiyorlar
Sonuç olarak, sözünü ettiğiniz meblağ faiz değildir, bunda faiz şüphesi de yoktur (Allah'u a'lem) Ancak siz şüphe ediyorsanız mutlaka alır, ama bir hayıra verirsiniz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TASAVVUF "Küçük cihaddan büyük cihada yani, nefisle cihada döndük"anlamında bir hadis var mıdır?
Yanlış anlaşılmaktan korktuğum için önce şu hususu, hatırlatmayı yararlı görüyorum: Hadis deyince biz -en dar anlamıyla- Rasulûlullah'ın (sa) bizzat söyledigi sözlerini, fiillerini ve takrirlerini (gördüğü halde ses çıkarmamasını) anlıyoruz Binaenaleyh, bu anlamda bir sözün hadis olabilmesi için onu bizzat Rasulüllah'ın mübarek ağızlarıyla söylemiş olması gerekir Onun söylemediği bir sözü - ne kadar doğru olursa olsun- bile bile ona isnad edenin, yani, hadistir, diyenin, cehennem de yerini hazırlaması buyurulmuştur (Buharî, Ilim 38; Müslim, Zühd 72)Imdi, bu söz manası bakımından bir yönüyle doğrudur Çünkû bir hadisi şerifte, "Mücahid (gerçek mücahid) Allah'a itaat yolunda nefsiyle cihad edendir Muhacır (gerçek muhacır) de A1lah'ın yasakladığı şeylerden hicret edendir (kaçandır)" (Ahmed VI/2l ; Hakim 1/NI) buyrulmuştur Demek ki, asıl mesele nefisle cihad edip onu yenebilmektir Zaten bunu başaramayan diğerini de başaramazKur'an-ı Kerim'de "Allah yolunda hakkıyla cihad edin" (K Hac (22) 78) buyrulmuştur Cihadın "hakkıyla" ve "gereğigibi" olması nasıl olur? sorusunu alimlerimiz, bütün şartlarıyla anlamaya çalışmışlar ve bu şartları tek tek saymışlardır Mesela Abdullah b Mübarek: "Hakkıyla cihad etmek kişinin nefsi ve havaniyla cihad etmesidir" diyor( bk Ibn Kayyim,Zâdü'I-meâd NI/ S-7 (Terc NI/20-24 )) Bu açıdan bakıldığında nefisle cihad önemli bir olaydır, isin esasıdir O olmadan, diğerinin de olamaycağı açıktır Ama bütünbunlar nefisle cihadın, zahir düşmanlarla cihaddan daha büyük olduğunu da göstermez Çünkü bir şeyin asıl ve ilk şart olması ayrı bir şeydir, daha büyük olması ise ayrı bir şeydir Nitekim Rasulüllah Efendimiz (sa) zahir düşmanlarla cihadı " Islamin zirve noktası" olarak vasıf lamıştır (Tirmizî, fedâilül'/-cihad 22; Ahmed N/287) Kurtuluşun yolu nefisle cihad edip onu tezkiye etmektir (K Sems (9l ) 9) Ama hakiki cihad yaparken ölenler, sadecekurtulanlar değil, ölümsüzleşenler (K Bakara (2) I54: (3) l69) ve en yüce hayatı yaşayanlardır Bunu da böylece tespit ettikten sonra şimdi de sorudaki "söze" gelelim :
Bu söz çok eskilerden beri dillerde meşhur olmakla beraber (bk Ali el-Kârî, el-Esraru'I-merfu'a 2ll, (Askalânî'nin sözü)) "Kütüb-i Sitte"yi birinci derece alırsak, üçüncü derecedeki hadis kitaplarımızda dahi yer almamaktadır "Ihya" ve "Tarihu Bagdat" gibi kitaplarda vardır Hadis hakkındaki en hafif değerlendirme ki'nindir ve hadisin zayıf olduğunu söyler (age 212) Aliyyu'1- Kâri bu sözü: "Küçük cihaddan büyük cihada döndük, buyuruldu Nedir büyük cihad? diye sordular Kalbin cihadıdır, buyruldu" şeklinde alır(Hatib Bagdadî, Tarihu Bagdat XNI/493) Tarihu Bagdat'taki rivayetinde bu soruya: "Kulun, havası ile mücahedesi"dir" diye cevap verilmiştir (Ali el-Kârî, agk; Ayrıca Aclunî, Kesfu'I-hafa I/5ll -l2)Daha sonra Aliyyu'1-Kâri, Ibn Ebi Abla'nin (v 152 H) bir sözü olduğunu söyler (Ali el-Karı, agk) Adünî, aynı bilgileri tekrar eder (Aclunî, agk) Aliyyu'1- Karı'nin el-Esrâru'1-merfura adlı kitabını tahkik eden Muhammed b Lutfi es-Sabbâg, aynı hadis münasebetiyle bunun hakkında bir kitapçık yazdığını ve orada hadisin zayıf bile değil hatta "batıl" olduğunu ortaya koyduğunu söyler (Ali el-Kârî, agk) Allahu a'le-mü bis-savâb)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TASAVVUF NEDİR? İslam şeriatı dört bölümden ibarettir

1- Fıkıh
2- Kelam
3- Ahlak
4- Tasavvuf

Fıkıh; helal ile haramı, sahih ile batılı açıklayan ilimdir, konusu namaz, zekat, oruç, hacc, alış-veriş, icare, vakıf, vasiyyet, feraiz, nikah, talak, hudud, hilafet gibi mükelleflerin fiil ve sözlerdir
Kelam, dini inaçlara isbatlamak için belgeleri serdederek varid olan şüpheleri izale eden ilimdir Konusu, Allah'ın zat ile sıfatları ve ahiret ahvalıdır
Ahlak, iyi meziyetler edinmek, kötülerden korunmak için iyi ve çirkin davranmış ve hususiyetleri inceleyen ilimdir Konusu; cömertlik, cimrilik, müsamaha, intikam, isar – başkasını kendinden üstün tutma – ve hodğamlık Güler yüzlülük ve suratın asık olmaması
Tasavvuf; kemale ermek için ruhu, ibadet, zikir ve fikir gibi şeylerle terbiye ettirip nefsi kalb hastalıklarından tezkiye etme yolunu gösteren ilimdir Konusu, zikir, fikir, ahlak, riya, muhabbet, buğz, tevazu ve kibir, hırs, mürakabe, mücahede ve tevekkül gibi şeylerdir Yukarda yapılan açıklamadan anlaşıldığına göre şeriat dört dallı bir ağaç gibidir
Şeriaata –İslama- inanan herkesin mutlaka onun muhtevası olan bu dört dala da inanması gerekir Çünkü ilm-i kelama ait olan Allah ve sıfatlarına ve fıkha ait olan namaz ve oruca iman etmek gerektiği gibi tasavvufa ait olan zikir, fikir ve ihlas gibi şeylere iman etmek de gerektir Demek kelam ve fıkhı ilahi olduğu kadar tasavvuf da ilahidir Zira Kur'an-ı Kerim kelam ve fıkıh meselelerinden söz ettiği gibi zikir, fikir ve ihlas gibi tasavvuf meselelerinden de söz etmiştir Tasavvufu Hz Ebubekir veya Hz Ali'ye isnad etmek doğru değildir Ayrıca "Herkesin mutlaka bir şeyhe intisab etmesi gerekir” diye bir şart yoktur Böyle olsaydı mutlaka Kur'an veya sünnet bunu kesin olarak açıklayacak ve İslam'ın farzlarından biri kabul edecekti Mesela kelam ve fıkhı için bir kelamcıya veya bir fakihe intisab etmek icab eder mi? Etmez Etmediğine göre tasavvuf için de bir mutasavvıfa intisab etmek de icab etmez Ve bunun için delil yoktur İslam'ın kaynakları meydandadır Ancak herkes için bilinmesi gereken kelam ve fıkhı meseleleri öğrenmek zorunlu olduğu kadar tasavvufi meseleleri öğrenmek de zorunludur Yani kelamdan Allah'ı ve sıfatlarını bilip O'na iman etmek, fıkhıtan namaz, zekat, oruç ve hacc gibi meseleleri öğrenmek ve uygulamak vacib olduğu kadar zikri, fikri, ihlası, muhabbeti, öğrenmek ve onu uygulamak, riyakarlığı ve müslümanlara karşı buğzun haram olduğu bilmek ve ondan uzaklaşmak da vacibtir Ancak bir kimse kelamcı veya fakih olmak isterse bir kelamcıdan veya fakihten mutlaka ders almak ve derse devam etmek mecburiyetindedir Yoksa ne kelamcı ne fakih olur Kezalık bir kimse mutasavvıf olmak istiyorsa mutlaka bir tasavvuf mürşidine devam etmesi lazımdır
Yalnız bugün mutasavvıf denilen kimselerin yüzde doksan sekizi mutasavvıf olmaktan ziyade birer tüccar, birer siyasidir Gaye servet, şan, şeref ve makamdır Bir mevlidhan veya bir duahan veya sanatkarın gayesi ne ise piyasada mevcut ehli tasavvufun çoğuda aynı gayeyi taşıyor Dikkat edilsin hepsini kasd etmiyorum Çoğu diyorum Bakınız Cüneyd-i Bağdadi ne diyor: Tasavvuf Hakkın sendeki seni öldürmesi ve kendisiyle yaşatmasıdır Yani İnsanın nefsini yok etmesi ve yalnız Hakk'ın irade ve ihtiyarıyla hareket etmesidir Ma'ruf Kerhi de şöyle diyor: Tasavvuf, hakikatları almak ve yaratılmışların elinde her ne varsa hepsinden ümidi kesmektir Tasavvuf iddiasında bulunan kimse bunların sözleriyle kendini ölçsün Böyle olursa zaten ona sözümüz yoktur Yoksa onun da söylemeye hakkı olamaz Tasavvuf, ilmi fıkhı ve kelam ilminden sonra ortaya çıkmıştır Çünkü Peygamberin (sav) irtihalinden sonra ilk önce Kur'an-ı Kerim bir araya getirildi Bilahare uydurmacı ve yalancılardan korunmak gayesiyle hadislerin derlemesine başlandı Sonra gün geçtikçe genişleyen İslam aleminde vaki olan hadis ve olaylara cevap vermek için ehli ilim, fıkıh ve kelamla meşgul olup bu sahada çok eser verdiler Ve uzun zaman ulema sadece bununla iktifa ettiler Fakat Gazali'nin dediği gibi sadece alış-veriş, icare, selam, nikah ve talak gibi meselelerle uğraşmak kalbe kasavet veriyor Bunun için ulema ve mutasavvıflar islam''n bir bütünü olan zikir, fikir, mücahede, riyazet, ihlas muhabbet ve Allah korkusu gibi mefhumların üzerine durup zıdlarıyla birlikte açıklayıp hakkında eser yazdılar Ve böylece tasavvuf ilmi de metodlu bir şekilde ortaya çıkmış oldu Tasavvuf şahsında yazılmış eserlerin en güzeli Gazali'nin kitaplarıyla Ebu Talib al-Mekki'nin Kutü'l-Kulub ismindeki kitabıdır Bu hususta İhyaül-Ulum kafi ve vafidir Hülasa her müslüman – yani İslam'ı bilen ve onunla amel eden- hem kelamcı, hem fakih, hem ahlakcı, hem mütesavvıfdır Çünkü İslam bunlardan ibarettir Başka bir şekilde tasavvufu izah etmek doğru değildir Avamın hurafe vehikayelerine ehemmiyet verilmemesi lazımdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TASAVVUF- EVLIYANIN HALLERI:
Zaman Gazetesi'nde Sabri Yılmaz imzasıyla yazılan bir dizinin bazı kısımlarını işaretleyerek size gönderiyorum Bunları, şeriatle bağdaştırmamız mümkün müdür? Meselâ a) Beyazıd-i Bistamî, birgün ayağını uzatarak oturmuştu Müritlerinden biri de müsaade almadan öyle yaptı ve bir daha ayağını doğrultamadı b) Ayağının uzatmış otururken birisi onun ayağının üzerinden geçti, ayağında bir hastalık çıktı ve nesillerine dahi sirayet etti c) Kendisini arayan bir garibe tanıyanlar onun faydasız, yaramaz ve aşağılık birisi olduğunu söylediler d) Evini öğrenen bu yabancı gittiğinde gözleri kan çanağına dönmüş bir pir ile, yanında huriler kadar güzel bir genç kız, elinde de dolu bir kadeh buldular Hayrette kalan yabancıya durumu izah etti Küpteki sıvının ,şarap olduğunu, ancak onu Cenab-ı Hakk'tan aldığı bir nurla bir bakışta sarhoşluk etme özelliğini alarak içtiklerini, kızın ise kendi kızı olduğunu vs söyledi
l Tasavvuf recaları anlatan ilk kaynaklara baktığımızda Bâyezîd (Ebu Yezîd) el-Bistamî'yi gönderdiğiniz yazıda verilenden daha değişik bir imajda görüyoruz Ilk büyük sofilerden, ehl-i hal, Kitabı ve Sünneti ölçü alan bir örnek zat, meselâ Risale-i Kuşeyri'de hayatı anlatılırken sizin yazdıklarınızdan hiç birine yer verilmiyor, hatta onun şu sözü aktarılıyor: "Kişinin havada uçacak kadar kerametlerle donatıldığını görseniz dahi buna kanmayın Siz onun Allah (cc)'in emirleri ve yasakları karşısındaki tavrına, hududu koruyup korumadığına, şeriatı uygulayıp uygulamadığına bakın"(Risale el-Kuşeyriyye, I/103)
2 Islâm'a has, "Isnad ilmi" diye bir ilim vardır Islâm şeriatı adına değer verilip hesaba katılabilecek haberlerin hangi mevsukiyet düzeyinde ve hangi şartlarla bulunması ve zaptedilmiş olması gerektiğini inceler ki, cidden akılları hayrete düşürecek bir titizliğin ürünü ve kısaca İslam'ın bozulmadan sürüp gitmesini murad eden Allah (cc)'in müslümanlara ilham ettiği bir lütfûdur Müslümanlar bu ölçülere uymayan peygamber sözlerine dahi itibar etmemişlerdir Bu açıdan baktığımızda, Bistamî'den kaç yıl, belki kaç yüzyıl sonra ona isnad edilen sözlerle onu lehte ya da aleyhte yargılamamızın hiç bir anlamı olmaz O, yukarıya aldığımız sözleriyle ölçüyü kendisi vermiştir, ruhu şadolsun
3 İç duyularını (letaifini) geliştiren Allah (cc) dostlarında hatta bazan sıradan insanlarda bizim fizik dünyamızı aşan bir takım algılama ve hissedişlerin olabileceğini bugün artık pozitif bilimler dahi kabul ediyorlar Bu satırları karaladıgım saatlerde 18 Mart 1989 Cumartesi günü BBC'nin 19-1930 yayınında (tevafuken) parapskoloji konu edinildi ve onbeş dakikalık bir özel programda zamanı ve mesafeyi aşan, fizikötesi güce sahip insanların bu gücünden, ya da böyle güçlerden yararlanmak ve bunları özellikle askerî istihbaratta kullanmak için Amerika'da, Ingiltere'de, Rusya'da ve diğer bazı teknikte gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalardan, bu iş için ayrılan üniversite kürsülerinden ve kendini bu işe vermiş profesörlerden sözedildi Öyle ise bu seçkin taifenin bizim hissedemediğimiz bir takım özellikler edinmiş olmaları gayet normaldır Ancak içine girdikleri ya da yükseldikleri bu manevi atmosfer tabakasının etkisiyle bazı sarsıntılar geçirip, o halin verdiği sarhoşlukla şeriatın zahirine uymayan hatlar mırıldandıkları da çokça görülmüştür Amâ bunların, Imam Rabbani'nin Ibni Arabî için dediği gibi, affolunacağı ümidi beslenmiş, onlar bu yüzden defterden silinmemiş, fakat şeriatın zahirine uymayan hiçbir şey de başkalarına ölçü gösterilmemiştir Tıpkı Bistami'nin dediği gibi O haller onların kendilerini ilgilendirir Meselâ Hallâc, nasıl olduğunu bilmediğimiz bir halde "Enel-Hakk=ben Hakkım" demiş ise o Allah katında mazur görülebilir ama hangi hâlde olursa olsun sırf Hallâc gibi bir zatın böyle söyledigi için bunu söyleyen (Allah'u a'lem) bağışlanmaz Mevlânâ'nin ney'i ve seması (eğer varsa), bir başkasının def'i, raksı ve nârası içinde aynı şeyi söyleriz Buna göre, vaki değil ama; evliyaullah'tan olarak bilinen birisini dahi, cezayı gerektirecek şartlarda şarap içmesi halinde Islâm muhakeme eder ve kırbaçlatır Hakem, Kitap ve Sünnetten süzülen Islâm fıkıhıdır Ona sorduğunuzda şarabın sirkeleştirilerek içilmesinin caiz olduğunu söyler ama, bakışlardaki manevî nüfuzla sekrinin alınıp içilebileceğini kabul etmez Gerçi bu Allah (cc)'in lutfuyla mümkün olmayan birşey değildir, ama uygulanabilecek objektifliği yoktur
4 Böyle konularda ise yarayacak güzel bir ölçüyü Imam Birgivî'nin bir hatırası olarak kaydedelim Peygamberlerden başka hiç kimse günahtan masum değildir (Masum imam akidesi bizde yoktur) Ama Allah (cc)'in keramet ehli veli kulları bile bile haram işlemez ve haramda israr etmezler Kendilerini gizlemek için haramla kamuflaj yapmazlar Mamafih bazı büyük zatlar, cahillerin onları insanüstü görmeleri karşısında kendilerini basit göstermek için bazı çarelere başvurdukları vakıadır Fakat bunlar aslında mubah olan, fakat halk arasında küçük düşürücü davranışlar olmayı öteye geçemezler Imam Birgivi buna kendi zamanından bir ömek verir Kendisini çok uzaklardan ziyarete gelen birisinin gözünde tehlikeli boyutlarda yüceltilen bir Allah (cc) dostunun, onun yanında çabuk çabuk ve üzerine döke döke yemek yemesini anlatır Bu haram değildir, ancak küçültücüdür Ayakta su içmeyi, hatta mekruh olmakla beraber sol elle yemek yemeyi de buna misâl gösterebiliriz Binaenaleyh o, bilerek bir haramı işleyenin keramet ehli ve mürşit olamayacağını anlatır Buna göre; kadınlarla tokalaşmaktan, halvette bulunmaktan sakınmayan, altın yüzük kullanan, haram olduğu nasla sabit benzeri günahları mazeretsiz yapan birisinden keramet değil olsa olsa istidrac sadır olur Hiç bir veli, içki içerek, kadınla halvette bulunarak, ya da başka açık bir haramı işleyerek kendisini gizlediğini iddia edemez Ederse de buna cahillerden başkası inanmaz Bu ölçü ehli şeriat için çok işe yarar, hatırda tutulmalıdır
 
Üst Alt