N İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik

ceylannur

Yeni Üyemiz
YAS TUTMAK: Bir yakınının ölmesiyle duygulanmak, gözü dünyayı görmez olmak ve çoğu insanlar için ağlamak, fitri olan, yani yaratılıştan gelen ve insanın ilk hamurunda bulunan tabii bir olaydır Tabii bir din olan ve tabiiliğini korumak için gelen İslam'ın bunu yasaklaması düşünülemez: zaten mümkün de olmaz Ancak bunu doğal sınırları içerisinde bırakmak, insanlık onurunu kirici ve onu bayağılastirici taşkınlık ve dövünmelere vardırmamak da tabiidir
Islâm'da yasaklanan şey, bu tür taşkınlıklar ve dövünmelerdir Peygamberimiz bunları yasaklamıştır Bu yasaklamadan sonra oğlu Ibrahim'in ölümünde, kendisi de gözyaşı dökünce, ashabı, "nasıl olur, sen bunu bize yasaklamamış mi idin? diye sormaları üzerine, yasaklanan şeyin şefkat ve kalp inceliginden ağlamak değil, sesini yükseltmek ve dövünmek olduğunu bildirmiştir (Buhârî, cenâiz 43; Ibn Mâce, cenâiz 53; Müslim, fedâil 62; es-Subkî, el-Menhel VNI/278)
Çünkü ölmek, yok olmak demek değil, asıl yurduna geçmek, ya da imtihan kâğıdını masaya teslim edip, imtihan salonundan çıkmak demektir Kalanlar ondan ebediyyen aynlmis değillerdir Kısa bir süre sonra, onlar da aynı yolu izleyecekler ve imtihan sonuçlarının ilân edileceği meydanda bulusacaklardır Arkada kalanları asıl düşündürmesi gereken şeyler, bu tür çetin geçitler olmalı ve; "Allah'tan geldik, yine ona dönecegiz" diyerek düşünmeleridir Yoksa: "gitti bütün varlığım Battım! Bittim! Ah benim kaderim! Vah olmaz olaydi!" gibi cahilce ve A1lah'ın takdirine isyan anlamı taşıyan taşkınlıklar, cahiliyyet dönemi davranışlandır ve yasaktır
Dinden haberi olmayıp sırf aklını kullananlar bile bunların hiçbir yarar sağlayamayacağını, öleni diriltmeyeceğini; aksine insanı basitleştirip onurunu kıracağını, bedenen de güçsüz ve rahatsız yapacağını, işini aksatıp zarara sokacağını pekâlâ anlayabilir
Cahiliyyet devrinde bir yakını ölenler, günlerce bağırır çaginr, üstbaşlarını yolar ve gidenin faziletlerini (?) sayar dururlardı Bunu yapmak değil, yapmamak kinanırdi Bu yüzden, ağlamayı becerme konusunda kendine güvenemeyenler, parayla profesyonel ağlayıcılar ve çığlıkçılar tutarlardı Islâm tabii olan dışında, bunların hepsini kaldırdı Peygamberimiz: "Yüzünü döven, üst başını yırtan ve cahiliyyetin propagandasını yapan bizden değildir" diye ilân etti (Buhârî, cenâiz 36, 39, 40; Ibn Mâce, cenâiz 52; Beyhâkî, Sünen IV/63, 64) "Ölünün arkasından yüksek sesle feryat eden, tevbe etmeden ölürse, Kıyamet Günü; üzerinde katrandan bir çuha ve uyuzdan bir gömlek varken gelecektir" diye buyurdu(Müslim, cenâiz, 29; Müsned V/343, 344) Bu yüzden Nevevi, Peygamberimizin: "Ölü, üzerine yakınlarının ağlamasıyla azab görür" (Bûhârî, cenâiz 34; Müslim, cenâiz 2,16,17; Ibn Mâce, cenâiz 54) hadisini sahih saymış ve: Evet, ölen kişi, üzerine feryat edilmesini vasiyet etmişse, ya da feryad edilmesin diye tenbih etmemişse, bundan azab görür, diye açıklamıştır (Geniş bilgi için bk Davudoğlu age, V/135-36) Yani bu; ölen kendi âmeli ile başbaşa kalır Artık kimsenin ne sevabı ona yazılır, ne de günahı ona ulaşır, esasıyla çatısmaz Çünkü bu kötü davranışa, engel olmamakla, yine onun kendisi sebep olmuştur
Bu işi özellikle kadınlar yaptığı için, Peygamberimiz müslüman olan kadınlardan, ölünün arkasından çiglik atmamak (nevh) üzere "biat" (bağlılık ve itaat andlasması) aldığıolurdu (Buhârî, cenâiz 46; Müslim, cenâiz3l, 32; Nesâî, cenâiz l5, bey'a 18; Müsned NI/197, V/84, 85, V/408)
Diğer yönden peygamberimiz: "Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanan bir kadının, bir ölünün arkasından üç günden fazla-süslenmeyi terketme anlamında-matem tutması (hidâd) helâl değildir Ancak kocası müstesna, onun ölümü için dört ay on gün "hidâd" yapması gerekir" buyurur (Buhârî, cenâiz 31) Buradaki yaş tutma, bağırıp çağırma değil, yeniler giyip, süslenmeyi terketme anlamındadır Bu hadisten, kadınların sair zamanlarda süslenebilecekleri, kocasının ölümü üzerine bunu dört ay on gün terketmesinin gerekli olduğu anlaşılır (Bunların açıklaması için "iddet" ve süslenme bölümlerine bakıniz)
Ölünün yakınlarını ta'ziye etme süresinin de üç gün olması, bundan olsa gerektir Çünkü ta'ziyet, sabır tavsiye etme demektir Üç günde matem sona erdiğine göre, ta'ziyenin anlamı kalmamıştır Diğer yönden kadının üç gün süslenme yasağı da, ta'ziyeye gelenlerin, süsünü görmemeleri için olsa gerektir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YAŞAM SIGORTASI Yıllar önce Bankasında yaşam sigortası yaptırmıştım Şimdi bu konuda şüpheliyim Ne dersiniz?
Sigorta yeni ve Islâm âlimleri arasında tartışmalı bir konudur Sosyal sigortalar gibi özünde yardımlaşma esprisi taşımayan her türlü özel, ihtiyarî ve sigorta şirketlerince kazanca yönelik sigortaların câiz ve Islâmî olmadığında hemen hemen ittifak vardır Bazılarınca câiz görülen sadece sosyal sigortalardır (Bag-kur ve Emekli Sandığı da sosyal sigortadır) fakat bunu da câiz görmeyenler vardır: Sözünü ettiğiniz sigorta aynı zamanda bir fâiz (sömürü) kurumunu destekleme anlamı taşıdığından, bu davranışımiz ikinci bir mahzur taşır En doğru hareket verdiğiz parayı alarak başka çıkış kapılan aramamızdır Çünkü bankaların yan kuruluşları olan bu tür özel sigortalar, yardımlaşmadan çok kazanç amacı güderler Kazançları da birinci derece faizdendir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YATAK ODASINDA KUR'ÂN-I KERÎM BULANDURULABILIR MI? Bulunabilir Ancak, belden yukarı bir yükseklikte ve ayakların uzatılmadığı bir yönde bulunması edebe ve saygıya daha uygundur Cinsel ilişki sırasında ise üzerine tülbent gibi bir örtü atılması da yine edepli olmanın gereğidir Yoksa Müslümanlar her an Kur'ân-ı Kerîm'le içiçe yaşayacakları için, elbette yatak odalarında dahî Kur'ân-ı Kerimi olacaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YATAKTA KURÂN-I KERİM OKUMAK CAİZ MİDİR?
Kur'an-ı Kerim okumak isteyen kimsenin abdest alıp kıbleye doğru oturması, huşü' ve ma'nasını düşünerek okuması sünnettir Bununla beraber ayakta ve yatarken de Kur'an-ı Kerim'i tilavet etmekte beis yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YATANIN YANINDA KUR'ÂN OKUMAK
Hasta olmaksızın, uyku ya da istirahat için yatan birisinin yanında Kur'ân okunur mu? Yoksa başka odaya mı gitmeliyiz?
Kur'ân-ı Kerimi okurken ya da dinlerken oturma veya hazırola geçme şartı yoktur Ama ona edep ve saygıdan ötürü oturulur ve edepli bir tavır takınılırsa çok güzel olur Kur'ân-ı Kerim okunurken saymamak ve hafife almak gibi bir tavırla yatan birisinin yanında okumamak, ona saygısızlıkta sabitleştirmemek için gereklidır: Başka yerde okumak gerekir Kur'ân-ı Kerîm okunurken yatmayıp oturmayı ona saygıyla alâkalı görmediği için yatan birisinin yanında okumanın ise bir sakıncası olmamalıdır Uyuyanın yanında okumakta ise herhangi bir sakınca yoktur Sadece kendi duyacağı kadar okuyorsa her zaman okuyabilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YATIR, TÜRBE VE KABIR ZIYARETI : Kabır konusu eskiden beri, insanların sapmalarına ve tevhit inancına şirk karıştırmalarına sebep olan konulardandır Bu yüzden Peygamberimiz (sas), İslam'ın ilk devirlerinde kabır ziyaretirii bütünüyle yasaklamıştı Sonra müslümanların tevhidi ve şirki iyi öğrenmeleriyle; "Size kabır ziyaretini yasaklamıştım, artık kabırleri ziyaret edin; çünkü onlar size âhireti hatırlatır" (Müslim, cenâiz 105,108, edâhi 37; Ebû Dâvûd, cenâiz 75; Tirmizî, cenâiz 60; Nesâî, cenâiz 100,101) buyurdu Böylece hem kabır ziyareti serbest edildi, hem de ziyaret sebebi açıklanmış oldu: Kabırde yatan zatın da birgün diri olduğunu, ölümün, onu sevdiklerinden ayırdığını, kendisinin de nihayet öleceğini, öbür âlemde hesabın, kitabın bulunacağını düşünmek, böylece kalbinin yumuşaması ve isyanların tâata dönüşmesi
Yukarıda anlamını verdiğimiz hadîs kadın erkek ayırmadığı için, bir kısım fıkıhçılar, kadınların da kabırleri, şartlarına uyarak ziyaret etmelerinden sakınca olmadığını söylemişlerdir
Ancak bu konuda değişik görüşte olan bilginler vardır Ebû Dâvûd adlı hadîs kitabında yer alan "Allah Rasûlü (sas) kabırleri ziyaret eden kadınlarla, kabristana mescid yapanlara ve mum yakanlara lânet etti" (Ebû Dâvûd, cenâiz 78; Tirmizî, salât 121; Nesâî, cenâiz 104; Müsned I/225) hadîs-i serîfini değerlendiren bazı âlimler, kabır ziyareti konusunda kadınlara değil, sadece erkeklere izin verildığını söylemişlerdir (bk Davudoğlu, Müslim Serhi V/258 ) Ibn Abdilber: "Ancak bu yasak, kabır ziyaretine izin verilmeden önce olmuş olabilir" dedikten sonra: "Kadın için ocağının başında oturmaktan daha güzel bir şey yoktur Gerçekten bilginlerin çoğu kadınların namaz için mescitlere gitmesini mekruh sayınıslardır Kabristana gitmelerini mekruh görmez olurlar mi? Öyle zannediyoruin ki, cumanın kadınlara farz olmayısi, sırf onları diğer konularda dışarıya çıkmaktan alıkoymak içindir" der
Islâm âlimlerinden bazıları da ihtiyar kadınlarla genç kadınlar arasında ve erkeklere karısınıadan kabır ziyaretine gidenlerle erkeklere karışık ziyaret edenler arasında fark gözetmişlerdir
Kurtubî : "Genç kadınlara kabır ziyaretine çıkmak haramdır Fakat ihtiyar olanlara serbesttir Erkeklerden ayrı olursa kabır ziyareti hepsine câizdir" demektedir (age V/260 )
Buhâri'yi açıklayan Aynî, kabır ziyareti ile ilgili hadîsi açıkladıktan sonra : "Sözün özü, kabır ziyareti kadınlara mekruhtur, hattâ haramdır Hele de Mısır kadınlarına Çünkü onların ziyarete çıkması (gösterişli oldukları için) fitne ve fesada sebeb olabilir Halbuki kabır ziyaretine, âhireti hatırladığı ve geçenlerden ibret almak ve dünyaya dalmamak için izin verilmişti" demektedir (age V/261)
Özetlersek, özellikle Hanefi âlimler, kabır ziyaretine izin veren hadisin daha sonra varid olduğunu, kadını da erkeğide içine aldığını, buna göre kabır ziyaretinin kadın için de caiz bulunduğunu söylerler Ihtiyatli olan ise ziyaret etmemeleridir
Kabır ziyaretine izin verilen ziyaretçi, önce kabre "es-selâmü aleyküm! Ey mü'minler yurdunun toplulugu Biz de insaallah size kavusacağız Allah size de bize de âfiyet versin" diye selâm verir Sonra kabrin ayak tarafında ayakta durur ve Kur'ân okuyarak, Allah'tan, sevabını ona ulaştırrnasini diler, onun için de, kendisi için de, bütün mü'minler için de bağışlanma diler
Elmalı'li merhum; Allah Rasûlü'nün kabır ziyareti öğretisinde ve fıkıh kitaplarının bu konudaki açıklamalarında "ölülerden birşey istemek, yetiş ya fülân, gibi imdat dilemek yoktur, sadece selâm vardır Allah için halka yardım etmek güzel, övgüye değer ve istenen bir is olmakla beraber, halktan istemek, yerilen nahoş bir davranıştır Dirilerden istenmesi câiz olmayan şeyleri ölülerden istemenin hiç yakışmayacağı da son derece açıktır" (Elmalıli IX/6051-52) der Birçok Islâm âlimi, ölülerden birşey istemenin küfür ve şirk olduğunu söyler Çünkü Allah bize "Fâtiha Sûresi" nde, günde en az onyedi defa; "ancak senden yardım isteriz" dedirtir ve bu antlasmayı sürekli yeniletir Artık insanın O'ndan başkasından birşey istemesi, günde onyedi, ya da kırk kez verdiği sözde durmaması anlamına gelir Başkasından yardım isteme meselesi bu kadar önemli olduğu için, Allah onu bu derece çok tekrar ettirmektedir
Artık, evlenemediği, çocuğu olmadığı, ya da yaşamadığı, kocasıyla geçinemediği vs şeyler için, orada buradaki türbelere giden, hiristiyan âdetlerine uyarak, mum yakan, purçuk bağlayan, seker dagitan, mürüvvet arayan zavallılara acımaktan başka birşey yapamadığimiz için, dövünmek gerekir Şahsen biz onların, varsa imanlarıyla beraber bu yolda paralarını da yitirdiklerine ve dertlerine dert katmış olarak döndüklerine inanırız Hacıbayram, Eyüp Sultan, Sehzadebaşı, tellibaba, şu baba, bu baba, falanca dede türbelerine gidenler, cahil ve biçâre insanların, putların önünde secde eder gibi yakarışlarını ve bu cahil bırakılmış duyguları istismar eden bir sürü inanç simsarıni ibretle göreceklerdir
Ancak bu büyük zatlara, bir insan çerçevesi içerisinde olan sevgi ve saygısından ötürü, onları ziyaret edip bir fatiha ile de olsa bir hediye gönderenleri, ölümü yaşar gibi hissedenleri öbürlerinden ayırmak gerekir Peygamberimiz, "Lezzetleri parça parça eden ölümü çok anın!" buyurur (Tirmizî, kiyâme 26, Zühd 4; Nesâî, cenâiz 3; Ibn Mâce, Zühd 31;Müsned N/293)
Az önce sözünü ettiğimiz maksatlarla türbeleri ziyaret edenlere şunu tavsiye edebiliriz: Eğer, Allah'ın bir nimeti olarak İslam'ın önem verdiği tıbbın çâre bulamayacağı bir derdiniz varsa uzun süre helâl rızıkla beslendikten sonra, gecelerin son üçte birinde kalk, abdest al, iki rekat namaz kil, kıbleye dönerek, edep çerçevesi içerisinde Allah'tan, derdine çâre iste, agla, yalvar Bir defa, on defa, yüz defa iste Isteğinin mutlaka duyulduğuna, kaydedildiğine, dilekçene mutlaka cevap verileceğine kesin inanarak iste Bir gün kapıların açıldığını ve arzuna kavuştugunu göreceksin Yine bu maksatla Ramazanları kaçırma Hiçbir gece aksatılmadan bir Ramazan boyunca yapılan nice duânin kabul edildiğini görmüşüzdür Çünkü böyle yapanın Kadir Gecesine isabet edeceği kesindir Ancak şu noktaları unutma: Duân kabul edilmedikçe Allah'a kırılma, usanma, israr et ve kabul olunacağına kesin gözüyle bak Allah duâdaki ısrarı sever, bununla övünür(Kabır ziyareti konusunda geniş bilgi için bk Hattab es-Subkî, el-Menhel IX/102)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YEMEK ÂDÂBI

İslâm dini, Müslümanın günlük hayatının düzenli bir şekilde olmasını istemiş ve bu hususu Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerle açıklamıştır
Günlük yaşayış hakkında Peygamber Efendimiz (as)'den rivayet edilen Hadislerden pek çoğu yemek âdâbına dâirdir Rasûlüllah (as) her işine Allah Teâlâ'nın ism-i şerifini zikrederek başlamayı severdi Bu mübarek âdetleri, yemeğe başlarken de aynıydı Yemekten evvel ellerini yıkamayı ihmal etmez, sağ eliyle ve önünden yerdi Başlarken "Bismillâh" veya "Bismillâhirrahmânirrahîm" derdi (Buhârî, Et'ime, 2) Hz Peygamber (as), yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutan kimsenin "Bismillâhi evvelehü ve âhırehü" demesini tavsiye buyurmuştur (Ebû Dâvud, III, 475)
Hz Peygamber (as) yemeğin önünden yenmesini isteyerek, aynı tabaktan yemek yeniden bir sofrada, başkasının önüne uzanmanın çok çirkin olduğunu belirtmiştir Sahabe,
"Yâ Rasûlüllah! Yiyoruz da karnımız doymuyor" diye sorduklarında Hz Peygamber (as) "İhtimal ki ayrı ayrı yiyorsunuz"buyurdu; "Evet" karşılığını verdiklerinde Peygamber Efendimiz "Bir arada yeyiniz; besmele çekiniz, yemeğiniz bereketli olur" buyuruyorlar (Ebû Dâvud, İmâre, 20)
Yemek âdâbı konusunda dikkat edilmesi gereken diğer hususlar, maddeler halinde şöylece sıralanabilir:
a- Lokmayı, ağıza göre almalı ve iyice çiğnedikten sonra yutmalı;
b- Lokmayı, yutmadıkça ikinci lokmayı el uzatmamalı;
c-Ekmeği dişlerle koparmamalı;
d- Ağızda ekmek varken kimse ile konuşmamalı;
e- Yemeğin soğutulması için içine üflememeli;
f- Başkalarını tiksindirecek, iğrendirecek davranışlarda bulunmamalı;
g- Başkalarının lokmasına ve yemesine bakmamalı;
h- Lokmayı ağıza koyarken, başı tabağa doğru uzatmamalı;
ı-Yemekte israf etmemeli, lokmayı ve verilen yemeği bitirmeye çalışmalı;
i- Ağızdan bir şey çıkarmak gerekirse, yüzü sofradan çevirmeli ve o şeyi sol el ile olmalı;
j- Koparılan lokmayı yemeklerin içine banarken dikkat etmeli, parmakların yemeğe girmemesini sağlamalı;
k- Toplu yemek yenirken, herkesin yeyip bitirmesini beklemeli, daha önce sofradan el çekilmemeli ve kaldırılmamalı;
l- Yemeğe önce yaşça veya mevki yönüyle büyük olan kişinin başlamasını beklemeli;
m- Sokaklarda ve ayakta ekmek yememeğe dikkat edilmeli;
n-Ekmek kırıntılarının nimet olduğunu unutmamalı ve onlara gereken özen gösterilmeli;
o- Yemek yeme işi bitince Allah'ın verdiği bunca nimetle karşı bir şükür ifadesi olarak dua etmeli ve kısaca "Elhamdülillah" demeli ;
ö- Yemekten sonra eller iyice yıkanmalı, dişler fırça veya misvak ile temizlenmelidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YEMEK DUÂSI

Hz Peygamber (as), yemeklerden sonra pek çok dua yapmıştır Bu sebeple yemek duası ile ilgili oldukça çok hadis-i şerifler mevcuttur Bu duaların bir kısmını birleştirerek okumakta fayda vardır şöyle ki:
"Bize yediren, içeren, Müslüman olmayı nasib eden Allah'a hamdolsun" (Ebû Dâvud III, 475) Âllah'ım! Bize bu yediğimiz yemek sebebiyle bereket ver, hakkımızda bu yemeği mübarek kıl Bize bu yemekten daha hayırlı olanını yedir" (Tirmizî, Daavat, 55) "Bize rızık ver, sen rızık verenlerin en hayırlısını" (Maide, 5/114) Allahım! Biz senden nimetin tamamını, kusursuz ümmeti ve ayetin devamını istiyoruz" (Ebu Davud III, 501)
Enes b Mâlik (ra) anlatıyor: Rasûlüllah (as) şöyle buyurdu: "Yemeğini yedikten sonra şu şekilde duâ eden kimsenin geçmiş günahları bağışlanır"
"Sarfedilen güç ve kuvvet bana ait olmadığı halde bu nimeti bana yediren, bana rızık olarak takdir buyuran Allah'â hamd olsun"(Tirmizî, Daavât, 56)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YEMIN Sağl el; bereket; güç, kuvvet ve güzel mevki, yaralayıcı; kişinin bir haberi kuvvetlendirmek veya bir işi yapıp yapmamak hususundaki azım ve iddiaya güç vermek için Allah'a kasem ya da boşama ve köle azadı gibi bir şeye bağlamak suretiyle akit etmesi anlamında bir fıkıh terimi
Yemin daha çok Allah'ın isimleri veya zâtî sıfatlarından birisi anılarak yapılan kasem için kullanılır Talâka veya köle âzadına bağlı olanların yemin olup almadığı tartışmalıdır (Kasânî, Bedâiu's-Sanâi,III, 2)
Kasem ve hılf kelimeleri arasında nüanslar olmakla birlikte "yemin" ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadırlar (Kâsânî, ayer; Lisânu'l Arab, XIII, 462) Türkçe'de bazan yemin yerine "and içmek" tabirinin kullanıldığı görülmektedir
Bu mefhumun, kelimenin anlamı ile irtibatı; yeminin söze güç kuvvet katması ve yeminleşenlerin sağl ellerini birbirlerine vurmalarıdır (Mevsılî, el-Ihtiyâr, IV, 45)
Yemin, akitlerde ve husûmetlerde sözü te'kid için meşrudur Meşrûtiyeti Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnetle sabittir Kur'ân'ın bir çok sûresi değişik cisimler üzerine yapılan yeminlerle başlar Tin, Şems, Fecr sûreleri bu kabıldendir Bakara sûresinin 225 ve Mâide sûresinin 89 âyetinde Allah Teâlâ'nın, yemin-i lağv sebebiyle kullarını mülahaza etmeyeceği bildirilmektedir Yine Mâide sûresinin 89 âyetinde sorumluluk getiren yeminin mûn'akıde yemini olduğu ifade edilmekte, yeminlere riayet emedilmekte ve yeminini bozanların nasıl keffaret ödeyecekleri beyan edilmektedir Bunların yanısıra; Nahl (16) 38, 92, 94; Âlu Imran (3) 77; Mâide (5) 53, 108; En'am (6) 109; Tevbe (9) 12,13; Nur (24) 53; Fatır (35) 42; Mücâdele (58) 16; Münafıkûn (63) 2; âyetleri de yeminin meşrûtiyetinin Kur'ân'dan delilleridir
Hz Peygamber bir hadisinde ümmetine, babalar ve putlar adına yemin etmemelerini, yemin edeceklerse Allah adına yemin etmelerini ya da hiç yemin etmemelerini emretmiştir (Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 7; Tirmizî, Nuzur, 8)
Rasûlüllah bizzat kendisi de yemin etmiştir Onun yemin ederken en çok kullandığı tabirlerden birisi: "Nefsime veya Muhammed'in nefsine sahip olana yemin ederim ki "dir (Örnek olarak bkz Ibn Mâce, Keffaret 1; Ahmed b Hanbel, age, IV, 16)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
YEMIN ÇEŞİTLERİ Yeminler önce Allah adına edilenler ve Allah'tan başkası adına edilenler olmak üzere ikiye ayrılırlar Allah adına edilen yeminler de kendi aralarında taksime tabidirler
Allah adına edilen yeminler:
Kasem suretiyle Allah adına yeminler "Allah" ya da "Izzet, celal, azamet" gibi zati sıfatlarının başına "ba, va, ta" harflerinin birisini getirmek suretiyle yapılır (Mevsılî, age, IV, 49, 50; Şirbinî, Muğni'l-Muhtaç, IV, 320, 312) Müslümanlar arasında en çok kullanılan yemin yafızları: "Vallâhi, billâhi ve tallâhi" sözcükleridir
Allah'ın isim ve zatî sıfatlarının dışında hiçbir şeye yemin edilmez Hanefilere göre, Nebi, Kur'ân, Kâbe gibi Müslümanlarca kutsal olan varlıklar adına da yemin edilmesi caiz değildir (Kâsânî age, III, 5-10; Merginânî, el-Hidâye," II, 72; Mevsıli; IV, 51)
Imam Şâfiî, Imam Mâlik ve Imam Ahmed b Hanbel'e göre Kur'ân, Kur'ân âyetleri ve Mushaf adına edilen yeminler mûteberdir Bozulması halinde keffareti gerektirir (Ibn Kudâme, el-Muğnî, XI,194,195) Hanbelîlere göre Kâbe ve diğer yaratıklar adına yemin etmek caiz değilse de, Peygamber adına yemin etmek caizdir Bozulması keffareti gerektirir (Ibn Kudâme, age, XI, 210)
Yeminin mûteber olması için mutlaka arapça olması şart değildir Diğer dillerle de yemin edilebilir Kaynaklar farsça bazı tabirlerle yemin edilebileceğine işaret etmişlerdir (bkz Merginânî, age, II, 74; Fetâve'l-Kâdihan, II, 7; el-Fetâve'l-Hindîye, II, 57)
Buna göre Türkçe'de kullanılan "yemin ederim, kasem ederim, and içerim" gibi sözler de yemin sayılır Ancak "mukaddesâtım adına, şerefim üzerine and içerim" gibi sözlerin yemin olmaması gerekir Çünkü Allah'ın adı veya sıfatları adına yapılmamıştır Merginânî, hangi sözlerle yemin edip edilemeyeceğinin örfe bağlı olduğunu söylemektedir (Merginânî, age, ay) Bu sözcükler bugün ülkemizde bazı ortamlarda yemin için mâruf hale gelmişlerse de yaygın bir örf saymak mümkün değildir
Bunların dışında, kişinin mübah olan bir şeyi kendisine haram kılması veya birşeyi yaptığı ya da yapmadığı takdirde, yahudi, hristiyan vs olacağını yemin kasdıyla söylemesi de bir yemindir (Merginânî, age, II, 74; Mevsilî, age, IV, 52, 53)
Imam Şâfiî, Imam Mâlik ve Ahmed b Hanbel'den nakledilen bir görüşe göre bu tür sözler yemin sayılmaz, dolayısıyla bozulması durumunda keffaret gerekmez (Ibn Kudâme, a,ge, XI, 199, 200; Şirbinî, Muğni'l-Muhtâc, IV, 324; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî ve Edilletühû, III, 344)
Allah adı anılarak edilen yeminler ğamûs, lağv ve mün'akıde olmak üzere üç çeşittir;
Ğamûs yemin:
Ğamûs yemin; geçmişteki veya bu zamandaki bir olayın ilgili olarak, bile bile yalan yere yemin,etmektir Mesela bir kimsenin, borcunu ödemediğini bildiği halde "ödedim" diye veya hâli hazırda cebinde parası olduğu halde parasının olmadığını söyleyerek yemin etmesi birer ğamûs yeminidir Böyle bir yemin büyük bir günahtır Allah (cc) Imran suresinin 77 âyetinde; "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlara gelince; işte bunların ahirette bir nasibi yoktur Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır Onlar için elem verici bir azap vardır" buyurmaktadır Eş'as bin Kays'ın bildirdiğine göre, bu âyet kendisine ait bir kuyuda amcasının oğlunun hak iddia etmesi ve onun beyyine getirmediğini takdirde amcası oğlunun yalan yere yemin edebileceğini söylemesi üzerine nazil olmuştur (Ebû Dâvud, Sünen, Eymân, 1; Ibn Kudâme, age, XII, 122) Hz Peygamber (sav) bir çok hadisinde yalan yere başkasının malını almak için yemin etmenin Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, anaya babaya isyan etmek gibi büyük günahlardan olduğunu, böyle yemin edenlerin Cennet'ten mahrum olup, Cehennem'i hak ettiklerini, dolayısıyla oradaki yerlerine hazırlanmaları gerektiğini haber vermektedir (bkz Buhârî, Eyman, 16, 18, el-Mürteddin, 1; Müslim, Iman, 220, 221; Ebu Dâvud, Eyman, 1 ; Tirmizî, Büyü, 42; Ibn Mâce, Ahkâm, 7; Ahmed b Hanbel, I, 379, 442, V 211, 212; Zeylâî, Nasbu'r-Râye, III, 292, 293)
Hanefi, Hanbelî ve Malıkilere göre ğamûs yemininden dolayı keffaret yoktur Yemin eden kişi Allah'tan af dilemeli, tevbe istiğfar etmelidir Çünkü bu yemin Allah'a karşı büyük bir cür'ettir, onu hafife almaktır; böyle büyük bir günahın keffaretle giderilmesi mümkün değildir Hz Peygamber (sav) bir hadisinde beş şeyden dolayı keffaret olmadığını söylemiş ve kişinin uymak zorunda olduğu yemini bunlardan saymıştır (Şevkânî, Neylü'l-Evtar, VIII, 264) Buradaki kefaretin olmayışından maksat, bu yeminin günahını kefaretin silemeyeceğidir Kâsanî (v 587/1191) tevbe ve istiğfarın, ğamûs yemininin keffareti olduğunu söylemektedir (Kâsânî, age, III,15) Şâfiîlere göre bu yeminden dolayı keffaret gerekir (Merginânî, age, II, 72; Ibn Kudâme, XI, 178; Şirbinî, age, IV; 325)
Lağv Yemin:
Lağv yemini Hanefilere göre-yanlışlıkla edilen, yani sahibinin söylediği sözün hakikat dışı olduğu halde, doğru olduğunu zannederek ettiği yemindir Bu yemin de hem geçmiş ve hem de şimdiki zamanla ilgili olabilir Meselâ borcunu ödemediği halde, ödediğini zannederek, veya cebinde para olduğu halde olmadığını zannederek yemin eden kişinin ettiği yemin, lağv yemindir (Kâsânî, age" III, 17; Merginânî, age, II, 72; Mevsılî, age, IV, 46) Hanefîlerin bu anlayışı bir çok sahabe ve tabiinden nakledilmiştir (bkz Zeylâi, Nasbu'r-Râye, III, 293)
Şâfiîlere göre lağv yemini, konuşma esnasında kasıt olmadan insanın ağzından çıkan "hayır vallahi, evet vallahi" gibi yeminlerdir (Şirbinî, age, IV, 324, 325) Lağv yemininin bu şekildeki izahı Hz Âişe tarafından Hz Peygamber'den nakledilmiştir (Buhârî, Eyman,15; Ebû Dâvud, Eyman, 6)
Hz Peygamber'den lağv yemini için başka izahlar da rivâyet edilmiştir Meselâ bir hadiste: "Âtıcıların yemini lağvdır, onun için keffaret yoktur" buyurmuştur (Heytemî, Mecmua'z-Zevaid, IV, 185)
Alimler kendi anladıkları lağv yemininden dolayı günah ve keffaret olmadığında hemfikirdirler Çünkü Allah (cc) lağv yemininden dolayı kulunun muaheze edilmeyeceğini bildirmiştir (Mâide, 5/89)
Şâfiiler, Hanefilerin lağv yemini dedikleri yeminleri bu grup içinde kabul etmedikleri için, doğru zannedilerek edilen yeminlerden dolayı da kefaretin gerekli olduğu kanaatindedirler
Mün'akıde yemini:
Mün'akide yemini bir şeyi yapmak veya yapmamak için edilen yemindir Bu yemin gelecek ile ilgilidir Bir kimsenin "yarın falan yere gideceğine" veya "falan kişiyle bir daha konuşmayacağına" yemin etmesi bu kabıldendir
Mün'akide yemini kendi arasında, mürsel, muvakkat ve fevr olmak üzere üçe ayrılır
1- Mürsel yemin: Bir fiili yapıp yapmamayı zamana bağlamadan edilen yemindir Meselâ, bir işi yapacağına yemin eden ama bunu zamana bağlamayan kişinin ettiği yemin mürseldir Ölüm anına kadar ettiği şeyi yapıp yemininden kurtulabilir Belirli bir sürenin geçmesi ile yemini bozmuş sayılmaz
Bu yemine "mutlak yemin" de denilir
2- Muvakkat yemin: Bir zamana bağlı olarak edilen yemindir Bu yemin, filin bağlandığı zamanla kayıtlıdır Zamanın dolması ile yeminin hükmü sona erer Meselâ bir meyveyi üç gün yemeyeceğine yemin eden kişi, üç gün dolduktan sonra o meyveyi yese yeminini bozmuş sayılmaz
Belirli bir süre içinde bir şeye yapmaya yemin eden kişi o kişi ön gördüğü süre içinde yaparsa yemininden kurtulmuş olur O süre içinde yapmazsa, daha sonra yapsa bile yeminini bozmuştur; keffaret ödemesi gerekir Şayet yemin eden kişi süre dolmadan ölürse, Ebû Hanife ve Muhammed'e göre yeminini bozmuş olmaz Ebû Yusuf'a göre bozmuş olur
Bu yemine "mukayyed yemin" de denilir
3- Fevr yemin: Bir sebebe bağlı olarak edilen yemindir Başka deyişle; kendisi ile gelecek değil şimdiki zaman kasdedildiğine karıneler bulunan yemindir Bir soruya cevap verirken edilen yemin bu kabıldendir Meselâ yemek yiyenlerin yanlarına gelen birisine "buyur ye" demelerine karşılık onun "vallahi yemem" demesi fevr yeminidir Gelecekle değil o anla ilgilidir Dolayısıyla daha sonra bir şey yemesi ile yeminini bozmuş olmaz (Tahânevî, Keşşafu Istılahâti'l-Fünûn, II, 1549, 1550; Muhammed Ravas Kal'acî, Hamid Sadık Kuneybî, Mu'cemu Lüğâti'l-Fukahâ, 514)
Mün'akide yemininde yeminin gereğini yapmaya berr, yapmamaya bârr, yemini bozmaya hins, bozana da hânis denilir Bu türden bir yeminin gereğini yapan kişi yemininden kurtulmuş olur Yemininde hânis olan kişiye ise keffaret gerekir Yeminde aslolan ona sadakat göstermektir Ancak bu, yemin edilen şeyin dinî hükmüne göre farklılık gösterebilir
Yemine sadakat gösterme konusunu alimler beş grupta ele almışlardır:
1- Uyulması vacipolan yeminler: Farz olan bir ibadeti yapmak veya masum bir insanı ölümden kurtarmak, ya da bir haramı terk etmek için yapılan yeminleri yerine getirmek farzdır Çünkü Hz Peygamber (sav) "Âllah'a itaat etmek üzere yemin eden kişi itaat etsin" buyurmuştur Bu kabılden olan bir yeminin gereğini yerine getirmeyen kişi günahkar olmuştur; tevbe ve istiğfar etmesi icab eder, ayrıca yemin keffareti ödemesi gerekir
2- Edilmesi haram, uyulmaması cevap olan yeminler:
Bir farzı terk etmek veya bir haramı işlemek için yemin etmek haram bir yemindir, bozulması farzdır Dolayısıyla, meselâ ana babası ile konuşmamaya yemin eden kişi, onlarla konuşacak, yani yeminini bozacak ama yemin keffareti ödeyecektir Ayrıca haram birşeyi yapmaya yemin ettiği için tevbe istiğfar edecektir Hz Peygamber; Bir şeye yemin edip de, başkasını daha hayırlı gören kişi yemininden dolayı keffaret ödesin, sonra da o hayırlı olan şeyi yapsın"buyurmuştur (Nesâî, Eyman, 41; Ebû Dâvud, Eyman, 12)
Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Rabbe isyanda, sılayı rahmi kesmekte ve mâlik olmadığın şeyde sana yemin de, nezir de yoktur" (Ebû Davud Eyman, 12; Nesâi, Eyman, 17; Ibn Mâce, Keffaret, 8; Ahmed b Hanbel, II, 185, 202)
Şâ'bî'ye göre haram bir fiili işlemek üzere yemin eden kişi yeminini bozar, yani o haramı işlemez Ayrıca keffaret ödemesine de gerek yoktur Çünkü Hz Peygamber kişinin haramı işlememesinin yeminine keffaret olduğunu söylemiştir (Ebû Davud, Eyman, 12)
Hanefiler mün'akide yemininden dolayı kulların sorumlu tutulacağı bildiren âyetin zahirine dayanmaktadırlar (Mâide, 89)
3- Uyulması mendup olan yeminler: Bir maslahata müteallik olan yeminlerdir
Yapılması mendup olan bir fiili işlemek için edilen bir yemine uymak da menduptur Böyle bir yeminin bozulması mekruhtur, keffaret gerekir
4- Mübah olan yeminler:
Mübah olan bir işi yapmak veya yapmamak, ya da doğru olan bir haber üzerine yemin etmek mübahtır Böyle bir yeminin bozulması efdaldır Bozulursa keffaret gerekir
5- Mekruh olan yeminler:
Mekruh olan bir fiili işlemek veya mendubu terketmek için yemin etmek mekruhtur Alış veriş esnasında yemin etmek de mekruhtur Böyle bir yeminin bozulup keffaret ödenmesi efdaldır Yemine sadakat ise mekruhtur (Kâsânî, age, III, 17, 18; Ibn Kudâme, el Muğnî, II, 167; Necati Yeniel-Hüseyin Kayapınar, Süneni Ebû Davud Terceme ve Şerhi, XII, 236)
Hanefî ve Malıkilere göre unutarak, hataen, ikrah yoluyla ve yemin kasdı olmadan edilen yeminler mûteberdir Çünkü yukarıda işaret edilen ayet mutlaktır Yeminin kasda dayanıp dayanmaması konusunda bir kayıt mevcut değildir Ayrıca Hz Peygamber (sav) bir hadisinde; yemin, talak ve nikahın ciddisinin de, ciddi sanıldığını haber vermişlerdir (Ebu Davud, Talak; 9; Tirmizi, Talak, 9; Ibn Mâce, Talak, 13; Kâsânî, age, III,18; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî ve Edilletuhû, III, 367)
Şâfiî ve Hanbelîlere göre yeminini unutarak bozan kişi, yemininde hânis sayılmaz Dolayısıyla kendisine keffaret icab etmez Delilleri, kulların hataen yaptıklarından dolayı günah olmadığını bildiren ayetle (Ahzab, 5) Müslümanların hatâen, unutarak ve ikrah yoluyla işlediklerinden dolayı sorumlu tutulmayacaklarını bildiren hadistir (Ibn Mâce, Talak, 16)
Ikrah yoluyla yeminini bozan kişi, Ebû Hanife ve Mâlik'e göre keffaret öder; Ahmed b Hanbel ‚e göre ödemez Imam Şâfiî'den ise bu konuda iki ayrı görüş nakledilmiştir (Ibn Kudâme, age, XI, 177, 178)
Yemin edildikten sonra hemen peşinden "inşallah" denilirse, bozulması halinde keffaret gerekmez Çünkü Hz Peygamber (sav) "Yemin edip de istisna eden (Inşallah diyen) isterse, döner,isterse yemini bozmadan terk eder" buyurmuştur (Ebû Davud, Eyman, 9; Nesâî, Eyman,18; Ahmed b Hanbel, II, 6, 49) Ancak bu hükmün geçerliliği yeminle "inşallah" demenin arasında konuşulmamasına veya konuşacak kadar susulmamasına bağlıdır
Ibn Kudame'nin bildirdiğine göre "inşallah" denildiğinde kefaretin gerekmeyeceğinde dön mezhep müttefiktir (Ibn Kudâme, age, XI, 227)
__________________
 
Üst Alt