Namazda huşu

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
NAMAZDA HUŞU












sahabenin namazı (m.emin yıldırım)





namaz-009-01.jpg




M. Emin Yıldırım


Araştırmacı - Yazar


m.eminyildirim@mynet.com




El-Hakim olan Allah (c.c.) bizlere ulaştırdığı her emir ve yasağında hikmetler gözetir. O’nun hikmetinden sual olunmaz, ama O, hikmetsiz de bir iş yapmaz. Mümin insana düşen, bu hikmetleri araştırıp öğrenmektir. Çünkü ibadetlerin hikmetini öğrenmek, amellere başka bir tat kazandırır. Bu manada, günün beş vaktinde her Müslüman’ın kılmaya çalıştığı dinin direği olan namazın hikmeti nedir?


Bu soruya Kur’ân, namazın bir hikmetini belirterek, şöyle cevap verir:


“Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz; insanı her türlü hayâsızlıktan / çirkinlikten ve kötülükten alıkoyar” (Ankebut/45)


Peki, kıldığımız namazlar, bu sayılan güzel hasletleri bizlere kazandırıyor mu? Gerçekten beş vakit Allah’ın huzurunda durduğumuz halde, hayatlarımız namaz ile denetim altına alınabiliyor ve bu büyük kalkan tarafından korunabiliyor mu?


Bu sorulara gönülden “evet” diyemeyeceğimize göre, Efendimizin (s.a.v.) mübarek ellerinde yetişmiş ilk ve örnek nesil olan sahabelerin namazlarına bakmak zorundayız. Acaba, onların namazları ile bizim namazlarımız arasında nasıl bir fark var? Bu soruya belki çok çeşitli cevaplar verilebilir, ama bizce bu fark, yeterince huşu ve haşyet hâlinin olmamasına bağlıdır. Sahabe neslinin namazlarına huşu hâkim iken, ne yazık ki bizim namazlarımızda bu önemli özellik ihmal edilmektedir.


O halde, bu çağın inanan insanları olarak, hep beraber, namazlarımızda kaybolan bu önemli değeri yeniden inşa etmeye çalışmalı ve kaybolmaya yüz tutmuş namazlarımızı yeniden diriltmenin yollarını aramalıyız. Bu noktada “huşu ve haşyeti nasıl elde edebiliriz?” sorusunu sormalı ve buna doğru cevaplar bulmalıyız. İşte böyle bir gayret, bizi şu beş önemli noktaya getirecektir.


1. Tefehhüm: Bu ifade, yapılan ibadetin önem ve mahiyetini iyice anlamak ve kavramak demektir. Buna biz marifet de diyebiliriz. Namaza hak ettiği değer ve önemi verebilmek, Allah’ın ve Peygamber’inin bu ibadete yüklemiş olduğu kıymetin farkına varmak ve buna uygun bir kamet/duruş geliştirebilmektir. Etraftan duyduğumuz bilgilerle yetinmeyip namaz konusunda yazılan kitapları okumak, hiç değilse salât kelimesine Kur’an’ın yüklemiş olduğu anlamları öğrenerek, buna göre bir namaz bilinci oluşturabilmektir.


2. Huzur-u Kalp: Doğru bir tefehhümden sonra, namazda ceset-kalp bütünlüğünü sağlayabilmek huşuun ikinci şartıdır. Kalp huzuru zor olsa da imkânsız değildir; insanın amansız düşmanları olan nefse ve şeytanlara karşı vereceği mücadelenin meyvesidir. Eğer huzur-u kalp sağlanabilirse, insana bir gönül neşvesi meydana getirecektir. Bu neşve, aynen sahabe gibi, namazlardan zevk alma, namaza acıkma, onu özleme ve ona susama gibi şu an belki anlamakta zorlanacağımız özellikleri bize kazandıracaktır.


namaz-009-02.jpg



3-Ta’zîm: Namaz için kendisine yöneldiğimiz en üstün otoritenin karşısında, O’na yakışır bir saygı içerisinde olabilmektir. O makamın büyüklüğünün, kendimizin ise küçüklüğünün farkına vararak oraya yönelebilmektir. Seccadelerin karşısında tir tir titreyebilmek, sorumluluğun ve bize yüklenen emanetin ağırlığının bilincinde olabilmektir. Böyle bir şuur, sahabede uyandırdığı etki gibi, Allah karşısında titremeyi, ama başka hiçbir şeye eyvallah dememeyi sağlayacaktır.


4-Hayâ: Namaz için yöneldiğimiz makamdan hayâ edebilmek, o yüce otoriteden gereğince utanabilmek, O’nu hoşnutsuz edecek her türlü söz, fiil ve düşüncelerden uzak kalabilmektir. Allah’ın karşısında çekinerek durabilmek ve Hz. Osman gibi hayâyı kuşanarak hayatın tamamına onu hâkim kılabilmektir.
5-Recâ: Huşuun sağlanabilmesinin son şartı recâdır. Eldeki tüm imkânları kullandıktan sonra ümitsizliğe kapılmamak, ne yapsam olmuyor diye vesveselere davetiye çıkarmamak, eşsiz merhametin ve şefkatin kaynağı olan Rabbimizin namazlarımızı kabul edeceğini ümit etmektir.



İnşallah, bu önemli hususlara yeterince riayet edebilirsek, bizler de o ilk ve örnek nesil gibi namazlarımızdan gereğince istifade edecek, o namazlarla hem dünyamızı hem de ahiretimizi imar edeceğiz.
 

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Huzura yolculuk: Namaz (ali akpinar)




HUZURA YOLCULUK: NAMAZ

Prof. Dr. Ali Akpınar

temmuz_2006_19.jpg
Namaz Nedir?
Namaz, Yüce Yaratıcının huzu-runa çıkıp O'nun olduğumuzu göstermenin adıdır. Namaz huzu-ra varış, huzura çıkış, huzurda du-ruş, huzurda doluş, huzurda huzu-ra eriş ve huzurdan hayata geliştir. O'nunla söyleşinin, O'na ait olu-şumuzun göstergesidir namaz.
Namaz dinin direğidir, mü'mi-nin miracıdır, müslümanın yolunu aydınlatan nurudur, kişi ile küfür arasındaki en büyük settir. Namaz mümin olmanın gereğidir, imanın pratiğidir.
Niçin Namaz Kılarız/Kılmalıyız?
O'na muhtaç olduğumuz için.. O'nsuz olamayacağımız için.. O'nun huzuruna çıkıp dolmaya ihtiyacımız olduğu için.. O'nun huzurunda huzura erdiğimiz için.. Bunca nimetlerine karşı O'na şük-rümüzü göstermek için..
O'nun huzuruna çıkıp içimizi O'na dökebilmek için.. O'nunla iletişim kurup konuşabilmek için..
Tüm her şeyden kopup yalnız-ca O'nun olduğumuzu ispat et-mek için.. Eninde sonunda O'na döneceğimizi kendimize hatırlat-mak için..
O, bizi seviyor; sevgisini göster-mek için bizi var etti, bunca ni-metlerini bahşetti.. Biz de O'nu se-viyoruz; O'na olan sevgimizi gös-termek için namaz kılar ibadet ederiz.
Nasıl Namaz Kılmalıyız?
Önce Abdest
Mademki Yüce Yaratıcının hu-zuruna çıkacağız, o halde maddî ve manevî tüm kirlerden arınma-lıyız önce. Elimizi yıkarken elimiz-le işlediğimiz günahlardan ve eli-mize bulaşan kirlerden.. Ağzımızla işlediğimiz gıybet, yalan ve kötü söz gibi günahlardan.. Yüzümüzü yıkarken gözümüz ve yüzümüzle işlediğimiz günahlardan.. Başka-larına yüz suyu döküşlerimizden.. Harama bakışlarımızdan.. Başı-mızı mesh ederken, kötü düşünce ve kurgularımızdan.. Duyduğu-muz kötü ses ve söz cürümlerin-den.. Ayaklarımızı yıkarken, ha-rama/günaha adım atışlarımız-dan.. Tüm organlarımızla işledi-ğimiz bütün günahlardan ve onla-ra bulaşan tüm kirlerden arınarak bir abdest almalı önce.
Sonra kıbleye yönelip huzura çıkıyoruz. Kıble, Ka'be'nin bulun-duğu taraf. Ka'be, Allah'ın evi. Tabi ki sembolik anlamda. Oraya yönelmekle, O'na yönelmiş olu-yoruz, O'na misafir oluyoruz, O'nun kutsal evinin konukları ola-rak O'nun huzuruna çıkıyoruz. Anlayan ve bu doluluğu yaşayana bu ne büyük bir saadet!
Fizikî olarak ne kadar uzağında olursak olalım gözlerimizin önüne Ka'be geliyor, gönlümüz O'na açı-lıp yöneliyor, Cenneti sağımıza Cehennemi solumuza alıyoruz.. Sanki ayaklarımızın altında Sırat köprüsü.. Ve ölüm Meleği hemen ardımızda bizim namazı bitirip se-lam vermemizi bekliyor.. Sanki son namazımızı kılıyoruz. İşte hep bu bilinç içerisinde namazı kıl-mak, namazı yaşamak, namazda olmak ve namazla dolmak.
Neveytü en üsalliye lillahi Teâ-lâ diyoruz. Yani niyet ettim Yüce Allah için namaz kılmaya. Evet sadece O'nun için, başka hiç bir kimse ve hiçbir gaye için değil. Zi-ra biz, "benim namazım, iba-detlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan, eşi or-tağı olmayan Allah içindir"(1) diyenleriz.
Ardından tekbirle O'nu anıyo-ruz ve O'nu büyüklüyoruz. Allahü Ekber. Allah, yegane büyüktür. Bununla tüm büyüklük taslayan-ların istikbârını yıkıyoruz ve yal-nızca O'nun büyüklüğünü haykı-rıyoruz. Sadece dilimizle değil, tüm yüreğimizle ve davranışları-mızla bunu ilan ediyoruz. Büyük-sün büyük, büyüksün büyük.. Bü-yükler, senin yanında kalır küçük.. Artık bizi, O yegane büyük olan çekip çevirecek ve yönetecektir.
Tekbirle birlikte ellerimizin ter-siyle dünya ve içindekileri, bizi O'n-dan alıkoymak isteyenleri, O'nun dışındaki her şeyi, O'ndan başka tüm sevgileri ve sevgilileri, O'nun gayrisi olan tüm etkili ve yetkilileri arkamıza atıyoruz. Başlangıç tek-biri olan bu tahrime ile, O'nun huzurunda durmaya ve O'nun ol-maya aykırı olan her şeyi kendi-mize haram/yasak kılıyoruz.
Peygamberimizin bize öğrettiği Sübhaneke duasıyla O'nu yücel-tiyor, en anlamlı cümlelerle O'nu anıyor, tevhidi haykırıyoruz.
Ardından çekeceğimiz Eûzü Besmele ile Yaratana sığınıyo-ruz, kovulmuş şeytandan ve tüm kötülük odaklarından. Sonra O'nun rahmet ve merhametine güvenip dayanarak O'nun adıyla başlıyor, O'nun yardımına sığını-yoruz.
Kitabın anası, özü, önsözü, özeti olan Fatiha sûresini okuyo-ruz, yahut o kutlu sûrenin mesaj yüklü ayetleriyle gönlümüzü ve beynimizi dokuyoruz. İçtenlikle okuduğumuz bu dualara melek-lerle birlikte âmin diyoruz. Neyi okuduğumuzu, neye ve kimlerle âmin dediğimizi fark ediyoruz. Çünkü o sûre okunmadan, o sûre ile donanmadan namazımız eksik olacak. Onun için hakkını vererek Fatiha sûresini okuyoruz.
Ardından Kitabımızdan bir başka sûre yahut ayetlerle Yara-tıcımızla söyleşimizi sürdürüyo-ruz. Kitabımızın Fatiha dışındaki sûre ve ayetleriyle de irtibatlı ol-duğumuzu ortaya koyuyoruz.
Yeni bir tekbirle rukû'a varı-yoruz. Tekbirler sürekli tekrarlanı-yor namazın içerisinde. Her bir tekbirle yenilenip kendimize geli-yoruz. Her tekbir yeni bir uyarı ve yeniden kendine geliştir. Yalnızca O'nun huzurunda eğildiğimizi gösterirken, O'ndan başkasına yüzsuyu dökmeyeceğimizi de ilan ediyoruz. O'na yakın olduğumuz bu halde Sübhane Rabbiye'l Azîm diyerek O'nu büyüklüyor ve yüceltiyoruz, hem de tekrar tekrar.
Semiallâhü limen hamideh. Hamdedenin hamdini işitir Allah, sözüyle irkiliyoruz. Çünkü bizim her söylediğimizi işittiği gibi O, şu andaki hamd ve şükrümüzü de işitmiştir. O'na göre, O'nunla ko-nuştuğumuzun farkında ve söyle-diklerimizin doğrudan O'na çıka-cağının bilincinde titreyip kendi-mize geliyoruz. Elbette O, hamd-leri işitir ve O'na yaraşır bir şekilde yapılan hamd ve şükürlerin karşı-lığını verir.
O'nun bizi duyduğunu ve bi-zim O'ndan istediklerimizin gere-ğini yapacağına inanarak en an-lamlı bir şekilde şöyle hamde-diyoruz: Allahümme Rabbenâ ve leke'l-hamd. Allahım, ey bi-zim Rabbimiz, tüm övgü ve senâ-ları yalnızca Sana has kılarız. Sen nasılsan öylece Seni överiz ve ina-nırız ki Sen kendini övdüğün gibi-sin ve nasılsan işte öylesin.
Bu anlamlı ifadeler karşısında, onların ağırlığı karşısında daha fazla ayakta kalamayarak yeni bir tekbirle yenilenebilir ümidiyle yerlere kapanıp secdeye varıyo-ruz. Kul olarak küçülebildiğimiz kadar kıvrılıp küçülüyor, küçül-dükçe O'nun büyüklüğünü kavrı-yor ve şöyle inliyoruz: Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ. Sen ne yücesin Rabbim, Seni tesbih eder, Seni Sana yaraşmayan ayıp ve kusur-lardan tenzih ederim.
Secde kulun Rabbine en ya-kın olduğu andır, bu yüzden ola-bildiğince O'na yakın olduğumuz bu ânı uzatmaya çalışıyoruz, birin-ci secde ile yetinmeyip tekrar sec-deye varıyor ve böylece kullu-ğumuzu pekiştiriyoruz.
Sonra ikinci rekat, yeniden Fatiha ve sûre, tekrar rukû ve yine secdeler. Ardından tahıyyâta oturuyoruz. O'nun huzurundaki bu derli toplu oturuşumuzda Ette-hıyyâtü duasını okurken Dilimiz, bedenimiz ve malımızla yap-tığımız ibadetlerimizi Yüce Rabbimize sunuyoruz. Tıpkı Fâti-ha sûresinde İyyâke na'büdü ve iyyâke nesteîn duasını yapar-ken yalnızca Sana ibadet eder ve sadece Senden yardım dileriz de-diğimiz gibi. Önce kulluğumuzu sunuyor sonra O'ndan yardım diliyoruz. Sonra adeta canlı bir bağlantı ile Peygamberimizi se-lamlıyor ve onun selamımıza kar-şılık verişini ruhumuzda hissedi-yoruz. Bu coşku ile salavât dualarını okuyor, Rabbenâ dua-sında iki dünya saadetine sevdalı olduğumuzu itiraf ederek selamla huzurdan ayılmak için izin talebin-de bulunuyoruz.
Sağa ve sola selam. Selam barış ve esenliktir. Selâm, Allah'ın adıdır. Selâm, İslam demektir. Se-lam teslimiyettir. Sağa ve sola se-lam, tüm her yana barış ve esenlik dilemek, her zaman ve her yerde O'na teslim olduğumuzu itiraf et-mektir. En önemlisi de namazın selam ile bitmediğini, selamla başladığını anlayabilmektir. Çün-kü huzurda dolma, yenilenme, ta-zelenme demek olan namaz iba-deti, kulu İslamî hayata hazırlayan ibadettir. Nitekim Şuayb Peygam-berin namazı, insanlara tevhidi haykırıyor, iyilikleri emredip kötü-lükleri yasaklıyordu. Şuayb'in kavmi bu tepkilerini şöyle dile getiriyorlardı: “Ey Şuayb dedi-ler, sana namazın mı emredi-yor, babalarımızın taptıkları putlara tapmamamızı yahut mallarımız hususunda diledi-ğimizi yapmayı terk etmemi-zi..?”(2) Evet, Şuayb'in namazı emreden etkin bir ibadetti. Hem Şuayb peygamberi çizgide tutu-yor, hem de kavmini istikamete çağırıyordu. Demek ki namaz hem sahibini çekip çevirir hem de çevresindekileri. Zira namaz, sahi-bini kötülüklerden, ahlaksızlık ve taşkınlıklardan alıkoyan bir ibadettir. “Kitaptan sana vah-yedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden men'eder. Elbette Allâh'ı anmak, en büyük ibâ-dettir. Allâh, ne yaptığınızı bilir.”(3) Ayetin Allâh, ne yaptı-ğınızı bilir ifadesiyle sona ermesi de son derece anlamlıdır. Evet Allah nasıl namaz kıldığınızı iyi bilir. Siz de ona göre kılın namazı. Bu yüzden namazdaki coşku ve yoğunluk namazdan sonra haya-ta taşmalı, davranışlarımıza yan-sımalı ve çevremizi aydınlatma-lıdır. Şimdi şu soruyu bir kez daha kendimize soralım: Namaz kılan-lar olarak namazımız bizi ne kadar yönetiyor, hayatımıza ne kadar et-ki ediyor, çevremize kıldığımız na-maz nasıl yansıyor?
Bu soruların cevabı namazı ne ka-dar ikâme ettiğimizi yahut onu na-sıl zayi/yok ettiğimizin de cevabı olacaktır. Kur'ân sürekli Namazı ikâme ediniz, Onu adamakıllı gereği gibi kılınız derken, na-mazı yok edenlerden bahseder: “Onlardan sonra yerlerine öy-le bir nesil geldi ki, namazı za-yi ettiler, şehvetlerine uydu-lar. Onlar kötülük bulacak-lar/Gayyayı boylayacaklar-dır.”(4) Zaten vahiyden kopan namazı terk eder, namazı terk eden şehvetin esiri olur. Şehvetin kölesi olmaktan kurtulan ise va-hiyle tanışıp namazla buluşur. Na-mazı zayi' etme, bütünüyle onu terk etme yahut vakitlerine riayet etmeme cemaati terk etme ve namazı gereği gibi kılmama (5) olarak anlaşılmıştır.
Namazla O'na yaklaşanlara, O'nunla yakınlığı artıranlara müj-deler olsun!
Ve yazıklar olsun namazların-dan gafil olanlara, namazı bir yük görüp bu konuda tembel dav-rananlara ve namazlarından bî haber olanlara.
Cehennemin Sakar ve Gayya vadileri de beynamazlara olsun!
Namazı gereği gibi kılanlara, namazda dâim olanlara ve nama-zın muhafızı olanlara da müjdeler olsun, Firdevs cenneti onlara öz-lem duyuyor.
Ve ey Müslümanlar! Peygam-berimizin son anlarında yaptığı vasiyeti uygulanmayı bekliyor: “Namaza.. Namaza dikkat edin. Ona gereken önemi ve-rin ve özen gösterin!” (6)


1- 6 Enam, 162.
2- 11 Hûd, 87.
3- 29 Ankebut, 45.
4- 19 Meryem, 59.
5- İbn Kesîr, Tefsîr, III, 127-128.
6- Râmûzu'l-Ehâdîs, II, 562/10.
 

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Muhteşem Bir Sevgi İletişimi: Namaz (Vehbi Vakkasoğlu)

<H2 class=date-header></H2>Muhteşem Bir Sevgi İletişimi: Namaz (Vehbi Vakkasoğlu)








Namaz, Rabbimizle kurduğumuz en güçlü sevgi iletişimidir. Huzurunda huzur bulduğumuz, Yüceler Yücesi’ni ancak namazda bütün varlığımızla hissederiz; varlığında varlık buluruz.

Başlangıç tekbiriyle ellerimizi kaldırıp her şeyi geriye, arkaya, ikinci plana atarız. Birliğinde dirlik ve dirilik buluruz. Güzel isim ve sıfatlarıyla kuşatılırız; üzerinde durduğumuz seccade kanatlanır ve bizi ötelere, ötelerin ötesine götürür. Bir nur ve huzur iklimine taşınırız. İmanımız güçlenir, derinleşir, mânevî lezzetini ruhumuza daha çok tattırır. Miraç hediyesi namaz, böylece bizim de miracımız olur.

Namaz, kulluk davetine icabette sorumluluğumuzu hissetmektir,

“ Sözümde duruyorum, Sen benim Rabbimsin ve huzurundayım.” diyerek isbât-ı vücut etmektir. Bu sebeple, en derin ve anlamlı kulluktur namaz. Kimin huzurunda durduğumuzu bilerek varılır hakikatine. Hiç kimseye yapılmayanlar yapılır Cenâb-ı Hakk’a. Böylece O’nun eşsizliği, tekliği, birliği, beş vakit namazla fiilen ilan edilmiş olur.

İnsan zayıf, sonlu ve sınırlı bir varlıktır. Kudreti sonsuz olanın huzurunda, O’ndan başka her şeyi unutarak durur, en derin saygıyla eğilir ve sonra da, koyar varlığının en kıymetli uzvunu yerlere. Böylece, kime secde ettiğini bilerek gerçek namaza ulaşmaya çalışır. Bu, sadece bedenin değil, rûhun da secdesidir. Böyle olduğu içindir ki, nefsâniyet bütünüyle serilir yerlere, benliğin burnu sürtülür, gurur sürgün edilir. Bu hâli yaşayan kul, kendi kişiliğinin farkına varır, sahibine, mâlikine, yaratıcısına teslim olmanın, varlığında ebedî bir varlık bulmanın saadetine erer.

Namaz bu sebeple rûhun zaferi, nefsin hezîmetidir. Ancak bu zafer, bir seferlik değildir. Çünkü nefs, her hezimetten sonra, yeniden ve bir daha serildiği ve devrildiği yerden kalkmak ve intikamını almak için harekete geçecektir. Bu sebeple, dünya imtihanında mü’mini başarıya götüren en temel güç namazdır. Namazsız insan, nefse ve şeytana karşı çok önemli bir korunma, beslenme ve güçlenme unsurundan mahrum kalmış demektir. Namaz, imanların teyidi ve sınanmasıdır. Mü’min namazda sudaki balık gibidir, namazla hayat bulur. Kanatlanır İlahi huzura ve tabii ki bu âlemden hiç çıkmak istemez. Büyüklüğü önünde yokluğa varan küçüklüğünü, gücü önünde acizliğini, sınırsız zenginliği karşısında fakirliğini iyice anlar. Kendi adına ne kadar yoklaştığını, Rabbi namına ne kadar çoklaştığını hisseder, O’na güvenip dayanmanın ve ancak O’ndan yardım dilemenin doyumsuz zevkini yaşar.

Necip Fazıl rahmetli, “Namaz kılabildiğiniz için de namaz kılın, secde edebildiğiniz için de şükür secdesi yapın.” derdi.

Rahmetli Hacı Annemiz, gençliğinde hocasına, “Bu aralar namaz kılamıyorum.” diye dertlenir. Mürşidinin cevabı sarsıcıdır…

“ – Sen, bu vakte kadar hiç namaz kıldın mı ki!” Namazın hakîkati, bir çınar tohumunun ağaçlaşıncaya kadar yaşadığı merhalelerce çokluk ve çeşitlilik arzeder. Yani her namaz aynı değildir. Ancak namazın hakikisi, kılanı en güzel ahlâka yüceltir. Namazı bize öğretenin ahlâkına getirir.

Namaz günaha giden yollarda en etkili frendir. Efendimiz (sav)in ifadesiyle, mümini beş vakit yıkayan ve arıtan bir ırmaktır.

Namaz, bittikten sonra da devam eder. Hz. Mevlana, bu manaya işareten der ki:

“ – Öyle bir abdest al ki, hiç bozulmasın.

Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin. Âşıka beş vakit yetmez, beş yüz bin vakit arzu eder. Zira namaz, Sevgililer Sevgilisi olan yüce Yaratıcıya vuslattır.

Gerçek âşık, vuslatın bitmesini ister mi?”


Gerçek namazdan sonra camideki saflar dışarıda da gönül safları olarak devam eder. Namaz, Efendimiz (sav)’in tâlimiyle hayat buldu, hayatı hayatlandırdı. Bu sebeple namazsız hayat, bayattır. Namaz hem rûhun rahatı hem de vücûdun sıhhati oldu. Nasıl maddî organlarımız hareketsizlikten kireçlenirse, mânevî organlarımız da tembellikten durağanlaşır, cansızlaşır ve nihayet ölür. Yaratılış çizgisinde çalışmayan her organın kireçlenip romatizmaya yol açması gibi mânevî organların tembelliği de daha beter bir hastalığa, rahatizmaya yol açar, sonra hisler iptal olur.

Namaz, bütün ibadetlerin özetidir. Cenâb-ı Hakk’a saygının, varlık ve birliğini tasdîkin, nimetlerine şükrün hasıdır. Önceden ve peşinen alınmış sayısız nimete teşekkür, bilemediğimiz nice İlâhi iyilik ve yardıma derin bir hamddır.

Namaz, ibadetlerin temsilcisidir. İnsan, namazla bütün mahlûkatın ibadetlerini Cenâb-ı Hakk’a takdim eden bir sözcü konumuna yükselir.

Namaz, kulluğun özü, özeti, fihristi ve kulluk bilincinin zirvesi.

İnsanın yüce Yaratıcı önünde eğilerek yücelişi ve bütün yaratıklardan üstte ve öte oluşu. Secdeden arşa açılan pencere ile rûhun rahatı ve gönlün nefes alışı…

Namaz, kalbin gıdası,

Benlik ve ruhun imhası,

Güzel ahlakın duası,

Ve Rab ile kurulan muhteşem bir sevgi iletişimi,

“Mü’minin miracı”

En çetin kulluk imtihanı,

Kapımızı günde beş kez çalan Hakk misafiri,

Nefs ile yapılan büyük savaşın ağır topu,

Efendimiz (sav)’e yollanan Hakk hediyesi,

Mü’minleri kullukta eşitleyen birlik ve beraberlik kaynağı,

Namaz, ebediyen varolmak isteyenlerin vefalı yari,

Namaz, Rabbimizle aramızda dostluk bağı,

Namaz, birlik ve dirlik bereketi,

Rabbe yaklaştıran vesile,

Sevginin Sahibi’ne kavuşturan vuslat,

Yeryüzü varlığı olan insanı gökyüzüne kanatlandıran Burak, Manâ dilinde tad,

Cennetten ödünç alınmış zaman dilimleridir namaz. Namaz kimliğimizin göstergesi,

Gemilerin hangi milletlere âit olduğunu gösteren bayraklar gibi

Belirler bizi…

Yüce Yaratıcıya bağlılığımızı ilan eder.

Namazı bir kere hakikatiyle kılanı,

Namaz bin kere kulluk sırrına erdirir.

Bu sebeple, “Her gün beş defa çok değil mi, diyene, Haklısın, deriz.
Ömürde bir kere de kılsak, olur aslında…

Ama biz, günde beş kere,

O bir namazı ararız.

Yine de bulduğumuzdan emin olamayız.”


***** Namazlarımız namaz ola!

Ömrümüz namazın gerektirdiği ahlâk ile,

Baştan sona namazlaşa…

kaynak: yenidünya dergisi
 

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
namaz-f.gülen

namaz-f.gülen


Namaz Kahramanı Olabilmenin Üç Şartı

Âbidlerin Rehberi Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) namaza göstermiş olduğu alâka, O'nun izini takip edenlerin gönüllerinde de ibadetlerin özüne karşı derin bir iştiyak uyarmıştır.
'Namaz benim gerçek göz aydınlığımdır' diyen, başkalarının bir kısım şeylere arzu duymasının çok ötesinde bir istekle namaza karşı arzu duyduğunu her haliyle ortaya koyan, mübarek ayakları şişecek kadar kıyamda duran, bazen bir rek'atta birkaç cüz'ü birden okumadan rükûya varmayan, haşyetle dolu yüreğinden el değirmeninin ya da kaynayan tencerenin sesi gibi hıçkırıklı ağlama sesi duyulan ve secde ederken Hak karşısındaki saygısından dolayı kıvrım kıvrım kıvranan Resûl-i Ekrem'in (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) namaz ibâdeti üzerinde hassâsiyetle durması Ashâb-ı kirâmın da birer namaz âşığı haline gelmelerine vesile olmuştur. Öyle ki, Fudayl bin İyâz'ın ifadeleriyle söyleyecek olursak, Sahabe efendilerimiz, benizleri atmış, yüzleri sararmış bir şekilde sabahı karşılarlardı. Çünkü gecenin çoğunu namazda geçirirlerdi. Bazen dakikalarca kıyamda kalırlar, bazen de uzun müddet secdeye kapanırlardı. Cenâb-ı Hakk'a içlerini dökerken, rüzgârlı bir günde sallanan ağaçlar gibi sallanır; gözlerinden, elbiselerini ve yeri ıslatacak kadar yaş dökerlerdi. Namazın lezzeti onlara bedenî yorgunluklarını unuttururdu ve o vuslat dakikaları hiç bitmesin isterlerdi. Sabah olunca, yüzlerine yağ sürerler, gözlerine sürme çekerler ve halkın içine sanki geceyi hep uykuyla geçirmiş ve iyice dinlenmiş gibi çıkarlardı.
Namazı hakkıyla kılmak için ne yapmalıyız?

1. Allah Rasûlü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) bize bir hedef gösterirken, Cennet'te yüz mertebe bulunduğunu ve Firdevs'in, makam bakımından en yüksek derece olduğunu belirttikten sonra, 'Allah Teâlâ'dan Cennet'i istediğiniz zaman, Firdevs'i isteyiniz.' buyurarak, himmetimizi âli tutmamız gerektiğine işaret etmiştir. Dolayısıyla, namazın hakikatini idrak etme hususunda da yüce himmetli olmalı; Cenâb-ı Hak'tan selef-i salihînin ibadet aşk u iştiyakını, onlardaki kulluk temkinini dilenmeli ve namazı şuurluca ikâme edebilmek için inâyet-i ilahiyeyi talep etmeliyiz. Belki herbirimiz şöyle demeliyiz: 'Allah'ım, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz namazı hangi enginlikte ikâme ediyor idiyse, bana da o idraki lutfeyle; namazın manasını benim ruhuma da duyur. Rabb'im, ben de Peygamber Efendimiz'in eda ettiği gibi namaz kılmak ve onu benliğimin bütün zerrelerinde duymak istiyorum.. namaz esnasında Sen'den başka bütün mülahazalara karşı kapanmayı ve tamamen namazlaşmayı arzu ediyorum.. Ne olur Allah'ım, bu lütfunu bana da nasip eyle!..'
Evet, peygamberâne bir ibadet ufkuna mazhar olmayı istemek peygamberlik istemek demek değildir. Bu talep, her hususta takip edilmesi gereken İnsanlığın İftihar Tablosu'nu ibadet hayatı itibarıyla da örnek almak ve namazda daha bir derinleşmek talebidir. Sizin bu türlü bir duanız kat'iyen boşa gitmez. Bu duada istekli ve ısrarlı olursanız, Allah sizi mahrum etmez; inşaallah o sayede maiyyete ulaşırsınız. Siz bu kadarcık bir istek izhar edince Sultan-ı Ezelî de kendi ululuğu, azameti ve rahmetinin enginliği ölçüsünde Zât'ına yaraşır bir mukabelede bulunur. Bu açıdan, meâliye müştak olmak ve ulvi hedeflere göz dikmek himmeti âlî tutmanın ifadesidir; namazı ikâme hususunda da insan hep daha yükseklere tâlib olmalıdır.

2. Namazın hakikatini idrak etme isteği kavlî ve kalbî bir duadır; bu duanın fiilî yanını ise, en başta bu mevzuda yazılmış eserleri okumak teşkil eder. Namazı şuurluca kılmak isteyen bir mü'min şayet onunla alakalı üç-beş kitap okumamış, büyüklerin bu konudaki mütalâalarını öğrenme gayretinde bulunmamış ve meselenin nazarî yanını dahi ihmal etmişse, onun bu talebinde samimi olduğu söylenemez. Öyleyse, namaz yolcusu ikinci adım olarak, gönlüne ibadet iştiyakı salacak, onu namazın nurlu iklimlerinde dolaştıracak ve mana âleminin büyüklerinin namazla alakalı engin anlayışlarını, derin duyuşlarını aktararak içine haşyet dolduracak makaleleri ve kitapları okumalıdır. Bir mü'min, Zât-ı Uluhiyet hakikatıyla, iman esaslarıyla ve ibadetlerin mana buuduyla alakalı birkaç eseri hiç olmazsa birkaç defa gözden geçirmeli değil midir? Evet, Kur'an talebeleri, Hazreti Gazalî, Hazreti Mevlânâ ve Hazreti Bediüzzaman gibi Hak dostlarının namazla alakalı mütâlaalarını ve günümüzde kaleme alınmış namaza dair makaleleri mutlaka okumalı ve konuyla alakalı müzakerelerde bulunmalıdırlar.

3. Hem kavlî hem de fiilî duada ısrarlı olma, matlubu elde etme mevzuunda kararlı ve istikrarlı bir tavır ortaya koyma ve aktif sabırla, adım adım hedefe yürüme de neticeye ulaşma yolunda çok önemli diğer bir şarttır. Namaz sevdası tâlibin gönlüne hemen düşmeyebilir; insan birkaç günde, birkaç ayda, hatta birkaç yılda namaz hakikatini duyamayabilir. Dolayısıyla, talepte ve neticeye götürecek sebepleri yerine getirme mevzuunda ısrarlı olmak pek mühimdir.
Şayet, namaz kahramanlığına adaysanız, sizi o ufka taşıyacak bütün argümanları kullanmayı ihmal etmemelisiniz. Hangi ses, hangi soluk sizi şahlandırıyor ve kalbinizi coşturuyorsa, bir kere değil, belki yüz kere aynı vesileye başvurmalısınız. Belki bir kitabı onlarca kez okumalı, bir kaseti birkaç kere dinlemeli, bir büyüğün sözlerine defalarca kulak vermeli ve oturup kalkıp hep gözünüzü diktiğiniz hedefi düşünmelisiniz. 'Olmuyor!' diyerek, yoldan dönmeyi asla aklınıza getirmemeli ve kat'iyen aceleci davranmamalısınız. Unutmamalısınız ki, bu yolda belki senelerce sular gibi çağlayacak, pek çok kayaya çarpacak, ama her an biraz daha arınacak ve sonunda ummana ulaşacaksınız
f.gülen
 
Üst Alt