En Büyük ve Ebedi Mucize Kur’an’dır (1)

ceylannur

Yeni Üyemiz
En Büyük ve Ebedi Mucize Kur’an’dır
Peygamber Efendimizin (asm) en büyük, ebedî mucizesi Kur’an’dır. Kur’an yüzlerce ayetiyle Hazreti Peygamber’in (asm) davasını ispat eder. Aynı zamanda Kur’an’ın kendisi Peygamberimizin (asm) en büyük mucizesidir. Öyle bir mucizedir ki, kırk yönden mucize olduğunu, ihtisas sahibi olan binlerce Kur’an alimi tarafından ispat edilmiştir.

Kur’an’ın mucize oluşunun ispatını Kur’an-ı Kerim sitemiz, Kuran-iKerim.org ‘ a havale ederek, Kur'an'ın üstünlüğünü ve özelliklerini anlatan Mustafa Asım Köksal Hocamızın bir çalışmasını buraya aynen almak istiyoruz:

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmetine Bıraktığı Birinci Büyük Emanet: Kitab
Peygamberimiz Aleyhisselam, Veda Haccında irad buyurduğu hutbesinde:

"Ben size öyle bir şey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız, hiçbir zaman dalâlete düşmez, sapmazsınız: O, Allah'ın Kitabı ve Resûlullah’ın sünnetidir"buyurmuştur.[1]

Kur'ân-ı Kerîm'e göre de; Kitab ve sünnet, Müslümanlar için başvurulması gereken iki hidayet kaynağıdır.[2]

Peygamberimiz Aleyhisselam, bir hadis-i şeriflerinde:

"Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona insanların iman etmek zorunda kaldığı mucizelerin bir benzeri verilmemiş olsun. Bana verilen mucize ise Allah'ın bana vahyettiğidir, Kur'ân'dır. Bunun için, kıyamet günü peygamberlerin en çok ümmetlisi ben olacağımı umarım!"buyurmuştur.[3]

Her peygamberin zamanına göre peygamberlik davasını isbatlayan bazı harikuladeleri, mucizeleri vardır: asanın yılana çevrilmesi gibi. Musa Aleyhisselamın zamanında sihir yaygındı. Bunun için, Musa Aleyhisselam Allah'ın izniyle sihirden daha üstün ve baskın olarak bir mucize getirip, sihirbaz muhataplarını iman etmek zorunda bıraktı. İsa Aleyhisselam zamanında tıp yaygındı. Bunun için, İsa Aleyhisselam tıptan daha üstün ve baskın olan bir mucize getirdi: Allah'ın izniyle ölüyü diriltti.

Resûlullah Aleyhisselamın zamanında ise, fesahat ve belagat yaygındı. Bunun için, Resûlullah Aleyhisselam bir fesahat ve belagat mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm'i Allah'tan telakkî edip getirdi.[4]

Peygamberimiz Aleyhisselamdan önceki peygamberlerin mucizeleri kendilerinin vefatlarıyla sona ermiş, onları o zaman hazır bulunanlardan başkaları da görmemişlerdir. Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm ise kıyamet gününe kadar devam edecektir.[5]

Diğer peygamberlere verilen mucizelerin benzerleri ya suretçe ya da hakikatça, kendilerinden öncekilere de verilmiş bulunuyordu. Kur'ân-ı Kerîm mucizesinin benzeri ise daha önce hiçbir peygambere verilmemişti.[6]

Ebu Ubeyd'in bildirdiğine göre; bir çöl Arabi, bir zât:

"Artık sen emrolunduğun şeyi açığa vur!" (Hicr, 15/94)
âyetini okurken işitip hemen secdeye kapanır ve: "Ben onun fesahatinden dolayı secde ettim." der.

Başka birisi de:

“Vaktâ ki ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yere çekildiler..." (Yusuf, 12/80)
âyetini bir adamdan işitince: "Ben şehadet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez." demiştir.

Bir cariyeden dinlediği kelâmın fesahatine şaşarak: "Allah için, sen ne kadar da fesâhatlisin!" demekten kendisini alamayan Asmâî'ye, cariye:

"Musa'nın anasına: 'Onu emzir! Onun hakkında sana bir tehlike gelince, kendisini denize bırak! Korkma, tasalanma! Çünkü Biz onu sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız' diye vahiy ve ilham ettik.' "(Kasas, 28/7)
kavlinden sonra, şu benimki bir fesahat mi sayılır?" demiştir.

Gerçekten de, bu bir tek âyette iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde birleştirilmiştir.[7]

Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizesi sadece Kur'ân-ı Kerîm'den ibaret olmadığı ve daha birçok mucizeleri bulunduğu halde, Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizelerinden yalnız Kur'ân'ı anmakla yetinmeleri onun mucizelerinin en büyük ve en yararlısı oluşundan, dine daveti, delil ve hücceti içinde taşımakta bulunuşundan, kıyamet gününe kadar hâzır ve gâib herkesin ondan yararlanışındandır. [8]

Kur’ân-ı Kerîm'e, Kur'ân isminin verilişi, ilâhî kitaplar arasında, kitapların, belki bütün ilimlerin semerelerini kendisinde toplamış olduğu içindir.

Nitekim, Yüce Allah, buna: "Her şeyin tafsilidir." (Yusuf, 12/111), "Her şeyin apaçık bir beyanıdır." (Nahl, 16/89) âyetleriyle işaret buyurmuştur.[9]

Kur’ân-ı Kerîm, hakikat ehline göre, bütün hakikatleri toplayan ledün ilminin de icmali, özetidir.[10]

Hz. Ali (ra) der ki:"Resûlullah Aleyhisselamdan işittim: 'Haberiniz olsun ki, birtakım fitneler zuhur edecektir!' buyurdu. 'Yâ Rasûlallah! O fitnelerden çıkış, kurtuluş nedir?' diye sordum.

'Kitabullahtır! Çünkü sizden öncekilerin haberleri de, sizden sonrakilerin haberleri de, aranızdakilerin hükmü de ondadır. O hak ile bâtılı ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş şey değildir. Onu zorbalıkla bırakan kimsenin Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu ondan başkasında arayanı dalâlete düşürür. O, Allah'ın en sağlam urganıdır! O, hikmetle dolu Kur'ân'dır! O, en doğru yoldur! O boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının duyamayacağı, çok tekrarlanmasından bıkılmayan, akıllan hayrette bırakan meziyetleri bitip tükenmeyen bir kitabdır. O öyle bir kitabdır ki, cinlerden bir zümre, onu dinledikleri zaman: "Biz, gerçek, hayranlık veren bir Kur'ân dinledik ki, o hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı, biz de ona inandık...” demişlerdir. Ona dayanarak konuşan, doğrulanır. Onunla amel eden, ecre erer. Onunla hükmeden adalet eder. Ona davet eden doğruya ve doğru yola davet etmiş olur.' buyurdu."[11]
Peygamberimiz Aleyhisselam, başka bir hadisi şeriflerinde de:

"Önceki kitablar, tek bâb ve tek harf (lügat) üzerine inmişti. Kur'ân ise:
1. Emir
2. Nehiy
3. Helâl
4. Haram
5. Muhkem
6. Müteşâbih
7. Misallerden münekkeb olmak üzere, yedi bâb ve yedi harf (lügat) üzerine inmiştir.
Onun helâlini helâl kılınız!
Onun haramını haram kılınız!
Onda emrolunduğunuz şeyleri işleyiniz!
Onda nehyolunduğunuz şeylerden sakınınız!
Onun getirdiği temsillerden ibret alınız!
Onun muhkemIeriyle amel ediniz!
Onun müteşâbihlerine de iman ediniz ve 'Rabbimizin katından bütün gelenlere iman ettik' deyiniz!" buyurmuştur.[12]
Abdullah b. Mes'ud:

"İlim isteyen, Kur'ân'ı eşelesin. Çünkü, öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi onun içindedir!”[13] Ben ne zaman size bir hadis haber versem, onun Kitabullah'ta doğrulayıcı delilini de haber verebilirim!"demiştir.Abdullah b. Abbas da:

"Eğer benim yanımda bir devenin diz bağları yitecek olsa, muhakkak onu da Yüce Allah'ın Kitabında bulurum!" demiştir.Saîd b. Cübeyr de:

"Bana Resûlullah Aleyhisselamdan hiçbir hadis erişmemiştir ki, onun doğrulayıcı delilini Kitabullah'ta bulmuş olmayayım!" diyor.İmam-ı Şafiî de bir kere Mekke'de:

"İstediğinizi bana sorunuz! Kitabullah'tan onun cevabını size haber vereyim!" demişti.Kendisine:

"An sineğini öldüren ihramlı hakkında ne diyeceksin?" diye sorulunca, İmamı Şafiî:

"Bismillâhirrahmânirrahîm. Peygambersize ne verdi ise onu alınız! Size neyi yasakladı ise ondan da sakınınız!" (Haşr, 59/7)
âyetini okumuş; "Huzeyfe b. Yeman'ın Peygamber Aleyhisselamdan bize rivayet ettiği hadiste:

“Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer b. Hattab'a uyunuz!' buyurulmuş olup, Ömer b. Hattab'ın da ihramlının arı sineğini öldürmesini emrettiği haberi bize Târik b. Şihab'dan rivayet edilmiştir"diye cevap vermişti.

Ebu Bekir b. Mücâhid bir gün:

"Âlemde hiçbir şey yoktur ki, Kitabullah'ta bulunmasın!"deyince, kendisine: "Öyleyse, Kur'ân'ın içinde nerede hanlardan bahsedilmiştir?" diye soruldu.

O da:

"'Meskûn olmayan ve içerisinde size ait meta bulunan beyitlere girmenizde size bir vebal yoktur." (Nûr, 24/29)
âyetindeki evlerden maksat, hanlardır." demiştir.

İbn Burhan da:

"Peygamber Aleyhisselam ne buyurdu ise, elbette o Kur'ân'da ya aynen vardır, ya da onun yakın veya uzak aslı vardır. Bu gerçeği ancak anlayışlı olanlar anlar, gözleri kapalı olanlar göremezler. Bunun gibi, onun her hükmündeki isabeti ve inceliği de, istekliler ancak görüşleri, çabaları ve anlayışları nisbetinde kavrayabilirler."demiştir.Daha başkaları da:

"Allah'ın anlayış verdiği bir kimse için, Kur'ân'dan bulup çıkarmayı mümkün kılmadığı birşey yoktur." demişlerdir.İbn Fadl'a göre:

"Kelâmullah'ın taşıdığı ilimlerin hakikatini ancak onun sahibi olan Yüce Allah ihata eder. Sonra da, Resûlullah Aleyhisselam kavrar. Cenab-ı Hakk'ın kendisine tahsis ettiği ilimlerden başkasına ise, Resûlullah Aleyhisselamın dört halifesi ve büyük sahabisi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile İbn Mes'ud ve İbn Abbas gibi sahabileri varis olmuşlardır."[14]Birgün, İbn Abbas'ın yanında ashabdan Huzeyfe b. Yeman bulunduğu sırada, adamın biri gelip İbn Abbas'a:

"Yüce Allah'ın Şûra süresindeki 'Hâ mîm ayn sîn kâf' sözünün tefsirini bana haber ver?" der.

İbn Abbas, adamın bu soruşundan hoşlanmaz, susar; ve sonra da, ondan, yüzünü başka tarafa çevirir.

Adam sorusunu tekrarlar.

İbn Abbas, yine cevap vermez ve yüzünü ondan başka tarafa çevirir.

Adam üçüncü kez sorar.

İbn Abbas yine ona cevap vermez.

Bunun üzerine, Huzeyfe b. Yeman:

"Buna sana ben haber vereyim. Anladım ki, o bunu söylemek istemiyor!" diyerek, bunun:

Ehl-i Beytten Abdulilâh veya Abdullah diye anılan bir zât hakkında nazil olduğunu; kendisinin Şark nehirlerinden bir nehir üzerinde kurulu, nehrin ikiye ayırdığı şehir (Bağdat) üzerinde yerleşeceğini; Yüce Allah'ın onların hakimiyet ve saltanatlarının sona ermesine, devlet ve müddetlerinin kesilmesine izin verdiği zaman, üzerlerine geceleyin bir ateş salınacağına, sabahleyin sanki oradaki yerlerinde hiç bulunmamış gibi olacaklarına, yerlerini toplanan cebbar ve zalimlerin işgal edeceklerine işaret olduğunu söyler.[15]

Bundan on iki asır önce, Hicrî 224 yılında doğan ve 310 yılında ölen İmam Taberî'nin tefsirine kaydettiği bu haber, hem Kur'ân-ı Kerîm'in ne kadar mucizevî, ilmî derinlikler taşıdığını, hem de ashabı kiramdan bazılarının bu derinliklerden ne kadar yararlandıklarını ve hatta müteşâbih âyetlerin tefsirlerine bile vâkıf olduklarını göstermeye yeter. Filvaki, zamanımızda kral naibi Abdulilâh tarafından Bağdat'ta temsil edilen bu hanedanın, bir gece General Kâsım'ın yaptığı darbe ile yaylım ateşine tutularak, kadın erkek, çoluk çocuk hepsinin hayat ve saltanatlarına son verildiği görülmüştür.

İbnü'n Nedîm (vefatı: 378 H.) kendisinden önceki ilim adamlarından kimlerin Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir ettiklerini; Kur'ân-ı Kerîm'in mânâları, müşkilleri, mecazlan, lügatları, lügatlarının garibleri, kıraat tarzları, noktaları, şekilleri, lamları, vakıf ve ihtidaları, maktu ve mevsulleri, elfâz ve mânâları, müteşâbihleri, mushaflandaki heceler, Kur'ân'ın cüzleri, Kur'ân'ın faziletleri, Kur'ân harflerinin Medinelilere, Mekkelilere, Kûfelilere, Basralılara, Şamlılara göre sayıları, Kur'ân'ın nâsih ve mensuhlan, âyet ve sûrelerin nüzul tarihleri, Kur'ân'ın hükümleri ve çeşitli mânâları,.. hakkında kimlerin hangi eserleri yazdıklarını uzun uzadıya açıklar.[16]

Kur’ân-ı Kerîm müfessirlerinden Fahru'r-Râzî der ki:

"Bir zamanlar, 'Yalnız şu Fatiha sûresinin ihtiva ettiği faide ve nefiselerden on bin kadar mesele çıkarılması mümkündür!' sözü dilimden çıkınca, bazı kıskançlarla birtakım bilgisizler ve inatçılar, beni de kendileri gibi isbatlayamayacağı iddialarda bulunur, söylediği sözü isbat kaydında bulunmaz adamlardan sandılar. Şu kitabı [Mefâtihu'l-gayb] yazmaya başlayınca, Fâtiha'dan o kadar mesele çıkarılabileceğinin mümkün bulunduğunu göstermek ve uyarılabilecekleri uyarmak için şu önsözü düzenledim. "[17]Kur'ân-ı Kerîm'in Bütün Semavî Kitaplara Denk ve Daha Fazlasını Havi Bulunuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir hadisi şeriflerinde:

"Bana Tevrat yerine es-Seb'[18] verildi.
Zebur yerine Meûn[19] verildi.
İncil yerine Mesânî[20] verildi.
Mufassallar da[21] fazla olarak verildi" buyurmuştur.[22]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Übeyy b. Ka'b'a:

"Sana ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Kur'ân'ın diğer sûreleri arasında bir benzeri indirilmemiş olan bir sûre öğretmemi ister misin?"
diye sordu. Übeyy b. Ka'b: "Olur yâ Rasûlallah!" deyince,

"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onun bir benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Furkan (Kur'ân-ı Kerîmin diğer sûreleri arasında indirilmemiştir! O, seb'ul mesânîdir. O, bana indirilmiş bulunan büyük Kur'ân'dır (Fatiha sûresidir)"[23] buyurdu.
Hindli bilginlerden Süleyman Nedvî der ki:

"Tevrat bir şeriat kitabıdır. Ahlâk ve mev'izaları muhtevî değildir. İncil ahlâk ve mev'izalarla doludur, fakat içinde şeriattan eser yoktur. Zebur kalbi münacatlardan, ilahilerden, dualardan mürekkeptir, fakat diğer sıfatları haiz değildir.Hz. Mesih'in İncil'i, güzel hutbeleri muhtevi olmakla beraber, insanları derin derin düşündürecek, insanların fikir ve nazarlarını açacak ufuklardan mahrumdur.Benî İsraillerin kitabları birçok ihbarlarla doludur, fakat onlarda hikmetin incelikleri, imanın sırları görülmez.Dünyada ancak ilâhî bir kitab vardır ki; şeriat, ahlâk ve mev'izalarla, dua ve münacat ile doludur ve bütün eski kitabların faziletlerini fazlasıyla toplamıştır.Hitabelerin en kuvvetlisi, fikir ve nazarı açacak ufukların en genişi, inceliklerin ve hikmetin, iman ve amelin sırlarının hepsi bu kitabın içindedir.Sonra, öteki semavî kitabların hepsi tahrif ve tağyire, çeşitli tercümelerle tebdile uğradığı halde; her türlü tahriften mahfuz ve masun kalan ve vahyolunduğu asıl lisan ile elde bulunan yegâne ilâhî kitab Kur'ân'dır.Bu kitabın hiçbir âyeti, hiçbir kelimesi, hiçbir harfi, hiçbir noktası değişmemiştir. Bu kitab, bu suretle, bekâsını kâtiplerin kalemlerine de medyun değildir. Çünkü, bu kitab her devirde yüzbinlerce mü'minin kalbinde, hafızasında menkuştur.Kur'ân, dünyanın her tarafında aynı harfler, aynı harekelerle; bizzat Peygamber Aleyhisselam tarafından okunduğu gibi, bizzat Hz. Cibril (as) tarafından vahyolunduğu gibi okunmaktadır.Diğer semavî kitablar hiçbir veçhile Kur'ân-ı Kerîmle kabili kıyas değildirler.Çünkü, diğer kitaplar mânâ itibarıyla vahyi ilâhî olduğu halde, Kur'ân hem lafzı, hem mânâsı cihetiyle vahyi Rabbânîdir.Halbuki, Tevrat'ın ve İncil'in vahyolundukları diller, ölü diller sırasına geçmiş bulunuyor.Çünkü, Tevrat'ın aslî dili olan İbrânice, Buhtunnassar'ın ateşleriyle yok olmuş ve Arâmî ile Süryânî dillerine tahavvül etmişti. Birkaç asır sonra, Hz. Üzeyr, İbrânice'yi ihyaya teşebbüs etmişti.

 
Üst Alt