Yiyeceklerin ve İçeceklerin Bereketlenmesiyle İlgili Mucizeler 1

ceylannur

Yeni Üyemiz
Yiyeceklerin ve İçeceklerin Bereketlenmesiyle İlgili Mucizeler


Bu bölümde Peygamber Efendimizin (asm) temasıyla yiyecek ve içeceklerin bereketlenmesi şeklinde gösterdiği mucizeleri aktarmaya çalışacağız. Mucizeleri nakletmeye geçmeden evvel bir hatırlatma yapmakta fayda görüyoruz.

Burada nakledeceğimiz bereketle ilgili mucizelerin her birisi sahih hadis kaynaklarından farklı farklı rivayetçilerden günümüze kadar ulaşmıştır. Bu mucizeler genellikle kalabalık cemaatler içerisinde vuku bulmuştur. Mucizeye tanık olanların hepsi yerine, daha çok manen bu işle vazifeli olanlar bu mucizeleri nakletmişlerdir. Çokça hadis nakleden sahabelerin ortak özelliklerini belirtirsek bu “manen vazifeli” demenin ne olduğu daha iyi anlaşılır:

1. Allah Resulü’nün (asm) sürekli yanında ve hizmetinde bulunanlar (Enes bin Malik, Ebu Hureyre, Hazreti Ali ve Hazreti Ayşe başta olmak üzere diğer eşleri gibi…)

2. Allah Resulü’nden (asm) özel olarak İslami eğitim alanlar. (Suffe Ashabı gibi)

3. Hafızası kuvvetli olanlar ve yazı işiyle bizzat vazifeli olanlar. (Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr gibi)

4. Yakın dostları ve akrabalık bağları olanlar. (Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali gibi…)

Dolayısıyla burada akla “Neden yüzlerce insanın huzurunda olduğu nakledilen bir mucize, sadece birkaç rivayetçiden rivayet edilmiş? Hâlbuki yüzlerce sahabe aynı hadiseyi nakletmeliydiler?..” şeklinde bir soru gelmemelidir. Çünkü bu işte manevi vazifeli olanlar varsa onlar naklederdi. Mucizeye tanık olan diğer sahabelerin itiraz etmemesi, onların da bunu kabul ettikleri anlamına gelmektedir. Çünkü en küçük bir yalan veya hata olsa, yalana hiç tahammülü olmayan sahabeler hemen itiraz ederlerdi. Yalanlama olmadığına göre nakledilen rivayetlerin sıhhatinden şüphe etmemeliyiz. Örneğin “Sâ’ denilen dört avuç bir yiyecekten yetmiş adam yemişler, tok olmuşlar.”[1] naklediliyor. O yetmiş adam bu rivayeti anlatan sahabelerin sözünü işitiyor ve yalanlamıyorsa sükûtla tasdik ediyorlar demektir. O yüzden bu rivayetler aslında sadece rivayet edenler tarafından değil, o mucizeye tanık olan bütün sahabelerin ortak rivayeti gibi değerlendirilmelidir.

Bu kısa girişten sonra şimdi mucizeleri nakletmeye başlayalım:



Düğün Yemeğindeki Mucize
Enes b. Malik anlatıyor:

"Resûlullah (asm), Zeyneb binti Cahş'la evleneceği gün, annem Ümmü Süleym, bana:

“Ey Enes! Allah Resûlü (asm) bugün gerdeğe girecektir. Sanıyorum ki, yanlarında hiç yiyecekleri de yoktur. Şu yağ tulumunu buraya getir!” dedi. Getirdim. Annem, yalnız Allah Resulü (asm) ile eşine yetecek kadar halis Medine hurmasını toprak bir çanak içinde yağla karıştırarak, hays isimli bir yemek yaptı.

“Ey Enes! Bunu Allah Resulü’ne (asm) götür ve deki: 'Sana bunu annem gönderdi. Kendisi sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük ve az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor de.” dedi.

Onu Allah Resulü’ne (asm) götürdüm ve:

“Annem sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük, az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor.” dedim. Resûlullah (asm):

“Bırak onu!” buyurdu. Onu, kendisi ile duvar arasındaki boş yere koydum. Bana:

“Ebu Bekir'i, Ömer'i, Osman'ı ve Ali'yi çağır!” buyurdu. Ashabı olan halktan da, birçoklarının ismini andı, saydı. Resûlullah’ın (asm) azıcık bir yiyecek için birçok kimseleri yanına çağırmayı bana emir buyurmasına şaştım! Bununla beraber, emrine aykırı hareket etmeyi uygun görmeyip, onların hepsini çağırdım. Bana:

“Bak! Mescidde kim varsa, onları da çağır!” buyurdu. Öyle yaptım. Mescide gidip, namaz kılan veya orada uyuyan kimi buldumsa, onlara:

“Resûlullah’ın (asm) düğün ziyafetine buyurun!” dedim. Geldiler. Nihayet, sofa doldu. Bana:

“Mescidde kimse kaldı mı?” diye sordu.

“Hayır!” dedim. Bana:

“Bak! Yolda kim varsa, onları da çağır!” buyurdu. Çağırdım. Bana:

“Gelmeyen kimse kaldı mı?” diye sordu.

“Hayır yâ Rasûlallah! Kalmadı.” dedim. Sofa ve odalar doldu. Bana:

“Haydi, çanağı getir!” buyurdu. Çanağı getirip önüne koydum.

“Onar onar, herkes halka olsun ve herkes önüne konulan yemekten yesin!” buyurdu. Bu minval üzere cemaat takım takım gelip yemek yediler ve doydular. Bir takım çıktı, başka bir takım girdi. Böylece, herkes yemek yedi. Bana:

“Kaldır artık sofrayı ey Enes!” buyurdu. Ben de kaldırdım. Ama, çanaktaki yemek sofraya koyarken mi daha çoktu, yoksa kaldırırken mi daha çoktu, bilemiyorum. Çanağı zevcesinin yanına koyduktan sonra, annemin yanına vardım, görmüş olduğum hadiseye şaşakaldığımı söyledim. Annem, bana:

“Hiç şaşma! Eğer Allah bütün Medinelilerin yemesini murad buyurmuş olsaydı, hepsi de yerler ve doyarlardı!” dedi. O zaman, gelip yemek yiyenlerin sayısının üç yüz kadar olduğu bildirilmiştir.[2]



Hazreti Eyyüb’ün Evinde Yüz Seksen Kişinin Tanık Olduğu Mucize
Peygamberimizin (asm) Medine’ye hicret etmesinde, O’na evini açan Hazreti Eyyüb (ra) anlatıyor:

"Bir gün, Allah Resulü (asm) ve Ebu Bekir (ra)'e yetecek kadar yemek yapıp getirince, Resûlullah:

“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden otuz kişi çağır!” buyurdu. Yanımda hazırladığım yemeğe ekleyecek bir şey bulunmadığından, bu bana çok ağır geldi. Biraz ağırdan aldım. Peygamber (asm), tekrar:

“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden otuz kişi çağır!” buyurdu. Bunun üzerine, gidip onları çağırdım, geldiler. Gelince, onlara:

“Yemek yiyiniz!” buyurdu, yediler. Önlerinden, ancak bir kısmını yiyebildiler! Bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in, Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. Peygamber (asm), bundan sonra:

“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden altmış kişi çağır!” buyurdu. Vallahi, altmış kişi beni otuz kişiden daha çok korkuttu! Gidip çağırdım. Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler! Bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. Bundan sonra, Resûlullah (asm):

“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden doksan kişi çağır!” buyurdu. Beni, bu doksan kişi, altmış ve otuz kişiden daha çok korkuttu. Onları da gidip çağırdım. Yemekten yediler. Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler ve bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. İşte o zaman bu yemekten yüz seksen kişi yedi ki, hepsi de Ensardan idiler."[3] Yüce Allah, onların hepsinden razı olsun!



Cabir b. Abdullah'ın Hurma Mahsulünün Bütün Borçlarını Ödeyecek Kadar Bereketlenişi
Cabir'in babası Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud savaşında şehit olmuş, arkasında altı kız çocuğu ile bir hayli de borç bırakmıştı. Abdullah b. Amr’ın, içinde çeşitli hurma ağaçları bulunan iki bahçesi bulunmakla beraber, bunların mahsulü bıraktığı borçları karşılayacak derecede değildi. Cabir'in borçtan bir kısmının düşülmesi isteği alacaklılarca kabul edilmediği gibi, borcun ertelenmesi isteği de kabul edilmemişti. Bunun üzerine, Cabir, Peygamberimiz (asm)’e gelerek:

"Yâ Rasûlallah! Biliyorsun ki, babam Abdullah, Uhud günü şehit oldu. Bana birçok borç bıraktı. Alacaklılara, hurma bahçesinin bütün mahsulünü vermeyi teklif ettiğim halde, kabul etmediler!" dedi ve alacaklı Yahudi ile görüşüp aracılık etmesini, yardımcı olmasını rica etti.

Peygamberimiz (asm), Cabir'in boynundaki borca karşılık hurmalığın meyvesinin bütününü almasını Yahudiye teklif etti. Fakat Yahudi buna yanaşmadı. Peygamberimiz (asm) Yahudi ile tekrar konuştu. Ona alacağını ertelemesini teklif etti. Yahudi bunu da kabul etmedi. Peygamberimiz’in (asm); bu yıl borcun bir kısmının, gelecek yıl da diğer kısmının ödenmesi teklifini de kabul etmedil. Hatta, ödenecek hurmanın hepsinin iyi cinsten olması hususunda da direndi.

Ertesi gün, Peygamberimiz (asm), Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) ile birlikte, Cabir’in hurma bahçesine gitti ve bahçeyi dolaşıp bereket duası yaptı. Cabir'e de:

"Git! Hurmanı toplayıp tasnif et: Acveyi (iyi cinsi) bir boy, Azk-ı Zeyd'i (erginini) de bir boy yaptıktan sonra, bana haber gönder!" buyurdu.

Cabir bu emri yerine getirdikten sonra, Peygamberimiz (asm) geldi. Cabir, aynı zamanda, alacaklılara da haber salmıştı. Onlarda, eşekler ve çuvallarla bahçeye geldiler. Cabir, başka bir yerden iyi cins hurma satın alıp babasının borcunu alacaklılara ödemeyi bile göze almıştı.

Peygamberimiz (asm) hurma öbeklerinin en büyüğünün çevresini üç kere dolaştı. Hurma harmanının başına veya ortasına oturduktan sonra, orada bekleşen alacaklılara işaret ederek, Cabir'e:

"Haydi, şu kavmin istediklerini ölç, ver!" buyurdu.

Cabir de, alacaklılara haklarını ölçüp ölçüp tamamıyla verdi. Geri kalan hurma, sanki aslından bir şey eksilmemiş gibi idi! “Tek babamın borcu ödensin de kız kardeşlerimin yanına bir tek hurma tanesiyle bile dönmeyeyim.” diye düşünen, buna razı olan Cabir'e, bütün borçlar ödendikten sonra, on yedi deve yükü hurma kalmış bulunuyordu![4]



Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu
Beşir b. Sa'd'ın kızı, Numan b. Beşir'in kızkardeşi der ki:

"Annem Amre binti Revâha beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra: 'Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah b. Revâha'nın gıdalarını kendilerine ver!” dedi. Giderken, Allah Resulüne (asm) rastladım, babamla dayımın nerede olduklarını sordum. Resûlullah (asm):

“Kızcağızım! Beri gel! Yanındaki nedir?” buyurdu.

“Yâ Rasûlallah! Bu, hurmadır! Annem bunu yesinler diye babam Beşir ile dayım Abdullah’a gönderdi.” dedim. Resûlullah (asm):

“Getir onu!” buyurdu.

Ben de, onu Resûlullah’ın (asm) iki avucuna döktüm, avuçlarını doldurmadı. Sonra, bir örtü getirilmesini emretti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı örtünün üzerine yayıp dağıttıktan sonra, yanındakilere:

“Yemeğe geliniz! diyerek hendek kazımında çalışan sahabelere sesleniniz!” buyurdu. Hendek halkı toplanıp ondan yemeye koyuldular. Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dolup taşmıştı."[5]



Az Bir Hurmanın Bereketlenişi
Hazreti Ömer (ra), Ebu Hüreyre, Selemetübnü’l-Ekvâ ve Ebu Amrate’l-Ensarî gibi sahabelerden rivayet ediliyor ki:

Tebük Seferi esnasında ordu aç kaldı. Sahabeler, Allah Resulü’ne (asm) müracaat edip durumu arzettiler.. Allah Resulü (asm) buyurdu ki: “Herkes yanında kalan yiyecekleri bir yere toplasın.” Herkes yanındaki hurmaları getirdi. En çok getiren sahabe, dört avuç getirebildi. Bir kilime koydular.

Hazreti Seleme der ki: “Tamamı ancak oturmuş bir keçi kadar olmuştu.” Sonra Allah Resulü (asm) bereketle dua edip dedi ki: “Herkes kabını getirsin.” Koşuştular, kaplarını alıp geldiler. O ordu içinde hiçbir kap kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı.

Hatta mucizeye tanık olan bir sahabe demiş ki: “O bereketin gidişatından anladım: Eğer bütün dünya gelseydi, onlara dahi kâfi gelecekti.”[6]



Yüz Otuz Kişiye Az Bir Yiyecekle Verilen Ziyafet
Hazreti Ebu Bekir (ra)’in oğlu Abdurrahman anlatıyor:

“Biz yüz otuz Sahabe, bir seferde Allah Resulü (asm) ile beraberdik. Dört avuç miktarı olan bir sâ’ (yaklaşık 3 kg. kadar) tahıl ekmek için hamur yapıldı. Bir de keçi kesildi, pişirildi; yalnız ciğer ve böbrekleri kebap yapıldı. Kasem ederim, o kebaptan, yüz otuz sahabeden herbirisine bir parça kesti, verdi. Sonra Allah Resulü (asm) pişmiş eti iki kâseye koydu. Biz hepimiz tok oluncaya kadar yedik; fazla kaldı. Ben fazlasını deveye yükledim.”[7]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt