Kur'ân-ı Kerimin bilimsel mucizeleri

MURATS44

Özel Üye
Bebeğin Rahimdeki Üç Karanlık Devresi

[SAGAAL]
show_image.php
[/SAGAAL]

Kur’an’da insanın anne karnında üç aşamalı bir yaratılışla yaratıldığı bildirilmektedir:
“Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan başka bir yaratılışa geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?” (Zümer Suresi: 6)
Yukarıdaki ayette Türkçeye “üç karanlık içinde” manasıyla çevrilen Arapça “fi zulûmâtin selasin” ifadesi embriyonun gelişimi sırasında bulunduğu üç karanlık bölgeye işaret etmektedir. Bu bölgeler sırasıyla:
a) Batın duvarı karanlığı
b) Rahim duvarı karanlığı
c) Amniyon zarı karanlığıdır.
Görüldüğü gibi bugün modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin yukarıdaki ayette bildirildiği şekilde, üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Ayrıca embriyoloji alanındaki gelişmeler bu bölgelerin de üçer katmandan oluştuğunu göstermiştir.
Ayrıca ayette, insanın anne karnında, birinden diğerine farklılaşan üç ayrı evrede meydana geldiğine işaret edilmektedir.
Gerçekten de bugün modern biyoloji, bebeğin anne karnındaki embriyolojik gelişiminin üç farklı devrede gerçekleştiğini de ortaya koymuştur. Bugün tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan bütün embriyoloji kitaplarında bu konu en temel bilgiler arasında yer alır. Örneğin, embriyoloji hakkında temel başvuru kitaplarından biri olan Basic Human Embryology (Temel İnsan Embriyolojisi) isimli kaynakta bu gerçek şöyle ifade edilmektedir:
Rahimdeki hayat 3 evreden oluşur;
Preembriyonik evre (ilk 2,5 hafta),
Embriyonik (8. haftanın sonuna kadar) ve
Fetal evre (8. haftadan doğuma kadar).
Bu evreler bebeğin farklı gelişim aşamalarını içerir.
Anne rahmindeki gelişim ile ilgili bu bilgiler, ancak modern teknolojik aletlerle yapılan gözlemler sayesinde elde edilmiştir. Ancak görüldüğü gibi bu bilgilere de, diğer pek çok bilimsel gerçek gibi, mucizevî bir biçimde Kur’an ayetlerinde dikkat çekilmiştir.
İnsanlığın tıbbi konularda hiçbir detaylı bilgiye sahip olmadığı bir dönemde, Kur’an’da bu derece ayrıntılı ve doğru bilgiler verilmiş olması, elbette Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunun açık bir delilidir.
Bu makamda şu söz ne kadar da güzeldir: “Evet bir bilim adamı bin bir zahmetle bir dağa tırmanmaya başlar. Onun zannınca hiç çıkılmamış bir dağdır bu. Tam dağın tepesine gelir, dağın zirvesine ilk ayak basacak olan adam olmak keyfiyle son hamlesini yapıp zirveye çıktığında orada oturan bir ilahiyatçıyı görür. Ona sorar:
- Sen buraya nasıl çıktın? Ben binler zahmetle ancak ulaşabilmiştim.
İlahiyatçı adam tevazu ile cevap verir:
-Kitabım olan Kur’an basamak oldu. Bir sıçrama ile ulaştım
 

MURATS44

Özel Üye
Bir Çiğnemlik Et Parçası

[SAGAAL]
show_image.php
[/SAGAAL]

Mü’minun suresi 14. ayette şöyle buyrulmuş:
“Sonra o damlacığı, asılıp tutunana dönüştürdük. Sonra asılıp tutunanı bir çiğnemlik et haline getirdik.”
Kur’an, anne rahminde, “asılıp tutunma” (alaka) aşamasından sonra, “bir çiğnemlik et” (mudga) aşamasını da geçirdiğimizi söyleyerek bir mucize daha sergilemektedir.
Gerçekten de anne rahmindeki embriyo hem ufaklığından, hem de kemiklerin daha ileride oluşacak olmasından ötürü bir çiğnemlik et görünümündedir.
Ayrıca ilginçtir ki embriyo, anne karnında geçirdiği belli bir dönemde üzerinde diş izleri varmış gibi bir şekle sahiptir. Bu Sebepten Kur’an’ın "bir çiğnemlik et" tabiri tam yerinde mucizevî bir ifadedir.
"Bir çiğnemlik et" tabiri Hac Suresi 5. ayette "kısmen belli, kısmen belirsiz bir çiğnemlik et parçasından" yaratıldığımız söylenerek geçmektedir. Gerçekten de bu aşamada embriyo gözle görülecek kadar belli, detayların anlaşılamayacağı kadar belirsiz bir büyüklükte olduğundan, "kısmen belli, kısmen belirsiz" tabiriyle uyum içindedir. İnsanın baş, gövde, ayak, iç organlar gibi ayrı vücut bölümlerinden bir kısmı belli olmaya başladığı, bir kısmı ise belli olmadığı için de bu aşama için “kısmen belirli, kısmen belirsiz” tabirinin geçmesi çok uygundur.
Prof. Dr. Keith L. Moore Kur’an'da "bir çiğnemlik et" diye bahsedilen dönem hakkında şunları söylemektedir:
"Söz konusu ayetlerin ne demek istediğini, bu dönemdeki embriyoyu incelediğimiz zaman hayretle öğrendik. Çünkü embriyo 28 günlükken üzerinde tesbihimsi bir yapı meydana geliyor ve bunlar görünüş olarak aynı diş izlerine benziyordu. Bu dönemdeki embriyonun plastikten bir modelini yaptık ve onu çiğneyerek üzerinde diş izlerimizi bıraktık.
Ortaya çıkan manzara, incelediğimiz aşamadaki embriyoya olağanüstü derecede benziyor ve Kur’an'ın insan embriyosundan neden bir çiğnemlik et olarak bahsettiğini çok güzel açıklıyordu."

Günü Gelince Bir Çiğnemlik Et[SAGAAL]
1696-1.jpg
[/SAGAAL]



Ey insan, o çok cömert Rabbine karşı seni aldatan nedir? O ki seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve uyumlu hale soktu. Dilediği bir biçimde seni oluşturdu. (İnfitar: 6-7-8)
Tek bir hücre bölüne bölüne ayrı organları, farklı dokuları oluşturmaktadır. Yaratılışın bir aşamasında bir çiğnemlik et kadar olan varlığımız, günü gelince tüm organlarıyla, kaslarıyla, iskeletiyle, beyni, gözleri, kulakları ile insan olacaktır. Bir bu çiğnemlik et aşamasını, bir de vücudumuzdaki organların aldığı son hali düşünelim. Böylece Allah'ın kusursuz yaratışına bir kez daha tanık olabiliriz.
Gün gelecek bu bir çiğnemlik et, kalp olacaktır. O kalp ki bir günde ortalama 10.000 kez atar. Hem de hiç haberimiz olmadan, biz kalbi attırmak için hiçbir çaba sarf etmeden. Kalbe gelen kirli kan ile temiz kanlar birbirine karışmaz, kanın vücuda gerektiği gibi dağılımı mükemmel bir şekilde gerçekleşir. Kalbin kulakçıkları ve karıncıkları yaratılış harikalarıdır. Atar ve toplardamarlarla kanın organize çalışması sayfalarca yazıya konu olacak mükemmellikte ve kompleksliktedir.
Gün gelecek bu bir çiğnemlik et karaciğer olacaktır. O karaciğer ki 400'den fazla görevi vardır. Bu minik et parçası, Dünyanın hiçbir laboratuarının beceremeyeceği üretimleri hiç şaşmadan, bizim haberimiz hiç olmadan, bizim için yapar.
Gün gelip de bu bir çiğnemlik et, vücudumuzu saran kaslar olacaktır. Yemek yemekten koşmaya, yürümeye, oturmaya, gülmeye kadar her hareketimiz kaslarımızın sayesindedir. Kaslar çok karmaşık ve büyük bir koordinasyon ağıyla çalışır. En basit hareket gibi gözüken gülme için bile 17 kasın aynı anda çalışması gereklidir.
Beynimiz, ellerimiz, ayaklarımız, bağırsaklarımız, böbreklerimiz, solunum sistemimiz, kanımız hepsi başlangıçta bahsettiğimiz bu bir çiğnemlik et aşamasını geçirir. Ondan önce ise ancak mikroskopla gözükebilen bir damla su aşamasını ve diğer aşamaları geçirirler. Sonunda ise ciltlerle ansiklopediye anlatımının sığmayacağı mükemmel vücudumuz yaratılır. Kur’an bizi tüm bunları incelemeye, bu yaratılışlar üzerinde düşünmeye davet etmektedir.
 

MURATS44

Özel Üye
Bitkilerde Erkeklik Ve Dişilik

“Gökten su indirdi ve onunla çeşit çeşit bitkilerden eşler çıkardık.” (Taha Suresi: 53)
“Bütün meyvelerden ikişer eş yaratmıştır.”(Rad Suresi: 3) [SAGAAL]
show_image.php
[/SAGAAL]

Bitkilerin eşler halinde yaratılması Kur’an'da özellikle vurgulanmaktadır. Ayetlerde geçen "zevc (çoğulu zevce)" kelimesi eski türkçemiz de eşleri belirtmek için kullanılmaktaydı, hanımlar beylerine "zevcim", beyler hanımlarına "zevcem" demekteydiler. Arapça'dan dilimize geçen bu kelime bitkilerin eşlerini belirmekte de kullanılan "zevc" kelimesidir.
Bitkiler üzerine yapılan incelemelerde bitkilerde de erkekliğin ve dişiliğin olduğu, bu farklı organlar sayesinde bitkilerde üremenin gerçekleştiği anlaşıldı. Tohumlu ve çiçekli bitkilerde erkek ve dişi üreme hücreleri vardır. Bu hücreleri her ikisi de çiçeğin ortasında bulunan erkek organ ile dişi organ üretir. Dişi organın yumurtalık denen şişkince bölümünde küçük ve yuvarlak tohum taslakları, bunların içinde de dişi üreme hücreleri bulunur. Erkek üreme hücreleri ise erkek organın başçık bölümünün ürettiği çiçek tozlarının içinde saklıdır. Çok hafif olan çiçek tozları rüzgârla ya da çeşitli hayvanlar aracılığıyla çiçekten çiçeğe taşınırken, içlerinden bir bölümü dişi organın tepeciğine yapışıp kalır. Daha sonra bu çiçek tozu taneciği boyuncuktan aşağıya doğru inerek, yumurtalıklardaki tohum taslaklarına ince bir borudan uzanır. Erkek üreme hücresi de bu borudan geçer ve tohum taslağının içindeki dişi üreme hücresiyle birleşir. Erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmesiyle tohum taslakları onlardan da tohumlar oluşur. Bu tohumlardan da yeni bitkiler gelişir.
Peygamberimiz (S.a.v.) döneminde biyoloji gelişmiş bir bilim değildi. Bitkilerin üremesi, bu üremedeki dişi ve erkek unsurların rolü bilinmiyordu. Biyoloji ve botanik ilminin gelişmesiyle tohumlu ve çiçekli bitkilerde erkek ve dişi üreme hücrelerinin varlığı anlaşıldı Botanikçiler bitkilerde cinsiyet ayrımı olduğunu ancak 100 sene evvel keşfedebilmişlerdir.
Peki, insanların botanik ve biyolojiden habersiz olduğu bir dönemde ümmi bir zat bitkilerde erkeklik ve dişiliğin olduğunu nerden bilebilirdi?
Bu sorunun tek cevabı olabilir. Gökten suyu indirip, onunla bitkilerden eşler çıkaran Allah’ın bildirmesiyle.
 

MURATS44

Özel Üye
Bulutların Ağırlığı

[SAGAAL]
show_image.php
[/SAGAAL]

Acaba bulutların ağırlığı konusunda herhangi bir bilgiye sahip misiniz?
Belki de çoğumuz onları pamuk gibi çok hafif zannediyoruz. Hâlbuki son yıllarda yapılan araştırmalar neticesinde bulutların ağırlığı konusunda çok şaşırtıcı rakamlar elde edimiştir.
Örneğin, kümülonimbüs türü fırtına bulutunda, 300.000 ton ağırlığa ulaşan miktarda su toplanmaktadır.
Evet, Gökyüzünde 300.000 tonluk bir kütlenin direksiz düşürülmeden durdurulması gerçektende akılları hayrete düşüren bir durumdur. Belki de ilk defa işittiğiniz bu bilginin bundan 1400 sene önce Kur’an’ da nasıl haber verildiğini dinleyelim
“Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız.”(Araf Suresi: 57)
“O, size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır.” (Rad Suresi: 12)
Elbette Kur’an’ın indirildiği dönemde insanların bulutların ağırlıkları ile ilgili bu bilgiye sahip olmaları mümkün değildir.
Kur’an ayetlerinde dikkat çekilen ve yakın geçmişte keşfedilen bu bilgi, Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunun delillerinden biridir.
 

MURATS44

Özel Üye
Dağların Hareket Etmesi

[SAGAAL]
show_image.php
[/SAGAAL]

Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler.(Neml Suresi: 88)
Bu ayette dağların göründükleri gibi sabit olmadıkları, sürekli hareket halinde bulundukları bildirilmektedir.
Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünyanın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü.
Ancak jeologlar, Wegener’in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980’li yıllarda anlayabildiler. Wegener’in, 1915 yılında yayınlanan bir makalesinde belirtmiş olduğu gibi; yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu’nda bulunuyordu. Pangaea’nın parçalanmasıyla ortaya çıkan bu kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkaç santimetrelik hızlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler.
20. yüzyılın başlarında yapılan jeolojik araştırmalar sonucunda keşfedilen yer kabuğunun bu hareketi bilimsel kaynaklarda şöyle açıklanmaktadır:
Yer kabuğu ve üst mantodan oluşan 100 km kalınlığındaki Dünya yüzeyi “tabaka” adı verilen parçalardan oluşmuştur. Dünya yüzeyini oluşturan altı büyük tabaka ve sayısız küçük tabaka vardır. “Tabaka tektoniği” adı verilen teoriye göre bu tabakalar kıtaları ve okyanus tabanını da beraberinde taşıyarak Dünya üzerinde hareket ederler.
Kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir. Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Allah dağların hareketini ayette “sürüklenme” olarak bildirmiştir. Nitekim bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de “continental drift” yani “kıtasal sürüklenme”dir.
Kıtaların kayması Kur’an’ın indirildiği dönemde gözlemlenemeyecek bir bilgidir ve Allah ayette geçen “dağları görürsün de, donmuş sanırsın” ifadesiyle insanların bu konuyu ne şekilde değerlendireceklerini önceden bildirmiştir. Ancak bunun ardından bir gerçeği açıklamış ve dağların bulutların sürüklendikleri gibi sürüklendiklerini haber vermiştir. Görüldüğü gibi ayette dağların bulunduğu tabakanın hareketliliğine açıkça dikkat çekilmiştir.
Bilimin çok yeni keşfettiği bu bilimsel gerçeğin, evren ve tabiat hakkındaki görüşlerin, hurafe, batıl inanç ve efsanelere dayandığı 7. yüzyılda, Kur’an’da haber veriliyor olması şüphesiz büyük bir mucizedir. Ve Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunun çok önemli bir delilidir.
 

MURATS44

Özel Üye
Demirdeki Sır

[SAGAAL]
show_image.php
[/SAGAAL]

Demir, Kur’an’da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kur’an’ın “Hadid”, yani “Demir” adlı suresinde şöyle buyurulur:
“Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik“ (Hadid Suresi: 25)
Ayette, demir için kullanılan “enzelna” yani “indirme” kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, yağmur ve güneş ışınları için kullanılan “gökten fiziksel olarak indirme” şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir. Çünkü modern astronomik bulgular, Dünya’daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.
Sadece Dünya’daki değil, tüm Güneş Sistemi’ndeki demir, dış uzaydan elde edilmiştir. Çünkü Güneş’in sıcaklığı demir elementinin meydana gelmesi için yeterli değildir.
Güneş’in 6000 santigratlık bir yüzey ısısı ve 20 milyon santigratlık bir çekirdek ısısı vardır. Demir ancak Güneş’ten çok daha büyük yıldızlarda, birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir.
Nova veya Süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Demirin uzaya dağılması işte bu patlamalar sonucunda mümkün olur.
Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi demir madeni Dünya’da oluşmamış, Süpernovalardan taşınarak, aynı ayette bildirildiği şekilde “indirilmiştir.” Bu bilginin Kur’an’ın indirilmiş olduğu 7. yüzyılda bilimsel olarak tespit edilemeyeceği ise açıktır.
Günümüz astronomi bilgileri bize diğer elementlerin de Dünyanın dışında oluştuğunu göstermektedir. Ayetteki “demiri de indirdik” ifadesinde geçen “de” vurgusu bu gerçeğe dikkat çekiyor olabilir.
Ayrıca ayette demirin insanlar için çok yararlı olduğundan bahsedilmektedir. Halbuki bu ayet indiğinde insanlar demirden ancak kılıç yapıyorlardı. Ama bakın demir ile ile ilgili son bilimsel verilere: Demir atomu olmaksızın evrende karbona bağlı yaşam olması mümkün olmazdı; süpernovalar olmaz, Dünyanın ilk dönemlerinde ısınması gerçekleşmez, atmosfer ya da hidrosfer olmazdı. Koruyucu manyetik alan olmaz, Van Allen radyasyon kuşakları oluşmaz, ozon tabakası olmaz, (insan kanında) hemoglobini meydana getirecek hiçbir metal bulunmaz, oksijenin reaktifliğini yatıştıracak metal oluşmaz ve oksidasyona dayanan bir metabolizma meydana gelmezdi.
Demir atomunun önemi, bu açıklamalarla rahatlıkla anlaşılmaktadır. Kur’an’da özellikle demire dikkat çekilmesi de bu madenin önemini vurgulamaktadır. Tüm bunların yanı sıra Kur’an’da demirin önemine dikkat çeken bir sır daha vardır.
İçinde demirden bahsedilen Hadid Suresi’nin 25. ayeti oldukça ilginç iki matematiksel şifre içermektedir:
“El-Hadid”, Kur’an’ın 57. suresidir. “El-hadid” kelimesinin Arapçadaki sayısal değeri, yani ebcedi hesaplandığında karşımıza çıkan rakam da aynıdır: “57”
Sadece “hadid” kelimesinin sayısal değeri 26’dır. 26 sayısı ise demirin atom numarasıdır.
Şimdi insaf ile düşünelim: 1400 sene evvel, bilim ve tekniğin kelimesinin bile olmadığı bir asırda ve çölde yaşamış bir beşerin, demirin gökten indirildiğini ve onda çok faydaların olduğunu bilmesi mümkün müdür?
Hangi akıl sahibi bunu kabul eder? Buna rağmen hala Kur’an’a beşer kelamı demek, alemi aydınlatan güneşe gözünü kapatmak gibi bir hezeyandır. Gözünü kapayan sadece kendine gece yapar.
 

MURATS44

Özel Üye
Uykuda Kulakların Aktif Olması

[SAGAAL]
show_image.php
[/SAGAAL]

“Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik).” (Kehf Suresi: 11)
Yukarıdaki ayette geçen “kulaklarına vurduk” ifadesinin Arapçası “darabe” fiilidir. Arapçada bu fiil, mecazi olarak “onları uyuttuk” anlamını taşımaktadır. Ayrıca “darabe” kelimesi kulakla beraber kullanıldığında “kulağın duymasının engellenmesi” anlamı da taşımaktadır. Ayette uyku ile ilgili sadece işitme duyusuna dikkat çekilmesi ise aslında çok önemli bir bilgi içermektedir.
Bilim adamlarının keşiflerine göre kulak, insan uyurken aktif olan tek duyu organıdır. Uyanmak için saatin alarmına ihtiyaç duymamızın sebebi de budur.
Allah’ın Ashab-ı Kehf ile ilgili olarak kullandığı “kulaklarına vurduk” ifadesinin hikmeti de, söz konusu gençlerin işitme duyularının kapatıldığına ve bu yüzden uzun yıllar uyanmadan uykuda kaldıklarına işarettir.
Bu ayette “onların kulaklarına vurduk“ tabiri yerine, “onları uyuttuk“ denilebilirdi.
Demek “kulaklarına vurduk“ tabirinin özellikle vurgulanmasıyla kulakların uykuda aktif olduğu bilimsel gerçeğine dikkat çekilmek istenmiştir.
Bu da ispat eder ki; Kur’an’ın her kelimesi hikmet doludur. Bazen bir kelimesiyle büyük bir hakikate kapı açar. Ve her kelimesiyle Allah’ın kelamı olduğunu ispat eder.
 
Üst Alt