En Mükemmel Göz Damlası: Gözyaşı

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
En Mükemmel Göz Damlası: Gözyaşı

Çoğu insanın, "yalnızca ağlandığında akan tuzlu su" zannettiği gözyaşı, durumdan duruma değişen yapısıyla son derece özel bir sıvıdır.

Gözyaşının ilk görevi gözü mikroplara karşı korumaktır. İçinde bulunan "lizozom" enzimi birçok bakteri türünü parçalayabilme ve mikrop öldürme özelliğine sahiptir. Lizozom sayesinde göz, enfeksiyonlardan korunur. Bu madde, binaları mikroplardan temizlemek için kullanılan kuvvetli bir dezenfektan olan "fenik asit"ten bile daha etkilidir. Bu kadar güçlü olduğu halde bu enzimin göze hiçbir zarar vermemesi büyük bir mucizedir.

İçinde böyle son derece güçlü bir dezenfektan bulunan gözyaşı, gözün kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratılmıştır. Bu yağlama-nemlendirme sistemi sayesinde gözünüz kurumaz. Eğer bu sistem var olmasa ya da eksik çalışsaydı, o zaman göz ile göz kapağı arasında sürekli bir sürtünme olur, gözünüz birkaç dakika içinde kurur, göz kapaklarınız yapışır ve oldukça acılı bir süreç sonucunda kör olurdunuz.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Gözyaşı Nedir? Nasıl Oluşur?

Gözyaşı kimi zaman üzüntünün, kimi zaman da sevincin bir ifadesi olarak akar. Bazen de insandaki kalb inceliğinin bir emaresi olarak boşalır. Gözyaşlarımız, ruhun penceresi olan ve yalan söylemeyen gözlerimizin, iç dünyamızdan dışa açılan bir dili oluverir âdeta. Gözyaşının kalb ve ruha dâir verdiği mesajlar yanında, bedene dâir verdiği mesajlar da vardır.a

Gözyaşının fonksiyonlarını tam olarak yerine getirebilmesi ve insanların rahat bir şekilde dünyayı seyredebilmesi için, gözyaşı salgılayan bezlerle göze ait diğer yapıların tam bir uyum ve ahenk içinde çalışması gereklidir. Gözyaşı sistemi dikkatle incelendiğinde, ondaki mükemmellik daha iyi anlaşılacaktır.

Gözyaşı üretiminde işletilen mu’cize bir sistem!

Gözden çıkıp yanaklardan aşağı süzülen sıvı, sadece bir su damlası değildir. Gözyaşı üretim sistemi; lipid (yağ) tabaka, aköz (sıvı) tabaka ve müsin olmak üzere üç tabakadan yapılmıştır. Gözyaşının tam olarak vazifesini yapabilmesi için bu tabakaların her birine ehemmiyetli vazifeler yüklenmiştir. Bu tabakaların herhangi birinde meydana gelebilecek bir eksiklik kornea (gözün saydam tabakasında) ve konjonktiva (dışardan gözü saran zar yapısı) tabakasında gözün kaybedilmesi dahil çeşitli seviyelerde rahatsızlıklara yol açabilir.

Göz kapağının kenarına yerleştirilmiş olan Meibomius ve Zeis bezlerinden salgılatılan 0,1 mikron kalınlığındaki lipid tabakası, sistemin en dış kısmında yer alır. Gözyaşı damlasının yüzey geriliminin düşük olması, lipid tabaka vasıtasıyla sağlanır; ayrıca lipid tabakası gözyaşının gözün bütün yüzeyine ince bir film gibi yayılmasına vesile olur. Böylece gözyaşının göz kenarlarında aşırı miktarlarda birikmesi engellenir. En önemlisi de lipid tabaka vasıtasıyla meydana getirilen düzgün satıh net görmeye katkıda bulunur. İnce bir film şeklinde yaratılan lipid tabakası, bir diğer fonksiyonu olarak gözyaşının buharlaşmasının geciktirilmesinde de rol oynar. Lipid tabakasının yetersiz olması durumunda ise, yüzey gerilimi artar ve gözyaşının göze düzgün ve eşit dağılımında problemler görülür ve bu da görme kalitesinde azalmaya yol açar. Ayrıca gözyaşı çok çabuk buharlaşması neticesi, gözün çabuk kurumasına sebep olur.Gözün üst dış tarafında yer alan gözyaşı bezinin çalıştırılması için gerekli emirler, yedinci kafa siniri vasıtasıyla gönderilir. Bu bez, salgısını kanalcıklar yoluyla üst kapağın iç kısmına gönderir. Gözün konjunktivası içine yerleştirilmiş yardımcı gözyaşı bezleri, gözün normal gözyaşı salgısının üretiminde birlikte rol alırlar. Gözümüze zarar verebilecek kuru, sıcak, rüzgârlı havalarda ve benzeri durumlarda Rahmeti Sonsuz’un verdiği refleks fonksiyonuyla gözyaşı salgısı artırılabilir. Üç tabakalı gözyaşı sisteminin asıl bileşeni olan aköz tabakası yaklaşık 8 mikron kalınlıkta yaratılmıştır. Görme fonksiyonunu yerine getirebilmesi yaratılış kanunları gereği korneanın damarsız ve su bakımından fakir (dehitrate) bir yapıda olmasını gerektirir. Damarsız yapıdaki korneanın, glikoz ve ihtiyacı olan diğer besin maddeleri, gözyaşından ve göz içi sıvısından sağlanırken oksijen ihtiyacı da, gözyaşı vasıtasıyla atmosferdeki oksijenden difizyonla temin edilir. Bunun yanında, miktarları uygun bir şekilde ayarlanmış elementlerle (sodyum, potasyum ve klor iyonları) gözyaşının osmotik basıncı (302 miliosmol/litre) ayarlanır. Kornea’nın sudan arındırılmasında bu hassas osmotik basınç önemli rol oynar. Gözyaşının pH değerinin 6,5-7,6 aralığında kalmasına vesile olan maddeler (en önemlisi bikarbonat iyonu) aköz tabakasında uygun miktarlarda bulunmaktadır. pH değerinin bu hassas dengede tutulmasının bir hikmeti, kendi gözyaşımızın gözümüzü yakmaması ve ferah tutulmasını sağlamaktır. Mikroplara karşı gözü korumada vazifeli laktoferrin, lizozim gibi maddeler ve antikorlar (özellikle immunglobulin A) ile demir, bakır, magnezyum, kalsiyum, fosfat iyonları ve laktat, sitrat, askorbat ve aminoasitler gibi pek çok molekülü de rahmetin bir tecellisi olarak gözyaşı içine yerleştirilmiştir. Bütün bunlar gözyaşının basit bir sıvı olmadığının delilleridir.

Gözyaşının en iç tabakası olan müsin, konjonktivadaki Goblet hücreleri, Henle kriptaları ve Manz bezlerinden salgılatılan sıvı ile yapılır. Müsin, epitel ile aköz tabaka arasında önemli bir bağlantı noktasıdır. Korneanın ön yüzünde yer alan epitel hücrelerinin üzerindeki villus denen çıkıntılar, müsin tabakasıyla doldurulur ve net görmede vazifelidirler. Müsin hidrofobik (suyu sevmeyen) bir yapıda olan korneanın endotel yüzeyinde ince bir film teşkil ederek aközün tabakasının tutunabilmesine yardım eder. Böylece gözyaşı korneanın ön yüzeyine tutunur ve her tarafa rahatlıkla yayılır. Müsin eksikliğinde aköz ve lipid tabakalarının kornea üzerinde durması zorlaşır ve gözyaşı eksikliğine bağlı rahatsızlıklar ortaya çıkar.

Gözyaşına yüklenen vazife

Gözün dış ortama açık yüzeyleri olan kornea ve konjonktiva, cildimizden farklı olarak keratinsiz bir yapıda yaratılmıştır. Korneanın görme fonksiyonu için gerekli olan bu keratinsiz yapısı saydam kalabilmesi için gözyaşıyla sürekli nemli tutulmaktadır. Gözyaşı içine Rezzâk-ı Kerim tarafından konulan besin maddeleri, damarsız bir yapıda olan korneanın hem beslenmesini, hem de içindeki koruyucu faktörler yardımıyla çeşitli mikroorganizmalardan korunmasını sağlar. Kornea °°°°bolizmanın atık ürünleri, korneanın yıpranmış epitel hücreleri ve göze kaçan yabancı cisimler, gözyaşıyla gözden uzaklaştırılır. Göz kapaklarının göze zarar vermeden açılıp kapanabilmesi de, gözyaşıyla sağlanan kayganlık sayesinde gerçekleştirilir. Ayrıca, gözyaşının göz yüzeyine tamamen yayılabilmesi ve ortamdan temizlenebilmesi için de, göz kapaklarının belli sayıda kırpılmasına ihtiyaç vardır. Böylece korneanın devamlı olarak temiz tutulması için ölü epitel hücreleri ve tozların süpürülmesini sağlamak üzere arabaların cam sileceklerine ilhâm kaynağı olabilecek şekilde göz kapakları hareket ettirilir. Nasıl fabrikanın işleyen çarklarından birinin durması bütün fabrikanın çalışmasını aksatırsa, gözyaşını oluşturan ve görevini yapmasına yardımcı olan yapıların bir tanesindeki bozukluk da, gözyaşının vazifesini tam olarak yapmasına mâni olur. Darwin’in de mükemmelliği karşısında hayrete düştüğü ve teorisinin bu hususta aciz kaldığını itiraf ettiği gözü, ilim ve iradesiyle yaratan Kudret’in gözyaşına koyduğu hikmetleri de yeni yeni anlamaktayız.

En küçük bir teferruatın bile çok önemli olduğu bir bedende ruhunu misafir eden insanoğlu, gözyaşının gerçek fonksiyonundan haberdâr mıdır? Buraya kadar bazı hususiyetlerini saydığımız gözyaşının her an gözümüzü ıslak tutan kısmı yanında, bir böcek veya toz kaçtığında gözümüzü yıkayacak kadar artan çeşidi ve çeşitli hislerle ağlandığında akıtılan gözyaşı arasında hem miktar, hem de terkip bakımından bazı farklar vardır. Bilhassa ağlamanın sebebine bağlı olarak (sevinç, üzüntü, stress, ilâhî aşk vs.) gözyaşının beden sağlığı ile birlikte ruhumuzu dinlendiren, bedenin üzerindeki stres yükünü azaltan ve böylece kalb sağlığımızı da koruyan bir yönü vardır. Her biri ayrı bir araştırma ve makale konusu olabilecek bu mevzular, psikiyatristler, nörologlar, ve biyo-kimyacıların ortak çalışmalarını beklemektedir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Psikoloji ve Sağlık Açısından Ağlamanın Önemi

Psikoloji ve Sağlık Açısından Ağlamanın Önemi


Bilim adamları gözyaşını, gözü mikrobik hastalıklardan koruyan, tahriş edici maddelerin tesirini ortadan kaldıran ve gözü ıslak tutan bir vücut sıvısı olarak tarif ederler. Fakat, duygusal sebeplerle meydana gelen gözyaşının açıklamasını şâirlere bırakırlar.
Araştırmalar, gözyaşının, ağlama esnasında insandaki moral bozukluğunu giderdiğini ortaya çıkarmıştır. İnsan, genellikle “ağla, rahatlarsın” deyim ve tavsiyesini kullanmasına rağmen, ağlamanın ne işe yaradığını tam olarak bilememektedir. W. Frey, ağlama sırasında insanın gözyaşı ile vücutta strese sebep olan maddeleri attığını iddia etmekte ve teorisini ispatlamak için, birtakım deliller ileri sürmektedir. Gözyaşının salgılanmasını düzenleyen salgı bezleri vücuttaki manganezi yoğunlaştırarak dışarı atarlar. İnsanda mizaç değişikliklerine sebep olduğu bilinen manganez, gözyaşında kandaki miktarından otuz kat daha fazladır.
Bilim adamlarına göre son tesbitler, iki türlü gözyaşı bulunduğunu göstermiştir. Birincisi, tahriş edici maddelerin meydana getirdiği gözyaşı, ikincisi hissî/duygusal sebeplerin meydana getirdiği gözyaşıdır. Duygusal sebeplerle akan gözyaşının içeriğinin diğerinden farklı olduğu ve hissî gözyaşlarının % 24 oranında daha fazla protein içerdiği gösterilmiştir. Stres esnasında salgılanan üç madde; lösin-enkefalin (ağrı hissini düzenler), ACTH (strese cevabın başlamasına sebep olur) ve prolaktin (memelilerde süt üretimini düzenler) iki tür gözyaşında da bulunmuştur. Prolaktin, süt salgılanmasının yanında gözyaşı salgılanmasını da temin eder. Böylece, ağlamanın cinsiyete göre farklılık göstermesi ve kadınların daha çok ağlamasının sebebi anlaşılmıştır.
Evet, kadın ve erkek arasında ağlama sıklığı açısından önemli farklar vardır. Bir aylık bir sürede kadınlar, erkeklerden 4 kat daha fazla ağladıklarını ifade etmişlerdir. Kadınların kanındaki prolaktin seviyesi erkeğinkinden % 60 daha fazladır. Halbuki, kız ve erkek çocuklarda prolaktin seviyeleri ve ağlama sıklığı aynıdır. Kadınlarda 55 yaşından sonra prolaktin seviyesi düşer ve göz kuruluğu başlar. Yaşlı kadınlarda göz kuruluğu sendromuna sıkça rastlanması bundandır. Bu durumda, gözyaşı bezleri kâfi miktarda yaş salgılayamadığı için göz, yeterince ıslanıp kayganlaşamaz. Ancak bu kadınlar, normalde göz kuruluğundan bahsetseler bile, hissî durumlarda zor da olsa yine ağlayabilmektedirler. Hatta birçok hasta, göz kuruluğundan kurtulmak için duygusal şeyleri hatırlayıp kendilerini ağlamaya zorlayarak gözlerini ıslatır. Bu tür hastalarda hissî gözyaşlarının meydana gelmediği, buna karşılık tahriş edici sebeplerle meydana gelen gözyaşının aktığı görülür.
Araştırmanın enteresan neticelerinden birisi de kadınların % 85’inin, erkeklerin % 73’ünün ağladıktan sonra kendilerini daha iyi hissetleri idi. Ayrıca ağlamamız lâzım geldiğinde duygularımızı bastıracak olursak fizikî ve psikolojik olarak kendimizi daha kötü hissedeceğimiz de bilim adamlarının görüşleri arasındadır.
Pitsburg Hemşire Okulunda yapılan bir araştırma, sağlıklı insanların, ülserli hastalardan ve bağırsak rahatsızlığı bulunanlardan daha kolay ağlayabildiklerini gösterdi. Bundan da anlaşılıyor ki, ağlayamayanlar mide ve bağırsak hastalıkları gibi birçok hastalığa daha fazla yakalanmaktadır. Bir belirtisi ağlayamamak olan irsî disotonomi hastalığına yakalanan çocuklar, duygusal açıdan stresli olaylara karşı da dayanıksızdırlar. Bütün bu araştırmaların neticesi olarak şu söylenebilir: Strese direnç göstermede hissî gözyaşının önemi çok büyüktür.
İnsanın mânâ dünyasında olgunluğunu gösteren ağlamak, fizyolojik etkilerde de kendini gösterir. Duygusal gözyaşı, stresten kurtulmanın en belirgin ifadesi, bir boşalma ve yeniden dolmayı özleyişin dile getirilişidir.
Minnessota Üniversitesinden William Frey, insan gözyaşlarının gerginliğe ve strese sebep olan kimyevî maddeleri temizleyip dışarı atmak suretiyle, rûhî sıkıntıyı gidererek insanı rahatlattığını ve ferahlattığnı açıklamıştı. Eski Sovyetler Birliği Tıbbî İlimler Akademisinden bir grup araştırmacı, gözyaşlarının fizikî olarak da insanı iyileştirdiğini tesbit etmişlerdir. Bu çalışmalarında araştırmacılar, bazı laboratuar hayvanlarının derilerinde yaralar açtılar ve sonra onları sinirlendirecek ve ağlamaya sevk edecek hareketler yaptılar. Basit bir ağlama hâdisesi neticesinde yaraların iyileşme hızının büyük bir oranda arttığını müşâhede ettiler. Bazı durumlarda yaraları iyileştirmek için gerekli olan zaman, 12 güne kadar düşürülebildi. Gözyaşı guddeleri çıkarılmış olan hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda ise yaraların iyileşme hızının oldukça yavaşladığı görüldü.
Bilim adamları gözyaşı guddelerinin, kan dolaşım sistemine bazı kimyevî maddeler ifraz ettiğini, bu maddelerin ise vücutta iyileştirici etkiye sahip olduklarını söylemektedirler. Henüz tam bir laboratuar kontrolünden geçirilmemiş ve tam olarak tesbit edilememiş olmakla beraber, bilim adamları bu maddelerin en azından deri üzerinde faydalı bir tesirinin olduğunu kabul etmektedir.
Kâinatta hiçbir canlı abes olmadığı gibi, icrâ ettiği olayları da neticesiz ve ibretsiz değildir. Gözü veren Zat, ona ait şeyleri de en güzel surette yaratmıştır. Küçük bir canlının hem rûhî, hem de cismânî ihtiyacını gözyaşı guddeleri ile telâfi ve tedârik eden Zat, acaba evrenin halifesi olan insanın Hak katında yüce olan gözyaşlarını hiç neticesiz bırakır mı?
Tıbbî araştırmalar, rahatça ağlayabilen kişilerin daha sağlıklı bir hayat sürdüğünü göstermektedir. Kişinin keder ve elemden ağlayıp içini dökmekle, büyük ölçüde rahatlayacağı öteden beri bilinmektedir. Ağlamanın ayrıca kan dolaşımı ve solunum sistemine de iyi bir fizikî çalışma sağladığı, bilim adamları tarafından belirtilmektedir.
Gözyaşları kendi başına bir ilaç özelliği göstermektedir. Zira gözyaşlarının zararlı bakteri ve virüsleri öldüren bir enzimi içerdiği, uzun zamandır bilinmektedir. Kalp hastalıkları, pektik ülser, kolit, deri döküntüleri ve gerilimlerin yol açtığı pek çok hastalığın kaynağı, içe dökülmüş, yani bastırılmış gözyaşları olabilir. Günümüzde, erkeklerin çalıştığı pek çok işte çalışmak zorunda kalan hanımlar, erkeklerle aynı baskılar altında kalmakta ve bunları kontrol etmeye mecbur olmaktadır; bu da çalışan kadınların çok daha stresli olmasını neticelendirmektedir.
Oysa, ağlamak; gülmek gibi, duygunun bir çeşit dışa vurulma şeklidir. 1972’de Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre, artık erkeklerin ağlaması da, toplumun kabul ettiği bir olay olmaya başlamıştır. Başka birini ağlarken gördüğümüzde ilk tepkimiz “ağlama!” demektir. Bunun başlıca sebebi, ona yardım edemediğimiz için kendimizi suçlu hissetmemizdir. Ağlamak, ıstırap çekmekte olduğumuzu açıkça ortaya koymaktadır. Fakat toplumumuzda her türlü dert ve ıstırap gizlenmeye çalışılmakta ve insanlar, daima iyi durumda oldukları intibaını vermek istemektedir.
Wisconsin Marquette Üniversitesi psikiyatri bölümünden Prof. Margaret Crepau, ağlamakla sağlık arasında bir alâka olup olmadığını araştırmak üzere üç grup hasta üzerinde çalıştı. Bu üç gruptan birincisinde ülserli, ikincisinde kolitli (ki bu hastalıklar gerilim sonucunda ortaya çıkmıştı) ve üçüncüsünde sağlıklı kişiler bulunmaktaydı. Kolitli ve ülserli hastalar nâdiren ağladıklarını, ayrıca kendilerini tutabilirlerse hiçbir zaman ağlamayacaklarını belirttiler. Pek çoğu ise, ağladıklarında çocuk gibi azarlandıklarını, ağlamanın kontrolü kaybetmek demek olduğunu ve böyle görünmeyi hiç istemediklerini yazdılar. Crepau, bunların dış kontrolü muhafaza ederken, iç kontrolü kaybettiklerini ve bundan da dokuların zarar gördüğünü söylemektedir. Yani artan sindirim salgıları, mide iç mukozasını delerek zarar vermektedir.
Günde ortalama on üç bin defa gözlerimizi kırparız. Gözyaşı olarak ortaya çıkan terkip; su, müküs, yağ, protein, tuz ve lizozim isimli mikrop öldürücü enzim; kornea, burun ve boğazdaki mukoz membran üzerinde devamlı salgılanarak nemlendirme görevini görürken, bu organları ayrıca zararlı bakteri ve virüslerden de temizlemektedir. Ağladığımız zaman gözyaşı bezlerinden gelen gözyaşları, her iki gözün dış köşesinden akarak göz üzerine dağıtılır ve gözün üstünü yıkar. Ayrıca göz kapaklarından burun kanalına drene olarak burun ve boğazdan akar. Ağladığımız zaman burnumuzu çekmemizin sebebi budur. Burun içine olan akış yeteri kadar hızlı olmadığı zaman, gözyaşları taşıp akarak yanaklardan süzülür.
Ağlama; dolaşım, solunum, damar ve sinir sistemini uyarır. Nabız hızlanır, kan basıncı yükselir. Yutağın kasılması boğazda bir tıkanıklık hissi uyandırırken, diyaframın kasılmasıyla da hıçkırık başlar. Şiddetli bir öksürme ile akciğerden dışarıya saatte 70 mil süratle hava atılır. Kısa süreli ağlama, iyi bir egzersizdir. Bunun da ötesinde göz, burun ve yüzü yıkayan ılık tuzlu su, ana rahmindeki amnion sıvısına benzer. Ağlamak, gerilimi azaltarak kendimizi yenilemiş ve tazelenmiş hissetmemizi sağlar.
Ağlar gibi olduğumuzda ağlamamak için çabalarsak, ense-çene ve göğüs kasları kasılır. Dolayısıyla soluğumuzu tutarız. Bu durumda da, ağlarken olduğu gibi burun tıkanır ve burna kan toplanmaya başlar. Gözyaşları, burun kanalı ile burnun içine drene edilerek basınç düşürülmedikçe, burun tıkalı kalacaktır. Tıkanıklık halinin uzaması durumunda ise, burnun virüslere karşı olan direnci zayıflayacaktır. Bu sebeple bazı araştırmacılar, ağlamayan kişilerin daha fazla nezle olduğuna inanırlar. Tabiidir ki bunların hiçbiri, sağlıklı olmak için her zaman ağlamak gerekir anlamına gelmez. Bazı insanlar gözyaşının getirdiği rahatlığı, duâ ederek, bazıları ise sağa sola bağırıp deşarj olarak duyabilirler. Fakat bu yolların hiç biri ağlamak kadar tedavi edici değildir.
Bebekler doğar doğmaz ağlamaya başlarlar. Bu gözyaşları hissî değildir. Ve altı hafta boyunca akıtılan gözyaşları da yine duygusal olmayacaktır. Bu göz sulanmaları, merkezî sinir sistemi olgunlaşınca gerçek gözyaşına dönüşecektir. Antropolojist Ashlyen Montegu’ya göre, gözyaşı dökmeden hıçkırarak ağlandığı zaman fazla hava yutulacak, bu da mukoz membranı kurutacak, dolayısıyla bütün vücut enfeksiyona mâruz kalabilecektir. Çünkü mukoz membranda virüs ve bakteri öldürücü enzimlerin bulunduğu nemli bir müküs vardır. Mesaj oldukça açıktır; demek ki gözyaşı dökmeden ağlayanlar, büyük tehlikelere mâruzdur.
Ağlama, ilk lisanımızdır. Bebekteki değişik ağlamalaracıktım, altımı değiştir, kucağına al gibi basit ihtiyaçları haber veren değişik mesajlar taşır. Ağlama, oldukça kompleks mesajları haber verebilir. Yapılan araştırmalar, ağlamanın bebeklerin rahatsızlıkları ile alâkalı ipuçları taşıyabileceğini gösterdi. Bebek ağlamalarındaki şifreleri çözmek amacıyla, artık bilgisayarlar kullanılıyor. Bu cihazlara hasta ve normal bebeklerin ağlamaları kaydedilmektedir. Bilgisayar, yeni kaydedilen bir ağlamayı, daha önceden kaydedilmiş hastalıklı çocuk ağlamaları ile kıyaslanmakta ve ortak karakteristikleri teşhis etmek suretiyle analiz yapmaktadır. Bebeklerin ağlamalarındaki farklılık, normal insan kulağı ile fark edilememekle birlikte, bilgisayar bu farklılığı teşhis etmekte ve bebeğin rahatsızlığına ait ipuçları vermektedir.
Kızını evlendiren bir anne gibi pek çok insan, mutlu oldukları zaman da ağlar. Eğer duygulandığımızda gözyaşı dökerek ağlamaz veya ağlamamak için çaba sarfedersek, kontrolümüzü kaybeder ve pek çok hastalığı dâvet etmiş oluruz. Duygulandığımızda ağlamak için fazla direnmemeliyiz.
 
Üst Alt