On Yedinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b424.gif

b779.gif
-1-
b780.gif

İbrâhim Aleyhisselâmdan sudûr ile, kâinatın zevâl ve ölümünü ilân eden na'y-i
b781.gif
-2- beni ağlattırdı.
b782.gif

Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da, o kadar hazindir, ağlattırıyor. Güyâ kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek Fârisî fıkralardır.
b783.gif

İşte o damlalar ise, Nebî-i Peygamber olan bir hakîm-i İlâhînin, Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmının bir nevi tefsiridir.
b784.gif

Güzel değil batmakla gâib olan bir mahbub. Çünkü, zevâle mahkûm, hakiki güzel olamaz; aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.
b785.gif

Bir matlûb ki, gurûbda gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor, âmâle mercî olamıyor, arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb, ona perestiş etsin ve ona bağlansın kalsın.

1- Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
Yıldız battığında ise, "Ben batıp gidenleri sevmem" dedi. (En'âm Sûresi: 76.)
2- Batıp gidenleri sevmem. (En'âm Sûresi: 76.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b786.gif

Bir maksud ki, fenâda mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünkü, fânîyim, fânî olanı istemem; neyleyeyim?

b787.gif

Bir ma'bud ki, zevâlde defnoluyor; onu çağırmam, ona ilticâ etmem. Çünkü, nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Aciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz, ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevâlden kendini kurtaramayan, nasıl ma'bud olur?

b788.gif

Evet, zâhire mübtelâ olan akıl, şu keşmekeş kâinatta perestiş ettiği şeylerin zevâlini görmekle, me'yusâne feryâd eder ve bâkî bir mahbubu arayan ruh dahi, Lâ ühıbbü'l-âfilîn feryâdını ilân ediyor.

b790.gif

İstemem, arzu etmem, tâkat getirmem müfârakatı.

b791.gif

Derâkab, zevâl ile acılanan mülâkâtlar, keder ve meraka değmez, iştiyâka hiç lâyık değildir. Çünkü, zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecâzî âşıkların dîvanları, yani aşknâmeleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevâlden gelen elemden birer feryaddır. Herbirinin, bütün dîvân-ı eş'ârının ruhunu eğer sıksan, elemkârâne birer feryad damlar.

b792.gif

İşte o zevâlâlûd mülâkâtlar, o elemli mecâzî muhabbetler derdinden ve belâsındandır ki, kalbim, İbrâhimvârî Lâ ühıbbü'l-âfilîn ağlamasıyla ağlıyor ve bağırıyor.

b794.gif

Eğer şu fânî dünyada bekâ istiyorsan, bekâ fenâdan çıkıyor, nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bul ki, bâkî olasın.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b795.gif

Dünyaperestlik esâsâtı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fânî ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakiki yolunda fedâ et. Mevcudâtın ademnümâ âkıbetlerini gör. Çünkü, şu dünyadan bekâya giden yol, fenâdan gidiyor.

b796.gif

Esbâb içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp me'yusâne fîzâr ediyor. Vücud-u hakiki isteyen vicdan, İbrahimvârî, Lâ ühıbbü'l-âfilîn enîniyle mahbubât-ı mecâziyeden ve mevcudât-ı zâileden kat-ı alâka edip, Mevcud-u Hakîkîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.

b798.gif

Ey nâdan nefsim, bil ki; çendan dünya ve mevcudât fânîdir, fakat her fânî şeyde, bâkîye îsâl eden iki yol bulabilirsin ve can ve cânan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i Cemâlinden iki lem'ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, sûret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen.

b799.gif

Evet, nimet içinde, in'âm görünür, Rahmân'ın iltifatı hissedilir. Nimetten in'âma geçsen, Mün'imi bulursun. Hem, her eser-i Sâmedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla müsemmâyı bulursun. Mâdem şu masnuât-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını, acımadan fenâ seyline atabilirsin.

b800.gif

Evet, masnuâtta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lâfz-ı mücessem olmasın, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsını okutturmasın. Mâdem şu masnuât elfâzdır, kelimât-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy. Mânâsız kalan elfâzı, bilâpervâ zevâlin havasına at, arkalarından alâkadarâne bakıp meşgul olma.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b801.gif

İşte, zâhirperest ve sermâyesi âfâkî mâlûmâttan ibâret olan akl-ı dünyevî böyle silsile-i efkârı, hiçe ve ademe incirâr ettiğinden, hayretinden ve haybetinden me'yusâne feryad ediyor, hakikate giden bir doğru yol arıyor. Mâdem ufûl edenlerden ve zevâl bulanlardan ruh elini çekti, kalb dahi mecâzî mahbublardan vazgeçti, vicdan dahi fânîlerden yüzünü çevirdi; sen dahi bîçare nefsim, İbrâhimvârî, Lâ ühıbbü'l-âfilîn gıyâsını çek, kurtul.

b803.gif

Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlâna Câmi, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:
b804.gif

demiştir. Haşiye Yani, yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır. Biri söyle; Ona âit olmayan sözler, mâlâyânî sayılabilir.

b805.gif

Evet Câmi, pek doğru söyledin. Hakiki mahbub, hakiki matlûb, hakiki maksud, hakiki ma'bud, yalnız Odur.

b806.gif

Çünkü, bu âlem bütün mevcudâtıyla, muhtelif dilleriyle ayrı ayrı nağamâtıyla zikr-i İlâhînin halka-i kübrâsında beraber Lâ ilâhe illâ Hû der, Vahdâniyete şehâdet eder. Lâ ühıbbü'l-âfilîn'nin açtığı yaraya merhem sürüyor ve alâkayı kestiği mecâzî mahbublara bedel, bir Mahbub-u Lâyezâlîyi gösteriyor.

Haşiye: Yalnız bu satır Mevlâna Câmi'nin kelâmıdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
[Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yûşa Tepesinde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: "Yarına kadar beni bırakınız; istihâre edeyim." Sabahleyin kalbime bu iki levha hutûr etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübârek hâtıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhâfaza edildi. Yirmi Üçüncü Sözün âhirine ilhak edilmişti; makam münâsebetiyle buraya alındı.]

Birinci Levha
[Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır.]
Beni dünyaya çağırma; ona geldim fenâ gördüm.
Demâ gaflet hicab oldu; ve nur-u Hak nihân gördüm.
Bütün eşyâ-i mevcudât; birer fânî muzır gördüm.
Vücud desen, onu giydim; ah! Ademdi, çok belâ gördüm.
Hayat desen, onu tattım; azab ender azab gördüm.
Akıl ayn-ı ikâb oldu; bekâyı bir belâ gördüm.
Ömür ayn-ı hevâ oldu; kemâl ayn-ı hebâ gördüm.
Amel ayn-ı riyâ oldu; emel ayn-ı elem gördüm.
Visâl nefs-i zevâl oldu; devâyı ayn-ı dâ' gördüm.
Bu envâr, zulümât oldu; bu ahbabı yetim gördüm.
Bu savtlar, na'y-i mevt oldu; bu ahyâyı mevât gördüm.
Ulûm evhâma kalboldu; hikemde bin sekam gördüm.
Lezzet ayn-ı elem oldu; vücudda bin adem gördüm.
Habîb desen onu buldum; ah! Firâkta çok elem gördüm.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İkinci Levha
[Ehl-i hidâyet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder levhadır.]
Demâ gaflet zevâl buldu; ve nur-u Hak ayân gördüm.
Vücud bürhan-ı Zât oldu; hayat mir'at-ı Haktır, gör.
Akıl miftâh-ı kenz oldu; fenâ bâb-ı bekâdır, gör.
Kemâlin lem'ası söndü; fakat, Şems-i Cemâl var, gör.
Zevâl ayn-ı visâl oldu; elem ayn-ı lezzettir, gör.
Ömür nefs-i amel oldu; ebed ayn-ı ömürdür, gör.
Zalâm zarf-ı ziyâ oldu; bu mevtte hak hayat var, gör.
Bütün eşya enîs oldu; bütün asvât zikirdir, gör.
Bütün zerrât-ı mevcudât, birer zâkir müsebbih, gör.
Fakrı kenz-i gınâ buldum; aczde tam kuvvet var, gör.
Eğer Allah'ı buldunsa, bütün eşya senindir, gör.
Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen, Onun mülkü senindir, gör.
Eğer hodbîn ve kendi nefsine mâlik isen, bilâaddin belâdır, gör.
Bilâhaddin azabdır tat; belâ gayet ağırdır, gör.
Eğer hakiki abd-i Hudâbîn isen, hududsuz bir safâdır, gör.
Hesabsız bir sevap var tat; nihayetsiz saadet gör.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Yirmi beş sene evvel Ramazan'da ikindiden sonra Şeyh Geylânî'nin (k.s.) Esmâ-i Hüsnâ manzûmesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, Esmâ-i Hüsnâ ile bir münâcât yazayım. Fakat, o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübârek Münâcât-ı Esmâiyesine bir nazîre yapmak istedim. Heyhât, nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı. Bu münâcât, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçüncü Mektubu olan Pencereler Risâlesine ilhak edilmişti. Makam münâsebetiyle buraya alındı.

b809.gif

b810.gif

b811.gif

b812.gif

b813.gif

Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:
"Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umumen isterim."
O Bâkîdir.
O, hükümleri hikmetli olandır; biz Onun hükmünün kabzasındayız. • O, Hakem ve Adl'dir; yer ve gök yalnız Onundur.
O, mülkündeki gizlilik ve gaybları bilendir. • O, Kâdir ve Kayyûm'dur; Arş ve yer Onundur.
O, san'atındaki meziyet ve nakışlar latîf olandır. • O, Fâtır ve Vedûd'dur; güzellik ve kıymet Onundur.
O, yaratıklarındaki aynaları ve şuûnâtı büyük olandır. • O, Melik ve Kuddûs'tür; izzet ve kibriyâ Onundur.
O, mahlûkatı emsalsiz güzellikte olandır; biz Onun san'atının nakışlarındanız. • O, Dâim ve Bâkî'dir; saltanat ve bekâ ona mahsustur.
O, ihsanları cömertçe olandır; biz Onun misafir kafilesindeniz. • O, Rezzâk ve Kâfî'dir; hamd ve senâ Ona mahsustur.
O, hediyeleri güzel olandır; biz Onun ilminin dokumasının eseriyiz. • O, her şeye bedel yeten Yaratıcıdır; cömertlik ve ihsanlar Ona mahsustur.
O, şikâyet ve yakınmaları ile mahlûkatının duâlarını çok iyi duyandır. • O, şifâ veren Merhametkârdır; şükür ve senâ Ona mahsustur.
O, kusurları ve kullarının günahlarını bağışlayandır. • O, merhametli olan Gaffâr'dır; af ve hoşnutluk Ona mahsustur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Barla Yaylası; çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir.
[Makam münâsebetiyle buraya alınmış On Birinci Mektubun bir parçasıdır.]
Bir vakit esâretimde, dağ başında azametli çam ve katran ve ardıç ağaçlarının heybetnümâ sûretlerini, hayretfezâ vaziyetlerini temâşâ ederken, pek latîf bir rüzgâr esti. O vaziyeti, pek muhteşem ve şirin velveleâlûd bir zelzele-i raksnümâ, bir tesbihât-ı cezbeedâ sûretine çevirdiğinden; eğlence temâşâsı, nazar-ı ibrete ve sem-i hikmete döndü. Birden Ahmed-i Cizrî'nin Kürtçe şu fıkrası,
b814.gif

hatırıma geldi. Kalbim, ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:

b815.gif

b816.gif

b817.gif
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b818.gif

b819.gif

b820.gif

b821.gif

b822.gif

b823.gif

Barla Yaylası, Tepelice'de; çam, katran, ardıç, karakavak meyvesi hakkında yazılan Fârisî beyitlerin mânâsı:
b824.gif

Hatırıma geldi; kalbim dahi ibret mânâlarını ifade için şöyle ağladı:
Yani, Senin temâşâna, hüsnüne, herkes her yerden koşup gelmiş; Senin cemâlinle nazdarlık ediyorlar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b826.gif

Her zîhayat Senin temâşâna, san'atın olan zemin yüzüne her yerden çıkıp bakıyorlar.
b827.gif

Aşağıdan, yukarıdan dellâllar gibi çıkıp bağırıyorlar.
b828.gif

Senin cemâl-i nakşından keyiflenip, o dellâl-misâl ağaçlar oynuyorlar.
b829.gif

Senin kemâl-i san'atından neş'elenip, güzel güzel sadâ veriyorlar.
b830.gif

Güyâ sadâlarının tatlılığı, onları da neş'elendirip nâzeninâne bir naz ettiriyor.
b831.gif

İşte ondandır ki; şu ağaçlar raksa gelmiş, cezbe istiyorlar.
b832.gif

Şu Rahmet-i İlâhiyenin âsârıyladır ki; her zîhayat, kendine mahsus tesbih ve namazın dersini alıyorlar.
b833.gif

Ders aldıktan sonra, herbir ağaç, yüksek bir taş üzerinde Arşa başını kaldırıp durmuşlar.
b834.gif

Herbirisi, yüzler ellerini, Şehbâz-ı Kalender Haşiye 1 gibi dergâh-ı İlâhîye uzatıp muhteşem bir ibâdet vaziyetini almışlar.
b825.gif


Haşiye 1: Şehbâz-ı Kalender, meşhur bir kahramandır ki, Şeyh Geylânî'nin irşâdıyla, dergâh-ı İlâhîye ilticâ edip, mertebe-i velâyete çıkmıştır.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt