Ruhlarımız o kadar açki!

ceylannur

Yeni Üyemiz
Ramazan... Detoks... Huzur... Sağlık...


Ramazan ve detoks…


Detoks genellikle vücut sağlığı için uygulanan vücudu toksinlerden arındıran çok sağlıklı bir uygulamadır.


Ramazan da ise iki çeşit detoks uygulanır. Hem vücut sağlığı için hem de ruh sağlığı.


Vücut toksinlerden kurtulurken acaba ruhlarımız da zararlı düşüncelerden kurtulabilecek mi?


Nefret denizinde yaşayan varlıklar hâline gelmedik mi? Kısır tartışmaların, kıskançlıkların, fitnenin, fesadın olmadığı bir ay ve belki de devamında aylar yaşayabilir miyiz? Bu sadece bir temenniden mi ibaret olacak hep?


Mevsimlerden şikâyetçiyiz. Olmadığı kadar sıcak ve nemli bir yaz yaşıyoruz. Gözler sık sık gökyüzüne çevriliyor “hadi bir yağmur yağdır” artık dercesine.


İnsanlarda mevsimler gibi olmadı mı?


Kimin ne zaman ne tepki vereceğinin belli olmadığı, incir çekirdeğini doldurmayacak şeylere gök gürültüsünden öte, yıldırımdan ziyade tepkilerin verildiği bir zamandayız şu an.


Gerek çocuk ebeveyn ilişkisi, gerek kadın erkek ilişkisi, gerekse patron işçi ilişkileri alışıla geldiğince değil artık. Herkesin tanımlaması kendine göre. Her kavram artık göreceli bir hâl aldı.


Çenemiz düştükçe ruhlarımız sükût eyledi, dilsizliği yeğledi…


Yamalı bohçadan farkı kalmayan kalplerimiz ise, kauçuklaşmadı mı? Sıtkı sıyrılmadı mı?


Kolay nefretçi olmak her zaman işimize geldi. Asla duygudaşlık yapmayı tercih etmedik. Kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak düşünmek asla işimize gelmedi. Çünkü kazanmalıydık!


Her ne olursa olsun kazanmalı ve yenilmemeliydik. Birinci planda biz olmalıydık.


Bir tabut yahut bir cenaze arabası görmeden görmeye hassaslaşan kalplerin sahibi bizler miyiz?


Sadece birkaç saniyeliğine kalbi yumuşayan insanlar mı oluverdik. Hoş oda öte âlem korkusu hatırına ya!


“Ben de mi öleceğim” hissiyatı… Ve “öldüğümde yanımda götürecek neyim var” sorunsalı…


Alkollü içki tüketenlerin birçoğunun sorunsalıdır Ramazan boyu içmemek ve çılgınlar gibi Ramazan’ın bitişini beklemek. Bayram arefesi zil zurna sarhoş olmak… Düşeceğin hâl bu ise önerim samimi bir ruh detoksudur azizim.


Ramazan geldi, havalar sıcak, günler uzun sarunsalımız; konuya mutfak ve tuvalet arasından bakınca işin içinden çıkılmaz ve aslında sükûnet ve huzur ayı olan Ramazan “bitse de yesek” ayına dönüşür. Hâl böyle olunca da hâli hazırda yaşadığımız öfke denizinin köpükleri hepten kabarıyor.


Avrupa da birçok bilim adamının araştırması neticesinde bu bir aylık mide ve ruh sükûnetinin insana kazandırdıkları onlara hayret veriyor ve birçoğu Müslüman olmadığı hâlde her Ramazan’ı manen olmasa da madden yaşıyorlar.


Mide açlığını dindirebiliyoruz ve fakat ruhlarımız o kadar aç ki, birbirimizi anlamaya o kadar ihtiyacımız var ki… İftar saatini beklemek yerine içimize dönebiliriz. Kendimizi dinleyebiliriz. Belki haberdar dahi olmadığımız, olmakta istemediğimiz bebeğine bir kutu süt alamayan bir annenin hâlini anlarız.


İnsanlar birbirlerinden memnun olmadıkları gibi artık kendilerinden de memnun değil. Fakat bu dışarıdan kendine bakış değil sadece bir öfke patlaması. Dolayısı ile hiçbir faydası yok. Kişi kendinden memnuniyetsizliğinin sebebini sorgulayıp çözüm üretmek yerine sadece kükrüyor. Kendine olan kızgınlığının öfkesini başkalarından çıkartıyor. Şimdi Ramazan ve öfke sebebi: açlık.


İnanmam!


Biz zaten öfkeliydik.


Biz zaten çok uzun zamandır sevgisizdik.


Biz zaten yıllardır tatminsizdik.


Biz suçu Ramazan’a yüklerken vicdanımızı rahatlattık her seferinde.


Enerjimiz ve aklımız madem bize ait, kullanım kılavuzu da elbet çok yakınlarda bir yerdedir. Enerjimizi ve aklımızı doğru bir şekilde kullanabilirsek yani kendimize iyi davranırsak bizi kim üzebilir ve siz kimi üzebilirsiniz ki?


En azından denemeye değer. Yemeğe odaklı bir ay mı yoksa sonunda ruhunuzun ve kalbinizin tüm kirlerden arındığı bir ay mı yaşamak istersiniz? Tercih sizin.


İnsan her zaman hırsından kaybeder. Kaybetmekte kazanmakta bizim elimizde. Sevmek ve nefret etmek gibi. Nefret etmek kolay olanı. Biz zoru başarmalıyız.


Güzel, duru, huzurlu bir Ramazan geçirelim. Öfkeyle iftarı bekleyen yüzler yerine, ruhu ile barışık, öz güvenli huzur veren ve ihtirassız yüzlerle karşılaşalım.


Güzel bir öykü paylaşmak istiyorum:


Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı.

Gemiden tek bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük,

ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarmasını

için ALLAH’a yakardı ve yardım bulurum umuduyla

ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden…

Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için

ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı.

Sahilde bulduğu, gemiden artakalan konserve,

pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.


Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor

ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için ALLAH’a dua ediyordu.

Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde

kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Dumanlar dans ede ede

göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.

Yıkıldı… Keder ve öfke içinde donakaldı.

Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı.

"ALLAH’ım, ne yapacağım ben şimdi?" diye feryat etti.

O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi.

O kadar dua ettiği halde, başına bu felaketin neden geldiğini anlayamadı...

Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin

düdük sesiyle uyandı!"Benim burada olduğumu nasıl anladınız?" diye sordu

bitkin adam kendisini kurtaranlara. Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı:


"Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"

Canımızı sıkan şeyler belki de bize birer müjde gelecekten haber veren.
 
Üst Alt