Allahı hoşnut etmek için yapılan salih ameller

MURATS44

Özel Üye
Allahı hoşnut etmek için yapılan salih ameller
Allahı hoşnut etmek için yapılan salih ameller
ALLAH’I HOŞNUT ETMEK İÇİN YAPILAN SALİH AMELLER


İlgilendikleri konular her ne kadar birbirinden farklı olsa da, hemen her insan, dünya hayatında kendince bir başarı elde etmeye çalışır. Tüm bu insanların ortak amacı "gösterdikleri çaba ve emeğin karşılığını alabilmek"tir.

Kendilerine dünya hayatini amaç edinip ahireti gözardı eden kişiler, dünyadaki çabalarının karşılığını aldıklarını görmenin, o uğurda yaşadıkları tüm sıkıntılara değeceğine inanırlar.

Oysa bir işi ve bundan alınacak sonucu asıl değerli kılan, "Allah'ın o kişiden razı olması"dır. Allah'in rızası hedeflenmeden yapılan bir işte harcanan çaba ya da elde edilen başarı, aynı dünya hayatı gibi geçicidir; dünyadaki her şey gibi bir gün yok olur.

Bu nedenle Allah inkar edenlerin dünya hayatındaki çabalarını ve yapıp ettiklerini bir "seraba" benzetmiştir. Bu kimseler ahirete gittiklerinde -Allah'in dilemesi dışında- o ana kadar emek verip sevinç duydukları tüm çabalarının boşa çıktığını göreceklerdir:
AYET-İ KERiME
İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır.

Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabini tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
Bir kimse Allah'in rızasını gözeterek hareket etmediği takdirde, dünyanın en önemli işini yapıyor olsa da, Allah Katında bunun değeri olmayabilir. Allah'in rızasına uygun hareket etmediği sürece, bu kişinin çevresindeki herkes tarafından takdir edilmesi veya iyi işler yapan biri olarak tanınması, yaptıklarının boşa gitmesini engelleyemez. Allah kendilerini iyi işler yapmakta sanan kimi insanların ahiretteki durumunu, Kuran'da söyle bildirmiştir:
AYET-İ KERiME
Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel is yapmakta sanıyorlar. (Kehf Suresi, 104)
İnsanin, hırsla peşinden koştuğu şeylerin, ahiretteki nimetlerin yanında ne kadar değersiz olduğunu öldükten sonra anlaması, sonsuz bir pişmanlığa sebep olur. Hayati boyunca harcadığı tüm çabanın boşa gittiğini öğrenmesi, bu üzüntüsünü sonsuza dek sürecek bir hüsrana dönüştürecektir. Allah bu kimselerin ahiretteki durumlarını söyle bildirmiştir:
AYET-İ KERiME
İste bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. onların onda (dünyada) bütün isledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 16)
Kuskusuz bir ömür boyunca harcadığı çabanın boşa çıkmasını hiçbir insan istemez. Bunun çözümü, insanın geçici bir dünya için değil, gerçek olan sonsuz ahiret hayati için çaba harcamasıdır. Eğer kişi, her isinde Allah'ın rızasını kazanmayı hedefler, tüm çabasını Rabbimiz'in beğendiği ahlaki yasayabilmek için harcarsa, yaptığı en küçük bir iyiliğin bile eksiksiz olarak karşılığını almayı umabilir. Allah bir ayetinde Hz. Lokman’ın oğluna verdiği bir öğüdü söyle bildirmiştir:
AYET-İ KERiME
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
İman sahibi bir insan dünya hayatında tüm yaptıklarını, karşılığını yalnızca Allah'tan umarak ihlasla yerine getirir. Her davranışında, amacı yalnızca Allah’ın rızasını kazanabilmektir. Rabbimiz bu ihlaslı tavırlarına karşılık olarak, müminler için hem dünyada hem de ahirette yaptıklarının daha güzeli ve fazlası' olduğunu bildirmiştir:
AYET-İ KERiME
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbiniz'den sakinin. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)
Bir başka ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
AYET-İ KERiME
Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)

ALLAH RIZASI İÇİN ŞEVK VE HEYECAN


İnananların Allah'a karşı güçlü ve kararlı bir teslimiyet gösterebilmeleri ve her ne zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, yılgınlığa kapılmadan "Rabbimiz bize yeter" (Al-i İmran Suresi, 173) diyebilecek kadar yüksek bir ruha sahip olabilmelerini sağlayan çok önemli bir özellikleri vardır: Allah'ın rızasını kazanma şevki...

İmanın müminlere kazandırdığı bu şevk, kişinin hayatını her an en güzel, en huzurlu şekilde yaşamasını sağlar. Allah'a olan derin bağlılıktan kaynaklanan bu heyecan ve Allah'ın rızasını kazanma isteği, inananlara büyük bir manevi kuvvet, dayanıklılık ve direnç verir. Müminler, bu vesilesiyle her zorluğu en güzel şekilde göğüsleyebilir ve şartlar ne olursa olsun Allah'ın hoşnutluğunu kazanma azminden taviz vermezler.

Allah, bir ayetinde şu şekilde buyurur:
AYET-İ KERiME
"Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla çaba gösterdiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir." (Hucurat Suresi, 15)
Allah, Kuran'da müminleri, "iman edip sonra da hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah'ın rızasını kazanmak için çaba harcayanlar" olarak tanıtmıştır. Müminlerin bu özelliği, kalplerinde yaşadıkları imani şevki çok açık şekilde açıklamaktadır. Müminler, bu üstün şevki, yaşamları boyunca, hiçbir şüphe duymadan sürekli olarak devam ettirirler.

Bu şevkin en önemli kaynağı, Allah'a olan sevgileri, Allah korkusunu sürekli olarak yaşamaları, Allah'ın rahmetini ve cennetini sürekli olarak umut etmeleridir. Korku ve umudu kesintisiz olarak kalplerinde yaşadıkları için, hiçbir zaman gösterdikleri çabayı yeterli görmez, kendilerini hata ve eksikliklerden uzak görmezler. Allah'a kavuşmak için gösterdikleri şevk, işte bu yüzden sürekli artar ve Allah'ın azabından daha derinlemesine sakınmalarını sağlar. Allah'ın müminlere cennet vaadi, sürekli olarak akıllarındadır:
AYET-İ KERiME
"Müminlere müjde ver; gerçekten onlar için Allah'tan büyük bir fazl vardır." (Ahzap Suresi, 47)
Allah rızası için olan şevk, insana dünyada ve ahirette mutluluğu, huzuru ve nimetlerin en güzelini kazandıracak vesilelerden biridir. Allah'ı hoşnut etmek için çaba harcayanlar, ahirette en güzel karşılığı alacaklarının umudu ve sevinci ile hareket ederler. Bu heyecan, onlara dünyada kesintisi olmayan bir güç ve rahatlık verir. Allah'a duydukları güven ile daha da şevkleri artan müminler, her güzelliği nimet olarak karşılayan, her zorluğu kolayca aşan, Allah'tan başka hiçbir güçten korkmayan en güvenilir insanlardır.

ALLAH RIZASI İÇİN AFFETMEK
AYET-İ KERiME
"Onlar... insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir... " (Al-i İmran Suresi, 134)
İnsan hata yapmaya yatkın bir varlıktır. Kimi zaman bilmediğinden, kimi zaman unutup yanıldığından kimi zaman da nefsinin ya da şeytanın telkinlerine uyduğundan hata yapabilir. Ancak insanın bu dünyadaki amacı zaten Rabbimiz'in kendisi için yarattığı ömür süresi içerisinde bu ve benzeri olaylarla denenmesi, Kuran ahlakını öğrendikçe olgunlaşıp, içerisinde bulunduğu hatalardan kurtulması ve Rabbimiz'in razı olacağı üstün bir ahlaka ulaşabilmesidir.

Kuran'da bildirilen tevbe ile ilgili ayetler de insanın bu acizliğinin bir göstergesidir. Rabbimiz, cehalet nedeniyle hata yapan, fark ettiğinde ise hemen tevbe edip tavrını düzelten kimselerin hatalarını bağışlayacağını Kuran'da şöyle bildirmiştir:
AYET-İ KERiME
"Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. " (Nisa Suresi, 17)
İnsan aklını ve vicdanını en güzel şekilde kullanıp tüm samimiyetiyle hareket ediyorsa ve buna rağmen hatalı bir tavır içerisine giriyorsa, Allah'ın kendisini bağışlamasını umabilir. Allah pek çok ayette "Affedici" ve "Bağışlayan" olduğunu haber vermiştir. Bir ayette şöyle bildirilmiştir:
AYET-İ KERiME
"Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. " (Hicr Suresi, 49)
Rabbimiz müminlerin de birbirlerine karşı aynı şekilde bağışlayıcı olmalarını tavsiye etmiştir:
AYET-İ KERiME
"Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. " (Araf Suresi, 199)
Bu ahlakı yaşayan müminler, birbirlerine karşı Allah'ın emrettiği şekilde bağışlayıcı bir tavır gösterirler. Elbette ki bu, üstün bir vicdan anlayışına sahip olduklarının bir alametidir. Çünkü bir hata yapıldığında özellikle de bu hatadan dolayı maddi ya da manevi bir zarar oluştuğunda, affedici bir tavır göstermek insanların nefislerine çok ağır gelir. Kızarak öfkelerini dışa vurmak ve karşı tarafa yaptığının karşılığını vermek isterler. Oysa ki müminler ayette de belirtildiği gibi,
AYET-İ KERiME
"... öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir..." (Al-i İmran Suresi, 134)
İnananlar bu ayetlerin emri gereği, nefislerine uymaz ve Kuran'ın tavsiyesine uyarak bağışlama yolunu seçerler. Bir hataya düşen kişiye yapacakları iyiliğin, "güzel sözle öğüt vermek" ve bu şekilde içerisinde bulunduğu hatanın yanlışlığını göstermek olduğunu bilirler. Çünkü bir ayette,
AYET-İ KERiME
"Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, müminlere yarar sağlar." (Zariyat Suresi, 55)
şeklinde belirtilmiştir.

Bir başka ayette de Allah,
AYET-İ KERiME
"... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22)
şeklinde buyurmaktadır. Mümin bir hata yaptığı ve bundan samimi olarak vazgeçtiği zaman bunun hem Allah Katında bağışlanmasını içten arzu eder, hem de Müslümanların onu bağışlayıp güven duymalarını ister. Ve bağışlayıcı bir tavırla karşılaştığı zamanda bunun Allah'ın büyük bir nimeti olduğunu fark eder. Kendileri için talep ettikleri bu bağışlanmayı karşılarındaki kimselere de gösterirler. Kuşkusuz ki bu aynı zaman da Rabbimiz'in hoşnutluğunu ve rızasını kazanmaya da en uygun olan tavırdır:
AYET-İ KERiME
"... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. " (Teğabün Suresi, 14)
Unutulmamalıdır ki Rabbimiz sonsuz merhamet sahibidir ve tevbe edip Kendisi'nden bağışlanma dileyen her kulunun günahlarını affedebilir. Ama bir insanın, "nasıl olsa Allah affeder" diyerek bile bile günah işlemesi samimi bir davranış değildir. Böyle bir ahlakta süreklilik gösteren kimsenin kalbi zamanla katılaşıp duyarsızlaşabilir. Allah korkusuyla hareket etmemek bu kişiyi daha pek çok kötülüğün içine de sürükleyebilir.

Aynı durum müminlerin birbirlerine karşı olan bağışlayıcılıkları için de geçerlidir. ‘Nasıl olsa müminler affedicidir’ diyerek insanın aslında güç yetirebileceği bir konuda bilerek hatalı davranması da Kuran ahlakına uygun bir davranış olmaz. Dünya hayatında insanların bir kişiyi bağışlaması, onun, yaptığı hareketten sorumlu olmayacağı ve ahirette bundan dolayı Rabbimiz'in huzurunda hesap vermeyeceği anlamına gelmez. Eğer samimiyse elbette ki Rabbimiz'in de bağışlamasıyla karşılaşabilir. Ancak aksinde de büyük bir sorumluluk altına girebilir. Bu nedenle bu güzel ahlakı yaşayarak birbirlerine karşı affedici ve bağışlayıcı olurlarken müminlerin asıl olarak Rabbimiz'in rızasını ve hoşnutluğunu kazanıp kanamadıklarını kendilerine ölçü almaları ve hatalarını ahirete göre telafi etmeye çalışmaları gerekir.

ALLAH RIZASI İÇİN FEDAKARLIK YAPMAK


Kuran ahlakının hakim olduğu bir toplumun en önemli özelliklerinden biri fedakarlıktır. Bu toplumda, en büyük değer Allah'ın rızasıdır ve Allah'ın rızasını kazanmanın önemli bir yolu olan infak ve fedakarlık yoğun bir biçimde uygulanır. Toplumun üyeleri, kendi şahsi menfaatlerini değil, mümin toplumunun genel menfaatlerini düşünür ve ona göre davranırlar. Kendi menfaatleri ile bir diğer müminin menfaati çatıştığında ise, Allah'ın rızasını kazanmak için, karşı tarafın menfaatine uygun davranırlar.

Buna karşılık, Kuran ahlakının yaşanmadığı bir ortamda şahsi menfaatlere dayalı bir toplum modeli hakimdir. Bu çarpık anlayışın hakim olduğu toplulukta yetişen bir insan da, çocukluğundan itibaren çıkarcı ve bencil bir karaktere sahip olması yönünde teşvik edilir. Ailesinden, arkadaşlarından, toplumun genelinden gördüğü örnek insan modeli çıkarcı, fırsatçı, her ortamda kendi şahsi menfaatlerini gözetip koruyan insan modelidir. Bu telkinle cahiliyenin önemli bir kuralını yani "gemisini kurtaran kaptan" olmayı öğrenir. Bunun gibi bencillik telkin ederek insanları uyanıklığa ve fırsatçılığa iten tavırlar o toplumda söz sahibi olmak için aranılan özelliklerdir.

Gösteriş için Fedakarlık Yapmaktan Kaçınmak


Bu davranış şekli Kuran ahlakını yaşamayan toplumlarda olağan karşılanır, çünkü bu toplumun genel ahlakı haline gelmiştir. Herkes kendi olanakları dahilinde kendinden bir kademe altta olanı sonuna kadar sömürme çabası içindedir. Bu tür fırsatları kaçırmak ise akılsızlık olarak değerlendirilir. "Dünyaya bir kere gelinir" felsefesine dayalı bu zihniyet kişilerde Allah korkusunun bulunmamasından kaynaklanır. Bu anlayışın uyanıklık olarak tanımlandığı ve daha fazla dünya nimeti edinmeyi hedefleyen çıkar yarışı, insana üstün ve saygın bir karakter yerine basit ve güvenilmez bir karakter kazandırır.

Tüm bunların yanında, adamlık dinine mensup bazı insanların da kimi zaman fedakarlık gösterdiklerine, fakirlere, ihtiyaç sahiplerine yardım yaptıklarına rastlamak mümkündür. Ancak burada önemli bir nokta vardır: Adamlık dininin söz konusu "fedakar" mensupları, yaptıkları harcamayı müminlerinki gibi Allah rızası için değil, genellikle insanlara gösteriş olsun diye yapmaktadırlar. Göklerde ve yerde bulunan mülkün tek sahibi olan Allah, bir ayette, bu gibi insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
AYET-İ KERiME
"Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremezler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. " (Bakara Suresi, 264)
Bu tür kimseleri, fakirlere ya da kimsesiz çocuklara yardım için oluşturulmuş kuruluşlara büyük miktarlarda bağış yaparken görebilirsiniz. Ama yaptıkları bu bağışların bilinmesi hatta medyada yer alması hoşlarına gider çünkü; yüz binlerce kişi bu "hayırseverliğe" şahit olur. Bu tür gösterişli bağışlarla kendilerince iyi bir ticaret yapmış olurlar. Verdikleri paraya karşılık toplumda iyi bir imaj satın almaktadırlar. Bu, hem kibirlerini okşar hem de daha karlı yatırımlar yapmaları için bir tür sermaye olur.

Kalem Suresi'nde ise Rabbimiz, adamlık dinindeki söz konusu cimri karaktere sahip olan bahçe sahiplerinden şöyle söz etmiştir:
AYET-İ KERiME
"Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) hiçbir istisna yapmıyorlardı." (Kalem Suresi, 17-18)

"Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler: "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın" (Kalem Suresi, 21-24)
Ayetlerde tarif edilen bahçe sahipleri, fakirlerle karşılaşmadan işlerine gitmeye çalışmaktadırlar. Çünkü fakirlere yardım etmek istememektedirler, çünkü bir fakirle karşılaşmaları durumunda, ona para vermek zorunda kalacaklardır. Onları böyle davranmaya zorlayan şey, insanların kendileri hakkında olumsuz düşünecekleri yönündeki endişeleridir. Kısacası, son derece samimiyetsiz, riyakar ve basit bir karaktere sahiptirler. Bu, adamlık dininin temel karakterlerindendir.

İman Edenler Her Zaman Fedakardırlar


Müminin şahsiyeti ve asaleti ise yalnızca Allah'ın rızasını aramasından ve dünyada bir iyilik ve hayır yarışı içinde olmasından kaynaklanır. Allah'ı memnun etmek için insanların mal ve mülk edinme yolunda gösterdikleri çabalar değil, yaptıkları işlerde O'nun rızasını ne kadar gözettikleri önemlidir. Allah Katında makbul olan İslam'ın, müminlerin menfaatlerini sürekli gözetme, müminlerin refah ve ferahını artırma, Allah'ın rızasının her zaman en çoğunu aramakta taviz vermeme, nefsinin, heva ve hevesinin kötü arzularına kapılmama, şeytanın ve nefsinin hile ve vesveselerine aldanmama, imanını ve aklını gitgide daha fazla arttırma, ahlakını daha fazla güzelleştirme yolunda gösterilen bir uyanıklıktır. Bu şekilde, Allah'ın rızasının en çoğunu arayan müminlerin de asil ve şahsiyetli karakterleri görünümlerine yansır.

Herşeyden haberdar olan Rabbimiz, Kuran'da bu durumu şöyle tarif etmektedir:
AYET-İ KERiME
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur: İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir. " (Fetih Suresi, 29)


ALLAH RIZASI İÇİN KONUŞMAK


Müslüman, tüm hayatını Allah’ın rızasını kazanmak için çaba sarf ederek geçirir. Tüm hareketleri, aldığı kararlar, tavırları, ahlakı Allah’ın hoşnut olacağı şekildedir. Aynı şey konuşmaları, sohbeti ve kullandığı üslup için de geçerlidir. Müslüman, Allah rızası için, karşıdaki kişiye fayda verecekse konuşur. Konuşmalarında kendini ön plana çıkarma, bildiklerini vurgulama gibi bir iddiası yoktur. Gerektiği zaman hiç konuşmaz, sadece dinler. Gerektiği zaman birkaç cümleyle kanaatini bildirir ve karşısındaki kişinin tefekkürlerinden istifade etmeyi tercih eder.

Ancak sohbet ortamlarında başka kimseye söz hakkı tanımadan, tüm konuşmayı tek başına yapmaya çalışan ve “En iyi ben bilirim, o nedenle en çok ben konuşmalıyım” anlayışıyla hareket eden kimselere çok sık rastlanmaktadır. Bu kişilerin çevrelerindeki kişileri dinlemek, onların fikirlerinden istifade etmek gibi bir düşünceleri yoktur. Konuşmayı tek kişilik bir konferansa dönüştürmenin bir üstünlük, bir başarı olduğunu zanneder ve bu durumun karşılarındaki kişilerde ne tür bir rahatsızlık oluşturabileceğini hiç düşünmezler. Başka kişilerin bazı konuları kendilerinden daha iyi bileceğine ya da daha hikmetli bir şekilde ifade edebileceğine ihtimal dahi vermezler. Bu, tüm Müslümanların şiddetle kaçınmaları gereken, yanlış bir davranış şeklidir. Rabbimiz bir ayetinde şu şekilde buyurmuştur:
AYET-İ KERiME
"...Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76)
 
Son düzenleme:
Üst Alt