Yirmi İkinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Öyle mi? Her şey rızka muhtaç mıdır?
Evet, bir ferd, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi; görüyoruz ki, bütün mevcudât-ı âlem, bâhusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz'î olsun, küll olsun, cüz olsun, vücudunda, bekâsında, hayatında ve idâme-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikârâtı ve ihtiyacâtı öyle şeylere var ki, en ednâsına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlûbuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde görüyoruz ki, bütün metâlibi ve erzak-ı maddiye ve mâneviyesi
b937.gif
ummadığı yerlerden kemâl-i intizamla ve vakt-i münâsipte ve lâyık bir tarzda kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor. İşte bu iftikâr ve ihtiyac-ı mahlûkat ve bu tarzda imdad ve iâne-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâli, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâli göstermiyor mu?
Sekizinci Lem'a: Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu, hem o tohumu dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anâsır denilen mezraa-i masnuât, Vâhidiyet ve besâtet ile beraber, külliyet ve ihâtaları ve şu mahlûkat denilen semerât-ı rahmet ve mu'cizât-ı kudret ve kelâmât-ı hikmet olan nebâtât ve hayvanât, mümâselet ve müşâbehetleriyle beraber çok yerlerde intişârı, her tarafta bulunup tavattunları, tek bir Sâni-i Mu'ciznümânın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki, güyâ her bir çiçek, her bir semere, her bir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunsa, lisân-ı haliyle her birisi der ki: "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım, bu vatanım dahi onun mensucudur."
Demek en ednâ bir mahlûka Rubûbiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur; ve en basit bir hayvanı tedbîr ve tedvîr etmek, bütün hayvanâtı, nebâtâtı, masnuâtı kabza-i Rubûbiyetinde terbiye edene has olduğunu kör olmayan görür.
Evet, her bir ferd, sâir efrâda mümâselet ve misliyet lisânı ile der: "Kim bütün nevime mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Her nevi, sâir nevilerle beraber yeryüzünde intişârı lisâniyle der: "Kim bütün sath-ı arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Arz, sâir seyyârât ile bir güneşe irtibâtı ve semâvât ile tesânüdü lisâniyle der: "Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik o olabilir; yoksa, yok."
Evet, farazâ zîşuur bir elmaya biri dese, "Sen benim san'atımsın"; o elma lisân-ı hal ile ona "Sus," diyecek. "Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki sefinesiyle hazîne-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-i Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rubûbiyet dâvâ et." O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.

Umulmadık yerlerden. (Âyet ve hadîslerden iktibâsen. Talâk Sûresinin üçüncü âyeti şu meâldedir: "[Allah] onu ummadığı bir şekilde rızıklandırır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dokuzuncu Lem'a: Cüz'de, cüzîde, küllde, küllîde, küll-i âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyâda olan sikkelerden, hâtemlerden, turralardan bâzılarına işaret ettik. Şimdi, nevilerde hesapsız sikkelerden bir sikkeye işaret edeceğiz.
Evet, nasıl ki meyvedar bir ağacın hesapsız semereleri, bir terbiye-i vâhide, bir kanun-u vahdetle, bir tek merkezden idare edildiklerinden, külfet ve meşakkat ve masraf, o kadar suhûlet peydâ eder ki, kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsâvi olurlar; demek kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için, kemiyetçe bütün ağaç kadar külfet ve masraf ve cihazât ister. Fark, yalnız keyfiyetçedir. Nasıl ki bir tek nefere lâzım teçhizât-ı askeriyeyi yapmak için, orduya lâzım bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzımdır; demek iş, vahdetten kesrete geçse, efrad adedince-kemiyet cihetiyle- külfet ziyâdeleşir. İşte her nev'de bilmüşâhede görünen suhûlet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevahhudden gelen bir yüsr ve suhûletin eseridir.
Elhâsıl: Bir cinsin bütün envâı, bir nevin bütün efrâdı, âzâ-i esâsîde muvâfakat ve müşâbehetleri nasıl ispat ederler ki, tek bir Sâniin masnu'larıdır; çünkü vahdet-i kalem ve ittihad-ı sikke öyle ister; öyle de, bu meşhud suhûlet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücûb derecesinde icâb eder ki, bir Sâni-i Vâhidin eserleri olsun. Yoksa imtinâ derecesine çıkan bir suûbet o cinsi, in'idama ve o nevi, ademe götürecekti.
Velhâsıl, Cenâb-ı Hakka isnad edilse, bütün eşya birtek şey gibi bir suhûlet peydâ eder; eğer esbâba isnad edilse, her bir şey bütün eşya kadar suûbet peydâ eder. Mâdem öyledir; kâinatta şu görünen fevkalâde ucuzluk ve şu göz önündeki hadsiz mebzûliyet, sikke-i Vahdeti güneş gibi gösterir. Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verse idik, bir tek narı yiyemezdik.
Onuncu Lem'a: Tecellî-i Cemâliyeyi gösteren hayat, nasıl bir bürhan-ı Ehadiyettir, belki bir çeşit tecellî-i vahdettir; tecellî-i Celâli izhâr eden memat dahi bir bürhan-ı Vâhidiyettir.
Evet, meselâ,
b438.gif
nasıl ki güneşe karşı parlayan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmî şeffâfâtı, güneşin aksini ve ışığını göstermek sûretiyle, güneşe şehâdet ettikleri gibi; o katarâtın ve şeffâfâtın gurûbuyla gitmeleriyle beraber, arkalarından yeni gelen katarât tâifelerine ve şeffâfât kabîleleri üstünde yine güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellîsi ve noksansız istimrârı, katiyen şehâdet eder ki, sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlayan misâlî güneşçikler ve ışıklar ve nurlar bir bâkî, dâimî, âlî, tecellîsi zevâlsiz bir tek güneşin cilveleridir. Demek o parlayan katarâtlar, zuhuruyla ve gelmeleriyle güneşin vücudunu gösterdikleri gibi, gurûblarıyla, zevâlleriyle, güneşin bekâsını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.

En yüce sıfatlar Allah'ındır. (Nahl Sûresi: 60.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Aynen öyle de, şu mevcudât-ı seyyâle, vücudlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü'l-Vücudun vücûb ve vücuduna ve Ehadiyetine şehâdet ettikleri gibi, zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü'l-Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve Ehadiyetine şehâdet ederler.
Evet, gece-gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurûb ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnuât-ı cemîle, mevcudât-ı latîfe, elbette bir âlî ve sermedî ve dâimü't-tecellî bir Cemâl Sahibinin vücud ve bekâ ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuât, esbâb-ı zâhiriye-i süfliyeleriyle beraber zevâl bulup ölmeleri, o esbâbın hiçliğini ve bir perde olduğunu gösteriyorlar. Şu hal katiyen ispat eder ki, şu sanatlar, şu nakışlar, şu cilveler bütün esmâsı kudsiye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin tazelenen sanatlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden aynalarıdır, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir.
Elhâsıl: Şu kitâb-ı kebîr-i kâinat, nasıl ki vücud ve vahdete dâir âyât-ı tekviniyeyi bize ders veriyor; öyle de, o Zât-ı Zülcelâlin bütün evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliyesine de şehâdet eder ve kusursuz ve noksansız Kemâl-i Zâtîsini ispat ederler. Çünkü, bedihîdir ki, bir eserde kemâl, o eserin menşe' ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder. Fiilin kemâli ise, ismin kemâline; ve ismin kemâli sıfatın kemâline; ve sıfatın kemâli şe'n-i zâtînin kemâline; ve şe'nin kemâli o zât-ı zîşuûnun kemâline hadsen ve zarûreten ve bedâheten delâlet eder.
Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinâtı, arkalarında bir usta ef'âlinin mükemmeliyetini gösterir; o ef'âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir; ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın sanatına dâir sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir; ve o sanat ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o sanat sahibinin şuûn-u zâtiye denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir; ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misilli; aynen öyle de, şu kusursuz, fütursuz,
b939.gif
sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudât-ı muntazama-i kâinatta olan san'at ise, bilmüşâhede, bir Müessir-i Zi'l-iktidarın kemâl-i ef'âline delâlet eder; o kemâl-i ef'âl ise, bilbedâhe o Fâil-i Zülcelâlin kemâl-i esmâsına delâlet eder; o kemâl ise, bizzarûre o esmânın Müsemmâ-i Zülcemâlinin kemâl-i sıfâtına delâlet ve şehâdet eder; o kemâl-i sıfat ise, bilyakîn o Mevsuf-u Zülkemâlin kemâline delâlet ve şehâdet eder; o kemâl-i şuûn ise, bihakkalyakîn o Zîşuûnun kemâl-i zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün envâ-ı kemâlât, Onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i zaif sûretinde âyât-ı kemâli ve rumuz-u celâli ve işârât-ı cemâli olduğunu gösterir.

En küçük bir kusur görüyor musun? (Mülk Sûresi: 3.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON BİRİNCİ LEM'A:
On Dokuzuncu Sözde tarif edilen kitâb-ı kebîrin âyet-i kübrâsı ve o Kur'ân-ı Kebîrdeki İsm-i Âzamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâmın bedr-i münevveri ve Rubûbiyet-i İlâhiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşâf-ı zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammedü'l-Emîn Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün enbiyâyı sâyesi altına alan risâlet cenâhı ve bütün âlem-i İslâmı himâyesine alan İslâmiyet cenahlarıyla, hakikatin tabakâtında uçan ve bütün enbiyâ ve mürselîni, bütün evliyâ ve sıddîkîni ve bütün asfiyâ ve muhakkikîni arkasına alıp, bütün kuvvetiyle Vahdâniyeti gösterip, Arş-ı Ehadiyete yol açıp gösterdiği imân-ı billâh ve ispat ettiği vahdâniyet-i İlâhiyeye hiç vehim ve şüphenin haddi var mı ki, kapatabilsin ve perde olabilsin?
Mâdem On Dokuzuncu Sözde ve On Dokuzuncu Mektupta o bürhan-ı kâtıın âbü'l-hayat-ı mârifetinden On Dört Reşha ve On Dokuz İşârât ile o zât-ı mu'ciznümânın envâ-ı mu'cizâtıyla beraber, icmâlen bir derece tarif ve beyân etmişiz; şurada şu işaret ile iktifâ edip, o Vahdâniyetin bürhan-ı kâtıını tezkiye eden ve sıdkına şehâdet eden esâsâta işaret sûretinde bir salâvât-ı şerîfe ile hatmederiz:
b940.gif

b941.gif

b942.gif

b943.gif

b944.gif

b945.gif

b946.gif


Allah'ım! Senin vücûb-u vücuduna ve Vahdâniyetine delâlet, Senin Celâline, Cemâline ve Kemâline şehâdet eden; gördüğünü önce kendisi tasdik eden şâhid-i sâdık ve tahkik edici bürhan-ı nâtık, Peygamber ve resûllerin efendisi ve onların icmâ ve tasdik ve mucizelerinin sırrını taşıyan, evliyâ ve sıddîkların önderi ve onların da ittifak ve tahkik ve kerâmetlerinin sırrını kendinde bulunduran, apaçık mu'cizelerin, zâhir hârikaların, muhakkak, kesin ve kendisini doğrulayan delillerin sahibi; zâtında kıymetli hasletlerin, vazifesinde yüce huyların, şeriatında yüksek seciyelerin mâliki-ki, bütün bunlar, mükemmel ve kendisini hilâf-ı hakikat konuşmaktan tenzih ederler-Kur'ân'ı indiren Allah'ın, indirilen Kur'ân'ın ve kendisine Kur'ân inen Zâtın icmâıyla, Rabbânî vahyin iniş yeri, âlem-i gayb ve melekûtu gezip dolaşan, ruhları müşâhede edip meleklerle arkadaşlık eden, şahıs, nev ve cinsiyle kâinattaki kemâlâtın fihristesi, yaratılış ağacının en nurlu meyvesi, hakkın kandili, hakikatin bürhanı, rahmetin timsâli, muhabbetin misâli, kâinat tılsımının keşşâfı, Rubûbiyet saltanatının dellâlı, şahsiyet-i mâneviyesinin ulviyetiyle kâinatın yaratılışından âlemin Yaratıcısının maksadı olduğunu gösteren, kanunlarının genişliği ve kuvvetiyle kâinatı düzene koyan Zâtın nizâmı ve kâinatın Yaratıcısının kanunu olduğunu gösteren Şeriatın sahibi, (Evet, kâinatı bu eksiksiz nizam ile tanzim eden Zâttır ki, bu Dini, bu en güzel ve mükemmel nizâmıyla ortaya koymuştur.) biz insanların efendisi ve biz mü'minlere İmân yolunu gösteren, Abdullah bin Abdulmuttalib'in oğlu Muhammed'e salât eyle. Ona yer ve gökler durdukça en üstün salâvâtlar ve en mükemmel selâmlar olsun. İşte, bu gördüğünü önce kendisi tasdik eden şâhid-i sâdık şahitlerin huzurunda, asırların ve ülkelerin arkasından, bütün kuvvetiyle gáyet ciddiyetle, nihayetsiz güveni kuvvet-i itminânıyla ve kemâl-i imânıyla, yüksek bir ses ile şöyle nidâ edip bildiriyor: "Allah'tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına şehâdet ederim. O tektir; hiçbir ortağı yoktur."
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b947.gif

b948.gif

b949.gif

b950.gif

GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON İKİNCİ LEM'A
Şu Yirmi İkinci Sözün On İkinci Lem'ası, öyle bir bahr-i hakâiktir ki, bütün Yirmi İki Söz ancak onun yirmi iki katresi; ve öyle bir menba-ı envârdır ki, şu Yirmi İki Söz, o güneşten ancak yirmi iki lem'asıdır. Evet o yirmi iki adet Sözlerin herbirisi, semâ-i Kur'ân'da parlayan birtek necm-i âyetin bir lem'ası ve bahr-i Furkandan akan bir âyetin ırmağından tek bir katresi ve bir kenz-i âzam-ı Kitâbullahta her biri bir sandukça-i cevâhir olan âyetlerin birtek âyetinin birtek incisidir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte On Dokuzuncu Sözün On Dördüncü Reşhasında bir nebze tarif edilen o Kelâmullah, İsm-i Âzamdan, Arş-ı Âzamdan, Rubûbiyetin tecellî-i âzamından nüzûl edip, ezeli ebede rabt edecek, ferşi arşa bağlayacak bir vüs'at ve ulviyet içinde, bütün kuvvetiyle ve âyâtının bütün katiyetiyle mükerreren
b656.gif
-1- der, bütün kâinatı işhâd eder; ve şehâdet ettirir. Evet,
b952.gif
-2-.
Evet, o Kur'ân'a selîm bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki; cihât-ı sittesi öyle parlıyor, öyle şeffaftır ki, hiçbir zulmet, hiçbir dalâlet, hiçbir şüphe ve rayb, hiçbir hile, içine girmeye ve daire-i ismetine duhûle fürce bulamaz. Çünkü, üstünde sikke-i i'câz, altında bürhan ve delil, arkasında nokta-i istinâdı mahz-ı vahy-i Rabbânî, önünde saadet-i dâreyn, sağında aklı istintak edip tasdikini temin, solunda vicdânı istişhâd ederek teslimini tesbit, içi bilbedâhe sâfî hidâyet-i Rahmâniye, üstü bilmüşâhede hâlis envâr-ı imâniye, meyveleri biaynelyakîn kemâlât-ı insaniye ile müzeyyen asfiyâ ve muhakkikîn-i evliyâ ve sıddîkîn olan o lisân-ı gaybın sînesine kulağına yapıştırıp dinlesen, derinden derine gayet mûnis ve muknî, nihayet ciddî ve ulvî ve bürhan ile mücehhez bir sadâ-i semâvî işiteceksin ki; öyle bir katiyetle
b656.gif
der ve tekrar eder ki, hakkalyakîn derecesinde söylediğini, aynelyakîn gibi bir ilm-i yakîni sana ifade ve ifâza ediyor.
Elhâsıl: Herbirisi birer güneş olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile Furkan-ı Ahkem ki, biri âlem-i şehâdetin lisânı olarak bin mu'cizât içinde bütün enbiyâ ve asfiyânın taht-ı tasdiklerinde İslâmiyet ve risâlet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği bir hakikati, diğeri âlem-i gaybın lisânı hükmünde, kırk vücuh-u i'câz içinde, kâinatın bütün âyât-ı tekviniyesinin taht-ı tasdiklerinde, hakkâniyet ve hidâyet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği aynı hakikati, o hakikat güneşinden daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mı?
Ey dalâletâlûd mütemerrid insancık! Haşiye Ateşböceğinden daha sönük kafa fenerinle nasıl şu güneşlere karşı gelebilirsin, onlardan istiğnâ edebilirsin, üflemekle onları söndürmeye çalışırsın? Tuh, tuf, senin o münkir aklına!.. Nasıl o iki lisân-ı gayb ve şehâdet ve bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi nâmına ve onun hesâbına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey bîçare ve sinekten daha âciz, daha hakîr! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?

Haşiye: Bu hitâb, Kur'ân'ı kaldırmaya çalışanadır.


1- Ondan başka ilâh yoktur. (Bakara Sûresi 163; Al-i İmrân Sûresi: 2; .)
2- Âlem hep berâber "Lâ ilâhe illâ Hû" diyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hâtime
Ey aklı hüşyâr, kalbi müteyakkız arkadaş! Eğer şu Yirmi İkinci Sözün başından buraya kadar fehmetmişsen, On İki Lem'ayı birden elinde tut, binler elektrik kuvvetinde bir sirâc-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur'âniyeye yapış, burak-ı tevfîka bin, semâvât-ı hakâikte urûc et, arş-ı mârifetullâha çık,
b954.gif
-1- de.
Hem,

b725.gif
-2-
diyerek, bütün mevcudât-ı kâinatın başları üstünde ve mescid-i kebîr-i âlemde vahdâniyeti ilân et.
b457.gif

b957.gif
-3-

1- Şehâdet ederim ki, Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen teksin, Senin hiçbir ortağın yoktur.
2- Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir. Allah bir olur, ortağı yoktur. Mülk Onundur. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsustur ve Ona lâyıktır. Hayatı veren ve devam ettiren yine Odur. Ölümü de yaratan ve bâkî âleme alan Odur. O ezelî ve ebedî hayat sahibidir. Her hayır Onun elindedir; yapılan her hayrı da kaydeder ve karşılığını verir. Her şeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez. (Hadîs-i Şerif: Buhârî, Ezan: 155, Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30; Ebû Dâvud, Vitr: 24.)
3- Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b958.gif


Allah'ım! âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, rahmetin hürmetine bize ve onun ümmetine merhamet eyle. âmin.
Duâları ise şu sözlerle sona erer: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (Yûnus Sûresi: 10.)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt