En Büyük ve Ebedi Mucize Kur’an’dır ( 2)

ceylannur

Yeni Üyemiz
İncil'e gelince; bugüne kadar onun hangi dille vahyolunduğu ve ilk önce hangi dille yazıldığı malûm değildir. Hâlihazırda elde bulunan en eski İncil nüshası Yunanca ile yazılmıştır. Hz. İsa (as)'ın zamanında Filistin'de konuşulan dilin Yunanca olduğu muhakkak değildir.Kur’ân-ı Kerîm'e gelince; bu kitab lafzen ve ma'nen nazil olduğu dil ile mahfuz olan yegâne kitabdır."[24]Kur'ân-ı Kerîm, en iptidaî insanlardan en yüksek ilim ve fikir adamlarına, ticaretle uğraşanlardan hayatlarını zühd ve takva ile geçirenlere, fakirlerden zenginlere, kadar herkesi ilgilendiren, derece derece yükselten düstur ve esasları ihtiva eder.

Kur’ân-ı Kerîm, her şeyden evvel Allah'ın varlığını, birliğini, sıfatlarını, kudret ve azametini, rahmet ve mağfiretinin genişliğini, mahlukatına sevgisini, Allah'a tevekkül ve itimadın, ibadet ve ubudiyetin, Allah'ın nimetine karşı şükrün gerekliliğini bildirir.

Namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetlerden, din ve diyanetten bahseder. Allah'a iman ve ibadet esaslarını tesbit ve talim eder. İmandan, iman edenlerden bahsederken, yararlı işlerde bulunmak kaydını ekler; imanın amel ile yararlı ve mükemmel olabileceğini öğretir.

Kur'ân-ı Kerîm, aile hayatından, karı ile kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden milletlerarasındaki münasebetlere kadar, selamlaşmaktan evlere müsaade alarak girme âdabına varıncaya kadar, içtima ve medenî hayatın her safhasını içine alan gerçek nizamın hayatî bütün kaidelerini gösterir, en güzel ahlâk düsturlarını öğretir.

Kur’ân-ı Kerîm beşer nev'inin bir erkekle bir kadından yaratılan bir aile olduğunu; sonra onların birbirleriyle bilişmeleri, tanışmaları için kabilelere, ailelere ayrıldıklarını; onlardan Allah katında en şerefli olanların Allah'tan en çok sakınan, yani Allah'ın tayin ettiği hak ve vazifelere en çok riayet edenler olduğunu; hangi millete, hangi kabileye, hangi sınıf ve mesleğe mensup olursa olsun, kadın erkek, zengin fakir hiç kimsenin bundan başka bir imtiyaza sahip bulunmadığını bildirir.

Kur’ân-ı Kerîm taahhütlere riayeti, muamelatta dürüstlüğü, muhtaçlara yardımı, dargınların aralarını bulup düzeltmeyi, daima istikamet ve adalet üzere hareket etmeyi, işleri ehliyetli olanlara vermeyi, çalışmayı emir ve her habere inanmayıp onu araştırmayı tavsiye eder.

Kur’ân-ı Kerîm her hususta hayatî icablara göre hareket edilmesini, iyilik yaparken bile bunun göz önünde tutulmasını, her şeyin yerinde ve zamanında yapılmasını öğretir.

Af ile muamele olunmasını tavsiye ederken, bunun toplulukların huzurunu altüst etmesine meydan verdirmez. Tecavüzün, icabında ceza ile önlenmesini ister.

Kur’ân-ı Kerîm, birbirimize yardımda bulunurken, o yardımın bizi yoksulluğa düşürecek dereceye vardırılmamasını tavsiye; herkesin şahsî hürriyet ve haklarını kullanırken başkalarının haklarına tecavüz etmemesini tenbih eder.

Kur'ân-ı Kerîm, haset, fesat, zulüm, kin, hıyanet, iftira, yalan, hile, suizan, adam çekiştirme, koğuculuk, kibir, riya, hırsızlık, adam öldürmek, israf, pintilik gibi bütün kötülükleri; içki, kumar gibi kötü itiyadları nehyeder.

Kur’ân-ı Kerîm gözü gönlü açık tutmayı, körü körüne hareket etmemeyi, düşünmeyi, yerleri ve gökleri ve aralarındakileri incelemeyi, ilim ve irfan sahibi olmayı, geçmiş milletlerin ve memleketlerin hallerini incelemeyi ve bunlardan ibret almayı tavsiye eder.

Kur’ân-ı Kerîm büyük küçük, hayır şer, işlediğimiz bütün işlerin ortaya döküleceği, herkesin hesaba çekileceği çetin bir Hesap Gününün gelip çatacağını haber verir.

Hülâsa; Kur'ân-ı Kerîm beşikten mezara kadar insanları ilgilendiren her konuya temas ettiği gibi, istikbalde keşfedilecek veya keşfine çalışılacak bir takım ilmî, fennî gerçekler hakkında da açık veya kapalı beyanlarda bulunur.

Meselâ; güneş, ay ve semavî ecramdan her birinin birer felekte (yörüngede) yüzdüğü, her canlının sudan yaratıldığı (Enbiyâ, 21/30-33) güneşin karargâhı, durak yeri için seyr-ü cereyan ettiği (Yâsîn, 36/38), semalara muvazene kanununun koyulduğu (Rahman, 55/7), semanın ilk halinin gaz olduğu (Fussilet, 41/11), bütün insan zürriyetinin Hz. Âdem (as)'den zerreler (genler) halinde bulunduğu (A'raf, 7/173), semerelerin ilkah edici, aşılayıcı rüzgârlar vasıtasıyla husule geldiği (Hicr, 15/22), bazı hayvanlarda, hususan arılarda görülen harikulade ince işlerin onlara Allah tarafından ilham edilmek suretiyle yaptırıldığı (Nahl, 16/68-69), yerde yürüyen, havada uçan hayvanların da insanlar gibi birer topluluk oldukları (En'am, 6/38), yerde olduğu gibi göklerde de canlı varlıklar bulunduğu ve bunların bir gün biraraya gelecekleri (Şûra, 42/29), ruhu anlamaya insan ilminin yetmeyeceği (İsrâ, 17/85), uzayın gittikçe genişletildiği (Zâriyât, 51/47), cansız, dilsiz sanılan şeylerin de Allah'ı tesbih ve tahmid etmekte oldukları, fakat bunu insanların anlayamayacakları (İsrâ, 17/44),.. daha birtakım konulara on dört asır önce işaret edilerek, ilim fen âlemine yeni inceleme ve araştırma ufukları açar.

Kur’ân-ı Kerîm yalnız Müslümanlar tarafından değil, Müslüman olmayan insaflı birçok ilim adamları tarafından da incelenerek, lâyık olduğu takdir ve saygıyı görmüştür. Okuyucularımıza onlardan bazı örnekler sunuyoruz:

Kur'ân Herkesi İrşad Edebilir
İngilizlerin Arapça bilginlerinden Stanley Lane Poole "Kur'ân'dan Seçmeler" adlı kitabının önsözünde şöyle der:

"Peygamber'in Medine'de telakkî ettiği âyetler bilhassa dikkate şayandır. Çünkü bunlar İslâm cemiyetini idare eden her Müslümanı doğru yola sevk eyleyen âyetlerdir. Mekke'de vahyolunan âyetler ise, büyük ve müessir bir diyanet için gereken her şeyi içine alır."
Kur'ân Bütün Ahlâk ve Felsefe Esaslarını Câmîdir
Fransa'nın en şöhretli müsteşriklerinden Sedillot, "Arabistan'ın Muhtasar Tarihi" unvanlı eserinin 59, 63, 64. sahifelerinde şöyle der

"Kur'ân her saygıya değer eserdir. Kur'ân insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlukatin Haliktan ne bekleyeceğini, mahlûkatın Hâlıkıyla münasebetlerini en sarih şekilde öğretmiştir.

Kur'ân, Ahlâk Ve Felsefenin Bütün Esaslarını Câmîdir.

Fazilet ve rezilet, hayır ve şer, eşyanın hakikî mahiyeti, hülasa her mevzu Kur'ân'da ifade olunmuştur.

Hikmet ve felsefenin esası olan kaideler, adalet ve müsavatı ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr olmayı öğreten esaslar... bunların hepsi Kur'ân'da vardır.

Kur'ân, insanı iktisat ve adalete sevkeder, dalâletten korur.

Ahlâkî zaafların karanlığından çıkarır, ahlâkî yüksekliklerin ışığına ulaştırır.

İnsanın kusurlarını, hatalarını yüksekliğe ve olgunluğa çevirir.

Müslümanlığa barbar bir din diyenler, şuurdan mahrum insanlardır. Çünkü onlar Kur'ân'ın sarih ve berrak âyetlerine karşı gözlerini yumuyorlar ve Kur'ân'ın nasıl asırdîde reziletleri silip süpürdüğünü incelemiyorlar!"
Kur'ân Cihan Medeniyetinin Dayandığı Temelleri Muhtevidir
Fransa'nın en tanınmış müsteşriklerinden Gaston Carre da şöyle der:

"Kur'ân cihan medeniyetinin dayandığı temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların uyuşumundan vücut bulduğunu söyleyebiliriz."
Kur'ân Hikmetle Dolu Bir Ahlâk Mecellesidir
Fransız filozoflarından Alexis Louvasonne der ki:

"İnsanlığın hidayeti için Hz. Muhammed'e vahyolunan Kur'ân, hikmetle dolu parlak bir eserdir.

Hz. Muhammed'in hakikî bir peygamber ve âlemin mukadderatına hâkim Yüce Varlığın gönderdiği gerçek bir peygamber olduğunda şek ve şüphe yoktur.

Hz. Muhammed cihana öyle bir kitab bırakmıştır ki, bir nâdire-i belagat, bir mecelle-i ahlâk ve bir kitab-ı mukaddestir.

Yeni fennî keşifler yahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan veya halline uğraşılan meseleler arasında bir mesele yoktur ki, İslâmiyetin esaslarıyla çelişsin!

Bizim Hristiyanların Hristiyanlığını tabiî kanunlarla bağdaştırmak için harcadığımız çalışmalara mukabil, Kur'ân ve talimatlarıyla tabiî kanunlar arasında tam bir ahenk görülmektedir."
Kur'ân Semavî Kitapların En Güzeli, Her Takdirin Üstünde Bir Fesahat ve Belagat Mucizesidir
Tanınmış müsteşriklerden, Arap edebiyatı uzmanı ve Kur'ân mütercimi Dr. Morrice de şöyle der:

"Kur'ân nedir?

Her tenkidin üstünde bir fesahat ve belagat mucizesidir.

Kur'ân'ın üçyüzelli milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her mânâyı güzel ifade etmek itibarıyla semavî kitabların en mükemmeli olmasıdır.

Hayır! Daha ileri gidebiliriz! Kur'ân, tabiatın ezelî inayet ile insana bahşettiği kitabların en güzelidir.

Beşerin refahı nokta-i nazarından, Kur'ân'ın beyanları, Yunan felsefesinin ifadelerinden çok yüksektir.

Kur'ân, arz ve semânın Halikına hamd ve şükürle doludur.

Kur'ân'ın her kelimesi, her şeyi yaratan ve her şeyi taşıdığı kabiliyete göre sevk ve irşad eden Yüce Varlığın azametinde mündemiçtir.

Edebiyat ile ilgililer için, Kur'ân bir kitab-ı edebdir.

Lisan mütehassısları için, Kur'ân bir hazine-i elfazdır.

Şairler için, Kur'ân bir menba-ı ahenktir.

Bundan başka, bu kitab, hukukî hükümler namına bir muhit-i maâriftir.

Davud'un zamanından John Talmos'un devrine kadar gönderilen kitabların hiçbiri, Kur'ân'ın âyetleriyle muvaffakiyetli bir şekilde rekabet edememiştir.

Bundan dolayıdır ki, Müslümanların yüksek sınıfları hayatın hakikatlarını kavramak nokta-i nazarından ne kadar aydınlanırlarsa o derece Kur'an'la ilgileniyor ve ona o derece tazim ve saygı gösteriyorlar.

Müslümanların Kur’ân'a saygıları daima artmaktadır.

İslâm muharrirleri Kur'ân âyetlerini iktibas ile yazılarını süslerler ve o âyetlerden mülhem olurlar.

Müslümanlar, tahsil ve terbiye itibarıyla yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kur'ân'a istinad ettiriyorlar."
Kur'ân Akâid ve Ahlâkı, İnsanlara Hidayet ve Hayatta Muvaffakiyet Sağlayan Esasların Mükemmel Bir Meceffesidir
İngilizce-Arapça, Arapça-İngilizce lügatların müellifi Dr. Steingas şöyle der:

"Kur'ân akâid ve ahlâkı, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakiyet sağlayan esasların mükemmel bir mecellesidir.

Zaman ve mekân itibarıyla birbirlerinden uzak, fikrî inkişafları bakımından da birbirlerinden çok farklı olan insanlara harikulade bir hassasiyet bahşeden, muhalefeti hayra ve iyiliğe çeviren Kur'ân, nasıl en hayretlere şayan bir kitab olarak kabul edilmeye lâyıksa; beşerin mukadderatıyla uğraşan bilginler için de, üzerinde o derece durulmaya, incelenmeye lâyık ve yararlı bir konudur."
Kur'ân'ın Bir Naziri Yoktur
İngiltere'nin en tanınmış ve en büyük tarihçilerinden Edward Gibbon "Roma İmparatorluğunun İnhitatı ve Çöküşü" unvanlı eserinde diyor ki:

"Ganj nehriyle Atlas Okyanusu arasındaki memleketler, Kur'ân'ı bir kanunu esâsî ve teşriî hayatın ruhu olarak tanımıştı.

Kur'ân'ın nazarında satvetli bir hükümdarla zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşrî vücuda gelmiştir ki, dünyada bir naziri yoktur."
Kur'ân'ın En Saf ve En Temiz Tevhidi Öğretmesi
Dr. Gustave Le Bon:

"Dünyanın bütün dinleri içinde, Müslümanlık, Kur'ân ile en saf ve en temiz tevhidi öğretmekle temayüz etmiştir." der.
Kur'ân Yüksek Ahlâk Öğretir
Mr. Arnold şöyle der:

"Ahdi Kadim ile Ahdi Ceditten Yahudiler vasıtasıyla öğrendiğimiz dersler, bize mahlukata hürmet ve muhabbetle muameleyi emrediyor.

Halbuki Kur'ân, insanlara mükemmel bir terbiye verdikten başka, onlara hususî hayatlarında ahlâklı, âlicenab, hayırsever, cesur ve şecaatli olmayı ve bütün Müslümanları sevmeyi öğretmektedir."
İmanın Hakikî Kitabı, Fikre İtmi'nan Veren Kitap
Hindli dinî lider Baba Nanak şöyle der:

"Hakikat-ı halde imanın hakiki kitabı, fikre itmi'nan veren kitab, ancak Kur'ân'dır."
Kur'ân Temiz ve Afif Bir Hayatı Sağlayacak Makul ve Mantıkî Emirleri Muhtevidir
İngilizce Popular Encyclopedia (Halk Ansiklopedisinde) şöyle denir:

"Arapçaya göre Kur'ân, son derecede beliğdir. Gerçekten de, Kur'ân'ın bedâîi edebiyyesi eşsizdir. Bundan başka, Kur'ân'ın emirleri o kadar makul ve mantıkîdir ki, insanlar bunları dikkatle mütalaa edecek olurlarsa, onların temiz ve afif bir hayatı sağlayacağını anlarlar."[28]
* * *

Bütün dinler üzerinde yaptığı uzun inceleme ve eleştiriler neticesinde İslâm dinini kabul edip "Nureddin" adını aldığını Yeni Sabah gazetesinde ilan eden Steinhorst adındaki atom bilgininin sözleriyle bahsimize devam ediyoruz:

"Allah'ı tazim, Hristiyanlıkla berbat bir putperestlik haline getirilmiştir.

Bunlar, bir Allah'a tapar görünürler, fakat sadece bir peygamber olmasına rağmen, İsa'ya da Allah'ın oğlu diye taparlar.

İsa'nın anası, Allah'ın anası ilan edilmiştir.

Son konulan bir kaideye göre, Meryem, Allah'ın anası sıfatıyla bedenî olarak mi'raca çıkmış; Papanın son tesbit ettiği bu kaide, mü'min Katolikleri bile şaşırtmıştır!

Hristiyan itikadına göre, Allah çocuk meydana getirmektedir. Halbuki İslâmiyete göre, ancak fâni olan bir varlığa tâbi olanlar çocuk yapmak ihtiyacındadırlar. Allah ise, her varlığın üstünde ve ebedî olduğu için, çocuğa muhtaç değildir.

Bütün yaratılmış şeylerin kaynağı ve her şeyin nâzımı Allah'tır. Bu sebeple, O'nun, işine yardım edecek veya ismini devam ettirecek bir çocuğa ihtiyacı yoktur. Bunun için, Hristiyan dininin ve Kilisenin telkin ettiği üçlü Allah fikri abestir.

Böyle olduğu halde, Hristiyan kilisesi yegâne saadet veren din olduğunu nasıl iddia edebilir? Bu kilise, hangi ahlâkî hakla bir dünya dini olmaya kalkışıyor? Buna hiçbir hakkı yoktur!

Bu dünya bir Allah tarafından yaratılmışsa, milletlerin dinî geleneklerinin bir imanda birleşmesi kat'î ve zaruridir. Dünya, tek bir manevî merkez etrafında toplanmazsa, Yaratıcının birliğini nasıl kavrayabilir?

Bir nehir, birçok ırmaklardan meydana gelir ve onun kuvveti, özelliği bu birleşmede belirir.

Musa'nın, İsa'nın ve diğer peygamberlerin getirdikleri vahiyler, insanlığın yaratılış gayesini gerçekleştirecek bir nehrin ırmaklarıdır. Bu gaye, Allah'ın birliğini idrak etmektir. Bu maksadı ancak Kur'ân sağlayabilir.

Kur'ân'dan başka bir kitab bunu sağlayabilir mi?

Tevrat bunu sağlayamaz. Çünkü o ancak İsrail Tanrısından bahseder.

Zerdüşt de, İlâhî nuru, ancak İran milletine bahşeder.

Veda'lar da bunu yapamaz. Çünkü rişişlere göre, Vedayı dinleyen Hindlilerin kulağına kurşun akıtmak gerekir!

Buda da bir bütünlük göstermez ve yalnız Hindistan'a inhisar eder.

İsa'nın dini bu gayeyi temin edebilir mi?

Hayır!

İsa, cihana şâmil bir öğretici değildir. O, havarilerine şöyle demişti:

'Puta tapanların yolunda gitmeyin ve Sâmirîlerin şehirlerine girmeyin. Yalnız İsrail'in kaybolmuş koyunlarının arasına katılın.' (Matta: 10: 56)

Şu halde, İslâm'ın Peygamber'inden önce hiç kimse bütün beşeriyete şâmil bir haber getirmemiştir.

Kur'ân'dan önce hiçbir kitab bütün insanlığa hitap etmemiştir.

Hz. Muhammed şu vahyi getiriyor:
'Ey insanlar! Gerçekten ben hepiniz için Allah'ın elçisiyim!' (A'raf, 7/159)
Böylece, yalnız Kur'ân'dır ki, muhtelif dinler arasındaki farkları ve ayrılıkları bertaraf edebilir.

Dinlerin çokluğu, birleştirici bir imanın vücudunu zaruri kılar.

Bu iman, İslâmlıktır."[29]
Kur'ân-ı Kerîm'in Başlıca Özellikleri
John Davenport da, "Hz. Muhammed ve Kur'ân-ı Kerîm" isimli eserinde, Kur'ân-ı Kerîm'den bahsederken şöyle der:

"Müslümanlar Kur'ân-ı Kerîm'e azamî hürmet ve tevkîri gösterirler. Tâhir yani temiz olmazlarsa, Kitaba el sürmezler. Bunun için, Kitabın kapağına:
“Ona tertemiz olanlardan başkası dokunamaz.” (Vâkıa, 56/79.)
âyeti yazılır ve bu suretle Kitaba taharetsiz iken kimsenin yanlışlıkla el sürmemesini sağlarlar. Müslümanlar, Kitabı kemâli hürmetle okurlar, onu öperler, savaşa giderken ceplerinde taşırlar. Silahlarına ondan âyetler kazıttırırlar, Kitabı altınlar ve mücevherlerle süslerler, onun bir gayri müslimin elinde bulunmamasını isterler.

İslâm terbiyesinin kaynağı, bu Kitabı Mübîn'dir.

Çocuklar her şeyden önce onu okumayı öğrenir ve ezberlerler.

Hayatın nurunu bulmak için, Müslümanlar Kitabı Mübin'i tedkik ve tetebbu ederler.

Camiler vardır ki, orada Kur'ân-ı Kerîm sürekli hatmolunur.

On iki asırdan beri Kur'ân-ı Kerîm'in sesi milyonlarca mü'minin kalbinde ve ruhunda devamlı bir surette akisler uyandırmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm Allah'a imanı, ilâhî iradeye teslimiyeti, ilâhî emirlere itaati, iyilik etmeyi, takvâlı, itidalli olmayı, içkiden sakınmayı, hoşgörülü olmayı, din uğrunda ölenlere bir hürmeti mahsusa beslemeyi emreder.

Amelî farzlara gelince; bunlar, İslâm dininin neşr ve tebliği, malın kırkta birinin zekat olarak verilmesidir.

Fakat, Kur’ân'ın emirleri dinî ve ahlâki vazifelere münhasır değildir.

Gibbon der ki: 'Kur'ân, Atlas okyanusu sahillerinden Ganj'a kadar, yalnız ilahiyatın değil, medenî, cezaî ahkâmın da mecelle-i esası sayılmakta; insanların bütün harekât ve ahvâlini tanzim eden kanunlar, Allah'ın bozulmaz emirleriyle teyid edilmiş bulunmaktadır.

Başka bir deyişle, Kur'ân Müslümanların dinî, içtimaî, medenî, ticarî, askerî, kazâî, cezaî umumî kitabıdır.

Kur'ân, dinî vazifelerden günlük vazifelere, ruhun necat ve felahından bedenin sağlığına, umumun hukukundan ferdin hukukuna, insanın menfaatlerinden cemiyetin menfaatlerine, ahlâkiyat sahasından cinâîyat sahasına, dünyevî hayatın ukubatından uhrevî hayatın ukubatına kadar herşeyin nâzımıdır.

Binnetice, Kur'ân Tevrat'tan ayrılmaktadır.

Kumb'un dediği gibi, Tevrat bir ilahiyat sistemini haiz değildir.

Tevrat kıssalardan, vasıflardan, takvâperverane teheyyüclerden, birbirine mantıkî bir bağla bağlı olmamakla beraber kuvvetli bir ahlâktan müteşekkildir.

Kur'ân, İncil gibi de, ancak sâliklerin dinî fikirlerini, ibadet ve amellerini düzenleyen bir düsturdan da ibaret değildir.

Belki, Kur'ân siyasî bir sistemdir de. Çünkü devletin her kanunu ona müsteniddir.

Hayat ve emvale ait olan her şey onun hükmü ile hallolunmaktadır.'

Kur’ân-ı Kerîm, tevhid akidesinin en şerefli abidesidir.

Kur’ân-ı Kerîm, en sarih surette, ezelî ve ebedî olan, doğmayan, doğurmayan, şerik ve naziri olmayan, her şeyi yaratan, Rahman ve Rahîm olan, Kendisine bağlananları koruyan, kötülük yapıp pişman olanları affeden, kıyamet gününün sahibi olan, herkesi ameline göre muhakeme eden, iyilik yapanlara, Allah yolunda ölenlere ebedî saadet bahşeden, kötüleri cezalandıran Allah'ın varlığını öğretir.

Kur'ân, meleklerin varlığını da öğretmektedir; fakat meleklerin de, peygamberlerin de tapılmaya müstehak olmadıklarını anlatır.

Her insanı koruyan ve amellerini murakabe eden iki melek vardır.

Şeytanlar insan nev'inin düşmanıdırlar.

Müslümanlar cinlerin varlığına da inanırlar.

Kur’ân-ı Kerîm'in açıkladığı bu akideler ne kadar haksızca tecavüze uğradıysa, Kur'ân'ın ahlâkî talimatı da aynı surette tecavüze uğramıştır. Halbuki, Kur’ân'ın ahlâkı fısk u fücuru, her türlü aşırılığı, riyayı, pintiliği, kibirlenmeyi, kıskançlığı, dünyevî şeyler uğrunda ihtirasla koşmayı kınar.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt