T İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik

ceylannur

Yeni Üyemiz
TAVLA Iki bölümlü tahta üzerinde, atılan zarlara göre pulları hareket ettirilerek oynanan oyun ve bu oyunun oynandığı tahta
Tavlanın Arapça'daki ismi "Nerd"dir Tavla çok eski bir oyundur Arabların bunu Farslılardan aldığı söylenir Buna delil olarak asıl adının "Nerdeşîr" olduğu gösterilmektedir (Ibn Manzûr, Lisanü'l-Arab, VI, 4392)
Tavlánın haramlığı bizzat Resulullah (sas)'in hadisleriyle sabittir:
1- Müslim, Ebû Davûd ve Ahmed b Hanbel'in Büreyde b Hasîb (ra)'den rivâyet ettikleri bir hadiste Resulullah (sas) Tavla (Nerdeşir) oynayan sanki elini domuz kanına bulaştırmış gibidir" buyurmuştur (Ibn Hanbel, V, 370)
2- Muvatta, Ebû Davûd, Ibn Hanbel, Ibn Mâce, Hakim, Dârakutnî ve Beyhakî'nin Ebû Musa el-Eş'arî (ra)'den rivâyet ettikleri bir hadiste de, "Kim tavla oynarsa Allah ve Resulune isyan etmiştir" buyurulmuştur (Ebû Davûd, Edeb, 56; Ibn Mâce, Edeb, 43; Muvattâ, Rüya, 6)
Bu hadis-i şerifler ışığında tavlanın haram olduğu anlaşılmaktadır Tavla kumarın bir çeşididir ve kumarın haramlığında şüphe yoktur Çünkü Resulullah (sas) "Kim arkadaşına; gel kumar oynayalım dese (de oynamasa, bu sözüne kefaret olmak üzere) sadaka versin" buyurmuştur (Buharî, Edeb, 74; Müslim, Eyman, 4; Ebû Davûd, Eyman, 3)
Kumar oynamaya sadece çağırmak bile, kefâret olarak sadaka vermeyi gerektiren bir günahtır
Bütün müdevven fıkıh ekolleri, Hanefi*, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelîler, Imamıyye ve Zeydiyye, ayrıca Zahirîler tavlanın haram olduğunda ittifak halindedirler
imam Şevkânî, Ibn Muğaffel ile Ibn Müseyyeb'in tavla oynama, kumara sebep kılınmadığı takdirde, ruhsat verdiklerini nakletmektedir (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII, 107) Ancak yukarıda geçen hadisler tavlanın haram olduğuna kesinlikle delâlet etmektedir Ister kumar niyetiyle oynansın, ister başka niyetle oynansın Çünkü "Tavla oynayan Allah ve Resulune asi olmuştur" hadisi sarıh ve sahihtir Allah ve Resulune asi olana Cehennem'in gerekli olduğu da açıktır Çünkü Cenab-ı Hak:
Kim Allah'a ve Resulune isyan ederse, içinde ebedi kalmak üzere, ona Cehennem ateşine düşmek vardır" (el-Cin, 72/23) ve "Allah ve Resulunün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın çarpmasından, yahut onlara acı bir azabın uğramasından sakınsınlar" (en-Nûr, 24/63) buyurmaktadır
Tavla ve benzeri oyunlarda sonuç şansa dayanmaktadır Bu ise önce mücâdeleye ve çekişmeye, sonra hırslanmaya, sonra da kin, düşmanlık ve fitneye sebep olmaktadır
Tavla genellikle, az bir miktar ile de olsa, kumar olarak oynanmaktadır Insanlar ona alışmakta, âdet edinmektedirler Kazanmak hırsına kapılan insan, bu hırsla rahatça yalan söyleyebilmektedir Yalan yere yemin ise kendi başına büyük günahlardandır Oynadıkça hırslanan insan, oynadıkça oynamakta, vaktin nasıl geçtiğini bilmemekte, dünyası âdeta oynadığı oyundan ibaret olmaktadır Böyle bir insanın gaflete dalacağı tabiidir Gaflete dalan insan ise haliyle hem Allah'ı anmayı, hem de namazı hatırına getirememektedir
Tavlayı oynamak haram olduğu gibi, tavla aletinin alış-verişini yapmak da haramdır (Muhammed Vefâ, Bey'u'l-A'yâni'l-Muharrame, 94-96)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TAVLA OYNAMAK CAİZ MİDİR?
Tavla oynamak cumhur-u ulemaya göre haramdır Peygamber (sav): "Tavla oynayan kimse sanki elini domuzun et ve kanı ile boyamış gibidir" (Müsned Ahmed ve Ebu Davud) buyurmuştur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEBERRUC SEBEPLERI VE SONUÇLARI
Teberruc: Kadının, doğuştan gelen (tabii) ve edinilen (sun'i) güzelliklerini uygun olmayan yerlerde kasıtlı olarak göstermesi; bunun için çaba sarfetmesi anlamında bir Kur'ân terimidir
Terim bu kökten olarak Kur'ân'da iki âyette geçer:
1 "Nikâh umudu olmayan, oturan kadınların, "teberruc" yapmaksızın elbiseleri bırakmalarında kendilerine bir vebal yoktur Iffetli olmaları (ve dış elbiselerini dahi bırakmamaları) ise kendileri için daha hayırlıdır Allah her şeyi işitendir, bilendir (Nûr: 24/60)
2 "Evlerinizde vakarla oturun Önceki cahiliyye kadınlarının teberruc'u gibi teberruc yapmayın (süslerinizi teşhir ederek dolaşmayın) Namazı kılın, zekâtı verin Allah'a ve Rasûlüne itaat edin (Ahzâb 33/33)
Kur'ân'da ayrıca dört yerde daha aynı kökten olan "burûc" kelimesi geçer "Burûc", "burç" kelimesinin çoğuludur Aynı isimde bir de sûre vardır (el-Burûc) "Burjuva" kelimesi de bu köktendir Görkemli olduğu ve hemen dikkat çektikleri için köşk ve saraylara Arapça'da "burç" denir Gökteki burçlar da belirgin olduğu ve diğer yıldızlar arasındân seçilebildikleri için onlara "burç" denmiştir Yine bu kökten isim olarak kullanılan "berac" ise, kamus diliyle "hüsun ve cemal sahibi mehlikâ mahbûbâ ve Afitâb gibi zâhir ve rûsen ve malûm nesneye denir" Ayrıca geniş ve beyazı siyahını iyice kuşatmış göze de bu ad verilir Yani sanki siyahı ortada bir tepede belirginleşmis demektir Perdesi (yelkeni) olmayan gemiye de "bârice" derler, çünkü üzeri açıktır Sözü edilen âyetleri tefsirciler iştebu anlamları düşünerek açmaya çalışmışlardır Birinci âyet "Nûr" suresindedir Bundan önceki âyetlerde; kadınların süslerini belli kişiler dışındakilere göstermemeleri, dikkat çekmek için ayaklarını yere vurmamaları istenmiştir Öyleyse "yaşlı kadınların, teberruc yapmaksızın elbiselerini bırakmaları ‚ demek; doğuştan olan zinet yerlerini açmaksızın ve edinilen (yapmâ) süslerini göstermeksizin dış elbiselerini (cilbablarını) bırakabılmeleri demektir Yoksa bu bütün elbiseleri bırakıp çıplak kalmaları anlamına gelmez Çünkü yaşlı kadınlar dahi makyaj vasıtası ile de teberruclu olabilirler, yani dikkat çekici ve fitne (haram cinsel duygu) uyândırıcı görünüm kazanabilirler Yani bu âyette ihtiyar kadınlar, teberruclu değillerse, yabancı erkeklerin yanında dış elbiselerini bırakabılirler denirken, ikinci âyette teberruc bütün kadınlara yasak edilmektedir Ancak teberrucu genel anlamda (mutlak) süslenme ile karıştırmamak gerekir Çünkü kadının evinde kocası için süslenmesi güzel ve istenen bir şeydir Yani teberruc, meşru olmayan açılma ve saçılmayı ifade eder ZeMahşeri, onu genelde, gizlenmesi gereken şeyleri açmada çaba sârfetme, özel olarak da kadınların zinetlerini ve güzelliklerini açıp yabancı erkeklere göstermeleri, diye tanımlar Kurtubî, kırıtarak, cilveli yürümesi ve güzelliklerini erkeklere sergilemesi diye tanımladıktan sonra kadının vücut hatlarını belli eden iki ince elbise ile çıkması da teberrucdur der Suyûtî, endamlı endamlı yürümesi, başörtüsünü bağlamadan başına açıp, gizlemesi gereken gerdanlık, küpe ve boynunu açık bırakması diye tarif eder Ibnü'l Esîr terimin kökü ile ilişkisini arar ve kadının teberruc yapması, güzelliği sergilemede burçlara, şatolara benzemesi demektir Teberruc yaptı, yani sarayı olan evinden, burcundan çıktı anlamına geldiği de söylenmiştir; nitekim âyetin baştarafındaki "evlerinde vakarla otursunlar" ifadesi bunu gösterir, der:
Bu açıklamalarla teburruc'un, kadınların tabii ve yapay güzellik ve çekiciliklerini uygun (yani meşru) olmayan yerlerde sergilemeleri, süs ve eylemleriyle kendilerinden yararlanma hakkıolmayanların dikkat ve ilgilerini çekmeleri olduğunu görürüz Teberrucun kapsamını daha iyi kavramak için, bazı hadîs-i şerif meallerini görmemiz faydalı olabilir:
1 "Ümmetimden iki sınıf var ki, ben onları görmedim (Ileride ortaya çıkacaklar): Biri, sıgır kuyrugu gibi kamçıları (coplar olabilir) olan bir topluluktur Onlarla insanlara vururlar Diğeri de giysili-çıplak olan, saptıran ve sapan kadınlardır Kafaları eğri deve hörgücü gibidir Onlar ne Cennete girebilirler ne de onun kokusunu duyabilirler Halbuki onun kokusu şu kadar mesafeden duyulabilir" (Müslim, cenne 52-54; Müsned N/308, 323, 356, 440, V/250) Kurtubî, giydikleri halde çıplak olmaların, vücutlarını belli eden (dar ve şeffaf) elbise giymeleriyle açıklar (364 Kurtubî XN/310) Bu hadiste teberruce iki örnek göze çarpıyor: a Dikkat çekmek üzere kabartılmış saçlar ki; bazen başörtüsü ile dahi bu niteliği kazanabilir b Vücudu belli eden ve câzibesini yabancılara sergileyen dar, şeffaf ya da avret olan bütün organları kapatmayan elbiseler Başka bir rivayette: "Kafalarını böyle deve hörgücü gibi yaptıran kadınlara, hiçbir namazlarının kabul olmayacağını duyurun" denir (Suyûtî el-Câmi'u's-sağîr (F Kadîr) I/361 Taberânî'den)
2 "Peruk takan ve taktıran kadına lânet ola" (Zebîdî, Ukûdü'I cevâhir N/155,156; Ayrıca bk Tirmizî, Libâs 25 Tirmizî, edep 35; Nesâi, zîinet 35)
3 "Dağlama yapan ve yaptıran, güzellik için dişlerini seyrelten ve Allah'ın yaratışını bozan kadına Allah lânet etsin" (Zebîdî, Ukûdü'I cevâhir N/155,156; Ayrıca bk Tirmizî, Libâs 25 Tirmizî, edep 35; Nesâi, zînet 35)
4 "Kaşlarını yolduran ve bu işi yapan kadına lânet ola" (Zebîdî, Ukûdü'I cevâhir N/155,156; Ayrıca bk Tirmizî, Libâs 25 Tirmizî, edep 35; Nesâi, zînet 35)
5 "Başkalarının duyması için koku sürünerek çıkan kadın zina etmiş (gibi günah kazanır)" (369 Sıddık Hasan Han, Hüsnü'I-üsve 336 Darimî, isti'zan 1 B; Müsned VI/400, 414, 418)
Bu hadîs-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere teberruc, kadının yabancıların dikkatini çekmek üzere yaptığı her türlü hareket ve uygulamayı kapsar gibidir Büyük tefsirci Alûsi'nin şu yorumu da buna açıklık getirir "Bana göre zamanımızda müreffeh kadınların evlerinden çıkarken üstlük olarak Örtündükleri örtüler de, yabancıya gösterilmesi yasaklanan zinetler kabilindedir Çünkü bunlar rengârenk ve dikkat çekici giysilerdir Sanıyorum erkeklerin, karılarını bu şekilde çıkmalarına göz yummaları, hattâ bunu arzulamaları "gayret" (olumlu kıskançlık) azlığından kaynaklanıyor Bütün bunlar Rasûlüllah'ın izin vermediği şeylerdir Lâ-havle velâ-kuvvete illâ billâh(AIûsi, XVNI/146) ·
Beyhâkî'nin bir rivayetinde de şöyle buyrulur: "Kadınların kötüsü teberruc yapanlarıdır Onlar münafıktırlar Onların cennete girecek olanları çok azdır" (Suyûti, ed-Dürrü'I-mensûr VI/602) Diğer yönden: "Içinde dört sınıf insan bulunan toplumlâr, belâlardan mahfuzdurlar: 1 Zulmetmeyen âdil imam (yönetici) 2 Hidâyet üzere yaşayan âlim 3 Mârufu emreden, münkerden sakındıran, Kur'ân'ı teşvik eden meşâyih 4 Ilk cahili e teberrucu ile teberruc yapmayan kapalı kadınlar" (372 Kurtubî IV/49) diye de söylenmiş ve teberruc yapmayan kapalı kadınların, toplumlara belâlar için paratoner görevi yapacağı bildirilmiştir
Teberruc'a Götüren Sebepler
Teberruca götüren sebepleri, kadının genellikle gösterişe düşkün tabiatı ve bundan yararlanmak isteyen kozmetik tüccarlarının teşvik içeren reklamları diye özetlemek mümkündür
Kadınlar, yaratılışları gereği, süse boyanmaya düşkün, nâzik, zarif ruhlu, maharetini sergilemeyi seven insanlardır Bu elbette Allah'ın onlara seçip verdiği bir hassadır ve Hakim bir zatın işi olduğuna göre, bunda hikmetler de vardır: Herşeyden önce asıl görevi, evin kraliçesi, sonra da anne olan kadının bu yönü olmasa, ev bir hapishaneye, duvarları da mahkeme duvarına döner Evi ve üstbaşı pasaklı hale gelir, Kur'ân'ın ifadesi ile erkek "hanımındâ sükûn ve huzur bulacağına" ondan ve evinden nefret eder, huzuru başka yerlerde ve başkalarında arar, hayatın bütünüyle düzeni bozulur, şirazesi dağılır Bunun gibi doğuştan insanın hamuruna katılan (fitrî) duygularının hepsinde böyle bir, ya da birçok müsbet yön vardır ve bu kuvvetler insana bu hayır yönlerini gerçekleştirmesi için verilmiştir Dolayısıyla bu duygu ve güçlerin sadece yaratılış gâyelerini gerçekleştirmek üzere, yani bilinçli ve yerliyerinde kullanılma gerekir Bu bilinci sağlayacak araç, Islâm terbiyesi ve onun vereceği helâl-haram duygusudur Kadın doğasındaki bu dürtü ile yuvasını süsleyecek, allanıp-pullanacak; kokulanıp boyanacak, böylece hem kendi fıtri ihtiyacını gidermiş, hem de evini bir huzur yuvası haline getirmiş olacaktır Işte bu bilinç düzeyi ve terbiye (eğitim) bulunmadığında, kadın hamurunda var olan bu gösterme ve ilgi çekme gücünü (edilgenliği) ya da ihtiyacı, nerede ve nasıl tatmin etmesi gerektiğini değil de, sadece ve nasıl olursa olsun tatmini arayacak ve süslenip kokulanarak sokaklara dökülecektir Artık helâl sınırı aşılmıştır ve haramın da sınırı yoktur; sonuçta -ilerlerde de olsa- zinâ ve fuhustur Ikinci olarak, özellikle günümüz için; kozmetik sanayini ellerinde bulunduran feminizm havarisi tröst ve kartellerin teşvik ve reklâmları gelir Yalana ve her türlü aldatmacaya çok çabuk kanan kadınlar,Holywood yıldızlarının saç, bluz hattâ burun ve göğüs biçimleriyle özenti sarhoşu yapılır Fransız modelistlerinin yarattıkları (!) bahar, yaz, sonbahar, kış modelleriyle sermest edilir ve onlar bunu diğer ülkelerdeki kolları ve ortakları olan basın ve yayın araçları ile yayarak, kasalarına doğru para olukları oluştururlarTeberrucun bir başka sebebi, yine helâl-haram terbiyesi (eğitimi) almamış ve cinsel yönden de hasta ve güçsüz erkeklerdir Bunlar evde her türlü pasaklılığına razı oldukları kantarını, dışarı çıkarırken özellikle süsler ve normal yollarla tam tatmin olamadığı karısının câzibesine dikkat çekip, onun aslında çekici ve tatminkâr olduğunu; başkalarının ilgisini şahit tutarak, kendisine inandırmaya çalışır
Bir başka sebep, tâ Ibn Haldun'un bile tesbit ettiği üzere, maglupların gâlipleri taklit kompleksidir ve işin temelinde şahsiyetin oluşamaması, zayıflığı ve bunun sebep olduğu özenti hastalığı vardır
Yine helâl-haram çizgisini kavrayâmamış, gözü-gönlü dışarda, çapkın ve hovarda erkeklerin, kendi hayatlarına-paralel olarak, ilgisiz bıraktıkları ve tabii olarak dışarıda ilgi arayan karılarına göz yummaları ve kendi yaptıklarına karşılık karşılığında tavız vermeleri de, başlıbaşına bir sebep sayılabilir
Teberrucun bir sebebi de kadınların ve özellikle de ergin kızı olan annelerin; evde kalma korkusu ile teşhir ve pazar arama çabalarıdır Allayıp-pulladıkları kızlarına, bu yolla kısmet açıp müşteri bulacakları umudunu taşırlar Oysa sokakta bulunacak eş-eğer bulunabilirse-huzuru sokakta arayan biri olacak, eşine de huzur için yine sokağı gösterecektir Halbuki bilinçli olarak kapanıp evinde "vakar ile oturanlar" tâ, Hindden Yemenden duyulup talipli olunmaktadırlar Tıpkı balı olân çiçegin kilometrelerce uzaktan, arı tarafından duyulup bulunması gibi
2 Teberruc önce ailenin, sonra da toplumun, uzun sürede de olsa, bütün bütün parçalanıp dejenere olmasına yeter bir başlangıç(start)tır Süslenip açılma, bâkılmayı; bakılma daha fazla ilgiyi, ilgi, buluşmayı, buluşma haram ilişkileri sonuç verir Onun için Allah "Zina etmeyin!" yerine, "Zinaya yaklaşmayın" buyurmuştur Yani zinaya götüren şeyleri dahi yapmayın demektir Çünkü M Sabri Efendi'nin dediği gibi: "kadın kocası kadar, elde edilenle yetinmeyip, hep daha ilerisine geçilmek istenen bir başka konu yoktur"
3 Böylece, İslam'ın korumayı hedefledigi beş temel esastan biri olan "ırz" hurmet ve kutsiyetini,yitirir, nesil bozulur Diğer yönden cinayetler, vuruşma ve öldürüşmeler olur, toplumun huzuru bozulur Eşlerin ve insanların birbirlerine güveni sarsılır
4 Gayrı meşru gebeliklere yol açar Bu gebelikler kürtaj ve kendi kendine çocuk düşürme operasyonlarına zorlar Bu ise sağlığın bozulmasına, sakatlıklara sebep olur Babasız çocuklar ortaya çıkar, bunlar ahlâkî, ekonomik ve hukuki sorunlar doğurur
5 Park yeri bulunmayan haram sahada, karşı cinslerle yetinmeyip, homoseksüellik, lezbiyenlik, hayvanlara ve çocuklara sataşma ve daha akla hayale gelmedik sapıklıklar ortaya çıkar Tatmin olunmayınca da, intiharlar, boşanmalar, çılgınlıklar düzen tanımazlıklar (anomi) olur, milletler bile yıkılabilir
6 Çeşitli cinsel hastalıklar, belsoğukluğu, AIDS, ruhsal ve sinirsel bozukluklar, salgınlar ortaya çıkar
7 Korkunç düzeyde ekonomik zararlara yol açar Her gün değişen modayı takip, kozmetik ve makyaj malzemelerinin ithali için verilen onmilyarlar, yurdumuzda büyük kapasitede istihdam imkânı doğurabilir ( Konunun hazırlanmasında başvurulan kaynaklardan bazıları: Kurtubî XIV/180,181, XN/310 Taberî XXN/4; Suyûtî, ed-Dürrü'I-Mensûr, VI/599-600, 602; Ragib el-Isfehânî, Garîbü'I-Kur'ân 41; Kamûs-i okyanus "Teberruc" md; Sabûnî, Ahkâmu'I-Kur'ân N/204; Menâru'I-Islâm 8 (13) 1408 s104-108)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEBERRUC SEBEPLERI VE SONUÇLARI
Teberruc: Kadının, doğuştan gelen (tabii) ve edinilen (sun'i) güzelliklerini uygun olmayan yerlerde kasıtlı olarak göstermesi; bunun için çaba sarfetmesi anlamında bir Kur'ân terimidir
Terim bu kökten olarak Kur'ân'da iki âyette geçer:
1 "Nikâh umudu olmayan, oturan kadınların, "teberruc" yapmaksızın elbiseleri bırakmalarında kendilerine bir vebal yoktur Iffetli olmaları (ve dış elbiselerini dahi bırakmamaları) ise kendileri için daha hayırlıdır Allah her şeyi işitendir, bilendir (Nûr: 24/60)
2 "Evlerinizde vakarla oturun Önceki cahiliyye kadınlarının teberruc'u gibi teberruc yapmayın (süslerinizi teşhir ederek dolaşmayın) Namazı kılın, zekâtı verin Allah'a ve Rasûlüne itaat edin (Ahzâb 33/33)
Kur'ân'da ayrıca dört yerde daha aynı kökten olan "burûc" kelimesi geçer "Burûc", "burç" kelimesinin çoğuludur Aynı isimde bir de sûre vardır (el-Burûc) "Burjuva" kelimesi de bu köktendir Görkemli olduğu ve hemen dikkat çektikleri için köşk ve saraylara Arapça'da "burç" denir Gökteki burçlar da belirgin olduğu ve diğer yıldızlar arasındân seçilebildikleri için onlara "burç" denmiştir Yine bu kökten isim olarak kullanılan "berac" ise, kamus diliyle "hüsun ve cemal sahibi mehlikâ mahbûbâ ve Afitâb gibi zâhir ve rûsen ve malûm nesneye denir" Ayrıca geniş ve beyazı siyahını iyice kuşatmış göze de bu ad verilir Yani sanki siyahı ortada bir tepede belirginleşmis demektir Perdesi (yelkeni) olmayan gemiye de "bârice" derler, çünkü üzeri açıktır Sözü edilen âyetleri tefsirciler iştebu anlamları düşünerek açmaya çalışmışlardır Birinci âyet "Nûr" suresindedir Bundan önceki âyetlerde; kadınların süslerini belli kişiler dışındakilere göstermemeleri, dikkat çekmek için ayaklarını yere vurmamaları istenmiştir Öyleyse "yaşlı kadınların, teberruc yapmaksızın elbiselerini bırakmaları ‚ demek; doğuştan olan zinet yerlerini açmaksızın ve edinilen (yapmâ) süslerini göstermeksizin dış elbiselerini (cilbablarını) bırakabılmeleri demektir Yoksa bu bütün elbiseleri bırakıp çıplak kalmaları anlamına gelmez Çünkü yaşlı kadınlar dahi makyaj vasıtası ile de teberruclu olabilirler, yani dikkat çekici ve fitne (haram cinsel duygu) uyândırıcı görünüm kazanabilirler Yani bu âyette ihtiyar kadınlar, teberruclu değillerse, yabancı erkeklerin yanında dış elbiselerini bırakabılirler denirken, ikinci âyette teberruc bütün kadınlara yasak edilmektedir Ancak teberrucu genel anlamda (mutlak) süslenme ile karıştırmamak gerekir Çünkü kadının evinde kocası için süslenmesi güzel ve istenen bir şeydir Yani teberruc, meşru olmayan açılma ve saçılmayı ifade eder ZeMahşeri, onu genelde, gizlenmesi gereken şeyleri açmada çaba sârfetme, özel olarak da kadınların zinetlerini ve güzelliklerini açıp yabancı erkeklere göstermeleri, diye tanımlar Kurtubî, kırıtarak, cilveli yürümesi ve güzelliklerini erkeklere sergilemesi diye tanımladıktan sonra kadının vücut hatlarını belli eden iki ince elbise ile çıkması da teberrucdur der Suyûtî, endamlı endamlı yürümesi, başörtüsünü bağlamadan başına açıp, gizlemesi gereken gerdanlık, küpe ve boynunu açık bırakması diye tarif eder Ibnü'l Esîr terimin kökü ile ilişkisini arar ve kadının teberruc yapması, güzelliği sergilemede burçlara, şatolara benzemesi demektir Teberruc yaptı, yani sarayı olan evinden, burcundan çıktı anlamına geldiği de söylenmiştir; nitekim âyetin baştarafındaki "evlerinde vakarla otursunlar" ifadesi bunu gösterir, der:
Bu açıklamalarla teburruc'un, kadınların tabii ve yapay güzellik ve çekiciliklerini uygun (yani meşru) olmayan yerlerde sergilemeleri, süs ve eylemleriyle kendilerinden yararlanma hakkıolmayanların dikkat ve ilgilerini çekmeleri olduğunu görürüz Teberrucun kapsamını daha iyi kavramak için, bazı hadîs-i şerif meallerini görmemiz faydalı olabilir:
1 "Ümmetimden iki sınıf var ki, ben onları görmedim (Ileride ortaya çıkacaklar): Biri, sıgır kuyrugu gibi kamçıları (coplar olabilir) olan bir topluluktur Onlarla insanlara vururlar Diğeri de giysili-çıplak olan, saptıran ve sapan kadınlardır Kafaları eğri deve hörgücü gibidir Onlar ne Cennete girebilirler ne de onun kokusunu duyabilirler Halbuki onun kokusu şu kadar mesafeden duyulabilir" (Müslim, cenne 52-54; Müsned N/308, 323, 356, 440, V/250) Kurtubî, giydikleri halde çıplak olmaların, vücutlarını belli eden (dar ve şeffaf) elbise giymeleriyle açıklar (364 Kurtubî XN/310) Bu hadiste teberruce iki örnek göze çarpıyor: a Dikkat çekmek üzere kabartılmış saçlar ki; bazen başörtüsü ile dahi bu niteliği kazanabilir b Vücudu belli eden ve câzibesini yabancılara sergileyen dar, şeffaf ya da avret olan bütün organları kapatmayan elbiseler Başka bir rivayette: "Kafalarını böyle deve hörgücü gibi yaptıran kadınlara, hiçbir namazlarının kabul olmayacağını duyurun" denir (Suyûtî el-Câmi'u's-sağîr (F Kadîr) I/361 Taberânî'den)
2 "Peruk takan ve taktıran kadına lânet ola" (Zebîdî, Ukûdü'I cevâhir N/155,156; Ayrıca bk Tirmizî, Libâs 25 Tirmizî, edep 35; Nesâi, zîinet 35)
3 "Dağlama yapan ve yaptıran, güzellik için dişlerini seyrelten ve Allah'ın yaratışını bozan kadına Allah lânet etsin" (Zebîdî, Ukûdü'I cevâhir N/155,156; Ayrıca bk Tirmizî, Libâs 25 Tirmizî, edep 35; Nesâi, zînet 35)
4 "Kaşlarını yolduran ve bu işi yapan kadına lânet ola" (Zebîdî, Ukûdü'I cevâhir N/155,156; Ayrıca bk Tirmizî, Libâs 25 Tirmizî, edep 35; Nesâi, zînet 35)
5 "Başkalarının duyması için koku sürünerek çıkan kadın zina etmiş (gibi günah kazanır)" (369 Sıddık Hasan Han, Hüsnü'I-üsve 336 Darimî, isti'zan 1 B; Müsned VI/400, 414, 418)
Bu hadîs-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere teberruc, kadının yabancıların dikkatini çekmek üzere yaptığı her türlü hareket ve uygulamayı kapsar gibidir Büyük tefsirci Alûsi'nin şu yorumu da buna açıklık getirir "Bana göre zamanımızda müreffeh kadınların evlerinden çıkarken üstlük olarak Örtündükleri örtüler de, yabancıya gösterilmesi yasaklanan zinetler kabilindedir Çünkü bunlar rengârenk ve dikkat çekici giysilerdir Sanıyorum erkeklerin, karılarını bu şekilde çıkmalarına göz yummaları, hattâ bunu arzulamaları "gayret" (olumlu kıskançlık) azlığından kaynaklanıyor Bütün bunlar Rasûlüllah'ın izin vermediği şeylerdir Lâ-havle velâ-kuvvete illâ billâh(AIûsi, XVNI/146) ·
Beyhâkî'nin bir rivayetinde de şöyle buyrulur: "Kadınların kötüsü teberruc yapanlarıdır Onlar münafıktırlar Onların cennete girecek olanları çok azdır" (Suyûti, ed-Dürrü'I-mensûr VI/602) Diğer yönden: "Içinde dört sınıf insan bulunan toplumlâr, belâlardan mahfuzdurlar: 1 Zulmetmeyen âdil imam (yönetici) 2 Hidâyet üzere yaşayan âlim 3 Mârufu emreden, münkerden sakındıran, Kur'ân'ı teşvik eden meşâyih 4 Ilk cahili e teberrucu ile teberruc yapmayan kapalı kadınlar" (372 Kurtubî IV/49) diye de söylenmiş ve teberruc yapmayan kapalı kadınların, toplumlara belâlar için paratoner görevi yapacağı bildirilmiştir
Teberruc'a Götüren Sebepler
Teberruca götüren sebepleri, kadının genellikle gösterişe düşkün tabiatı ve bundan yararlanmak isteyen kozmetik tüccarlarının teşvik içeren reklamları diye özetlemek mümkündür
Kadınlar, yaratılışları gereği, süse boyanmaya düşkün, nâzik, zarif ruhlu, maharetini sergilemeyi seven insanlardır Bu elbette Allah'ın onlara seçip verdiği bir hassadır ve Hakim bir zatın işi olduğuna göre, bunda hikmetler de vardır: Herşeyden önce asıl görevi, evin kraliçesi, sonra da anne olan kadının bu yönü olmasa, ev bir hapishaneye, duvarları da mahkeme duvarına döner Evi ve üstbaşı pasaklı hale gelir, Kur'ân'ın ifadesi ile erkek "hanımındâ sükûn ve huzur bulacağına" ondan ve evinden nefret eder, huzuru başka yerlerde ve başkalarında arar, hayatın bütünüyle düzeni bozulur, şirazesi dağılır Bunun gibi doğuştan insanın hamuruna katılan (fitrî) duygularının hepsinde böyle bir, ya da birçok müsbet yön vardır ve bu kuvvetler insana bu hayır yönlerini gerçekleştirmesi için verilmiştir Dolayısıyla bu duygu ve güçlerin sadece yaratılış gâyelerini gerçekleştirmek üzere, yani bilinçli ve yerliyerinde kullanılma gerekir Bu bilinci sağlayacak araç, Islâm terbiyesi ve onun vereceği helâl-haram duygusudur Kadın doğasındaki bu dürtü ile yuvasını süsleyecek, allanıp-pullanacak; kokulanıp boyanacak, böylece hem kendi fıtri ihtiyacını gidermiş, hem de evini bir huzur yuvası haline getirmiş olacaktır Işte bu bilinç düzeyi ve terbiye (eğitim) bulunmadığında, kadın hamurunda var olan bu gösterme ve ilgi çekme gücünü (edilgenliği) ya da ihtiyacı, nerede ve nasıl tatmin etmesi gerektiğini değil de, sadece ve nasıl olursa olsun tatmini arayacak ve süslenip kokulanarak sokaklara dökülecektir Artık helâl sınırı aşılmıştır ve haramın da sınırı yoktur; sonuçta -ilerlerde de olsa- zinâ ve fuhustur Ikinci olarak, özellikle günümüz için; kozmetik sanayini ellerinde bulunduran feminizm havarisi tröst ve kartellerin teşvik ve reklâmları gelir Yalana ve her türlü aldatmacaya çok çabuk kanan kadınlar,Holywood yıldızlarının saç, bluz hattâ burun ve göğüs biçimleriyle özenti sarhoşu yapılır Fransız modelistlerinin yarattıkları (!) bahar, yaz, sonbahar, kış modelleriyle sermest edilir ve onlar bunu diğer ülkelerdeki kolları ve ortakları olan basın ve yayın araçları ile yayarak, kasalarına doğru para olukları oluştururlarTeberrucun bir başka sebebi, yine helâl-haram terbiyesi (eğitimi) almamış ve cinsel yönden de hasta ve güçsüz erkeklerdir Bunlar evde her türlü pasaklılığına razı oldukları kantarını, dışarı çıkarırken özellikle süsler ve normal yollarla tam tatmin olamadığı karısının câzibesine dikkat çekip, onun aslında çekici ve tatminkâr olduğunu; başkalarının ilgisini şahit tutarak, kendisine inandırmaya çalışır
Bir başka sebep, tâ Ibn Haldun'un bile tesbit ettiği üzere, maglupların gâlipleri taklit kompleksidir ve işin temelinde şahsiyetin oluşamaması, zayıflığı ve bunun sebep olduğu özenti hastalığı vardır
Yine helâl-haram çizgisini kavrayâmamış, gözü-gönlü dışarda, çapkın ve hovarda erkeklerin, kendi hayatlarına-paralel olarak, ilgisiz bıraktıkları ve tabii olarak dışarıda ilgi arayan karılarına göz yummaları ve kendi yaptıklarına karşılık karşılığında tavız vermeleri de, başlıbaşına bir sebep sayılabilir
Teberrucun bir sebebi de kadınların ve özellikle de ergin kızı olan annelerin; evde kalma korkusu ile teşhir ve pazar arama çabalarıdır Allayıp-pulladıkları kızlarına, bu yolla kısmet açıp müşteri bulacakları umudunu taşırlar Oysa sokakta bulunacak eş-eğer bulunabilirse-huzuru sokakta arayan biri olacak, eşine de huzur için yine sokağı gösterecektir Halbuki bilinçli olarak kapanıp evinde "vakar ile oturanlar" tâ, Hindden Yemenden duyulup talipli olunmaktadırlar Tıpkı balı olân çiçegin kilometrelerce uzaktan, arı tarafından duyulup bulunması gibi
2 Teberruc önce ailenin, sonra da toplumun, uzun sürede de olsa, bütün bütün parçalanıp dejenere olmasına yeter bir başlangıç(start)tır Süslenip açılma, bâkılmayı; bakılma daha fazla ilgiyi, ilgi, buluşmayı, buluşma haram ilişkileri sonuç verir Onun için Allah "Zina etmeyin!" yerine, "Zinaya yaklaşmayın" buyurmuştur Yani zinaya götüren şeyleri dahi yapmayın demektir Çünkü M Sabri Efendi'nin dediği gibi: "kadın kocası kadar, elde edilenle yetinmeyip, hep daha ilerisine geçilmek istenen bir başka konu yoktur"
3 Böylece, İslam'ın korumayı hedefledigi beş temel esastan biri olan "ırz" hurmet ve kutsiyetini,yitirir, nesil bozulur Diğer yönden cinayetler, vuruşma ve öldürüşmeler olur, toplumun huzuru bozulur Eşlerin ve insanların birbirlerine güveni sarsılır
4 Gayrı meşru gebeliklere yol açar Bu gebelikler kürtaj ve kendi kendine çocuk düşürme operasyonlarına zorlar Bu ise sağlığın bozulmasına, sakatlıklara sebep olur Babasız çocuklar ortaya çıkar, bunlar ahlâkî, ekonomik ve hukuki sorunlar doğurur
5 Park yeri bulunmayan haram sahada, karşı cinslerle yetinmeyip, homoseksüellik, lezbiyenlik, hayvanlara ve çocuklara sataşma ve daha akla hayale gelmedik sapıklıklar ortaya çıkar Tatmin olunmayınca da, intiharlar, boşanmalar, çılgınlıklar düzen tanımazlıklar (anomi) olur, milletler bile yıkılabilir
6 Çeşitli cinsel hastalıklar, belsoğukluğu, AIDS, ruhsal ve sinirsel bozukluklar, salgınlar ortaya çıkar
7 Korkunç düzeyde ekonomik zararlara yol açar Her gün değişen modayı takip, kozmetik ve makyaj malzemelerinin ithali için verilen onmilyarlar, yurdumuzda büyük kapasitede istihdam imkânı doğurabilir ( Konunun hazırlanmasında başvurulan kaynaklardan bazıları: Kurtubî XIV/180,181, XN/310 Taberî XXN/4; Suyûtî, ed-Dürrü'I-Mensûr, VI/599-600, 602; Ragib el-Isfehânî, Garîbü'I-Kur'ân 41; Kamûs-i okyanus "Teberruc" md; Sabûnî, Ahkâmu'I-Kur'ân N/204; Menâru'I-Islâm 8 (13) 1408 s104-108)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEDAVIDE ALKOL 1 Alkolün haricen kullanılması halinde durum ne olur? Gargarada, enjektabi olarak ve dezenfektede kullanılabilir mi?
2 Içinde alkol olduğu terkibinde belirtilen ve belirtilmeyen ilaçlara karşı tavrımız ne olmalıdır? Günümüzde kullanılan şurupların çoğunda çözücü olarak alkol bulunmaktadır
3 Imalınde alkol kullanılan fakat sonra uçan ilaçların hükmü nedir (kapsül, tablet, draje)
4 Kullandığımız jelatin kapsüllerde domuz derisinden yararlanılıp yararlanılmadığı kesin değil Bu durumda ne yapmalıyız?
5 Hazım kolaylaştırıcı ilaçlarda, enzim preperatlarında domuz, koyun ve sığırdan (pankreas ve midelerinden) faydalanılıyor Kullanacağımız ilacın domuz kaynaklı olduğunu bilemememiz halinde durum ne olur? Bunların sentetikleri de mevcuttur Mevcut olmadığı zaman durum değişir mi?
6 Içinde MSSni inhibe edici madde olan (codein, autihistaminik) şurup ve tabletlerin kullanımı caiz midir? Alışkanlık yapanlarının durumu nedir? Uyuşturucu, normal hareketi engelleyici codein, öksürük şuruplarında teskin edici özellik gösterir
7 Bütün bu tür ilaçların alım-satımı caiz midir?
Latince terimleri kullanmada yanlışlık yapmadı isem sorularınızı böylece özetledim Aslında sırf bu sorulara bakmak bile müslümanların günümüzde hal-i pür-melâlini anlamaya yeter Tıbba ve eczacılığa ait yazdıkları kitaplar Batıda asırlarca ders kitabı olarak okutulan müslümanlar bu hallere düşmemeli ve sağlıklarını dahi onların formüllerine teslim etmemeli idiler Olan olmuş noktasından hareket etme durumunda isek, mutlak olarak "ümit kesmemekle" emrolunan mü'minler bu mesafeyi kapatmanın ve hiç olmazsa geleceklerini bu zilletten kurtarmanın çabasında ve formül arayışında olmalı, ilacına da (adına) kendi damgasını vurmanın yolunu bulmalıdırlar Yıkılan Islâm binasının yeniden inşasında tabiplere ve eczacılara düşen görev de bu olmalıdır Yoksa türbanından ya da sakalından bil-istifade, o kesimi müşteri edinip, paracıklarından yararlanma imkânı aramak değil
Sorularınızın cevabına geçmeden şunu da ilave edeyim Sözünü ettiğiniz ilaçlar, hangi hastalıklar için kullanılıyorsa o hastalık için yegane ilaç olduklarından değil, bize göre haram olan maddeleri kullanmada bir sakınca görmeyen kişi ve zihniyetlerce öne sürülüp, alternatifsiz sanıldıklarındandır
Imdi Rasûlüllah Efendimiz; "tedavi olun, zira Allah hiç bir hastalık yaratmamıştır ki, çaresini de yaratmış olmasın" diye buyururlarken: "Şüphesiz Allah şifanızı size haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır"(Ebu Davud, Tib 11; Muvatta, Ayn 12) diye de buyurmuşlardır Târik b Süveyd adlı sahabî ona şarabı (hamr) sordu da o da yasakladı Târik, "ama ilaç olarak kullanıyoruz" deyince de, "o deva değil derttir"(Müslim, esribe 12; Ebu Davud, tib 11; Tirniizî, tib 8) buyurdular Buhari'nin naklettiğine göre Ibn Mes'ûd, "Allah ilacınızı size haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır"(Buharî, Esribe 15) demiş ve Rasûlüllah (sav)'in "kim şarapta (hamr) tedavi ararsa Allah ona şifa vermesin!" buyurduğunu zikretmiştir
Bu hadis-i şerifler ışığında cumhûr (fıkıhçıların çoğunluğu) pis ve haram şeylerle bu arada içki (hamr) ile (olağan durumlarda) tedavi olunamayacağı görüşüne varmışlardır Olağan durumlar alkol ya da başka pis maddeler ihtiva eden ilaçların yerine başkası bulunabildiği, ya da bulunamasa dahi hasta için hayatî bir durumun söz konusu olmadığı zamanlardır Ama alkol ihtiva eden ilaçların yerini tutacak başka ilacın olmadığı, hastanın da böyle bir ilacı almadığı zaman hayatî tehlike geçirecegi mütehassis (nâzik) bir müslüman doktor tarafından söyleniyorsa böyle ilaçların zaruret miktarı alınacağını hemen hemen bütün fıkıhçılar kabul ederler
Alkollü içkiler konusunda Hanefi Mezhebinin görüşleri çok farklı ve detaylıdır: Seki (sarhoş edici alkol) ihtiva eden içkiler dörde ayrılır:

1 Hamr: Yaş üzüm suyunun çiğ olarak bekletilip keskinleşmesi ve mayalanması (fermantasyon) ile köpük atması şeklinde elde edilir Bu maddesiyle (li-aynihi) kaba pisliktir Sirkeleştirilmeksizin, ne gaye ile olursa olsun yararlanılması haramdır, satışı caiz değildir Dezenfekte ve saç bakımı gibi şeylerde kullanılamaz Kaynatılması ile istihale (kimyasal reaksiyon ile bir başka maddeye dönüşme) oluşmuyorsa kaynatılarak da kullanılamaz Mezhepte mutemet görüşe göre tedavi gayesiyle de yararlanılamaz Bunun Türkçedeki karşılığı üzüm şarabıdır Bu hükümlerde azı da, çoğu da eşittir

2 Tilâ: Yaş üzüm suyundan üçte ikisi ya da daha azı buharlaşıncaya kadar kaynatılıp, sonra da sarhoş edici hale gelen içkidir Üçte ikisinden azı gidecek kadar kaynamışsa
"bâzik", yarısı gidecek kadar kaynamışsa "munassaf" adını alır Bu ikisi ittifakla haramdır Üçte ikisi gidecek kadar kaynarsa "müselles" adını alırki, esas "tilâ"da budur Imam Muhammed'e göre haramdır diğerlerine göre helâldir Fetva Imam Muhammed'in görüşüne göredir Dolayısı ile "Tilâ"da "hamr" gibi pistir
3 Şeker: Yaş hurma suyundan çiğ olarak yapılan ve keskinleşip (mayalanıp) köpük atan içkidir
4 Nakî: Kuru üzümden çiğ olarak elde edilen ve kabarıp köpük atan sudur Bu son ikisi haram olmakla beraber, pis oluşları Serahsî'ye göre hafiftir Ayrıca "hamr" dışında kalan üçü kabarıp keskinleşmedikçe ittifakla helâl ve temizdirler(Bu konuda daha geniş detay için bk Ibn Abidîn, VI/448 vd)Hanefi mezhebine (Imam Azam ve Ebu Yusuf'a) göre bu dört çeşit mayın dışında kalan meşrubat helâl ve temizdir, alım-satımı caizdir Buna göre bu yöntemlerin dışında bir madde ve yolla elde edilen ispirto, kolonya, dezenfekte de ve çözücü olarak şurup ve esanslarda kullanılan alkol türleri temizdir, alınıp satılabilir Ancak hangi maddeden olursa olsun, sarhoş edecek miktarı ittifakla haramdır ve cumhura (fıkıhçı çoğunluğuna) ve Hanefî mezhebinde fetva verilen Imam Muhammed'in görüşüne göre her çoğu sarhoş edenin azı da haramdır, pistir, alım-satımı caiz değildir Bazı fıkıhçılara göre de içki (sarhoş ediciler) haram olmakla beraber pis değildirler, dezenfektede ve haricen kullanılabilirler Dolayısı ile Hanefî Mezhebi bu konuda "orta yol" olmakla özellikle günümüz için uygulanabilecek bir kurtarıcıdır Ama cumhurun ve bu meyanda Imam Muhammed'in görüşünü gözardı edemeyeceğimize göre Hanefi mezhebi dediğimiz Imam Azam ve Ebu Yusuf görüşünü ihtiyatla karşılamalı, sadece ve geçici olarak tedavide ve dezenfektede kullanmalıdır Bu söylenenler sıvı meşrubat için geçerlidir Banotu (benc) ve afyon gibi katı olanlar ise müstahzar ilaç olarak mübah sayıldığından tedavi gayesiyle ve sarhoş etmeyecek miktarda alınabilirler Temiz olduklarından satılmaları da caizdir (bk Ibn Abidin, VI/455) (Allah'u a'lem)Haramlığında ve pis oluşunda ittifak edilen hamr (şarap)ın tedavi maksadıyla kullanılmasına gelince, bir grup Belhli Imamdan nakledildiğine göre, bakılır Eğer fayda sağlayacağı kesin ise alması helâl olur(Fetâvây-i Hindiyye V/254-55; Kaşani de aynı şeyi söyler bkI/61) Çünkü insanın zaruret halinde haram olan şeyleri, zaruret miktarınca yemesi, boğulmakta olanın, helâl sıvı bulamazsa boğazını açacak kadar içki (hamr) içmesi caizdirImam Muhammed'e göre insan ve domuz dışındaki canlıların kemiklerinden herhalükarda ilaç olarak yararlanılabilir Bazılarına göre de eti yenmeyen hayvanlar ancak şer'î usûlde boğazlanmaları, kemikleri de kuru olması halinde onlardan ilaç yapılabilir(agy)Pis ve haram olduğunda ittifak edilen "hamr" (şarap) zaruret olmadıkça tedavide kullanılamayacağı gibi, saç parlatmada, gargarada ve şırınga olarak (enjektabl) da kullanılamaz(Ibn Abidin VI6449)Domuzdan vb haram şeylerden maddeler ihtiva eden ilaçların terkibini iyi bilmek gerekir Eğer başkalaşım (istihale=kimyasal tepkime) varsa pisliği gitmiş olacağından kullanılması haram olmaz Istihale yoksa zaruret bulunmadıkça ya da bazılarına göre kesin çare olduğu, alternatifi de bulunmadığı adil mütehassısı tarafından söylenmedikçe kullanılması haram olur Fıkıh kitaplarımızda; hınzırın tuzlada kalıp tuzlaşması, gübrenin toprağa karışıp topraklaşması, tezeğin yanıp kül olması, şarabın sirkeleşmesi, mis ahusunun kanının misk olması, pis olan zeytinyağının sabun yapılması gibi olgular istihaleye örnek olarak gösterilir(bk Tahtavî: Ayrıca bk Mahluf N6121,140; Kâdihan, NI/403; Ibn Kudâme, el Mugni, NI/605; Nemenkânî, el-Fethurrahmânî, I/63; el-Hattâb, el-Mehel, N6206; Zuhaylî, el-Fikhu'1-Isâmî) Ancak Ebu Yusuf istihaleyi bir temizlenme sebebi olarak görmez Ama fetva onun görüşüne göre değildir Bu söylediklerimizle bütün sorularınızi bir ölçüde cevapladığımızı sanıyoruz Ancak mes'elenin ne kadar kompleks ve hassas olduğu da ortada Bu itibarla ilaç alanların mes'eleyi bilinçli olarak soruşturması, ilaç yazanların da, alternatifi olmayan haram maddeli ilaçlara alternatif bulma, olanların da alternatifini ve varsa sentetiğini kullanma konularında çok titiz davranması gerekir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEDAVI
Hastalıkları gidermek için ilaç kullanma ve gerekli tedbirleri alma Hastalığı giderme gayretleri
Islâm dini insan sağlığına büyük önem vermiştir Sıhhatli insan, güçlü ve kuvvetli olur Güçlü kimse ise zayıf insana nisbetle hem kendisi, hem de başkaları için daha yararlıdır Bu sebeple hadis-i şerifte: "Allah'a göre kuvvetli mümin, zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlıdır" (Müslim, Kader, 34) buyurulmuştur
Sağlık insan için büyük bir nimettir Peygamber efendimiz (sas): "Iki nimet vardır ki insanların bir çoğu onların kıymetini gerektiği gibi bilemediğinden aldanmışlardır Bunlar, sıhhat ve boş vakittir" (Buharî, Rikak, 1; Tirmizî, Zühd; Ahmed b Hanbel, Müsned, 1, 258) buyurmuşlardır Resulullah (sas): "Allah'ım! bedenime, gözlerime ve kulaklarıma sıhhat ver" (Ebu Davûd, Edeb, 101) diye dua ederdi
Kur'an-ı Kerim'de: "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız" (el-Bakara, 2/195) buyurulur
Insanın sağlığına dikkat etmemesi bir nevi kendisini ölüme terk etmesidir Bu ise dinimizde kesin olarak yasaklanmıştır Yüce Rabbimiz: "Kendinizi öldürmeyiniz" (en-Nisa, 4/29) buyurur Dinimizde ölümü temenni etmek de yasaklanmıştır Peygamber Efendimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde: "Sizden biri ölümü dilemesin" (Buharî, Merdâ, 19); bir diğerinde de "Insanların en hayırlısı ömrü uzun ameli güzel olanıdır" (Tirmizî, Zühd, 21) buyurmuştur
Ilk planda sağlığın korunmasını, sağlıklı olmak için bütün tedbirlerin alınmasını emreden Islâm dini, hastalanıldığı zaman tedavî olmayı da emretmiştir Üsame b Şerîk'den nakledildiğine göre bedevîler Peygamber Efendimiz (sas)'e gelip, "Ya Resulullah! Tedavi olalım mı? diye sorduklarında Efendimiz (sas): Tedavi olunuz Çünkü Allah yaratmış olduğu her derdin devasını da yaratmıştır Ancak bir dert hariç O da ihtiyarlıktır"(Ebû Davûd, Tıb, 1)buyurmuştur Başka bir hadis-i şerifte de "Her derdin bir devası, her hastalığın bir ilacı vardır Hastalığın ilacı bulunduğu zaman azız ve celîl olan Allah'ın izniyle iyileşir" (Müslim, Selâm, 69) buyurmuştur
Bu hadis-i şerifler insanı tedavî olmaya teşvik ettiği gibi, henüz tedavisi bilinmeyen hastalıkların da mutlaka tedavilerinin olduğunu, tabiplerin bu konuda usanmadan, bıkmadan araştırma yapmaları gerektiğine de işaret etmektedir Bazı kimselerin: "Allah'ın mübtela kıldığı her belâ ve musibete razı olmadıkça velâyet mertebesi tamam olmaz Binaenaleyh veli için tedavi caiz olmaz" sözü doğru değildir" (Tecrid-i Sarıh Terc XII, 75)
Bir çok hastalar vardır ki, tedâvî olundukları halde iyi olmuyorlar, diye bir şüphe hatıra gelebilir Bu şüphe de şöyle karşılanır: Tedâvî olunan hastanın iyi olmaması ya hastalığın hakiki tedâvîsi bilinmemesinden, yahut da hastalığın teşhis edilememesindendir
Bir kısım hadis-i şeriflerde mümine isabet eden hastalığın, onun manevî dereceşinin yüklenmesine ve günahlarının affına sebep olacağı bildirilmiştir: "Bir müslümana hastalık isabet ederse, hazan vakti ağaç yapraklarının döküldüğü gibi Allah onun hata ve günahlarını döker" (Buharî, Merda, 13)
Bu tedâvî olmayı terketmek anlamına gelmez Öyle olsaydı, Resulullah (sas) tedâvî olmazdı Oysa o, bütün tedâvî yollarına başvurduktan sonra, bir netice alınamazsa sabra, kadere rıza göstermeye teşvik etmektedir
Tedâvî olurken dikkat edilecek bazı hususlar vardır Bir defa tabibin ve tedâvîde kullanılan ilaçların birer sebep olduğuna, gerçek şifayı verenin Allah olduğuna inanılmalıdır
Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre helâl ve temiz olmayan şeylerle tedavide bulunmak caiz değildir Meselâ şarap ve benzeri haram şeylerle tedavide bulunmak haram kılınmıştır Peygamber Efendimiz (sas) hadis-i şeriflerinde: Haram ile tedâvî olmayınız" (Ebû Davûd, Tıb, 11), "Şüphesiz ki Allah sizin şifanızı size haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır" (Selamet Yolları, IV, 76), "Şüphesiz ki Allah Teâlâ şarabı haram kılınca ondan bütün faydaları almıştır" (Aynı eser, IV, 77) buyurmuştur
Tarık b Süveyd, ilaç için şarap yapmanın hükmünü sorunca Peygamber Efendimiz, Şüphe yok ki o deva değil, bir derttir" (Müslim, Eşribe, 12) buyurmuştur Şu kadarı var ki bazı fakihlere göre başka bir ilaç bulunmadığı zaman, Müslüman ve mütehassıs bir tabibin göstereceği lüzum üzerine câiz olabilir Ameliyat olacak hastaların bayıltılmasında zaruret olduğundan uyuşturucu madde kullanılmasında mahzur yoktur
Peygamber Efendimiz (sas) hadis-i şeriflerinde bazı tedâvî usullerine de işaret etmiştir Bir hadis-i şerifinde: "Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti içmek, kan aldırmak, vücudu ateşle dağlamak, Fakat ümmetimi ateşle dağlamaktan men ederim" (Buharî, Tıb, 3,4,10; Müslim, Selâm, 71) buyurmuştur
Ebû Saîd el-Hudrî (ra)'dan rivâyete göre bir kişi Peygamber Efendimiz (sas)'e gelerek: "Ya Resulullah! Kardeşimin karnı ağrıyor, (ishal oldu)" dedi Resulullah (sas): Bal şerbeti içir" buyurdu Sonra adam Hz Peygamber'e ikinci defa geldi (hastalığının geçmedığını söyledi) Resulullah yine "Bal şerbeti içir" buyurdu Daha sonra adam üçüncü defa geldi Hz Peygamber "Bal şerbeti içir" buyurdu Adam tekrar gelip "Içirdim (fakat geçmedi)" deyince, Resulullah (sas): "Allah sözünde doğrudur, fakat kardeşinin karnı yalancıdır" buyurdu Dördüncü defa içirince iyileşti" (Buharî, Tıb, 4) Resulullah (sas) "Allah sözünde doğrudur" ifadesinde "Balda insanlar için şifa vardır" (en-Nahl, 16/19) ayetini işaret etmiştir
Yine Hz Peygamber (sas): "Yer mantarının (keme) suyu göze şifadır" (Tirmizî, Tıb, 22) buyurmuştur
Ebû Hüreyre (ra), "Üç, beş veya yedi yer mantarı alıp sıktım ve suyunu sırça bir kaba koydum Sonra onunla bir bir cariyenin gözünü sürmeledim, "gözü iyileşti" (Tirmizî, Tıb, 22) demiştir
Hz Âîşe validemizden rivâyet edilen bir hadis-i şerifte de Hz Peygamber (sas) çörek otu (habbetü's-sevdâ)'nın ölümden başka her hastaIığa şifa olduğunu bildirmiştir (Buharî, Tıb, 7)
Dua ile tedâvî:
Dua ile tedâvî de dinimizde meşrûdur Kur'an-ı Kerim'in şifa olduğu bizzat Allah tarafından bildirilmiştir: "Biz, Kur'an'dan öyle ayetler indiriyoruz ki onlar müminler için tam bir şifa ve rahmettir" (el-Isrâ, 17/82)
Kur'an itikâdî, ahlâkî, rûhî ve sosyal hastalıklara şifadır Bunda hiç bir tereddüt yoktur Ancak bedenî hastalıklara da şifa mıdır? Büyük müfessir Kurtubî, tefsirinde Kur'an'ın hem kalp!ere ve hem de bedene şifa olduğunu belirtmiş ve bu konuda deliller serdetmiştir (Kurtubî, el-Camiu li ahkâmi'l-Kur'an, X, 316)
Ibnü'l-Kayyım "Zâdü'l-Mead" isimli eserinde, Resulullah (sas)'in çeşitli hastalıklar için tavsiye etmiş olduğu ilaçları alfabetik olarak sıralamış ve kaf harfinde Kur'an-ı Kerim'i zikrederek, "Kur'an kalbî ve bedenî hastalıklarla dünya ve ahiret hastalıkları için tam bir şifadır" demiştir (Zadü'l-Mead, III, 178)
Hz Âîşe validemizden şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah (sas) hastalandığında kendi üzerine Muavvizât (Ihlâs, Felak, Nâs) surelerini okurdu Hastalığı şiddetlendiği zaman ona ben okur ve elının bereketini ümit ederek kendi eliyle kendisini mesh ederdim" (Müslim, Selâm, 51)
Yine Hz Âîşe validemizden rivâyet edildiğine göre bir kimse hastalandığı zaman Resulullah (sas) onu sağl eliyle mesh ederek şöyle derdi: "Ey insanların Rabbi! Şu hastalığı gider, şifa ver Ancak sen şifa vericisin Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur Bu hastaya öyle bir şifa ver ki, onun üzerinde hiç bir hastalık izi kalmasın" (Müslim, Selâm, 46)
Ancak dert, sıkıntı, keder ve hastalıklardan kurtulmak için okuyup Allah'a dua etmek ayrı şey, büyü, efsun ve üfürükçülük ayrı şeydir Bunlar birbiriyle karıştırılmamalıdır Büyü, efsun ve üfürükçülük gibi batıl şeyler dinimizde kesin olarak yasaklanmıştır
Bir de dert ve hastalıklardan kurtulmak için okuyup dua etmek, doktora gidip tedavi olmaya engel değildir Dinimiz bunu da emretmiştir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEĞANNİ

Şarkı söylemek Bazı mahzun sözlerin belirli bir makama uygun biçimde söylenmesi, okunması
Teğannide aslolan tabiattaki tabiî seslerdir ve insanın fıtraten buna meyli vardır Yani insanoğlu bütün güzellikler gibi güzel sese meyillidir Fıtratı gereği onunla rahatlar Sevinç, keder, sıkıntı ve hayret anında ona yönelir Bu çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık döneminde devamlı karşılaşılan bir gerçektir
Küçük bir çocuk güzel sesle, teğanni ile söylenen ninni ile sükunet bulur Kulağına gelip ruhunu okşayan bu güzellikle sakin bir uykuya dalar
Teğanni ve musikinin hayvanlar üzerinde bile etkisi vardır Her hayvan hemcinsiyle, teğanniye benzeyen bir sesle anlaşır Kuşların bir çoğunun sesi gerçek musikidir
İslâm'ın fıtratın gereği olan bu gerçeği, mutlak manâda yasaklaması düşünülemez Ancak İslâm, her meseleye damgasını vururken, kendi bünyesine uygun olan ile uygun olmayanın sınırlarını çizer Bunlardan hayırlı ve faydalı olan alır veya ruhsat verir, zararlı olanı yasaklar
Teğanni ve buna bağlı olarak musiki, insan kalbinin dilidir, hislerinin sesidir Her milletin kendisine has teğannisi vardır Araplar bunu İslâm'dan önce de biliyorlardı Kendi basit ve sade tabiatlarına uygun makamları da vardı Başlangıçta şiir okurlardı, ama bunun teğannisi yoktu Sonra hadâ çıktı Bu teğanni'nin bir çeşidiydi ve develeri sürerken buna başvuruyorlardı Develer, güzel sesle söylenen hadâ'nın ritmine uygun ve hızlı yürüyorlardı
Sonra terennümle okumaya yöneldiler ve bu konuda ihtisaslaşmaya başladılar Nasb, Sinâd ve Hezec olmak üzere üç çeşit teğanni tarzı icabettiler Muğanniyelerin tarzı idi Kervanlarda bu tarz kullanılırdı Sinâd, çok nağmeli ve ağır tarzlı bir çeşitti Hezec ise, oynama hissi veren hafif bir tarzdı ki, yanında tef ve kaval kullanılırdı
Bu üç tarz, o günün büyük şehirleri olan Medine, Taif, Hayber ve Vadi'l-Kura gibi yerlerde yaygındı (İbn Haldun, Mukaddime, Fasl 3, s 423)
İslâm geldikten ve fetihler ilerledikten sonra Araplar, Fars musikisi ile tağannisini tanıdılar Ancak Emevîlerin saltanatı dönemine kadar, Müslümanlar, İslâm devleti ve neşrine önem verdikleri için, musiki ve teğanni konularıyla özel bir sanat kolu olarak ilgilenmediler Emevî idarecileri teğanni ve musikiye önem vermeye başladılar
Hatta bazılarının özel muğanniyeleri vardı Her istedikçe bunları dinlerlerdi
Abbasiler döneminde teğanni ve musikiye verilen değer daha da arttı Abbasiler Fars diyarı ve diğer ülkelerle sıkı ilişkide oldukları için, bunların musikilerinden etkilenen Abbasi musikisi, önemli ilerlemeler kaydetti Abbasî halifelerinden bilhassa Vâsık Billâh, Muntasır Billâh, Mu'tez Billâh ve Mu'tazıd Billâh devirleri musikinin en parlak olduğu devirler oldu Halife Mehdi'nin kızı Emire Aliyye de bu konuya önem veren Abbasi kadınlarının başında geliyordu
Bütün bunların yanında, insaflı tarihçilerin tespitleri şu yöndedir: Şarkı meclisleri ahlâka aykırı, Şeriat kurallarını çiğneyecek hareketlerden uzaktı
Tarihin genel seyri içinde musiki ve teğanni, kendi özel seyrini sürdürürken devamlı haram mı, helâl mı münakaşasına konu edildi Bu münâkaşayı haklı çıkaracak pekçok sebep vardır Her şeyden önce ve öz olarak söylenirse, Şeriata aykırı yer ve tarzda kullanılması bu sebeplerin başında gelir
Teğanniyi mübah kabul edenlerin delilleri
Teğanniyi mübah kabul edenler, Kur'an ve Sünnetten şu ayet ve hadisleri delil olarak ileri sürmektedirler:
1- "O, yaratmada dilediğini artırır; şüphesiz Allah, her şeyi yapabilendir" (Fâtır, 35/1)
İbn Kesir, İmam Zührî ve İbn Cüreyc'den naklen; Allah'ın artırdığının güzel ses olduğunu söyler (İbn Kesir, Tefsir, V, 567)
Kurtubî ise bu ayetin tefsirinde, "İbn Kesîr'in Zühri'den nakline göre, Allah'ın artırdığı güzel sestir" der (Kurtubî, el-Câmili-Ahkâmi'l-Kur'an, XIV, 320)
Nesefî, Beyzavî, Hâzin ve diğerleri aynı anlamı tercih etmişlerdir
2- Hz Âîşe (r anhâ)'dan: "Resulullah (sas) benim yanıma girdi Yanımda da iki câriye vardı; Buas günü şarkısını söylüyorlardı Resulullah (sas) yatağa yattı ve yüzünü öteki tarafa çevirdi Bu arada Babam Ebû Bekir de yanıma girdi, beni azarladı ve "Resulullah (sas)'in yanında şeytan çalgısı mı çalıyorsunuz?" dedi Resulullah (sas) ona dönerek "Onları bırak" buyurdu
Bu hadisin başka bir rivâyetine göre Resulullah (sas) Ebû Bekir'e "Ey Ebû Bekir, her kavmin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır" buyurmuştur (Buharî, Îdeyn, 3; İbn Mâce, Nikâh, 21; İbn Hanbel, 6/1 87)
Hz Âişe (ranha)'dan: Bayram günüydü, Sudanlılar Mescid-i Nebevî'de kılıç kalkan oyunu oynuyorlardı Ben istedim veya Resulullah (sas) "Bakmayı arzuluyor musun?" buyurdu Ben, "Evet, isterim" dedim
Beni arkasında durdurdu, yanağım yanağı üzerinde idi Oyuncuları Haydın Erfide oğulları! Göreyim sizi" diyerek teşvik ediyordu "Ben usanıncaya kadar baktım" Bana, "Yeter mi?" buyurdu "Evet" dedim" "O halde içeriye git" buyurdu (Buharî, Îdeyn, 2, Cihad, 81; Müslim, Îdeyn, 19)
Bu hadisle bundan önceki hadisin delil olma yönü şöyledir: Şarkı söylemek (teğanni) haram olsaydı, Resulullah (sas)'in evinde söylenmezdi Ebû Bekir bunu hoş karşılamamış, ama Resulullah (sas) kabul etmiştir Resulullah'ın bayram gününü buna sebep olarak göstermesi, devamlı yapılmasının hoş olmadığını ifade etmektedir (İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, 111, 9)
3- Halid b Zekvan'dan: Rubeyyi bint Muavviz b Afra şöyle anlattı: "Ben evlendiğim zaman Resulullah (sas) geldi ve senin şu oturduğun gibi yatağımın üzerine oturdu Bizim cariyelerimiz tef çalıp Bedir günü şehid olan atalarımız hakkında mersiyeler okumaya başladılar O anda cariyelerden birisi, "Bizim aramızda yarın olacakları bilen peygamber var" meâlinde bir mısra okudu Bunun üzerine Resulullah (sas), "Bunu bırak (böyle söyleme), söylemekte olduğun diğer şeyleri söyle" buyurdu (İbn Hacer, Feth'ul-Bâri, XI, 108; Tirmîzî, Nikâh, 6; İbn Mâce Nikâh, 21)
İbn Mâce'de Resulullah (sas)'in sözü şöyledir: "Hayır, bunu söyleyemeyiniz Yarın olacakları bilen Allah'tır" (İbn Mâce, Nikâh, 21; Buharî, Tefsiru Sure-i Ra'd, 1; İbn Hanbel, II, 52)
Bu hadisle bir evvelkinin delil oluşu şöyledir: Nikâhın tef ve teğanni ile ilânı mubahtır Mubah sınırını aşmadığı takdirde, oyun ve eğlence yapılması, bir düğüne imam (devlet başkanın)'ın gelmesi caizdir (Mubarekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezi Şerhi Süneni't-Tirmizî, VI, 209)
4- Muhammed b Hâtıb el-Cumahî'den: Rasûlüllah (sas) şöyle buyurmustur: "Helâl ile haramın arasını ayıran ölçü tef ve sestir"
Sünen-i Tirmizî şârihi Mubarekfûri der ki: "Allah daha iyi bilir; bana göre meselenin zahiri şudur: Hadisteki sesten murad mubah teğanîndir Zira düğünlerde tefle mubah teğannî yapmak caizdir" (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI, 133)
5- Âîşe (ranhâ)'dan: Hz Âîşe bir kadını Ensardan bir adamla evlendirip zifaf için damat evine götürdü Resulullah (sas): "Ey Âîşe, sizin eğlenceniz yok mu? Zira Ensar eğlenceden (oyundan) hoşlanır" buyurdu
Şureyk'in rivayetinde, Resulullah (sas), "Gelinle beraber tef çalıp şarkı söyleyecek bir cariye göndermediniz mi? " buyurdu Ben, "Câriye ne diyecek?" diye sordum Resulullah (sas) şöyle buyurdu: "Şöyle diyecek:
Size geldik, size geldik
Allah bize de, size de hayat versin
Kızıl altın olmasaydı
Bâdiyenize konaklamazdı
Sarı buğday olmasaydı
Bakireleriniz semirmezdi"
İbn Mâce'deki rivayette Resulullah (sas)'in şöyle buyurduğu nakledilir:
"Ensar muhabbet duygusu olan bir kavimdir Onlara, 'Size geldik, size geldik, Allah bize de, size de hayat versin' Şarkısını söyleyen birini gönderseydiniz" (İbn Mâce, Nikâh, 21, ibn Hanbel, IV, 78)
6- Enes b Mâlik (ra) den: "Resulullah (sas) Medine'nin bir tarafından geçti O anda tef çalıp şarkı söyleyen bir kaç kızcağızla karşılaştı Kızlar şöyle diyorlardı: "Biz Neccâr oğullarının kızlarıyız, Muhammed ne iyi komşudur" Bunun üzerine Resulullah (sas) onlara, "Allah biliyor ki ben de sizleri seviyorum" buyurdu (İbn Mâce, Nikâh, 21)
7- Abdullah b Büreyde'den: Babam Büreyde şunu anlatırken dinledim: Resulullah (sas) gazalardan birisine çıktı Geri döndüğü zaman siyahî bir câriye gelerek, "Ya Resulullah" dedi "Allah seni sağ salim geri getirirse, senin huzurunda tef çalıp şarkı söylemeyi nezrettim" Resulullah (sas) de ona, "Nezrettiysen çal, yoksa çalma" buyurdu
Câriye tef çalmaya başladı Bu arada Ebû Bekir geldi, câriye tef çalıyordu Ali geldi çalıyordu Sonra Osman geldi, yine çalmaya devam etti Ömer gelince câriye tefi yere attı ve üstüne oturdu Bunun üzerine Resulullah (sas), "Şeytan senden korkar, ey Ömer Ben otururken bu tef çalıyordu Ebû Bekir geldiğinde çalıyordu Sonra Ali geldi o yine çalıyordu Osman geldiğinde çalmaya devam etti Sen girince ey Ömer, tefi atıverdi" buyurdu
Tirmizî bunun hasen sahih bir hadîs olduğunu söylemiştir (Tirmizî, Menakıb, 17)
8- Âmir b Sa'd'den: "Bir düğünde Kuraza b Kâ'b ve Ebû Mes'ûd el-Ensarî'nin yanına girdim O anda câriyeler şarkı söylüyorlardı "Siz Allah Resulunun arkadaşlarısınız, Bedir savaşına iştirak edenlerdensiniz Sizin yanınızda bu nasıl yapılır?" dedim Birisi: "Otur, istersen bizimle dinle, istersen git Düğünlerde bizim için buna ruhsat verildi" dedi" (Nesaî, Nikâh, 80)
9- Seleme b el-Ekva'dan: "Resulullah (sas)'le beraber Hayber gazasına çıktık Geceleyin yürüdük Topluluktan birisi Amir b el-Ekva'a, "Şarkılarını bize dinletsen olmaz mı?" dedi Âmir şairdi ve develeri hadâ söyleyerek yeden birisi idi Devesinden indi ve o topluluğa şu şiiri makamla okudu:
"Allah'ım şayet Sen olmasaydın biz hidâyete eremezdik
Sadaka da vermez, namaz da kılmazdık
Canımız sana feda olsun ki, sakındığımız sürece bizi mağfiret et
Düşmanla karşılaşınca ayaklarımızı sabit kıl
Üzerimize sekînetini indir Çünkü biz,
Cihada çağrıldığımız zaman ona icabet ederiz
Düşman ise yaygara ile aleyhimize yardım topladı"
Resulullah (sas), "Develeri süren bu adam kim?" diye sordu "Âmir b el-Ekva'dır" dediler "Allah ona rahmet etsin" diye dua etti Topluluktan birisi, "Duan sebebiyle (şehidlik ona) vacip oldu, ey Allah'ın Resulu, bizi de bundan faydalandırsaydın" dedi" (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XIII, 60; Müslim, Cihad, 123)
10- Fedale b Ubeyd'in azadlısı Meysere'den: Resulullah (sas), "Sesi güzel cariyeşinin sesini efendisi nasıl duygulanarak dinliyorsa, güzel sesle Kur'an'ı açıktan okuyan adamın sesini Allah Teâlâ daha iyi dinler " buyurdu Hakim bu hadîsin Buharî ve Müslimin şartına uygun sahih bir hadîs olduğunu söyler İbn Mâce de Sünen'inde hasen isnadla rivayet eder (Hakim, Müstedrek, 1, 571; İbn Mâce, İkametü's-Salât, 176; İbn Hanbel, VII, 19-20)
Mezheblerin ve ulemanın görüşleri:
Malikî fakihlerinden Ebû Bekir İbn'ül-Arabî şöyle der: "İçinde Malik b Enes (ra)'in de bulunduğu ekseri ulemaya göre teğanni kalpleri heyecana getiren eğlencelerdendir Ne Kur'an'da, ne de sünnette onun haram olduğuna dair delil yoktur Ama sahih hadiste mubah olduğuna delil vardır Sahih hadiste Hz Ebû Bekir, Hz Âişe'nin yanına girer O anda onun yanında Ensarın mersiyelerini okuyan iki cariye vardır (Sonra hadîsin tamamını yazarak) Teğanni haram olsaydı, zahiren Ebû Bekir hoş karşılamadığı halde Resulullah (sas)'in evinde olmaması gerekirdi Resulu Ekrem (sas) ruhsat faziletiyle ve yaratıklara merhametinden dolayı onu kabul ile karşıladı" (İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III, 9)
"Teğanni'nin haram olduğuna dair rivayet edilen her hadîs ve söylenen her delil, senet yönünden de, inanılacak esas yönünden de batıldır Haber olarak da, tevil olarak da batıldır Resulullah (sas)'den sabit olan husus, onun iki bayramda ve bağırıp çağırmaksızın ölüye ağlarken teğanniye ruhsat verdiğidir" (İbn'ül-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III, 10)
İbn Abidin de Haşiye'sinde şöyle der: "Haram olan teğanni bir erkeğin sıfatını, hayatta olan belli bir kadının vasıflarını ve insanı şarap içmeye tahrik edecek biçimde şarabın vasıflarını anlatan, melodik söyleyişler ve Müslüman veya zimmiyi hicveden sözlerdir ki, bu hicvetme de söyleyen adam bizzat o Müslüman veya zimminin hicvini düşünerek söylerse, olmayan bir kadının vasfını yapan teğanni de haram değildir Veya kokuları, çiçekleri, suları anlatan bir şiir veya teğanninin men edilmesinin bir delili yoktur Evet, bunları bir çalgının yanında söylerse, o zaman yine men edilir" (İbn Abidin, Hâşiye, Terc M Taskesenlioğlu, XV, 344)
İmam Şatıbî şöyle der: "Tatrib, sesi uzatıp güzelleştirmektir" Açıklaması: Şarkı olarak söylenen şiir iki hususu ihtiva eder:
"1- Kendisinde hikmet ve nasihat olan ki kalbe aittir Onunla amel edilir ve ondan etkilenilir Bu çeşit teğanniyi dinlemek ruhlara nisbet edilir"
"2- Makamlara göre tertibedilmiş nağmeler bulunanıdır ki bu tabiata tesir eder, onu gerektiği şekilde heyecana getirir Bu heyecan nağmenin etkisine göre değişir Bunların hepsi de işitme yönünden kalbe etki eder Onun etkisiyle sükûnet ve huzur meydana gelir ki bu rikkattır Bu vecd duygusudur ve şüphesiz ki bu övgüye lâyıktır Kendisinde sükûn olmayan her etki şımarıkça coşmadır, onda rikkat da yoktur, vecd duygusu da Bu çeşit teğanni sofiyye büyükleri katında övgüye lâyık görülmemiştir" (Şatıbî, el-İtisâm, I, 175)
Maliki mezhebi büyüklerince aletli olmamak, devamlı olmamak ve halk arasında meşhur olmamak şartıyla şarkı dinlemek mekruhtur Çünkü devamlı teğanni ile meşgul olmak mürüvveti düşürür, şahitlik hakkının kaybolmasına sebep olur" (Hattâb, Mevahibü'l-Celil, VI, 135)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
"Büyük Şafiî fakihi İmam Maverdi, teğanni hakkında şöyle der: Hicazlar şu iki husus dışında devamlı ona ruhsat vermişlerdir Vecdi artırması ve onu yasak kılacak bir şeyin onunla birlikte bulunmaması"
"İbn Cerir şöyle der: Onu mubah gören, onun nefsi rahatlandırmasını delil olarak getirir Onu tâate güç kazanmak için yapan itaatkâr, günaha güç kazanmak için yapan asi olur Yoksa o bahçe de gezinmek ve gezinti yerinde hava almak kabılinden olur" (İbn Hacer, Fethu 'l-Bârî, XIII, 160)
Şafiîlerin görüşüne göre, "teğanni" hakkında varid olan haberlere göre mubahtır, çünkü bunda develeri yürütmeyi canlandırma, uyuyanı uyandırma faydası vardır Onu dinlemek de dinletmekte de mübahtır Aletsiz teğanni mekruhtur, dinlemesi de böyledir Ancak Hz Âişe hadisinden dolayı haram değildir" (Şirbinî, Mağni'l Muhtâc, VI, 428)
Hanbelilere göre, şer'an hoş karşılanmayan bir şey olmadıkça teğanni mübahtır Ancak bazı Hanbeliler, haram değil mekruhtur demiş, bazıları ise haram olduğunu söylemişlerdir Genel olarak kötü sözler bulunmadıkça teğanni mubahtır, şeklinde özetlenebilir
İmam Ahmed b Hanbelin mekruh görmesi, bizzat söz üzerine değil, kötü fiil üzerinedir (Yâni teğanni sebebiyle işlenecek kötü şey üzerinedir) Hadâ, işlenmesi bakımından da dinlenmesi bakımından da mubahtır (İbn Kudame, el-Mugnî, XII, 42-43)
Zahirilerden İbn Hazm, teğanninin haram olduğunu söyleyenlerin delil getirdikleri hadîs-i şeriflerin sıhhatli olmadığını söylemektedir Ona göre Şer'î bir farza saygısızlık etmemek şartıyla teğanni, mutlak suretle mubahtır (İbn Hazm, el-Muhallâ, IX, 60)
İmam Gazalî, teğanniğine ve sema ile ilgili olarak şerîat açısından geniş bilgi verir Bunların haram olduğuna dair sağlam bir nassın olmadığını ispat eder Bunların haram olduğunu söyleyenlerin sağlam bir delile dayanmadıklarını söyler Ayrıca Medine'ye hicretinde Ensar kadınlarının tef çalarak ve teğanni ile Resulullah'ın karşılamalarını delil getirir (Gazalî, İhyau Ulûmi'd-Din, II, 245)
Havvât b Cûbeyr'den; "Ömer b Hattâb (ra)'la beraber hac için çıktık Aralarına Ebû Ubeyde b el-Cerrah ve Abdurrahman b Avf'in de bulunduğu bir kafile ile gittik Kafiledekiler, "Bize Dirar'ın şarkılarından oku" dediler Ömer (ra), "Ebû Abdullah'ı bırakın da içinden doğan şiirleri okusun" dedi Tanyeri ağarıncaya kadar şarkı söylemeye devam ettim Ömer (ra), "Yeter artık ey Havvât, seher vaktine erdik" dedi" (İbn Abd el-Berr, el-İstîâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, III,11)
İmam Şevkânî harama, fitne ve fesada alet ve sebep olmayan teğannî için ruhsat veren ashab ve tabiînden bazılarını sayar Buna göre Hz Ömer (İbn Abdü'l-Berr vb), Hz Osman (Maverdî, el-Beyan, er-Rafiî), Abdurrahman b Avf ve Ebû Ubeyde b el-Cerrah (Beyhakî), Bilâl, Abdullah b el-Erkam, Üsâme b Zeyd (Beyhaki), Hz Âişe (Buharî, Müslim) ashabtan ruhsat verenlerdir
Tabi'înden ise Said b el-Müseyyeb, Sâlim b Amr, Hârice b Zeyd, Şureyh el-Kadî, Said b Cübeyr, Âmir eş-Şa'bî, Ubeydullah b Ebi Atîk, Atâ b Ebî Rebah, Muhammed b Şihâb ezZührî, Ömer b Abdül-Aziz vb dir
İmam Şevkânî bu isimleri saydıktan sonra İmam Maverdî'nin şu sözünü nakleder: "Hicazlılar, senenin ibadet ve zikirle geçirilmesi emredilen günlerinde teğanniye devamlı ruhsat vermişlerdir" (Şevkâni, Neylü'l-Evtâr, VIII, 266)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEĞANNININ HARAM OLDUĞUNU SÖYLEYENLERIN DELİLLERI

Bunlar şu ayetleri ve hadisleri delil olarak getirmektedirler:
a) Ayetler:
1- "İnsanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence sözleri satın alırlar İşte onlara küçük düşürücü bir azab vardır" (Lokmân, 31/6)
Ebû's-Sahbâ, İbn Mes'ûd'a bu ayetteki "eğlence sözler" den neyin kastedildiğini sorunca, "Şarkıdır" cevabını verdi Hasenü'l-Basrî de bunu "Şarkı ve çalgılardır" diye tefsir etti (İbn Kesir, Tefsir, V, 377) İbn Mes'ud, Câbir b Abdullah böyle tefsir etmişlerdir Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî bu tefsîri Hasen'den, İbn Cübeyr'den, Katâde'den ve Nehaî'den nakleder, (Kurtubî, el-Câmi, XIV, 251)
2-"Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat; atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas; mallarda ve evlâtlarda onlara ortak ol Onlara (çeşitli) vaadler yap, gerçi şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez" (el-İsra, 17/64)
Ayetteki "ses"ten kasıt İbn Abbas ve Mücahid'e göre şarkı, çalgı ve oyundur Dakhâk'a göre, çalgı sesidir Bazı müfessirler bu manâyı almışlardır (Kurtubî, el-Câmî, 1, 288)
3- "Şimdi siz bu söze (Kur'an 'a) mı hayret ediyorsunuz ve gülüyorsunuz da ağlamıyor musunuz Ve baş kaldırıyorsunuz?” (Necm, 52/59-61)
İkrime'nin İbn Abbas'tan nakline göre "Semed" Hemyer lehçesinde şarkı manâsındadır "Semmede lenâ" demek "Bize şarkı söyledi" manâsına gelir Kureyş kâfirleri, Kur'an-ı Kerim'in okunduğunu duyunca, işitilmesin diye şarkı söyler ve oynarlardı (Kurtub, el-Câmî, XVII, 123)
b Hadis-i Şerifler:
1- Abdurrahman b Gunmü'l-Eş'arî'den: "Bana Ebû Malik el-Eş'arî haber verdi; vallahi bana yalan söylemedi Resulullah (sas)'in şöyle söylediğini işitmiş: "Ümmetimden bir takım kimseler türeyecek; zinayı, ipekli giyinmeyi, şarabı ve çalgıyı (şarkıyı) helâl sayacaklar"
Kurtubî'nin Cevherî'den naklinde, "Sabahleyin onlara çengiler akşamleyin şarkı ve çalgılar uğrayacak" şeklindedir (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XII, 154-155)
2- Ebû Malik el-Eş'arî'den: Resulullah (sas)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Ümmetimden bir takım kimseler şarabı içecek ve onu kendi isminden başka bir isimle anacaklar Başları ucunda çalgılar çalınacak, çengiler oynayacak Allah onları yere batıracak ve onlardan bazılarını maymun ve domuza çevirecek”
Bu hadisi İbn Mâce ve İbn Hibban da Sahih'inde rivâyet etmiştir (Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, III, 263)
3- Ali b Ebi Talib (ra)'den: Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Ümmetim on hasreti işlediği zaman onların başına belâ çöker" "Onlar nedir, ey Allah'ın Resulu?" diye soruldu: "Ganimet bazılarının çıkarına kullanıldığı, emanete riayet edilmediği, zekât yük sayıldığı, ilim tahsili dinden başka bir gaye için yapıldığı, kişi karısına itaat edip annesine asî olduğu, dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı, mescitlerde gürültüler baş gösterdiği, fasık adamın kabilenin başına geçtiği, en rezillerinin kabilesine lider olduğu, şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri türediği, şaraplar içildiği ve bu ümmetin sonra gelenleri önce önce gelenlerini lânetlediği vakit; işte o zaman kızıl rüzgârı, depremi, yere batırılmayı, insanların şeklinin değiştirilmesini, taş yağmasını ve ipi kesilen eskimiş bir kolyenin tanelerinin birbiri ardınca gitmesi gibi birbirini takibeden alâmetleri beklesinler" buyurdu (Tirmizî, Fiten, 31)
Tirmizî, "Bu garib bir hadistir Ali b Ebi Talib'den bu vecihten başka şekilde rivâyet edilmemiştir" Dârekutnî, "Batıl Hadistir"; Zehebî de "Münkerdir" demişlerdir
4- Câbir b Abdullah (ra)'den: "Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: "İlk bağırıp çağırarak ağıt yapan ve ilk şarkı söyleyen iblistir"
Hafız Irakî, "Bunun Câbir hadisi olarak aslını bulamadım" demiştir Firdevs yazarı Ali b Ebi Talib'in hadisi olarak zikretmiş, oğlu ise Müsned'inde onu rivâyet etmiştir (Gazal, İhyau Ulûmi'd-Din, II, 251)
5- Ebû Ümâme'den: "Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Kişi şarkı söyleyerek sesini yükseltince Allah onun omuzundan iki şeytan gönderir Topuklarıyla onun göğsüne vururlar Buna susuncaya kadar devam ederler"
Hafız Irakî bunun zayıf bir hadis olduğunu söylemiştir (Gazalî, İhyau Ulûmi'd-Din, II, 251)
6- Ebû Ümâme'den: "Resulullah (sas) şarkıcı kadınların satışını, onlar hakkındaki ticareti ve onlara şarkı öğretilmesini yasakladı" ve: "Onların parası haramdır" buyurdu Bu ve buna benzer hususlar hakkında, "İnsanlardan kimi var ki bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence sözleri satın alırlar" (Lokman, 31/6) ayet-i kerimesi nazil oldu
Bunu Ahmed b Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce rivâyet etmişler, sadece Tirmizî garib hadîs olduğunu söylemiştir (Askalanî, Fethu'l-Bârı, XIII, 335)
7- Ukbe b Âmir (ra)'den: "Resulullah (sas) "Kişinin oynadığı her şey batıldır Ancak atını terbiye etmesi, yayı ile ok atması ve karısıyla oynaşması müstesnâ" buyurmuştur
Bu hadisi sünen sahibleri rivâyet etmişlerdir Bu hadisin muzdarib olduğunu söyleyenler olmuştur
8- İmam Ahmed b Hanbel, Resulullah (sas)'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder: "Allah beni alemlere rahmet ve hidayet vesilesi olarak gönderdi ve bana çalgıları şarkıları, şarapları ve cahiliyyetle tapılan putları yok etmemi emretti"
İbn Hazım bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 262)
Hz Ali'den rivâyet edilen bir hadiste ise Resulullah (sas)'in "çalgıları kırmak için görevlendirildim" buyurduğu bildirilir ki bu hadisin ravileri arasında Müşa b Umeyr olduğu için metrûk sayılmıştır
9- Abdullah b Mes'ûd (ra)'den: "Suyun nebatları (yeşerttiği) gibi, şarkı da kalbte münâfıklığı yeşertir"
Bu hadisin merfû olduğu söylenmişse de Beyhakî hem merfû hem de mevkûf olarak rivâyet etmiştir Ayrıca hadisi Ebû Davûd da rivâyet etmiştir
Hafız Irakî bu hadisin merfu kabul edilmesinin doğru olmadığını söyler (Gazalî, İhyau Ulûmi'd-Dîn, II, 252)
10- Ebû Davûd'un Sünen'inde Nâfi'den rivâyet ettiğine göre Abdullah b Ömer bir çalgı sesi işitti Parmaklarını kulaklarına tıkadı ve yoldan uzaklaştı Bana da, "Ey Nâfi, bir ses işitiyor musun?" dedi Ben; "Hayır" deyince parmaklarını kulaklarından çekerek, "Resulullah (sas) ile beraberdim Bu ses gibi bir ses işitti ve benim yaptığım gibi yaptı" dedi
Ebû Davûd bunun münker bir hadis olduğunu söylemiştir (Ebû Davûd, Edeb, 52)
11- Deylemî Hz Enes (ra)'den merfû olarak şu hadisi rivâyet eder: "Suyun otu yeşerttiği gibi, şarkı ve oyun da kalpte nifakı yeşertir "
"Şarkı zinânın efsûnudur" sözünün hadis değil (Aliyyü'l-Karî Mevzuat isimli eserinde) bunun Fudayl'ın sözü olduğunu söyler
İmam Nevevî, "Allah şarkıcıya da, kendi için şarkı söyleyene de lânet etsin” sözü hakkında "sahih değildir" demiştir İmam Sahavî, Zerkeşî ve Suyûtî de İmam Nevevî'yi takibetmişlerdir (Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 106)
12- Abdullah b Ömer (r anhüma)'dan: Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak Allah şarabı, kumarı, darbukayı, tanbur ve udu haram kılmıştır Her sarhoşluk veren şey de haramdır"
Şevkânî'nin nakline göre, hadisin senedindeki Veld b Abde mechûldür (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 260)
Teğanninin haramlığı hakkında mezheblerin de ulemanın görüşü
1- Hanefilere göre haram olan teğanni fuhşiyat ve günahı ihtiva edendir Nitekim İbn Abidin Haşiye'sinde şöyle der: "Haram olan teğannî helâl olmayan lâfızlarla söylenendir Erkeklerin tasviri, kadınların tasviri, şaraba teşvik edip onu vasfetmek, meyhaneler, Müslümanı hicvetmek bunlar haram teğanni gurubuna girer" (İbn Abidin, Hâşiye, V, 305)
Cumhuru ulema, bu nitelikleri taşıyan teğanninin haram olduğu kanaatine varmışlardır Harama götürmediği ve şer'i bir vacibi iptal etmediği takdirde eğlence ve oyunun haram olmadığına da karar vermişlerdir (Cezîr; el-Fıkhu ale'l-Mezâhibi'l-Erbea, II, 43-44)
2- Hanbeli alimlerinden bir kısmı, İbnü'l-Hanefiyye'nin Hac suresinin 3 ayeti hakkındaki rivâyeti ile, İbn Abbas'la İbn Mes'ûd'un Lokman suresi 6 ayetinde geçen "Lehvü'l-Hadisi" teğannî olarak tefsir etmelerini delil alarak haram olduğu kanaatine varmışlardır (İbn Kudâme, el-Muğnî, XII 142)
İbn Kayyim el-Cevziyye konuyu enine boyuna tartışarak teğannînin mutlak olarak haram olduğunu isbata çalışır (İbn Kayyim, İğasetü'l-Lehfân, I, 238)
İbn Kayyim teğannînin haram olduğuna dair iddiasını şu üç kaide üzerine bina eder:
Birinci Kaide: Zevk, hal ve vecd şeriatın hükmüne mahkûmdur Bunları hakim yapan, sapar ve fesada uğrar Dine ait olarak Allah'ın muradına muhalif olan her şey kulun haz ve şehvetidir Bu ister mal, ister riyaset, ister şekil, ister hal, ister zevk ve vecd olsun aynıdır (İbn Kayyim, Medâricü's-Sâlikîn, I, 238)
İkinci Kaide: Fiillerden bir fiilin, hallerden bir halin veya zevklerden bir zevkin hükmüne sahih mi, yoksa fasid mi, hak mı, yoksa batıl mı diye ihtilâf olursa, Allah katında ve O'nun mümin kulları katında makbûl olan delile dönmek vacip olur Kim ilmini, sülûkünü ve amelini bu temel üzerine bina etmezse, dinden hiçbir şey üzerinde değildir (İbn Kayyim, Medâricü's-Sâlikın, I, 496)
Üçüncü Kaide: Bir şeyin hükmünün mubah mı, haram mı olduğu sâlik tarafından bilinemezse, onun fesada uğrattığı şeye, onun semeresine ve gayesine baksın Eğer o şey apaçık bir fesadı içeriyorsa, Şeriat sahibinin onu emretmesi veya mübah kılması muhaldır Hem de onun haram olduğu onun Şeriat vasıtasıyla biliniyorsa Teğannî ise, İbn Mes'ûd (ra)'in dediği gibi, "Zinanın efsûnudur" (İbn Kayyim, Medâric, I, 498)
İmam Kurtubi tefsirinde, teğanninin mekruhluğu, ondan men ve onu dinlemek konularıyla ilgili bazı hadisleri zikrettikten sonra şöyle der: "Bu ve diğer hadisler sebebiyle ulema teğanninin haram olduğunu söylemişlerdir Bu onun yayanların adet edindiği teğannidir bu teğanniler nefisleri tahrik eder, arzuları tatmine teşvik eder Sükûnet halindekini harekete getiren, gizliyi açığa çıkaran lâübaliliğe götürür Bu çeşit şiirde olursa, kadının anılması ve güzelliğinin vasfedilmesinde şarabın anılmasında ve haramlığında ihtilâf olmayan muharrematın zikrinde ateşi tutuşturur Çünkü bu ittifakla kötülenmiş olan teğanni ve eğlencedir" (Kurtubî, el-Câmî, XVI, 54)
İzzü'd-Dîn b Abdü's-Selâm da şöyle der: "Haram şarkıları dinlemek, alemlerin Rabbine karşı cüretkâr cahillerin yanlışlarındandır Onların zanettiği gibi bu Allah'a yakınlık vesilesi olsaydı, peygamberler onu yapmayı ve ümmetine öğretmeyi ihmal etmezlerdi Bu ne peygamberlerin birinden, ne de evliyanın büyüklerinden nakledilmemiştir Gökten indirilen kitablardan hiçbirisi de buna işaret etmemiştir Cenabı Hak şöyle buyurmuştur: "Bu gün size dininizi kemale erdirdim Size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan hoşnut oldum” (el-Mâide, 5/3)
Çalgı aletleriyle oynanan oyunları dinlemek dinden olsaydı, Resulullah (sas) bunu açıklardı Halbuki o şöyle buyurmuştur: Nefsim kudretinin elinde olan Allah'a yemin olsun ki, sizi Cehenneme yaklaştıran ve Cennetten uzaklaştıran hiçbir şey bırakmadım ki size onu yasaklamamış olayım" (İzzü'd-Dîn b Abdü's-Selâm, Kavaidü'l-Ahkâm fi Mesalihil'l-Enâm, I, 216)
Abdurrahman İbnü'l-Cevzî de buna yakın bir ifadeyle şöyle der: "Teğannî insan tabiatını tahrik eden, şehevî duyguları ayaklandıran ve onu normal durumundan çıkaran şarap ve benzeri şeyleri güzel gösterecek bir ifadeyle sahip olursa bu haram olan teğannidir Bilhassa şer'en yasaklanan çalgı aletleriyle birlikte olursa" (İbnü'l-Cevzî, Telbîsü İblîs, 253)
Bütün bunlardan çıkarılacak netice şudur:
1- Teğanni'nin konusu İslâm akide, edeb ve öğretisine aykırı olmamalıdır
2- Harama ve vakit israfına sebep olmamalıdır
3- Başka bir haramla birlikte olmamalıdır Meselâ, şarap meclislerinde, kadın ve erkek karışık meclişlerde okunmamalıdır (Kardavî, el-Halâl ve'l-Harâm, 84)
Teğanni'nin kadın tarafından yapılması ittifakla haramdır Çünkü kadının sesi avrettir Yabancı erkeklerin de onu dinlemesi haramdır Zevcinin dinlemesi caizdir
Kadının şarkı söyleyen başka bir kadını dinlemesinde bir sakınca yoktur, ancak İslâm'ın çizdiği sınırları çiğnememek şartıyla Nitekim Hz Âişe evinde şarkı söyleyen iki cariyeyi dinlemiştir
Teğanniyi kazanç vesilesi yapmak İslâm'a aykırıdır Zira ne mütekaddiminden, ne de müteahhirinden teğanniyi sanat edinip, ondan kazanç sağlayan bilinmemektedir Meşrû kazanca teşvik eden hadis-i şeriflerin ışığında fukaha şarkıcının kazancını haram kabul etmişlerdir
İmam Kurtubî şöyle der: "Haram olduğuna icma edilen kazançlar şunlardır: Faiz, zina ücreti, rüşvet, ağıt yakmak, şarkı söylemek, hainlik yapmak, gayptan ve göklerden haber vermek üzere alınan ücret, çalgı çalmak, oynamak ve bütün bâtıl yollarla alınan ücret" (Kurtubî, el-Cami li Ahkâmi'l-Kur'ân, II, 3)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEHECCÜD NAMAZI

Geceleyin uyanıp kılınan namaz
Teheccüd sözlükte, uyumak ve uyanmak manasında olup, zıt anlamlı kelimelerdendir Daha sonra gece uyanıp namaz kılan kimseye, bu kökten türetilmiş "hecûd" denilmiş ve böylece teheccüd, terim olarak namaz ve Allah'ı zikir için gece uyanmak manasında kullanılmıştır Genellikle yatsı namazından sonra, daha uyumadan veya bir miktar uyuduktan sonra kılınan namaza gece namazı (salatü'l-leyl) denir Gece uykusu bölünerek kalkıp kılınan namazlara ise teheccüd namazı denir
Tabiinin büyüklerinden Esved ile Alkame: "Teheccüd uykudan sonradır" demişlerdir Hatta hiç uyumaksızın bütün geceyi ibadetle geçirmeyi adet edinmek mekruh sayılmıştır (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 13) Buhârî'nin Amr b el-As (ra)'dan rivâyetine göre bir kere Resulullah (sas) Abdullah b Amr'e "Ey Abdullah! Senin her gün oruç tuttuğun ve her gece baştan başa namaz kıldığın haberi bana ulaşmadı mı sanırsın " buyurmuşlardır Abdullah da, "Evet öyledir, ya Resulullah! Bütün gece namaz kılarım" demiştir Rasûl-i Ekrem, "Sakın öyle yapma Kâh oruç tut, kâh iftar et, gecenin bir kısmında namaz kıl, bir kısmında uyu" buyurmuştur (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 13)
Kur'an-ı Kerim'de Peygamber Efendimize hitaben: "Gecenin bir kısmında sadece sana mahsus, fazla (bir ibadet) olmak üzere namaz kıl Muhakkak Rabbin seni öğülmüş bir makama erdirecektir" (el-İsra, 17/79) buyurulmuştur Ayet-i kerimenin tefsirinde teheccüd namazının Hz Peygamber için farz veya fazilet olduğu ümmeti için nafile olduğu belirtilmiştir Peygamber Efendimiz teheccüd namazını kılmağa devam eder, bu namaz için kalktığında da şöyle dua ederdi: "Ya Rab! Her hamd Senin içindir Sen, göklerin ve her yerin ve bunlardaki her şeyin daimi müdebbirisin Yine her hamd senin içindir Sen, göklerin ve her yerin ve bunlardaki her şeyin nurusun, (bunları aydınlatırsın) Yine her hamd senin içindir Sen göklerin ve her yerin ve bunlarda bulunan her şeyin sahibisin Yine her hamd senin içindir Sen haksın, senin vaadin de haktır (Ahirette) seni görmek de haktır Sözün haktır Cennetin de haktır, Cehennemin de haktır Peygamberinde haktır, Muhammed (sas) de haktır Kıyamet günü de haktır Ya Râb! Ancak sana itaat ettim Sana inandım, sana güvendim, sana yöneldim, yalnız senin (burhanlarına) dayanarak (düşmanlarla) mücadele ettim Aramızda yalnız seni hakem kıldım Ya Râb! Önce işlediğim ve sonra işlerim sandığım, gizli yaptığım ve aşikâra işlediğim (bütün) günahlarımı bağışla! (Ahiret hayatımda beni) takdim eden, (dünya tarihinde nübüvvetimi) tehir eden ancak sensin (Allahım!) ibadete layık ilah yoktur, yalnız sen varsın, yahut, senden başka ibadete layık ilah yoktur Hakîmâne tasarruf da, tam kuvvet de Allah ile kaimdir" (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 12)
Teheccüd namazı menduptur İki ilâ oniki rekat arasında kılınabilir En azı iki rekat, en çoğu oniki, ortası ise sekiz rekattır Her iki rekatta selam verilmesi daha faziletlidir
Teheccüdün en faziletli vakti:
Peygamber Efendimiz (sas), Sahih-i Müslim'de Ebû Hureyre (ra)'dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte teheccüd namazının en faziletli vaktini şöyle belirtmiştir: "Farz namazdan sonra en faziletli namaz gece namazıdır Geceyi iki kısma bölersen son kısmı namaz için en faziletli vakittir Eğer geceyi üçe bölersen ortası en faziletli vakittir" (Tecrid-i Sarih Terc IV, 16)
Teheccüd namazı çok faziletli bir namazdır Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde teheccüd namazı kılmaya teşvik edilmiş ve bu namazı kılanlar övülmüştür Yüce Rabbimiz geceleyin kalkıp teheccüd namazı kılanlar hakkında şöyle buyurur: "Onların yanları yataklarından uzaklaşır (teheccüd namazı kılmak için yataklarından kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) harcarlar Yaptıklarına karşılık olarak onlar için gözlerini aydınlatıcı ne güzel (nimetlerin) saklandığını hiç kimse bilmez" (es-Secde, 32/16-17)
Ebû Hureyre (ra)'dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: "Geceleyin kalkıp namaz kılan ve karısını uyandırarak ona da kıldıran, şayet kalkmak istemezse yüzüne su serpen erkeğe Allah rahmet eder, (günahlarını bağışlar) Yine geceleyin kalkıp namaz kılan ve kocasını uyandıran, kalkmak istemezse yüzüne su serpen kadına da Allah rahmet eder (günahını bağışlar)" (Ebû Davûd, Salâtü'tTatavvu', 18)
Hadis-i şerif insanı teheccüd namazı kılmaya teşvik ettiği gibi, aile fertlerini kaldırıp onlara da bu faziletli namazı kıldırmaya teşvik etmektedir
Yine Ebû Hureyre ve Ebû Saîd el-Hudrî (ra) Peygamber Efendimiz (sas)'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmişlerdir: "Kim geceleyin uyanır ve karısını da uyandırarak beraberce iki rekat namaz kılarlarsa, Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlardan yazılırlar" (Ebû Davûd, Vitr, 13) Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlar ise Allah'ın mağfiret ve mükâfatına nail olacaklardır Kur'an-ı Kerimde onlar hakkında "Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, işte Allah bunlar için bağış ve büyük mükâfat hazırlamıştır" (el-Ahzab, 33/35) buyurulmuştur
Bir kimse itiyat haline getirdiği teheccüd namazını özürsüz yere terketmemelidir Hz Âişe validemizin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Gece namazını terketme Çünkü Resulullah (sas) onu terketmezdi Hasta ve yorgun olduğun zaman oturarak kılardı" (Ebû Davûd, Salatu't-Tatavvu', 18) Yine Hz Âişe validemiz, "Resulullah (sas)'e namazın en sevimlisi az da olsa devam edileni idi Resulullah (sas) bir namazı kılmaya başladığı zaman ona devam ederdi" demiştir (Buhar, Savm, 52)
 
Üst Alt