Onuncu Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ve hem, nasıl ki yeryüzünde bulunan parlak şeylerin güneşin akisleriyle parlamaları ve denizlerin yüzlerinde kabarcıklar ziyânın lem'alarıyla parlayıp sönmeleri, arkalarından gelen kabarcıklar gidenler gibi yine hayalî güneşciklere aynalık etmeleri bilbedâhe gösteriyor ki, o lem'alar, yüksek birtek güneşin cilve-i in'ikâsıdırlar ve güneşin vücudunu muhtelif dillerle yâd ediyorlar ve ışık parmaklarıyla ona işaret ediyorlar. Aynen öyle de, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun Muhyî isminin cilve-i âzamı ile berrin yüzünde ve bahrin içindeki zîhayatların kudret-i İlâhiye ile parlayıp, arkalarından gelenlere yer vermek için "Ya Hayy!" deyip perde-i gaybda gizlenmeleri, bir hayat-ı sermediye sahibi olan Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına ve vücûb-u vücuduna şehâdetler, işaretler ettikleri gibi; umum mevcudâtın tanziminde eseri görünen ilm-i İlâhîye şehâdet eden bütün deliller ve kâinatta tasarruf eden kudreti ispat eden bütün bürhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hükümfermâ olan irâde ve meşîeti ispat eden bütün hüccetler ve Kelâm-ı Rabbânî ve vahy-i İlâhînin medârı olan risâletleri ispat eden bütün alâmetler, mu'cizeler ve hâkezâ yedi sıfat-ı İlâhiyeye şehâdet eden bütün delâil, bilittifak Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına delâlet, şehâdet, işaret ediyorlar. Çünkü, nasıl bir şeyde görmek varsa, hayatı da vardır; işitmek varsa, hayatın alâmetidir; söylemek varsa, hayatın vücuduna işaret eder; ihtiyar, irâde varsa, hayatı gösterir. Aynen öyle de, bu kâinatta âsârıyla vücudları muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irâde-i şâmile ve ilm-i muhît gibi sıfatlar, bütün delâilleriyle, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına ve vücûb-u vücuduna şehâdet ederler ve bütün kâinatı bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir cilvesiyle bütün dâr-ı âhireti zerrâtıyla beraber hayatlandıran hayat-ı sermediyesine şehâdet ederler.
Hem hayat, "melâikeye imân" rüknüne dahi bakar, remzen ispat eder. Çünkü, mâdem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyâde intişâr eden ve kıymettarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhânesini gelip geçen kafilelerle şenlendiren zîhayatlardır; ve mâdem küre-i arz bu kadar zîhayatın envâıyla dolmuş ve mütemâdiyen zîhayat envâlarını tecdid ve teksir etmek hikmetiyle, her vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i huveynât oluyor; ve mâdem hayatın süzülmüş en sâfî hulâsası olan şuur ve akıl ve latîf ve sabit cevheri olan ruh, küre-i arzda gayet kesretli bir sûrette halk olunuyorlar, âdetâ küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervâh ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiş. Elbette küre-i arzdan daha latîf, daha nurânî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecrâm-ı semâviye, ölü, câmid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir.
Demek, gökleri, güneşleri, yıldızları şenlendirecek ve hayattar vaziyetini verecek ve netice-i hilkat-i semâvâtı gösterecek ve hitâbât-ı Sübhâniyeye mazhar olacak olan zîşuur, zîhayat ve semâvâta münâsip sekeneler, herhalde sırr-ı hayatla bulunuyorlar ki, onlar da melâikelerdir.
Hem hayatın sırr-ı mahiyeti "peygamberlere imân" rüknüne bakıp remzen ispat eder. Evet, mâdem kâinat hayat için yaratılmış ve hayat dahi Hayy-ı Kayyûm-u Ezelînin bir cilve-i âzamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir san'at-ı ecmelidir. Mâdem Hayat-ı Sermediye, resûllerin gönderilmesiyle ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir. (Evet, eğer kitaplar ve peygamberler olmazsa, o Hayat-ı Ezeliye bilinmez. hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır. Nasıl ki bir adamın söylemesiyle diri ve hayattar olduğu anlaşılır; öyle de, bu kâinatın perdesi altında olan âlem-i gaybın arkasında söyleyen, konuşan, emir ve nehyedip hitâb eden bir Zâtın kelimâtını, hitâbâtını gösterecek, peygamberler ve nâzil olan kitaplardır.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Elbette kâinattaki hayat, katî bir sûrette Hayy-ı Ezelînin vücûb-u vücuduna katî şehâdet ettiği gibi, o Hayat-ı Ezeliyenin şuââtı, celevâtı, münâsebâtı olan "irsâl-i rusül" ve "inzâl-i kütüb" rükünlerine bakar, remzen ispat eder. Ve bilhassa risâlet-i Muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i Kur'ânî hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi hakkâniyetleri katîdir denilebilir.
Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hulâsadır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş, hayatın bir hulâsasıdır; ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hulâsasıdır ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfî bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hulâsatü'l-hulâsadır ve risâlet-i Muhammediye (a.s.m.) dahi; kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfî hulâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.), âsârının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risâlet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur'ân dahi, hayattar hakâikının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.
Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefât edecek. Eğer Kur'ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyâreye çarpacak, bir Kıyâmeti koparacak.
Hem hayat, "imân-ı bilkader" rüknüne bakıyor, remzen ispat eder. Çünkü mâdem hayat âlem-i şehâdetin ziyâsıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gâyesidir; ve Hâlık-ı Kâinatın en câmi' aynasıdır; ve faaliyet-i Rabbâniyenin en mükemmel enmûzeci ve fihristesidir, temsilde hatâ olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb, yani mâzi, müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlûkatın hayat-ı mâneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve mâlûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evâmir-i tekviniyeyi imtisâle müheyyâ bir vaziyette bulunmalarını sırr-ı hayat iktizâ ediyor.
Nasıl ki, bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehâsında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi, aynen ağaç gibi, bir nevi hayata mazhardırlar; belki, ağacın kavânîn-i hayatiyesinden daha ince kavânîn-i hayatı taşıyorlar. Hem nasıl ki, bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra, gelecek baharlarda bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânîn-i hayatiyeye tâbidirler. Aynen öyle de, şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mâzisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur; her nevi ve her cüz'ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırları ile müteaddit vücudları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder; ve vücud-u haricî gibi, vücud-u ilmî dahi hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet, âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervâh, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervâh ile dolu olması; elbette mâzi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nevi de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayata mazhariyeti ister ve istilzam eder.
Hem bir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmel ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, Hayat-ı Ezeliye güneşinin ziyâsı olan bu gibi cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehâdete ve bu zaman-ı hâzıra ve bu vücud-u haricîye münhasır olamaz; belki, her bir âlem, kabiliyetine göre, o ziyânın cilvesine mazhardır ve kâinat bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyâdardır. Yoksa, nazar-ı dalâletin gördüğü gibi, muvakkat ve zâhirî bir hayat altında, her bir âlem, büyük ve müthiş birer cenaze ve karanlıklı birer virâne âlem olacaktı.
İşte, "kadere ve kazâya imân" rüknünün dahi geniş bir vechi de, sırr-ı hayatla anlaşılıyor ve sabit oluyor. Yani, nasıl ki âlem-i şehâdet ve mevcud hazır eşya, intizamlarıyla ve neticeleriyle hayattarlıkları görünüyor; öyle de, âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi, mânen hayattar bir vücud-u mânevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, Levh-i Kazâ ve Kader vâsıtasıyla o mânevî hayatın eseri, mukadderât nâmiyle görünür, tezâhür eder.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Zeylin Üçüncü Parçası
Haşir münâsebetiyle bir suâl: "Kur'ân'da mükerreren
b561.gif
-1- ; hem
b562.gif
-2- fermanları gösteriyor ki, haşr-i âzam, bir anda zamansız vücuda geliyor. Dar akıl ise, bu hadsiz derece hârika ve emsâlsiz olan meseleyi iz'an ile kabul etmesine medâr olacak meşhud bir misâl ister.
Elcevap: Haşirde, ruhların cesedlere gelmesi var, hem cesedlerin ihyâsı var, hem cesedlerin inşâsı var.
"Üç Mesele"dir.
BİRİNCİ MESELE: Ruhların cesedlerine gelmesine misâl ise, gayet muntazam bir ordunun efrâdı istirahat için her tarafa dağılmış iken, yüksek sadâlı bir boru sesiyle toplanmalarıdır. Evet, İsrâfil'in borusu olan Sûr'u, ordunun borazanından geri olmadığı gibi, ebedler tarafında ve zerreler âleminde iken ezel cânibinden gelen "Elestü Bi Rabbiküm" -3- hitâbını işiten ve "Kalû Bela" -4- ile cevap veren ervâhlar, elbette ordunun neferâtından binler derece daha musahhar ve muntazam ve mutîdirler. Hem, değil yalnız ruhlar, belki bütün zerreler dahi bir ordu-yu Sübhânî ve emirber neferleri olduğunu, katî bürhanlarla Otuzuncu Söz ispat etmiş.
İKİNCİ MESELE: Cesedlerin ihyâsına misâl ise; çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede, birtek merkezden, yüz bin elektrik lâmbaları, âdetâ zamansız, bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi, bütün küre-i arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lâmbalara nur vermek mümkündür. Mâdem, Cenâb-ı Hakkın, elektrik gibi bir mahlûku ve bir misafirhânesinde bir hizmetkârı ve bir mumdârı, Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfiyete mazhar oluyor. Elbette, elektrik gibi binler nurânî hizmetkârlarının temsil ettikleri hikmet-i İlâhiyenin muntazam kanunları dairesinde, haşr-i âzam tarfetü'l-aynda vücuda gelebilir.


1- [Kıyâmetin kopması] yalnız tek bir sesledir. (Yâsin Sûresi: 53.)
2- Kıyâmetin gerçekleşmesi ise, ancak göz açıp kapayıncaya kadardır. (Nahl Sûresi: 77.)
3- Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (A'râf Sûresi: 172.)
4- Evet, Rabbimizsin. (A'râf Sûresi: 172.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ÜÇÜNCÜ MESELE Kİ: Ecsâdın def'aten inşâsının misâli ise; bahar mevsiminde birkaç gün zarfında nev-i beşerin umumundan bin derece ziyâde olan umum ağaçların bütün yaprakları evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir sûrette inşâları ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsülâtı gibi, berk gibi bir süratle icadları; hem o baharın mebdeleri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin birden beraber intibahları ve inkişafları ve ihyâları; hem, kemiklerden ibâret olarak ayakta duran emvât gibi bütün ağaçların cenazeleri bir emirle def'aten "ba'sü ba'de'l-mevt"e mazhariyetleri ve neşirleri; hem, küçücük hayvan tâifelerinin hadsiz efradlarının gayet derecede san'atlı bir sûrette ihyâları; hem, bilhassa sinekler kabîlelerinin haşirleri ve bilhassa dâimâ yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezâfeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabîlenin bir senede neşrolan efrâdı, benîâdem'in Âdem zamanından beri gelen umum efrâdından fazla olduğu halde, her baharda sâir kabîleler ile beraber birkaç gün zarfında inşâları ve ihyâları, haşirleri, elbette kıyâmette ecsâd-ı insaniyenin inşâsına bir misâl değil, belki binler misâldirler.
Evet, dünya dârü'l-hikmet ve âhiret dârü'l-kudret olduğundan, dünyada Hakîm, Mürettîb, Müdebbir, Mürebbî gibi çok isimlerin iktizâsıyla dünyada icad-ı eşya, bir derece tedricî ve zamanla olması, hikmet-i Rabbâniyenin muktezâsı olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyâde kudret ve rahmetin tezâhürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşâsına işareten Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân,

b565.gif

ferman eder.

Eğer, haşrin gelmesini, gelecek baharın gelmesi gibi, katî bir sûrette anlamak istersen; haşre dâir "Onuncu Söz" ile "Yirmi Dokuzuncu Söz"e dikkat ile bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen, gel parmağını gözüme sok.
DÖRDÜNCÜ MESELE olan mevt-i dünya ve kıyâmet kopması ise, bir anda bir seyyâre veya bir kuyruklu yıldızın emr-i Rabbânî ile küremize, misafirhânemize çarpması, bu hânemizi harab edebilir - on senede yapılan bir sarayın, bir dakikada harab olması gibi.

Kıyâmetin gerçekleşmesi ise, ancak göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır. (Nahl Sûresi: 77.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Zeylin Dördüncü Parçası
b566.gif
-1-
Yani, insan der: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" Sen, de: "Kim onları bidâyeten inşâ edip hayat vermiş ise, o diriltecek.'"
Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinin üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi: Bir zât, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, "Şu zât, efrâdı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar; tabur nizâmı altına getirebilir." Sen, ey insan, desen: "İnanmam"; ne kadar divânece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçlikten, yeniden ordu-misâl bütün hayvanât ve sâir zîhayatın tabur-misâl cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-ı hikmetle o bedenlerin zerrâtını ve letâifini emr-i "Kün Fe Yekün" -2- ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hattâ her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevi'l-hayatın envâlarını ve tâifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misâl bir cesedin nizâmı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrât-ı esâsiye ve eczâ-i asliyeyi bir sayha ile Sûr-u İsrâfilin borusuyla nasıl toplayabilir, istib'âd sûretinde, denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir.
Hem Kur'ân, kâh oluyor ki, Cenâb-ı Hakkın âhirette hârika ef'âllerini kalbe kabul ettirmek için ihzâriye hükmünde ve zihni tasdike müheyyâ etmek için bir i'dâdiye sûretinde, dünyadaki acâib ef'âlini zikreder. Veyahut, istikbâlî ve uhrevî olan ef'âl-i acîbe-i İlâhiyeyi öyle bir sûrette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazîreleriyle onlara kanaatimiz gelir.
Meselâ:
b568.gif
-3- tâ, sûrenin âhirine kadar. İşte şu bahiste, haşir meselesinde, Kur'ân-ı Hakîm haşri ispat için, yedi sekiz sûrette, muhtelif bir tarzda ispat ediyor.


1- Yâsin Sûresi: 78-79.
2- 'Ol!' der, oluverir. (Yâsin Sûresi: 82.)
3- Görmedi mi o insan? Biz onu bir damla sudan yarattık da, sonra o Bize apaçık bir düşman kesiliverir. (Yâsin Sûresi: 77.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evvelâ: Neş'e-i Ulâyı nazara verir. Der ki: Nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan, tâ hilkat-i insânîyyeye kadar olan neş'etinizi görüyorsunuz... Nasıl oluyor ki: "Neş'e-i Uhra" yı inkâr ediyorsunuz?.. O, onun misli, belki dâva ehvenidir. Hem, Cenâb-ı Hak, insâna karşı ettiği ihsânat-ı azîmeyi:
b569.gif
kelimesiyle işaret edip der: Size böyle ni'met eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız. Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib'âd ediyorsunuz. Hem, Semâvat ve Arzı halkeden, Semâvat ve Arzın meyvesi olan insânın hayat ve mematından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhûde yapar mı zannedersiniz? Der: Haşirde sizi ihya edecek Zât, öyle bir Zâttır ki, bütün kâinat O'na emirber nefer hükmündedir. Emr-i "Kün Fe Yekün" 'e karşı kemâl-i inkıyad ile serfürû eder. Bir baharı halketmek, bir çiçek kadar O'na ehven gelir. Bütün hayvanatı îcad etmek, bir sinek îcadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır. Öyle bir Zâta karşı:
b571.gif
deyip kudretine karşı ta'ciz ile meydan okunmaz!
Sonra,
b572.gif
tâbiriyle; herşey'in dizgini elinde, herşey'in anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sahifeleri gibi kolayca çevirir. Dünya ve âhireti iki menzil gibi; bunu yapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir. Mâdem böyledir, bütün delâilin neticesi olarak:
b574.gif
-4- yâni; kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip huzur-u kibriyâsında hesabınızı görecektir.
İşte şu âyetler, haşrin kabûlüne zihni müheyya etti. Kalbi de hâzır etti. Çünki; nezâirini dünyevî ef'âl ile de gösterdi. Hem, kâh oluyor ki; ef'âl-i uhreviyyesini öyle bir tarzda zikreder ki; dünyevî nezâirlerini ihsas etsin. Tâ istib'âd ve inkâra meydan kalmasın, meselâ:
b574.gif
-5- ilâahir… Ve
b575.gif
-6- ilâahir… Ve
b576.gif
-7-



1- Odur ki, yemyeşil ağaçtan size ateş çıkarır. (Yâsin Sûresi: 80.)
2- Çürümüş kemikleri kim diriltecek? (Yâsin Sûresi: 78.)
3- Şânı yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. (Yâsin Sûresi: 83.)
4- Siz de Ona döndürüleceksiniz. (Yâsin Sûresi: 83.)
5- Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Sûresi: 1.)
6- Gök yarıldığı zaman. (İnfitar Sûresi: 1.)
7- Gök yarıldığında. (İnşikak Sûresi: 1.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte şu sûrelerde, Kıyâmet ve haşirdeki inkılâbât-ı azîmeyi ve tasarrufât-ı Rubûbiyeti öyle bir tarzda zikreder ki, insan onların nazîrelerini dünyada, meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılâbâtı kolayca kabul eder. Şu üç sûrenin meâl-i icmâlîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi numune olarak göstereceğiz.
Meselâ,
b577.gif
* kelimesiyle ifade eder ki, haşirde herkesin bütün a'mâli bir sayfa içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mesele kendi kendine çok acîb olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat, sûrenin işaret ettiği gibi, haşr-i baharîde başka noktaların nazîresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf nazîresi pek zâhirdir. Çünkü her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var. Esmâ-i İlâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihât etmiş ise ubûdiyetleri var. İşte onun bütün bu amelleri, tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve sûret lisâniyle gayet fasîh bir sûrette analarının ve asıllarının a'mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a'mâlini neşreder. İşte gözümüzün önünde bu hakîmâne, hafîzâne, müdebbirâne, mürebbiyâne, latîfâne şu işi yapan Odur ki, der:
b577.gif

Başka noktaları buna kıyas eyle. Kuvvetin varsa istinbât et. Sana yardım için bunu da söyleyeceğiz.
b579.gif
Şu kelâm, "tekvir" lâfzıyla, yani sarmak ve toplamak mânâsıyla parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazîrini dahi îmâ eder. • Birinci: Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esîr ve semâ perdelerini açıp, Güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misâl bir lâmbayı, hazîne-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak.
• İkinci: Veya ziyâ metâını neşretmek ve zeminin kafasına ziyâyı zulmetle münâvebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu; ve her akşam o memura metâını dahi toplattırıp, gizlendiği gibi; kâh olur bir bulut perdesiyle alışverişini az yapar, kâh olur ay onun yüzüne karşı perde olur, muâmelesini bir derece çeker. Metâını ve muâmelât defterlerini topladığı gibi, elbette o memur, bir vakit o memuriyetten infisâl edecektir. Hattâ hiçbir sebeb-i azl bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, güneş, yerin başına izn-i İlâhî ile sardığı ziyâyı emr-i Rabbânî ile geriye alıp; güneşin başına sarıp, "Haydi yerde işin kalmadı," der. "Cehenneme git, sana ibâdet edip, senin gibi bir memur-u musahharı sadâkatsizlikle tahkir edenleri yak" der,
b579.gif
fermanını lekeli siyah yüzüyle, yüzünde okur.

* Amel defterleri açıldığında. (Tekvir Sûresi: 10.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Zeylin Beşinci Parçası
Evet, nass-ı hadîs ile nev-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin enbiyânın icmâ ve tevâtürle, kısmen şuhuda ve kısmen hakkalyakîne istinâden, müttefikan âhiretin vücudundan ve insanların oraya sevk edileceğinden ve bu kâinat Hâlıkının katî vaad ettiği âhireti getireceğinden haber verdikleri gibi; ve onların verdikleri haberi keşif ve şuhud ile ilmelyakîn sûretinde tasdik eden yüz yirmi dört milyon evliyânın o âhiretin vücuduna şehâdetleriyle; ve bu kâinatın Sâni-i Hakîminin bütün esmâsı, bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle bir âlem-i bekâyı bilbedâhe iktizâ ettiklerinden, yine âhiretin vücuduna delâletiyle; ve her sene baharda rûy-i zeminde ayakta duran had ve hesâba gelmez ölmüş ağaçların cenazelerini emr-i
b473.gif
-1- ile ihyâ edip
b582.gif
-2-'e mazhar eden ve haşir ve neşrin yüz binler numunesi olarak nebâtât tâifelerinden ve hayvanât milletlerinden üç yüz bin nevileri haşir ve neşreden hadsiz bir kudret-i ezeliye ve hesabsız ve israfsız bir hikmet-i ebediye ve rızka muhtaç bütün zîruhları kemâl-i şefkatle gayet hârika bir tarzda iâşe ettiren ve her baharda az bir zamanda had ve hesaba gelmez envâ-ı zînet ve mehâsini gösteren bir rahmet-i bâkiye ve bir inâyet-i dâime, bilbedâhe âhiretin vücudunu istilzam ile; ve şu kâinatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinatın en sevdiği masnuu ve kâinatın mevcudâtıyla en ziyâde alâkadar olan insandaki şedid, sarsılmaz, dâimî olan aşk-ı bekâ ve şevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedâhe işareti ve delâletiyle, bu âlem-i fânîden sonra bir âlem-i bâkî ve bir dâr-ı âhiret ve bir dâr-ı saadet bulunduğunu o derece katî bir sûrette ispat ederler ki, dünyanın vücudu kadar, bilbedâhe âhiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam ederler. Haşiye

Mâdem Kur'ân-ı Hakîmin bize verdiği en mühim bir ders, imân-ı bilâhirettir ve o İmân da bu derece kuvvetlidir ve o imânda öyle bir ricâ ve bir teselli var ki, yüz bin ihtiyarlık, birtek şahsa gelse, bu imândan gelen teselli mukabil gelebilir. Biz ihtiyarlar
b583.gif
-3- deyip, ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz.


1- 'Ol!' der, oluverir. (Yâsin Sûresi: 82.)
2- Öldükten sonra diriliş.
3- Kâmil imândan dolayı Allah'a hamd olsun. (Duâ)


Haşiye: Evet, sübûtî bir emri ihbar etmenin kolaylığı ve inkâr ve nefyetmenin gayet müşkül olduğu bu temsilden görünür. Şöyle ki:
Biri dese, "Süt konserveleri olan gayet hârika bir bahçe küre-i arz üzerinde vardır"; diğeri dese, "Yoktur." İspat eden, yalnız onun yerini veyâhut bâzı meyvelerini göstermekle kolayca dâvâsını ispat eder. İnkâr eden adam, nefyini ispat etmek için küre-i arzı bütün görmek ve göstermekle dâvâsını ispat edebilir.
Aynen öyle de, Cenneti ihbar edenler, yüz binler tereşşuhâtını, meyvelerini, âsârını gösterdiklerinden kat-ı nazar, iki şâhid sâdıkın sübûtuna şehâdetleri kâfi gelirken; onu inkâr eden, hadsiz bir kâinatı ve hadsiz ebedî zamanı temâşâ etmek ve görmek ve eledikten sonra inkârını ispat edebilir, ademini gösterebilir. İşte, ey ihtiyar kardeşler, imân-ı âhiretin ne kadar kuvvetli olduğunu anlayınız.
Said Nursî
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt