Vefatinin 52. Yildönümünde bediüzzaman said-i nursi

ceylannur

Yeni Üyemiz
D: 1876 BİTLİS - V: 1960 Ş.URFA
Peygamberimiz (a.s.m.)'in âhirete irtihalinden sonra sırasıyla halifeler, on iki imamlar, müceddidler, kutublar, asfiyalar, evliyalar, âlimler Resul-ü Zişan'ın davasını yüklenmişler, Ümmet-i Muhammed'in kurtuluşu için ellerinden gelen fedakârlıkla çalışmışlar, milyonların kurtuluşuna dünyevî ve uhrevî saadetlerine vesile olmuşlar.
Bu asırda da Resul-ü Ekrem (a.s.m.)'a tam bir ittiba ile sünnet-i seniyesini tatbik eden, irşad ve tebliğ vazifesini yüklenerek o yolda Müslümanların dünya ve âhiret saadeti için her türlü felaket ve tehlikelere göğsünü gerip, esaret, sürgün ve hapislerde eza, cefa, sıkıntı ve hakaretlere maruz kaldığı halde, tahammül edip, sabreden, neticede eserleri ile milyonların kurtuluşuna vesile olan asrımızın müceddidi, imamı, mücahidi, Kur'ân'ın halis fedakâr hadimi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini gösterebiliriz.
Van kalesinin dibinde Horhor medresesinde irşat vazifesiyle yüzlerce talebeye ders verirken, Birinci Cihan Harbi başlayınca, memleket müdafaası için derhal talebelerini silahlandırır, Milis Alay Kumandanı olarak, Ruslara ve Ermenilere karşı savaşır. Van, Bitlis ve Muş ahalisinin katliamdan kurtulmasına vesile olur.
Bitlis'te su arkına düşerek, ayağı kırılır, esir edilerek Sibirya'ya Kosturma'ya götürülür. İki sene esarette kaldıktan sonra İstanbul'a gelir. İstanbul'u işgal eden İngilizlere karşı neşriyat yolu ile mücadele eder.
Yeni kurulan Ankara Hükümeti tarafından ısrarla davet edilir. Gider, fakat bakar ki, Avrupa âdet ve hükümlerinin hayranlığı ile âdeta İslam'dan yüz çevirme halini görünce, işbirliği yapamayacağını anlar, Van'a hareket eder, Erek dağına çıkar. Orada bir mağara kazdırarak içine girer, civar halkın ona olan bağlılığını ve sevgisini bilen o günkü hükümet, ileride başımıza bir gaile çıkarır düşüncesiyle, onu Burdur'a, Isparta'ya ve Isparta'nın Barla Köyüne sürgün ederler.
İşte bu tarihten sonra 28 sene sürgün, hapis, işkence ve sıkıntı hayatı başlar. Kendi eleminden başka Âlem-i İslam'ı saran musibet ve felaketler başına çöker, bundan dolayı çok müteessir ve muzdariptir. Hâlini soranlara şöyle cevap verir:
-Ben kendi elemlerime tahammül ettim, fakat Ehl-i İslam'ın eleminden gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslam'a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim' derdi.
Koca Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Cihan Harbinde yıkılışı ve dağılıp parçalanması, idaresi altındaki beldelerin birer birer ya içerideki hainler veya dışarıdaki düşmanlar tarafından yağma edilip, istila edilmesi, harpte maddi, manevi büyük zayiatlarla beraber, milyona yakın erkeklerin şehit olmasıyla üretimin durup, aile ve çocukların perişan olması, memleket çapında umumi bir açlık ve kıtlığın baş göstermesi, örf, âdet ve kültürümüzün bırakılıp Avrupa hayranlığı ile fen, sanat ve ileri teknoloji yerine içki, kumar, dans, kadın âlemleri ve faiz gibi inançlarımıza tamamen aykırı haller ve Avrupa'nın eğlence ve sefahatlerinin ve dalaletli maddeperest felsefenin ve marksist, leninist gibi zehirli fikirlerin bu mübarek memlekete getirilip neşredilmesiyle ve bilhassa memleket gençlerinin de bu sefahetlere teşvik edilip zehirli fikirlerin aşılanması ile, insanî ve İslamî ahlak ve faziletten yoksun milyonlarla gencin zehirlenerek, manen felakete atılıp anarşist olarak yetiştirilmesi gibi felaket ve musibetler bir birini takip eder.
İşte bu felaket ve helaketlerin elem ve acısını kalbinde hisseden Bediüzzaman Hazretleri, kırlara, dağlara çıkar, Barla'nın Çam Dağı'nda çam ağacının tepesindeki üstü açık odacıkta yaz boyunca üç ay kalır, mütemadiyen ibadet ve dua ile Cenabı-ı Hakka niyazda bulunur. ‘Ya Rabbi bu ümmete bir imdat gönder, bir hidayet nuru gönder.’ diye ağlayarak sabahlara kadar dua eder.
Diğer zamanlarda Barla'daki evinin önünde bulunan mübarek büyük çınar ağacının bir minare kadar yükseklikte tepesindeki dallar arasına attırdığı birkaç tahtanın üzerine gece yarısından sonra çıkar sabaha kadar Kur'an-ı Kerim, Cevşen, Münacat, Salâvat okuyarak Allah-u Tela'ya yalvarır, niyaz eder, ağlar:
'Ya Rabbi bu millet-i İslamı kurtar, salahat ver, hidayet ver, rahmetinle lütfunla, kereminle muamele et.' diye Dua eder. Aylar, seneler süren bu dualar ve niyazlar bu yalvarma ve ağlamalar nihayet meyvesini verir.
Kur'an-ı Kerim'in Feyzinden, Nurundan yüz yirmi kadar risale kalbine ilham edilerek yazdırılır. Bunların yekûnuna 'Risale-i Nur' adı verilir. Bu eserler; yüce Allah'ın varlığı ve birliği, peygamberlik müessesesinin gereği, ahiretin ispatı, insanın mahiyeti, niçin yaratıldığı, bu dünyadaki asıl vazifesinin ne olduğu, hastalık, musibet ve sıkıntıların hikmetleri, ölümün mahiyeti, zaman hakikati, ihtiyarlık mevsiminin ve İslam'daki tesettürün hikmetleri, gençlik ve kader bahisleri, hayvan ve insan arasındaki farklar, Kuran'ın mucizeliği, Peygamber efendimizin mucizeleri ve şahsiyeti maneviyesi, dünyanın, hayatın ve ruhun mahiyeti, her insanın sahip olduğu asıl nimetler, İman ve İbadet etmenin gereği gibi, daha birçok önemli konulardan bahsetmektedir.
Bu büyük İslam âlimi -Anadolu insanına en büyük mirası olan RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'nı geride bırakarak - 1960'ta Ş.Urfa'da vefat eder.
Rahmetle anıyoruz...
NOT: Hayatı hakkında daha geniş bilgi isteyenler, 'tarihçe-i hayat' adlı kitabına müracaat edebilirler.
 
Üst Alt