Mektubat-ı Rabbani...

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
MEKTUBAT-I RABBANİ
eyx866154ruog3.gif

MÜJDECİ MEKTÛBLAR TERCEMESİ

YAZAN



Âriflerin ışığı, Velîlerin önderi, İslâmın bekçisi
ve Müslimânların Baştâcı



İMÂM-I RABBÂNÎ
AHMED-İ FÂRÛKÎ SERHENDÎ


(El-Müceddid-i elfi sani Kaddesallahu Sırrahul-aziym)


ÖNSÖZ



İşte budur, miftâh-ı genc-i kadîm:


Allahü teâlâ, dünyâda bütün insanlara acıyor. Fâideli şeyleri yaratıp, dostu ve düşmanı ayırmadan, herkese gönderiyor. Âhıretde, Cehenneme gitmesi gereken mü’minlerden tevbe etmiyenlere ihsân ederek, onları afv edecek, Cennete kavuşduracakdır. Her canlıyı yaratan, her vârı, her ân varlıkda durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız Odur. Böyle yüce bir Allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitâbı yazmağa başlıyoruz.
Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve Onun temiz Âline ve Ona Eshâb olmakla şereflenmişlerin hepsine selâmlar ve hayrlı düâlar olsun!
Târîh boyunca, îmânlılar ile îmânsızlar çarpışmakda, kuvvetli, çalışkan olan, gâlib ve hâkim olmakda, inançlarını, düşüncelerini yaymakdadır. Bu çarpışma, harb vâsıtaları ile, döğüşerek olduğu gibi, propaganda ile, neşr yolu ile de yapılmakdadır. Şimdi, ikinci savaş bütün hızı ve kuvveti ile hergün devâm etmekdedir. Îmânsızlar, alçakça ve açıkça iftirâ etdikleri gibi, müslimân şekline girerek, din adamı görünerek, islâmiyyeti içerden yıkmağa da çalışıyorlar. Kitâblı ve kitâbsız bu kâfirlerin, plânlı olarak hâzırladıkları uydurma kitâbları, radyo, televizyon neşriyyâtı ve sinema filmleri bir yandan, câhil ve münâfık kimselerin, dünyâlık ele geçirmek için, ortaya çıkardıkları yanlış, bozuk din kitâbları ve sözleri de bir yandan, dîni, îmânı yok etmekdedir. Bu ma’nevî yıkıntıyı durdurabilmek için, Ehl-i sünnet âlimlerinin doğru bilgilerini yaymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. Bunun için, yıllarca çalışarak, o büyük âlimlerin kitâblarını inceledik. Sonsuz ölüme sürükleyen kalb hastalıklarının ilâcı olan kıymetli yazıları toplamağa ve terceme etmeğe uğraşdık. Cenâb-ı Hakkın yardımı ve ihsânı ile, birkaç kitâb hâsıl oldu ve basıldı.
Resûlullahın vefâtından sonra da, islâm düşmanları dîne, îmâna insafsızca saldırmışlardı. Allahü teâlâ, Hindistânda, imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendîyi “kuddise sirruh” yaratarak, o korkunç akıntıyı, bunun çalışmaları ile durdurmuşdu. Bu yüce imâmın mektûbları, kitâbları, insanları gafletden uyandırdı. Dünyâya ışık saldı. Kendisi 1034 [m. 1624] senesinde Hindistânda vefât etdi. Çeşidli memleketlere göndermiş olduğu mektûblardan beşyüzotuzaltı mektûbu, üç cild hâlinde toplanarak (MEKTÛBÂT) kitâbı meydâna gelmişdir. Büyük âlim, seyyid (Abdülhakîm Efendi), (Allahın kitâbından ve Resûlullahın hadîslerinden sonra, islâm kitâblarının en üstünü, en fâidelisi, İmâm-ı Rabbânînin Mektûbât kitâbıdır. Mektûbâtda bildirilen tesavvufdan, tarîkatden ve hakîkî mürşidlerden şimdi hiç kalmadı. Bizler, Mektûbâtdaki ince bilgileri, ma’rifetleri anlıyamayız) buyurdu. [Abdülhakîm efendinin hâl tercemesi (Eshâb-ı Kirâm) kitâbımızda yazılıdır.] Bu kitâbdaki mektûbların birkaçı arabî, geri kalanların hepsi fârisîdir. 1392 [m. 1972] senesinde, Pâkistânda, Karaşide (Edeb Menzil Saîd Kompani) de gulâm Mustafâ hân tarafından, üç cildi iki kitâb hâlinde ve hâşiyesinde açıklamalar olarak, gâyet okunaklı ve nefîs basılmışdır. Bu fârisî baskının, 1397 [m. 1977] senesinde, İstanbulda, foto-kopisi basdırılmışdır. Muhammed Murâd-i Kazânî Mekkî tarafından binüçyüziki 1302 [m. 1884] senesinde arabîye terceme edilerek (Dürer-ül-meknûnât) adı verilmiş, 1316 [m. 1898] da, Mekke-i mükerremede Mîriyye matba’asında basılmışdır. 1382 [m. 1963] de, İstanbulda da (Hakîkat Kitâbevi) tarafından foto-kopisi basılmışdır. Muhammed bin Abdüllah Kazânî 1352 [m. 1933] de Mekkede vefât etmişdir. İmâm-ı Rabbânînin ve oğlu Muhammed Ma’sûmun (Mektûbât) kitâbları Müstekîmzâde Süleymân efendi tarafından farscadan türkçeye terceme edilip, [1277] hicrî senesinde İstanbulda taşbasması yapılmışdır. Din ve fen bilgilerinde derin ihtisâsı olan ve çok sayıda, çok kıymetli eserleri ile meşhûr olan muhterem Hüseyn Hilmi Işık da, (Mektûbât)ın birinci cildini fârisîden türkçeye terceme etmiş, (Müjdeci Mektûblar) ismi verilerek 1968 de İstanbulda basılmışdır.
Târîh incelenirse, kitâblı ve kitâbsız bütün islâm düşmanlarının ve müslimân ismini taşıyan câhil ve sapıkların (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitâblarına çamur atmağa, bu doğru yolun bilgilerini çürütmeğe, yok etmeğe saldırdıkları hemen görülür. Bir tarafdan da, din câhili münâfıkların, dünyâ çıkarları için, tarîkatcılık yapdıkları görülüyor. Temiz gençleri, şehîd evlâdlarını bu alçakça saldırılardan korumak, onlara se’âdet ve kurtuluş yolunu göstermek ve tarîkatcıların tuzaklarına düşmemeleri için, (Mektûbât) kitâbının hepsini, fârisîden türkçeye terceme edip, basdırarak, kıymetli okuyucularımıza sunmağı lüzûmlu gördük. Bunun için Müstekîmzâdenin tercemesini ele aldık. Ehl-i sünnet bilgilerini ve çok ince ve derin yazılmış olan tesavvuf ma’rifetlerini kolay anlaşılacak açık kelimelerle yazdık.[1] Ba’zı yerleri iyi açıklıyabilmek için, başka kaynaklardan eklemeler yapdık. Bu eklemeleri ve te’vîlleri bir köşeli parantez [ ] içine yazarak, (Mektûbât)dan ayrı olduklarını belli etdik. Birinci cilddeki üçyüzonüç mektûbdan, başdan yirmibirini mürşidine yazarak tesavvuf yolunda rastladığı müşkilleri sormakdadır. Bunları iyi anlayamadığımız için, diğer mektûbların baskısı yapılarak, kıymetli gençlerin istifâdelerine sunuldu.
İşbu (Müjdeci Mektûblar Tercemesi) kitâbında, îmân ve tesavvuf bilgilerine ağırlık verilmişdir. Bu kitâbı dikkat ile okuyan tâli’li bir kimse, kâmil bir îmân ve güzel ahlâk sâhibi olur. Tesavvufu, hakîkî tarîkati anlıyarak, sahte tarîkatcılara aldanmaz. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kâmil mü’min, eli ile, dili ile, mahlûklara zararı dokunmıyan kimsedir) buyurdu. Derin âlim seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” de, (Er-Riyâdut-tesavvufiyye) kitâbında, (Tesavvuf, tarîkat, kötü huyların hepsinden kurtulmak, iyi huyların hepsine kavuşmakdır) demekdedir. Görülüyor ki, bu kitâbımız, insanları zararsız ve iyi huylu yapmak için yazılmışdır. Bu kitâbı anlıyan ve uyan insan, Allahü teâlânın emrlerine ve devletin kanûnlarına itâ’at eder. İslâm dîni, hükûmete isyân etmeği, kanûnlara karşı gelmeği, fitne çıkarmağı şiddetle yasak etmiş, bu konuda hiçbir özr kabûl etmemişdir. Seyyid Kutbun ve Mevdûdînin ihtilâlci, bölücü kitâblarına ve boş kafalarından yazdıkları uydurma fetvâlarına aldanmamalı, fitne çıkarmamalıdır. Müslimân, vatanına, milletine fâideli olur. Vatandaşların aynı hak ve hürriyyetlere mâlik olduklarını bilir. Kendini kimseden üstün görmez. Râhat ve huzûr içinde yaşadığı azîz vatanını, milletini ve bayrağını çok sever. Herkese iyilik eder. Bölücülük yapmaz. Gayrı müslimlere, başka dinden, başka mezhebden olanlara, turistlere, yabancı tüccârlara, müsâfirlere de hiç kötülük yapmaz. Müslimânların güzel huylu, iyi insanlar olduklarını, güler yüzü ile, tatlı sözleri ile ve iyi hareketleri ile, bütün dünyâya tanıtır. Herkesin seve seve müslimân olmalarına sebeb olur. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Kimseye hîle, hıyânet yapmaz. Devâmlı çalışır. Halâl kazanır. Kimsenin hakkına dokunmaz. Vergilerini, borçlarını vaktinde öder. Bunu, Allah da sever, kullar da sever. Çalışarak halâl para kazanmanın lâzım ve çok sevâb olduğu (Mekâtîb-i şerîfe)nin seksensekizinci mektûbu sonunda uzun yazılıdır. Bu mektûb, (Se’âdet-i Ebediyye) ikinci kısm sonundadır.
Allahü teâlâ, bütün insanları, imâm-ı Rabbânî hazretlerinin yazılarından ve rûhâniyyetinden feyz alarak, küfrden ve sapık inanışlardan korusun!
(Ehl-i sünnet) âlimlerinin, Resûlullahdan alarak bizlere ulaşdırdıkları, biricik kurtuluş yoluna kavuşdursun! Âmîn.
Bugün, müslimânlar üç fırkaya ayrılmışdır. Birincisi, Eshâb-ı kirâmın yolunda olan hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) denir. İkincisi (Şî’î), üçüncü fırka (Vehhâbî)lerdir. Bu ikisine (Fırka-i mel’ûne) denir. Çünki bunların müslimânlara müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbımızda yazılıdır. Müslimânları bu üç fırkaya parçalayan, yehûdîlerle ingilizlerdir. Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecekdir. Her mü’min, nefsini tezkiye için, ya’nî nefsin yaratılışında mevcûd olan küfrü ve günâhları tenmizlemek için, her zemân çok (Lâ ilâhe illallah) okumalı ve nefsden ve şeytândan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı, bozuk kitâblardan gelen küfr ve günâhlardan kalbini tasfiye için, kurtulmak için (Estagfirullah) okumalıdır. İslâmiyyete uyanın düâları muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve harâm yiyip içenin, islâmiyyete uymadığı anlaşılır. Bunun düâları kabûl olmaz.
Mîlâdî:2001 Hicrî Şemsî:1379 Hicrî Kamerî:1422


eyx866154ruog3.gif


Aşkın bağında açan güllere, bülbül olan,
İslâmın hasret ile beklediği kahramân,
Ma’şûkunun aşkından yanıp yanıp kül olan,
Ağlasa yeri vardır, seni görmiyen zemân!


İlmîle, irfanîle, sâhib olan (Sılâ)ya,
İki temel bilgiyi, vasl eden bir araya,
dalıp uçsuz bucaksız, o mu’azzam deryâya,
Ve bu zikr deryâsından en büyük payı alan!


Kimi sâhile gider ve bu bana yeter der;
kimi uzakdan görür, mest olur, başı döner,
kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer;
bir Sensin, bu deryâdan, içip içip de kanan!


Kur’ândan, hadîslerden sonra, gelir eserin,
rûhlara şifâ olan, o mubârek sözlerin,
baş kumandanısın sen velîlerin, erlerin;
ve (Müceddid-i elf-i sânî) adını alan!


Bize seni duyuran, fıtraten dostun olan,
ve cihânda bir tekdir, senin izinde kalan.
(Seyyid Abdülhakîm) O, senin aşkınla yanan,
hürmetine nasîb et, bize şefâ’atından!


Eserinle cihânı, yeniden tenvîr eden,
sihrli bir kuvvetle, bizi kendine çeken,
ondördüncü yüzyılın, zulmetini gideren,
(Arvâs)ın ışığıdır, gerisi hayâl yalan!


Biz onun talebesi, o sizin tâlibiniz,
muhakkak aks yapar; o nûrlu kalbleriniz,
belli, birbirinize, âşıksınız ikiniz,
ve size âşık olur (Mektûbât)ı anlıyan!


Besmeleyle başlıyalım kitâba!
Allah adı en iyi bir sığnakdır.
Ni’metleri sığmaz, ölçü hisâba.
Çok acıyan, afvı seven bir Rabdır!

eyx866154ruog3.gif


Mektubat-ı Rabbanî Okurken Dikkat Edilecek Hususlar

İmam-ı Rabbanî mektuplarının önemli bir kısmını, medrese ve tekke eğitimi görmüş, tasavvuf ve kelamın ince meselelerine vakıf yetkin kimselere göndermiştir. Özellikle tasavvufî inceliklerden bahsedilen mektuplar İmam-ı Rabbanî’nin halifelerine yazılmıştır. Bu bakımdan Mektubat’ta, bu konularda ön eğitim almamış sıradan insanların anlamakta güçlük çekeceği ya da yanlış anlayabileceği bir takım ifadelere rastlamak mümkündür. Bu sebeple Mektubat okumalarında aşağıdaki hususlara dikkat etmenin önemli olduğunu düşünüyoruz:

- Ancak tasavvufî konularda ihtisası olan kimselerin anlayabileceği derin tasavvufî problemlerle ilgili mektupları herkesin okumaması tavsiye edilir. Mesela zat ve sıfat tecellilerinden veya taayyünlerden bahseden mektupları herkesin okuması doğru olmayabilir. Zira bu mektuplarda kullanılan ifadeler işin esprisini bilmeyen biri tarafından hulul ve ittihat şeklinde anlaşılabilir. Bu tür konulara ilgi duyan kimselerin ilgili mektupları mutlaka genelde tasavvuf terminolojisine özelde Mektubat’ın diline vakıf ehliyetli kimselerin gözetiminde okumaları önerilir.

- Okuyucuların mektup içinde karşılaştıkları tasavvufî kavramlar için kitabın sonuna eklediğimiz lügatçe bölümüne bakmaları tavsiye edilir. Zaman zaman İmam-ı Rabbanî’nin kavramlara kendine has açıklamalar getirdiği göz önünde bulundurulmalı ve mümkünse başka tasavvuf sözlükleriyle yetinilmeyip İmam-ı Rabbanî’nin kendi meramını anlamaya özen gösterilmelidir. Mesela cem ve fark kavramlarıyla ilgili olarak İmam-ı Rabbanî’nin kendine has açıklaması vardır. Mektubat okuması sırasında bu kavramları genel tasavvufî tarifleriyle düşünmek İmam-ı Rabbanî’yi yanlış anlamaya sevk edebilir.

- Mektubat’ın, bütün tasavvufî konuları eni konu anlatan klasik bir tasavvuf kitabı olmadığı göz önünde bulundurulmalı ve mektupları sırayla okumak yerine konu merkezli okuma yöntemini tercih etmelidir. Böylece İmam-ı Rabbanî’nin bir mektupta sadece belli yönüne temas ettiği bir konunun başka mektuplarda diğer yönlerini bulup okumak mümkün olacaktır. İmam-ı Rabbanî’nin bazen bir mektupta birkaç satırla anlattığı bir konu başka bir mektubun ana konusu olabilmekte ve uzun uzadıya açıklanabilmektedir. Bu gibi yerlerde İmam-ı Rabbanî’nin etraflı açıklamaları için konuyla ilgili özel mektupları mutlaka okunmalıdır.

- Mektupların yazımının, İmam-ı Rabbanî’nin halifelik döneminden başlayıp vefat tarihine kadar süren uzun bir sürece yayıldığını düşünerek İmam-ı Rabbanî’nin bazı görüşlerinden dönmüş olabileceği göz önüne alınmalıdır. Nitekim bu hususu İmam-ı Rabbanî’nin kendisi de çeşitli vesilelerle dile getirmektedir. Mesela son mektuplara kadar İmam-ı Rabbanî, taayyün-i vücûdîyi hakikat-ı muhammediye olarak gördüğü halde Mektubat’ın sondan bir önceki mektubunda bu görüşünden dönmüş ve hakikat-ı muhammediyenin taayyun-i vücudînin aslı kabul edilen taayyün-i hubbî olduğunu benimsemiştir.[25] İmam-ı Rabbanî’nin başka bir mektupta konuyla ilgili olarak kullandığı şu ifadeler çok manidardır: “Bu fakirin bazı mektuplarında yer alan; «Allah Sübhânehû’nün hakikati salt varlıktır» sözü işin özüne vakıf olamayışımdan kaynaklanmıştır. Tevhid-i vücudî ve benzeri konularda kullandığım ifadeler de bu kabildendir. Bu ifadeleri kullanmış olmamın sebebi işin özüne inemeyişimdir. İşin aslını öğrendiğimde başta ve ortada yazıp söylediklerimden ötürü pişman oldum ve Allah’tan af diledim... Allahım senden af dilerim. Allahım, bütün sevmediğin şeylerden dolayı sana tevbe ederim.”[26]


selam sabır ve dua ile...


__________________
logoooxj8sv1.png


.............
Hüzün dalgası çarptıysa bir insanın yüreğine
ya mevlasını özlemiştir yada mevlası onu!!!
Mevlayı özleyen gönül ya hüznü bekler yada hüzündedir...
Bela, gam ve keder Mevlanın sevdiklerine
gösterdiği kamçıdır...
Vurdukça kendine çeker....

(İmam Rabbani)
 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
İslam âleminde imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat'ı kadar kıymetli bir kitap daha yazılmamıştır. Mektubat, üç cild olup, beş yüz yirmi altı mektubunun toplanmasından meydana gelmiştir. Kelâm ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun marifetlerini açıklayan uçsuz bir derya gibi eşsiz bir eserdir.

Mektubat'ın birinci cildi 1616 senesinde talebelerinin meşhurlarından Yar Muhammed Cedid-i Bedahşi Talkani tarafından toplanmıştır. Birinci cildde 313 mektup vardır. Bu cildin son mektubu, Muhammed Haşim-i Keşmi'ye yazılmıştır. İmam-ı Rabbani hazretleri birinci cildin son mektubunu yazınca, (Muhammed Haşim'e gönderilen bu mektupla resullerin, din sahibi peygamberlerin ve Eshab-ı Bedr'in sayısına uygun olduğundan, üç yüz on üç mektupla birinci cildi burada bitirelim) buyurmuştur.

İkinci cildi ise 1619 senesinde yine talebelerinden, Abdülhay Pütni tarafından toplanmıştır. Bu cildde Esma-i hüsna yani Allahü teâlânın hadis-i şerifte geçen doksan dokuz ismi sayısınca doksan dokuz (99) mektup vardır.

Üçüncü cild de imam-ı Rabbani hazretlerinin vefatından sonra 1630 senesinde talebelerinden Muhammed Haşim-i Keşmi tarafından toplanmış olup, bu cildde de Kur'an-ı kerimdeki surelerin sayısınca yüz on dört (114) mektup vardır. Her üç cildde toplam beş yüz yirmi altı (526) mektup vardı. İmam-ı Rabbani hazretlerinin vefatından sonra on mektubu daha üçüncü cilde ilave edilmiştir. Böylece toplam mektup adedi (536) olmuştur.

Mektubat'daki mektupların birkaçı Arabi, geri kalanların hepsi Farisi’dir. Çeşitli zamanlarda basılmıştır. Mektubat’ın birinci cildi Mektubat Tercemesi ismiyle Hakikat Kitabevi tarafından yayınlanmıştır. İkinci ve Üçüncü cildlerdeki mektuplardan da gerekli olanları Hakikat Kitabevi yayınlarından olan Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında yayınlanmıştır. Bu kıymetli eserler,


__________________
logoooxj8sv1.png


.............
Hüzün dalgası çarptıysa bir insanın yüreğine
ya mevlasını özlemiştir yada mevlası onu!!!
Mevlayı özleyen gönül ya hüznü bekler yada hüzündedir...
Bela, gam ve keder Mevlanın sevdiklerine
gösterdiği kamçıdır...
Vurdukça kendine çeker....

(İmam Rabbani)
 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubatı Rabbani...1. mektup

Mektubatı Rabbani...1. mektup
MEVZUU :
a) Yüce Allah'ın Zahir ismi ile münasebeti olan hallerin beyanı..
b) Tevhid babında has kısmın zuhuru beyanı..
c) Arşın üstündeki derecelere yükselmenin beyanı..
d) Cennet derecelerinin aşikâr olması..
e) Özellikle bazı velilere ait mertebelerin meydana çıkması..
f) Molla Kasım Ali'nin hali ve diğer müridler..

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır, İmam-ı RABBANİ Hz. nin şeyhi olan bu zatın künyesi şöyledir: Kâmil şeyh, velayet derecelerine vâsıl, nihayeti bidayetine dere eden bu tarikatta yol gösteren Yüce Hakkın hoşnut olduğu bu İslâm Dini uğruna güç sarfeden şeyhimiz İmamımız Muhammed Baki Billah Nakşibendî Ahrarî..
Yüce Allah, onun pek mukaddes sırrının kudsiyetini artırsın. Temennilerinin de üstündeki nimetlere erdirsin..
***
Bu bir arzuhaldir.. Yani; Mektup.. Kulların en küçüğü Ahmed'den, hal anlatılan makamın yüce katına.. Mübarek emir icabı, kendisinden alınan cesaretle çeşitli halleri anlatılmaktadır.
Şöyleki: Bu tarikat edeplerine dair işlere devamım sırasında, Yüce Allah'ın ZÂHİR ismine bir zuhur yeri olma şerefine erdim; hem de tam manası ile, her şeyden ayrı bir manada.. O kadar ki: Bütün eşyada, tek tek bu tecelliyi gördüm, özellikle kadınların kisvesinde.. Hatta ayrı ayrı her yanlarında.. Bu kadınlar zümresine o kadar ram oldum ki: Anlatamam. Bu ram olma işinde çaresiz bir duruma düştüm.
Bu, öyle bir zuhurdur ki, yalnız bu mahalde olmuştur; bir başka mahalde zuhura geldiği olmamıştır. Ne letaif hususiyetleri (insan duygularının özellikleri) arasında, ne acaip muhassenatı (şaşırtıcı işlerin güzellikleri) meyanında gördüm. Zuhur yerlerinin hiç birinde, asla böyle zuhur olmamıştır.
Hâsılı: Su gibi eridim; bu kadınların elinde eriyip aktım. Anlattığım manada bir tecelli her yemekte ve içmekte, her giyim işinde başka başka oluyordu. Lezzetli mükellef bir yemek sofrasında (veya yenen şeyin kendisinde) bulduğum lezzeti, başkasında bulamadım. Bu değişiklikler, tatlı su ile tuzlu beyninde oluyordu: belki de her şeyde.. Her şeyin tadı, başkalarından ayrı olarak, kendi değişik derecelerine göre kemal hususiyetleri arasındaydı. O kadar ki: Bu tecellilerin özelliklerini yazı ile anlatmak mümkün değildir.
Ancak, huzurunuzda bulunmuş olsaydım, bunları belki dille anlatabilirdim. Halbuki ben, bu tecelliler esnasında (Resulüllah S.A. efendimizin son nefesinde dilediği) refik-ı âlâya müştaktım; ondan başka ele iltifat etmedim. O hale mağluptum; başka yana iltifat gücünü kendimde bulamıyordum.
Bu arada şu durum bana malum oldu; Bu tecelli, tenzihe (sırf varlığa) bağlı nisbete münafi değildir. Çünkü, batın bu nisbetle alâkalıdır. Onun, zahire aslâ iltifatı yoktur. Bu tecelli ile teşerrüf eden zahirdir. Ki o: bu nisbetten yana boştur; muattaldır. Hak adına yemin olsun; batını söyle buldum: Göz, başka yana kayma iptilâsına uğramamıştır. O, bütün bilinenlerden ve zuhurlardan uzak durmuştur. Ancak zahir, kesrete ve ikiliğe dönük olduğu için; bu tecelli saadetine ermiştir.
Belli bir zamandan sonra, bu tecelli, gizli saklı yolu tuttu. Hayret ve cehalet nisbeti, olduğu gibi kaldı. O tecelliler, böylece; sanki, daha önce hiç gelmemiş gibi oldular.
***
Üstte anlatılan halin akabinde, has manada bir fena hali arız oldu. Bu dahi, ilmî manada bir taayyün idi. Ama, taayyün avdetinden sonra zuhur edip anlatılan fena halinde tükenen ilmî taayyün.. O zaman dahi, benlik (ENE) zannından yana hiç bir eser kalmadı..
İşbu anlatılan zamanda, İslâmî yollar belli olmaya, görünmeye başladı; zuhurda gizli şirkin yokluk alâmetleri belirdi. Bu alâmetler, amellerde kusuru ve ertelemeyi görmektir. Keza, niyetlere, bozuk hatıralara ve tehlikelere parmak basmaktır.
Yine bu cümleden olmak üzere, kulluk ve izmihlal (benlik davasının silinmesi) emareleri zuhura geldi..
Allah-ü Taâlâ, teveccühünüzün bereketi ile bizleri kulluk makamının hakikatine ulaştırdı. Yine bu teveccühünüzün bereketi ile arştan öteye yükselmeler çokça olmaktadır.
]***
Sonra..
Birinci mertebede bir yükselme oldu. Arştan öte makamlara ulaştım. Hali ile bu yükselme, mesafelerin dürülmesi sonucu meydana geldi. Huld cenneti ve altındakiler müşahede edilir oldu. Tam bu anda hatıra geldi:
? Bazı Hak erenlerin makamını göreyim..
Dedim.. O yana teveccüh edince, onların makamlarına göz ilişti. Görmek arzu ettiğim şahısları o yerde gördüm. Hem de: Mekân, mekânet, (yer, yerleşme) zevk ve şevk cihetinden değişik derecelerine göre.
]** *
Sonra..
İkinci derecede bir yükselme oldu. Böylece: Büyük meşayıhın keremli ehl-i beytin, insanların mürşidi Hulefa-i Raşidin'in makamlarından başka Resulüllah S.A. efendimizin has makamı; sair nebilerin, şanlı resullerin değişik makamları, mele-i âlâ arşın fevkinde görüldü..
Bu arada, bir başka yükselme oldu. Ama arşın üstünde bir yükselme idi. Yer merkezinden arşa varan mesafe mikdarı veya az kısa. Hazret-i Hace Bahaeddin Nakşibend'in makamında nihayet buldu. Allah sırrını takdis eylesin.
Bu son gördüğüm makamın ötesinde veya az ilerisinde sayılı bazı meşayih vardı. Meselâ: Şeyh Maruf-u Kerhî, Şeyh Ebu Said Harraz.. Kalan meşayihten bazılarının makamı onun altında; bazılarının makamı da onunla birdi.
Makamları altta olanlardan, şunlar vardı: Şeyh Alâüddevle Simnanî ve Şeyh Necmedin-i Kübra..
Üst makamda olanlar ise şunlardı: Ehl-i Beyt imamları..
Daha yukarıda Hulefa-i Raşidin'in makamları vardı. Allah onlardan razı olsun..
Sair peygamberlerin makamları, Resulüllah S.A. efendimize has makamın bir yanında; ulvî meleklere ait makam ise., diğer yanında idi..
Resulüllah S.A. efendimize has makamın, bütün makamlara nisbetle bir üstünlüğü ve asaleti vardı. Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin.
işlerin hakikatlerini en iyi bilen Yüce Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.
***
Allah'ın inayeti ile, her istediğimde manevî yükselme olmaktadır. Bazı vakitlerdeyse.. istemeden d.e oluyor.. Bu yükselme hallerinde, anlatılan işlerden başka şeyler de müşahede edilir. Bazı yükselmelerdeyse.. değişik izlenimler meydana gelir; onlardan pek çoğu da unutuluyor..
Her ne zaman bazı halleri yazmayı murad etsem; anlatılacağı anda hatıra gelmiyor; böyle bir şey müyesser olmuyor.. Onlar arasında öyle şeyler var ki, görünüşte küçük gibi; ama onun için istiğfar edilmesi gerekli.. Yazmak şöyle dursun.. Onlardan bazıları, bu imlâ esnasında hatırdaydı; ama yazacağım zaman, aklımda kalmadı.. Esasen, bu yazılanlardan fazlasını yazmak da edep dışıdır.
]***
Molla Kasım Ali'nin hali pek güzel.. Kendisine istihlâk ve istiğrak (manevî hal) ağır bastı. Tüm cezbe makamlarım geçti; onların üstü makama kadem bastı.
Önceleri, sıfatları asla bağlı görüyordu. Şimdi ise., o sıfatları kendi varlıkları ile, kendisinden uzak görmektedir. Kendi nefsini de "tam manası ile boş görmektedir. O kadar ki: Sıfatların kaim durduğu nuru dahi, kendisine aralıklı görmektedir. Kendisini de, o nurun bir yanında buluyor. Diğer (müridlerin) halleri de, gün gün terakkide devamlıdır. Aziz Allah'ın izni ile, bunları tafsilâtı ile diğer mektuplarda anlatırım.

 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubat-ı Rabbani..2.Mektup

MEKTUBAT-I RABBANİ..2.Mektup
MEVZUU : Yükselişlerin olması ve Yüce Hakkın yardımları ile övünmek..
***
NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu kendi şeyhi büyük zat, şey Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.
***
Bu bir arzuhaldir. Yani: Mektup.. Kulların en küçüğü AHMED'den (AHMED: İMAM-I RABBANİ Hz. nin esas ismidir.) hal anlatılan makamın yüce katına..
Ramazan ayına yakın günlerdeydi; Mevlâna Şah Muhammed, istihare emrini tebliğ etti.
Ramazan ayına girmeden, yüce eşiğinize yüz sürme fırsatını bulamadım. Başka yolu da kalmadığından, mübarek ramazan ayının geçmesini bekledim. Zaruret icabı, kendimi teselliye çalıştım.
Yüce Hakkın inayetlerini, büyük makamınıza nasıl arz edeyim ki!. Tevatür halinde, peş peşe arasız gelmektedir. Haliyle bu olanlar, üstün teveccühünüzün bereketi ile olmaktadır.
Bu manada bir şiir:
Ben bir bahçe gibiyim, oraya bahar:
Bulutlarından zülâl yağmurlar yağar.
Bin tane dilim olsa senaya dursam;
Ona infialden başka neyim artar?.
Açıklanan bu husus, bir cür'et ve edebi terke yorulabilir. Övünmek ve böbürlenmek manası da çıkabilir. Şu şiir bu hali anlatır:
Ama şahım yüceltti makamımı yerden;
Onunla ayda, yıldızda ayıldım birden.
***
Ayılma ve beka alâmetlerinin belirmesi, rebiülevvel ayının sonlarına doğru oldu. Şu ana kadar, her süre içinde, has bir beka ile teşerrüf etmekteyim. Şöyleki:
Önce, ben zatî tecelliye almıyorum. Ki bu tecelli Şeyh Muhyiddin'e bağlanır. Allah sırrının kudsiyetini artırsın. Daha sonra da, sekir haline geçiriliyor um.
Yükselme ve iniş hallerinde; duyulmamış ilimler, hayrete şayan irfan duygulan hâsıl olmaktadır.
Her mertebede, o mertebe makamının durumuna uygun manada has müşahedeye ve ihsana nail olmaktayım.
***
Ramazan ayının altısındaydı (ALTISINDAYDI: Farsçasında ve Arapça tercümesinde böyledir. Ancak, daha önce Müstakimzade tarafından yapılan tercümede:? SEKİZİNDEYDİ.. Gibi bir mana var. Nereden alındığını tesbit edemedik.)
beka ve ihsan şerefine nail oldum. Öyle ki: Onu arza güçlü değilim. Öyle sanıyorum ki: İstidadın sonu, bundan öteye geçemez.
Hale uygun manada vuslat müyesser oldu. Şu anda dahi, cezbe ciheti tam manası ile, tamama erdi. Yüce Allah'ın sonsuz varlığında seyir hali başladı; ki bu durum: Cezbe makamına münasiptir.
***
Her ne zaman ki: Fena hali tam manası ile olur; onun düzenin de kurulu beka tam manası ile kemal bulur.
Her ne zaman ki: Beka tam manası ile kemal bulur; orada ayıklık hali ağır basar.
Her ne zaman ki: Ayıklık hali ağır basar; ilimlerin şeriat-ı garraya uygunluğu daha ileri olur.
Tam manası ile ayıklık hali, peygamberlere has bir durumdur. Bu meyanda onlardan zuhur eden marifet duyguları ise.. şeriat ilimlerinin kendisidir.
Bir de onların beyan ettikleri, akideler vardır ki: Zat ve sıfat üzerinedir.
Bazı marifet hallerinin, dile gelişte, dış manası ile çelişmesi, sekir halinin bakiyesinden olsa gerek..
Bu FAKİR'e (İMAM-I RABBANİ Hz. kendisini kasd ediyor.) feyz yollu gelen irfan duyguları ise., pek çoğu, şeriata dair marifetlerin tafsilinden ibarettir. Bunların beyanı: Keşfe dayalı, zarurî istidlali ilim (inkârı, cehaleti imkânsız bilgi) meydana getirir; toplu manalar, yaygın hale gelir. Yani: İşin detaylarına inilir.
Bunları anlatmaya kalksam, tafsilâtlı şerhi uzar. Kaldı ki ben: Korkuyorum; çekiniyorum, bilhassa işin edep dışı bir yöne kaymasından.. (Bu son cümle Farsça aslında şiir olarak gözükmektedir. Arapçasında nesre benzediğinden normal tercümesini verdik.)
***
 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubat-ı Rabbani...3. mektup

Mektubatı Rabbani.3. mektup
MEVZUU : Yarenlerin, belli bir makamda durakladıkları ve bu manada bazı meseleler.

***

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhine yazmıştır.

***

Arz edilmek istenen durum şudur:

Burada belli bir süre için kalan ve buranın yerli yarenlerinden her biri, bir makamda tutulup kalmış. Onları bu makamdan çıkarmak ise., pek zor.. Öyle ki: Bu makama münasip yeterli gücü kendimde bulamıyorum.

Allah-ü Taâlâ, üstün teveccühünüzün bereketi ile, bize terakki nasib eylesin..

Yakınlarımdan birri anlatılan makamı geçti; zatî tecellilerin basamaklarına ulaştı. Hali cidden güzel.. Adımlarını bu FAKÎR'in (FAKİR: Lâfzı ile İMAM-I RABBANÎ Hz. kendisini kasd ediyor.) izinde atmaktadır. Aynı şeyi, diğer yarenler için de dilerim.

***

ihvandan bazıları var ki; mukarrebin (Yüce Hakka yakın olanlar) yolu ile hiç bir münasebetleri yoktur. Bunların haline uyan, ebrar (iyi amellere devam) yoludur. Yakin babında elde ettikleri bir şey varsa., o bir ganimettir. En uygunu, kendilerine bu yolu emretmenizdir. Bu manada bir mısra şöyledir:

İşi vardır her insanın kendine mahsus..

Bu söylediğim kimselerin isimlerini tafsilâtı ile yazmaya cesaret edemiyorum. Zira onlar, size gizli değiller..

Bundan daha fazlasını yazmak edep dışıdır.

***

Bu mektubu yazdığım gün, Mir Seyyid Şah Hüseyin kendi halinde meşgulken bir rüya görmüş. Anlattığına göre: Büyük bir kapıya varmış. Kendisine söylenmiş:

— Burası hayret kapısıdır.. Sonrasını şöyle anlattı:

— Kapıdan içeri baktığım zaman, gördüm ki Hazret-i Şeyh içeride.. Sen de onunla berabersin.. Kendimi içeri atmak istedim; bir türlü ayağım varmadı..

 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubatı rabbani.4. MEKTUP

Mektubatı rabbani.4. MEKTUP
MEVZUU : a) Mübarek ramazan ayının faziletleri.

b) Hakikat-ı Muhammediye'nin (kabiliyet-i ulâ) beyanı.. Ona ve âline salât, selâm ve saygılar..

c) Kutbiyet makamı, ferdiyet mertebesi..

***

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

***

Hizmette olanların en küçüğünden bir arzuhaldir. (Yani: Mektup..)

Süre hayli uzadı. Bu kapıda hizmet edenlerin hallerine muttali olamadım: Ne feyizlenme, ne de güzel mektuplaşma yolundan..

***

Şimdilik, mübarek ramazan ayının gelmesini bekliyorum. Bu ayın, Kur'an-ı Mecid'le tam bir münasebeti var. Hem de zata bağlı kemalatı ve onun zuhuratı sayılan işlerin tümünü özünde toplamak

sureti ile..

Kaldı ki o, asalet dairesine dahildir. Öyleki: Asla, onun üzerine gölge düşmemiştir. KABİLÎYET-İ ULÂ, onun uzayan gölgesidir. Bu manada gelen âyet-i kerime meâlen şöyledir:

— «Ramazan ayı öyle bir aydır ki; Kur'an, o ay içinde indirildi.» (2/185)

İşbu âyet-i kerime, sözün doğruluğuna delildir.

Anlatılan mana ile bağlılık kurulunca; işbu ramazan ayının, cümle hayırları ve bereketleri özünde topladığı anlaşılır.

Bütün sene boyunca gelen cümle hayırlar ve bereketler; bu ayın, bereketleri denizinden bir damladır. Ama, kime olursa olsun; hangi yönden gelirse gelsin.. Bu ayın kadri o kadar yücedir ki: Sonu yoktur.

Bu ay içinde olan birlik ve beraberlik, yıl boyu sürecek birlik ve beraberliğe sebeptir. Aynı şekilde, bu ay içindeki ayrılık, yıl boyu sürecek ayrılığa sebeb olur.

Saadetler olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisinden razı olarak ayrılır. Yazıklar olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisine dargın gider. Dolayısı ile, bereketleri elde etmeye bir vasıta sayarak.

Ramazan ayı ile, Kur'an-ı Kerim hatmini biraraya getiren kimse için ümid edilir ki: Onun bereketlerinden mahrum kalmaya; hayırlara kavuşmasına engel olmaya..

Bu aya mahsus olan bereketler, başkalarına benzemez. Bu ayın gecelerindeki hayırlar da, başkaları ile kıyaslanamaz.

Akşamlan, iftarda acele etmenin; sahurlardaysa, ağır davranmanın hikmeti ve sırrı bu olsa gerek. Böyle olur ki: Gecenin ve gündüzün tüm cüzlerindeki imtiyaza ermek hâsıl ola..

Yukarıda:

— KABİLİYET-İ ULÂ..

Şeklinde bir cümle anlatıldı. İşte, Hakikat-i Muhammediye, bundan ibarettir. Bu Hakikat-ı Muhammediye'nin zuhur yerine salât selâm ve saygılar..

İşbu KABİLİYET-İ ULÂ, zatî kabiliyet değildir.

Anlatılan Hakikat-ı Muhammediye; tüm sıfatları özünde topladığı için, bazıları:

— Kabiliyet-i Zat..

Olarak hükmetmiştir. Halbuki kabiliyet-i zat, ilmî itibar içindir. Hem de zat ve sıfatlara dayalı tüm kemalât ile ilgilidir. Bu dahi, Kur'an-ı Mecid'in ele, dile getirdiğidir. Şanı yüce olsun.

Kabiliyet-i sıfata gelince., bu: Sıfatlar vatanı ile münasebettir; zatla sılat, beyninde bir boşluktur. Bu dahi, sair peygamberlerin hakikatleridir.

Resulüllah efendimize ve sair peygamberlere salât ve selâm..

Anlatılan bu kabiliyet, içine giren itibarların mülâhazası ile, müteaddid hakikatler halinde meydana gelir.

Hakikat-ı Muhammediye sayılan kabiliyet'e gelince; her nekadar onda zılliyet var ise de, sıfatların rengi onda belli olmaz. Hiç bir şekilde, zatla aralarında hail yoktur.

Muhammedî meşrebe dahil olan cemaatın hakikatlerine gelince: îlmî itibara göre, zat kabiliyetlidirler. Ama anlatılan bazı kemalâtla ilgili olaraktan.. Bu meyanda Kabiliyet-i Muhammediye; zatla bu müteaddid kabiliyetler arasında bir aralıktır. Bazılarının, yukarıda anlatıldığı üzere buna:

— Kabiliyet-i Zattır.

Demeleri, şu manadaki sebebe dayanır: Onun, (kabiliyet-i zatın) sıfatlar âleminde bir adımlık yen vardır. Bu sıfatlar âleminin son yükselişi ise., o kabiliyete kadardır. Ulaştıkları bu makamdaysa.. Resulüllah S.A. efendimize bağlandıklarında şüphe yoktur.

Kabiliyet-i ittisaf için, hiç. bir şekilde yükselme yoktur. Bu mananın bir icabı olarak, bazıları zarurî olarak şu hükmü verdiler:

— Hakikat-ı Muhammediye daima haildir.

Halbuki. Hakikat-ı Muhammediye. kendi zuhur yerindedir; ki; Zatta mücerret bir itibardır. Bundan ötürü de, gözden kaybolması mümkündür: hatta olmuştur.

Kabiliyet-i ittisaf her ne kadar itibari ise de, sıfatların rengini ve vasfını almıştır, amma berzahiyet yoluyla..

Sıfatlar hariçte vardır; ama ziyadeden bir varlıkla.. Böyle olunca, yükselmeleri imkân dairesi dışındadır. İşbu mana icabı olarak, anlatılan hailin daimî varlığına hükmedilmiştir.

Asaletle zılliyet arasını birleştiren bu tür bilgilerin benzerleri çok gelmiştir; pek çoğu da tarafımdan yapraklara yazılmıştır.

***

Kutbiyet makamı: Zılliyet makamı ilimleri inceliklerinin menşeidir.

Ferdiyet mertebesi: Asıl daire maarifinin varidatına vasıtadır.

Zil ve asıl (asıl varlık ve gölgesi) arasındaki imtiyaz: Anlatılan iki devlet, biraraya gelmedikçe olmaz.

Anlatılan mana icabı olarak; meşayih, KABİLİYET-İ ULÂ'nın ziyadeliğine kail değildirler. İşbu kabiliyette:

— Zat babında taayyün-ü evvel..

Denir. Şundan ki: Bu kabiliyetin müşahedesini zatî tecelli sanmışlardır. Ama gerçek, benim tahkikimdir; iş, izah ettiğim gibidir.

Gerçeği meydana çıkaran Allah sübhandır. Bu yola hidayet eden odur.

**

Yazmakla memur olduğum risalenin bitmesini, şu ana kadar başaramadım. Olduğu gibi, müsvedde duruyor. Bu duraklamadaki ilâhî hikmeti anlayamadım.

Bu manada, cür'etin ziyadesi edebe uzaktır.
 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubat-ı Rabbani..5. MEKTUP

Mektubatı Rabbani..5. MEKTUP

MEVZUU : Hace Bürhan'ın Muhammed Bakibillah'a gönderilmesi ve bazı hallerinin beyanı. Ki o: İhlâs sahiplerinden biri idi.

***

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhamnıed Bakibillah'a yazmıştır.

***

Hizmette olanların en küçüğünden bir arzuhaldir. (Mektuptur.) Hacegân tarikatı beyanında bir risale yazdım. Allah-ü Taâlâ, onların sırlarının kudsiyetini artırsın.

O yazdıklarımı, yüce katınıza yolluyorum. Dilek: Teberrüken görüşünüzü almaktır. Ne var ki o risale, müsvedde halindedir; temize çekmek için fırsat bulamadım. Sebebi: HACE (HACE: Alim. şeyh. seyyid, ağa ve muallim manalarına gelir.) Bürhan'ın acele yola çıkması oldu. Belki de, ona bazı bilgiler eklenecektir.

***

Günlerden bir gün, Ahrar silsilesine gözüm ilişti. Hatırıma geldi ki: Onu size arz edeyim. Ondaki bilgilerin beyanı babında bir şey yazasınız. Olmazsa, bu FAKİR'e (F A K î R: Lâfzı ile, İMAM-I RABBÂNİ Hz. kendisini kasd ediyor.) emir buyurasınız, ona bir şey yazayım.

Bu düşüncem, gelişti.

Anlatılan düşünceye dalgın iken, bu müsveddedeki bilgiler feyiz yollu geldi; yazdım.

Bu gönderdiğim müsveddeleri, o risale için bir bütünleme sayarsanız ne âlâ.. Olmazsa, bazı uygun bilgiler ona eklenir; onun bir başka yönü olur.

Bu manada fazla açılmayı, edebe aykırı sayarım.

***

Hace Burhan, bu süre içinde güzel fiiller işledi; beğenilecek işler yaptı. Cezbe makamına uygun, üçüncü seyirden nasibe nail oldu. Ne var ki, şu anda geçim sebepleri ile, hali teşvişe düşmüştür. İşleri dağınık durumda. Bu halleri ile yüce katınıza yönelmiş bulunuyor. Kendisine emredilecek her şey, uğur ve bereket olur.

 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubat-ı rabbani..6. mektup

Mektubatı rabbani..6. mektup


MEVZUU : a) Cezbe ve sülûk husulünün beyanı.

b) Celâl ve cemal sıfatları ile terbiye almak.

c) Fenanın ve bekanın beyanı.

d) Nakşibendî tarikatına mensub olmanın üstünlüğü. Belâ ve musibet için dua..

***

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

***

Bendegânın en küçüğü AHMED'den (AHMED İMAM-I RABBANÎ Hz. nin kendi ismidir.) bir arzuhaldir.

Şanı büyük mutlak mürşid olan Yüce Hak, üstün teveccüh bereketi ile; bana şu ikramda bulundu: Cezbe ve sülük terbiyesi..

Sonra..

Beni celâl ve cemal sıfatları ile terbiye etti. Şu anda: Celâl cemalin aynı oldu; cemal dahi celâlin aynı oldu.

RİSALE-İ KUDSİYE (RİSALE-İ KUDSİYE: Şeyh İmam Muhyiddin Muhammed b. Ali b. Arabi Halemi Taî Mekkî Hz. nin eseridir. Hicretin 638 (M. 1240) yılında vefat etmiştir. Allah-ü Taâlâ, sırrının kudsiyetini artırsın.) için yazılan haşiyelerde; bu ibarenin sarih manasını tahrif edip mevhum manaya almışlar. Halbuki ibare manası zahirine göre verilmiştir; tahrif ve tevil edilmesi kabil değildir.

Bu terbiyenin alâmeti: Zata dayalı sevgide tahakkuktur. Anlatılan manada tahakkuk olmadan, bu terbiyenin husulüne yer yoktur.

Zata dayalı sevgi, fena bulma alâmetidir. Fena ise.. Allah-ü Taâlâ'nın zatından başka şeyleri unutmaktır.

İlimler, tam manası ile sine sahasından ayrılmadıkça; cehl-i mutlakla tahakkuk hâsıl olmadıkça, fenadan yana nasip gelmesi imkânsızdır.

Anlatılan manadaki cehil, daimîdir; onun zevaline imkân yoktur. Bazen gelip bazen de giden cinsten değildir.

Bu babda son gaye mana şudur: Bekadan evvel sırf cehalet vardır; bekadan sonra da cehalet ve ilim birleşir. Burada anlatılan cehalet gözünde şuur vardır; hayret gözündeyse.. huzur..

İşbu anlatılan makam: HAKK'el-YAKİN makamıdır; orada ilimden ve aynden sayılan her biri, diğerine perde olamaz. Misali anlatılan cehaletten önce gelen ilim, itibar derecesi dışındadır.

Her nekadar bu makamda ilim varsa da, özdedir; şuhud varsa, o da özdedir; marifet dahi özdedir. Dışarıda göz kaldığı süre; özünde hâsıl olan bir şey yoktur.

Şayet nazar, öze dönük ise., yani: Tamamen.. O zaman uygun olan: Nazarın tamamen dıştan kesilmesidir.

Bu manada Hace Nakşibend Hz. şöyle anlattı:

— Ehlüllah, fenadan ve bekadan sonra ne görürlerse., onu kendi özlerinde görürler. Marifet yollu elde ettikleri her şeye de, kendi özlerinde arif olurlar. Hayretleri dahi, yine kendi özlerinde olur.

Bundan açıkça anlaşılıyor ki: Müşahede, marifet, hayret sadece özdedir; onun dışında bir şey değildir. Bunlardan, yalnız biri özde bulunursa., fenadan yana haz ve nasib yoktur. Onlardan bir kısmı dışarıda olunca,, sonunda gelmesi umulan beka nasıl gelsin?. Fena ve beka işindeki mertebelerin nihayeti budur. Ve bu: Mutlak fena halidir. Mutlak fena ise., diğerlerine göre, daha şümullüdür. Beka durumu dahi, fena hali mikdarına göre olur.

Üstte anlatılan mana icabı olarak, ehlüllahtan bazılarının; fena ve beka ile tahakkuk sonu dışa dönük müşahedeleri vardır. Ancak bu acizlerin, (Yani: Nakşibendilerin) bağlı bulundukları makam, bütün nisbetlerin üstündedir.

Bu manada bir şiir şöyledir:

Her esen nesime misal Hicazî olmaz;

Kalaylı demir Yemanîce revaç bulmaz.

(Bu şiir Arapça metinden alınmıştır. Ancak, Farsça nüshada, şu mana ile gelmiştir:

Her ayine tutan da İskender mi olur?

Her kılık değiştiren Hak eri mi olur?)

Geçip giden nice asırlardan sonra; anlatılan silsilenin büyüklerinden bir iki zat; bu tarikat bağını şereflendirirken, diğer silsileler için ne söylerler?

Bu bağlılık, Abdülhalik Gucdüvanî Hz. ne ulaşır; sırrının kudsiyeti artsın. Onu kemale erdirip tamamlayan zat ise.. Şeyhler Şeyhidir. Yani Nakşibend namı ile maruf Bahaeddin'dir; sırrının kudsiyeti artsın.

Anlatılan durum bir devlettir ki ona: Kendi halifelerinden Hace Alâaddin Attar ermiştir. Bu büyük bir saadettir. Daha başka kimlere nasib olacağı, zamanla görülecektir.

***

Bu yolda şaşılacak durum şudur:

Her ne zaman belâ ve musibet vaki olsa; öncelikle feraha ve sürura sebeb oluyor. O zaman şöyle diyorum:

— Daha yok mu?.

Dünya metaı cinsinden bir şeyim benden gitse, gönlüm hoş oluyor; aynısının olmasını temenni ediyorum.

Sebebler âlemine indirildiğim an, nazarın aczime ve fakrime ilişti. Bu da, benim için bir nevi hüzün oldu. Bu dahi, ilk baştan gelen az zarar dolayısı ile oluyordu.

Anlattığım üzüntü devam ediyordu, isterse o az zarar, tezce gitsin; hiç gelmemiş gibi olsun.

Bir belânın, yada musibetin defi için Subhan Allah'a dua ettiğim zaman; bundan maksad, o belânın veya musibetin kalkması değildi. Gerçek olan:

— «Bana dua ediniz.» (40/60)

Emrine imtisaldi. Ne var ki, şu anda duadan maksad, belâ ve musibetlerin kalkmasıdır.

Bundan önce zail olup giden korku ve hüzün geri döndü. Bu da, bana malum olduğuna göre: Sekir halinden geliyor.

Ayıklık haline gelince., avam insanlarda bulunan acz, korku, hüzün, gam, ferahtan yana ne varsa., ayıklık hali sahibinde mevcuttur.

Başlangıçta duadan gaye: Belânın kalkması değildi; ama bu mana gönlüme pek hoş gelmiyordu. Ancak, içinde bulunduğum bir hale mağlûb olmuştum.

Bu arada aklıma gelen şu oldu: Peygamberlerin duaları, yalnız niyetlerinin hâsıl olması yönünde değildir. Allah-ü Taâlâ onlara salâtlar ve selâmlar eylesin.

Son anlatılan hale erdikten sonradır ki: İşin hakiki yüzü meydana çıktı. O zaman bildim ki: Peygamberlerin duaları Yüce Hakka karşı acz, iftikar, korku, inkisar yönlüdür; yalnız ilâhî emir gereği değildir.

***

Emir gereği olarak; zaman zaman, vukua gelen işleri arz etme cür'eti meydana geliyor.

 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubatı Rabbani.. 7. Mektup

Mektubatı Rabbani.. 7. Mektup

MEVZUU : İMAMI RABBANİ Hz. bazı garip hallerini beyan etmekte ve bazı zaruri işlerini sormaktadır.

***

NOT: İMAM-1 RABBANİ Hz. bu mektubu, pek keremli şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

***

Kulların en küçüğü AHMED'den bir arzuhaldir.

Arştan öte bir makam var ya, işte ruhumu orada buldum. (Yani: Melekût âleminde..) Ama, manevî bir yükselme yolu ile.. Bu makamda, Hace Nakşibend Hz. nin özel bir yeri vardır.

Allah-ü Taâlâ, onun kudsiyetini artırsın.

Aradan bir süre geçti; bu maddî bedenimi de orada buldum.

Bu sıralarda bana şöyle geldi: Felekiyattan, unsuriyattan alta inen bu âlemden ne bir isim, ne de bir resim var. Hem de tam manası ile..

Bu çıktığım makamda, ancak büyük velîlerden bazıları vardı..

Şu anda, bu âlemin tamamını, mahal ve makam olarak, kendime ortak buluyorum; bunun için de hayret hâsıl oluyor. Şundan ki: Kendimi tam manada yabancıların varlığı ile beraber görüyorum.

Hasılı: Bazan öyle halet zuhura geliyor ki, onda ne ben kalıyorum; ne de bu âlem.. Sonra, daha başka bir şey de zuhura gelmiyor; ne nazarda, ne de ilimde..

Anlattığım hal, şu ana kadar devam edip geldi. Bu âlemin varlığı ı nazardan ve ilimden yana kapalı durmaktadır.

Sonra..

Bu makamda, büyük bir köşk peydah oldu. Ona merdivenler kurulmuştu: çıktım.

Anlatılan makam, âlern misali tedricî bir surette indi; an bean kendimi onda yükselir buldum. Tam olarak, iki rikât şükür namazı kıldım.

Bunu takiben, gerçekten üstün bir makam zahir oldu. Orada DÖRT NAKŞİBENDÎ BÜYÜĞÜNÜ GÖRDÜM. (DÖRT NAKŞİBENDİ BÜYÜĞÜ GÖRDÜM: Cümlesi ile şu zatlara işaret edilmiş olabilir: Hace Abdülhalik Gucdüvanî. Hace Muhammed Bahaeddin Naksibend. Hace Alaeddin Attar, Hace Ubeydüllah Ahrar. Sırlarının kudsiyeti artsın.) Allah-ü Taâlâ, sırlarının kutsiyetini artırsın.

Bu makamda, anlatılan zatlardan başka meşayih dahi vardı. Meselâ: SEYYİD'ÜT-TAİFE ve daha başkaları.. (SEYYİD'ÜT - TAİFE: Bu zat, Ebülkasim Cüneyd b. Muhammed olup daha çok CÜNEYD-İ BAĞDADÎ lakabı ile bilinir. Sırrının kudsiyeti artsın.)

Meşayihten bazıları, anlatılan makamın üstünde idiler. Ama oturmuş, bu makamın sütunlarına tutunmuşlardı. Bazıları da, değişik derecelerine göre, bu makamın altında bulunuyorlardı.

Kendimi, cidden bu makama yabancı buldum; o kadar ki: Kendim için bu makamla hiç bir münasebet görmüyordum.

Anlatılan bu vakıadan ötürü; kendimde tam bir ıstırap hâsıl oldu; o kadar ki: Deli olmama ramak kaldı. Hüznün, esefin şiddetinden ruhum bedenimden ayrılacak hale geldi.

Anlatılan hal, uzun bir süre devam edip gitti. Sonradan, üstün teveccühlerinizin bereketi ile; kendimi o makama münasip gördüm.

İlk önceleri, başımı bu makamın hizasında buldum. Sonra tedricen yükseldim; o makamın üstünde oturdum.

Daha sonra, hatırıma şöyle geldi: Burası, tam tekmil makamıdır; sülûkün tamama ermesinden sonra, oraya vâsıl olunur. Sülûkünü tamamlamayan meczubun burada alacağı haz yoktur.

Bu sırada aklıma şöyle geldi: Bu makama kavuşmak, sizin hizmetinizde bulunduğum sırada gördüğüm rüyanın neticelerindendir. Bu vakıa (rüya) şöyle olmuştu:

Efendimiz Hazret-i Ali'yi r.a. gördüm. (Kv.) Geldi; şöyle dedi:

— Semaların ilmini sana öğretmek için geldim.

İyi dikkat edince gördüm ki: Bu makam, sair Hulefa-i Raşidin arasında Hz. Ali'ye (Kv.) mahsustur. Allah onların hepsinden razı olsun.

En iyi bilen, Yüce Subhan Allah'tır.

***

Yukarıdaki hususları anlattıktan sonra, maruzatımı aşağıda sıralayacağım.

BİR:

Bana öyle geliyor ki; kötü huylar, zaman zaman kalkıyor. Onlardan bazısı, bedenden iplik gibi çıkıyor; bazısı da kurt gibi..

Bazı zamanlar, şöyle düşünüyorum: Onların hepsi ayrılıp gidiyor, sonradan, bir başka, vakitte zuhur ediyor.

İKİ:

Bazı marazların ve sıkıntıların defi için teveccühe dairdir. Bu iş için, başta Yüce Hakkın rızasını bilmek şart mıdır, yoksa değil mi?. REŞEHAT'ta (REŞEHAT: Farsça yazılı bir kitaptır, içinde, Nakşibendî meşayihinin menkıbeleri vardır; onların yol yönlerini açıklar. Yazan: Hüseyin b. Ali Vaiz Kâşifi Beyhakî olup Safî, lakabı ile meşhurdu. Bu eserini Hicrî 909 (M. 1503) yılında bitirdi. Bu eseri. Mektubat mütercimi Muhammed Murad Menzilevî Arap diline çevirdi, İbn-i Şerif Abbasî namı ile maruf Mevlâ Muhammed dahi Türk diline çevirmiştir. Bu zat dahi Medine-i Kahire'de: Hicrî 1002 (M. 1593) yılında vefat etmiştir. Allah onlara rahmet eylesin.) Hace Ubeydüllah Ahrar'dan naklen gelen ibareden çıkan manaya göre: Şart değildir. Bu hususta nasıl bir hükme varırsınız?. Teveccüh dahi, ona göre iyi görülmemektedir.

ÜÇ:

Taliplerde, huzurun tahakkukundan sonra; huzuru muhafaza emri verilip zikirden men' etmek gerekir mi? gerekmez mi?.

Sonra., o hangi mertebedir ki: Orada zikir olmaya?. Durum böyle iken, bazıları önünden sonuna kadar zikri bırakmamışlardır, iş sonuna varıncaya kadar zikirden imtina etmemişlerdir.

İşin hakikati nedir?. Ne emir buyurursunuz?.

DÖRT:

Hace Ubeydüllah Ahrar FIKARAT'ta (F I K A R A T: Bu eseri, Hace Ubeydüllah Ahrar Hz. yazmıştır. Mektubat mütercimi Şeyh Muhammed Murad Menzilevî Mekkî Arapçaya çevirmiştir.) şöyle anlattı:

— Sonunda zikir emri verirler. Zira, bazı MAKSATLAR ancak

zikirle yerine gelir. Burada anlatılan MAKSATLAR nelerdir? tayin

buyurunuz.

BEŞ:

Taliplerden bazıları, kendilerine tarikat talimi istemekte; ama onlar, lokmada ihtiyatsızdır. Bu ihtiyatsızlığa rağmen, huzur elde etmekte, bir nebze istiğraka varmaktalar. Şayet onları, lokmaya ihtiyat için sıkıştıracak olsak; hepsini bırakacaklar. Yani: Talebin zayıflığından, tarikatı terki seçecekler. Bu hususta hüküm nedir?.

Bir başkaları ise., bu silsile-i şerifeye yalnız bağlılık isterler. Bunlarda, zikir talimi talebi yoktur. Böyle bir şey caiz olur mu? Yoksa olmaz mı?. Böyle bir şey caiz ise., yolu nedir?. .

***

Bundan fazlasını yazıp açılmak, edep dışına çıkmak sayılır..

 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Mektubatı Rabbani...8. mektup

Mektubatı Rabbani...8. mektup


MEVZUU : a) Beka ve sahv (ayıklık) mertebeleri ile ilgili hallerin

beyanı. b) itikada dair bazı meseleler.

***

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

***

Kulların küçüğü Ahmed'den bir arzuhaldir.

Sekir (manevi sarhoşluk) sahv (ayıklık) haline çıkarılıp beka ile şerefyab olduğum zaman; benzeri olmayan ilimler ve bilinmeyen marifet duyguları zuhur etmeye başladı. Bunlar feyiz yollu ve devamlı idi. Bunların pek çoğu da; evliyanın beyan yoluna ve onların dillerde dönen ıstılahına uymuyordu.

Onlar, vahdet-i vücuda dair bir mesele beyan ettikleri ve söyledikleri ne varsa onunla ilk hallerde şerefyab oldum; sonra vahdet şühudu kesrette müyesser oldu. (Teklik, çoklukta görüldü.)

Sonra, Melik-i Allam zatın inayeti ile; bu makamdan terakki ettim. Çok yüksek derecelere erdim. Bu meyanda bana çeşitli ilimlerin feyzi geldi.

Ne var ki, evliyanın kelâmında bu makamların tasdiki yoktur; bu marifetlerin ve sözlerin de sarih bir şekilde tasdiki yoktur. Ancak, bazı büyüklerin kelâmında, bunun için icmal yollu işaretler ve remizler var.

Ne var ki, adil şahid; anlatılanların sıhhatına, pak şeriatın zahirine uygun olduğuna, ehl-i sünnet topluluğu alimlerine ters düşmediğine şehadet eder. Şöyleki: Hiç bir şeyde, pak şeriata dışta aykırı değil.. Felsefecilerin sözlerine ve onların akla dayalı kurallarına da uymuyor. Ehl-i sünnete muhalif duran İslâm âlimlerinin yollarına benzemiyor.

***

Şu mana açıldı: Bir işin gereği olan güç, o işle beraberdir; fiilden evvel bir güç yoktur. Kudret yapılan işle eş olarak gelmektedir.

Gelen teklif ise., sebeblerin ve duyguların sağlam olmasına dayanır. Nitekim ehl-i sünnet uleması da, bunu böyle kararlaştırdı.

**

Bu makamda kendimi, Hace Bahaeddin Nakşibend Hz. nin izinde buluyorum; çünkü o, bu makamdadır. Hazret-i Hace Alâeddin Attar'ın da bu makamdan nasibi vardır. Bunlardan başka bu sisile-i aliyyenin büyüklerinden Hace Abdülhalik Gucdüvanî ile, daha evvel göçen zatlardan Maruf-u Kerhî, Davud-u Taî, Hasan-ı Basrî ve Habib-i Acemî'nin de bu makamdan nasipleri vardır. Allah-ü Taâlâ onların sırlarının kudsiyetini artırsın.

İşbu makamın hâsılı: Tam manası ile uzaklık ve vahşettir, işin ilâç kabul eder yanı da yoktur. Bu arada perdeler kaldıkça; ihtimam gösterip çalışmak sureti ile, onu kaldırmak gerekir. Şu anda, iş hicap yönü ile daha da zorlu oldu. Bu manada bir şiir şöyledir:

Bu iş için ne tabip var ne de efsun kâr eder.

Bazıları, bu tam vahşete ve münasebetsizliğe; bir vuslat ve bitişme ismi verdiler. Heyhat ne gezer!.. Şu beyt, onların haline uygundur:

Sakın ha visalini dileyip çağıran;

Bir olmaz, yerde kalanla semada duran.

Şuhud nerede?. Şahid kim?. Meşhud nedir?. Bu manada bir şiir şöyledir:

Halkta görülünce cemal nuruna bak;

Ne bağı kurar Rablar Rabbıyla toprak.

***

Hülâsa: Kula lâzım olan şudur ki; nefsini güçsüz bir mahluk bile.. Keza bütün âlemi de öyle.. Yüce Kadir Halik'ı ise., aziz ve celil Hak bilecektir.. Asla bunun dışında bir nisbet isbat edilemez. Aynen görmek nerede? aynadaki nerede?.

Bir mısra şöyledir:

Hangi ayna ötelerden suret verir?.

***

Ehl-i sünnet vel-cemaat sayılan zahir âlimleri, bazı amellerde kusurlu olabilirler. Ama itikad cihetinden, dışa nurlu sahih itikad yayarlar. Onların ortaya attıkları bu nurlu görüşleri, kusurlarını siler atar. Bunların meydana attıkları bu görüşleri, tasavvuf ehlinin çoğunda bulunmaz. Şundan ki: Riyazetlerinin, mücahedelerinin olmasına rağmen; zat ve sıfat üzerine sağlam itikatları yoktur.

***

Âlimler ve ilim talipleri hakkında; özümde bir sevgi hasıl oldu; onların gidişleri bana pek güzel gelmeye başladı. Onların zümresinden olmayı, ilim talipleri ile ilmî müzakere yapmayı arzu ediyorum.

Bilhassa Tavzih (TAVZİH: Bu eser, Tenkîh adlı eserin zor yanlarını çözmektedir: ki, Tenkîh'ül - Usul adlı eserin şerhidir. Bu da, Sadr'üş - Şeria Fazıl Allâme Abdullah b. Mes'ud Mahbubî Buharî Hanefî'nin-eseridir. Kendisi. Hicretin 747. (M. 1346.) yılında vefat etmiştir Allah Rahmet eylesin.) ve Telvih (TELVİH: Tenkih'in hakikatlarını keşif üzerine yazılan bir kitaptır. Sadr-ı Şeria'nın şerhi üzerine yazılmıştır. Allâme Sa'deddin Mesud Teftezanî'nin eseridir. Bu zat, hicretin 792. (M. 1389.) yılında vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin.) eserleri için. Ki bunlar: Mukaddemat-ı Erbaa'dan sayılır. Bundan başka, fıkha dair Hidaye (HİDAYE: Şeyh'ül - İslâm Burhaneddin Ali b. Ebi Bekir Murğınanî Hanefi'nin eseri olup Bidaye-i Mübtedi, ismini verdiği eserin metin şerhidir. Hicrî 593. (M. 1156.) yılında vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin.) adlı eserin mubahasesini de onlarla yapmak isterim. Ayrıca şu hususta ulemanın kavline iştirak ediyorum: İlmî yoldan Yüce Hakkın ihatası ve halkla maiyeti.. (Oluşu..)

***

Şunu biliyorum: Yüce Hak, bu âlemin aynı olmadığı gibi; ona muttasıl ve ondan munfasıl değildir. Ne âlemle beraber, ne de ondan ayrıdır. Onu sarmış ve ona geçmiş de değildir.

Şunu da biliyorum: Zatlar ve sıfatlar, hep birden Yüce Hak için mahluktur. Ama böyle demek:

— Mahlukatın sıflatları, Yüce Hakkın sıfatları, mahlukatın fiilleri Yüce Hakkın filleridir.

Manasına gelmez.

Elbette şunu biliyorum: Fiillerde müessir olan, ancak Yüce Hakkın kudretidir. Mahlukun kudretinin bunda hiç bir tesiri yoktur. Nitekim, kelâm ulemasının kavli de budur.

Şunu da biliyorum: Yüce Hakkın yedi sıfatı mevcuttur.

Şunu da biliyorum: Yüce Hak iradelidir; diler.

Kudreti, şu manada tasavvur ediyorum: Bir fiilin sıhhati ve terkidir.. Ama yakin hali ile.. Ancak şu manada değil: Dilerse yapar, dilemezse yapmaz.. Fakat, bu ikinci şart için:

— Vukuu mümkün değildir..

Diyemem. Tıpkı bazı hükemanın dediği gibi.. Yani: Sefih felsefeciler ve bazı sofiye gibi.. Böyle bir şey, sözü Yüce Hak için zorlamaya götürür ki, bu: Hükema usulünce söylenen bir söz olur.

Kaza ve kader meselesi üzerine ulemanın kavline itikad sahibiyim. Zira mülkün sahibi Yüce Zat, kendi mülkünde istediği gibi tasarruf edebilir.

Kabiliyetin ve istidadın, bu işlerde bir dahli olduğu görüşünde değilim. Şundan ki: Böyle bir şey, Yüce Hak için zorlama olur. Halbuki o: Muhtar bir zattır; dilediğini yapar. Kıyas budur.

Hallerin arzı, anlatılması zorunlu cümleden olunca, onları zarurî olarak, arz etme cür'etinde bulunduk. Bir şiir:

Kula lâzımdır ki, zaman haddini unutturmaya..

 
Üst Alt