Yirmi Beşinci Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncü Nokta: Üslûbundaki bedâat-i hârikadır. Evet, Kur'ân'ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem acîbdir, hem muknîdir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklid etmemiş; hiç kimse de onu taklid edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üsluplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini dâimâ muhâfaza etmiş ve ediyor.
Ezcümle, bir kısım sûrelerin başlarında şifre-misâl
b1046.gif
gibi mukattaât hurûfundaki üslup-u bediîsi, beş altı lem'a-i i'câzı tazammun ettiğini İşârâtü'l-İ'câz'da yazmışız.
Ezcümle: Bir sûrelerin başında mezkûr olan huruf, hurufâtın aksâm-ı mâlûmesi olan mechûre, mehmûse, şedîde, rihve, zelâka, kalkale gibi aksâm-ı kesîresinden herbir kısmından nısfını almıştır. Kâbil-i taksim olmayan hafifinden nısf-ı ekser, sakîlinden nısf-ı ekall olarak bütün aksâmını tansîf etmiştir. Şu mütedâhil ve birbiri içindeki kısımları ve iki yüz ihtimâl içinde mütereddit yalnız gizli ve fikren bilinmeyecek birtek yol ile umumu tansîf etmek kâbil olduğu halde, o yolda, o geniş mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beşerin işi olamaz, tesadüf hiç karışamaz. İşte bir şifre-i İlâhiye olan sûrelerin başlarındaki huruf, bunun gibi daha beş altı lem'a-i i'câziyeyi gösterdikleriyle beraber, ilm-i esrâr-ı huruf ulemâsıyla evliyânın muhakkikleri şu mukattaâttan çok esrar istihrâc etmişler ve öyle hakâik bulmuşlar ki, onlarca şu mukattaât kendi başıyla gayet parlak bir mu'cizedir. Onların esrârına ehil olmadığımız, hem umum göz görecek derecede ispat edemediğimiz için o kapıyı açamayız. Yalnız İşârâtü'l-İ'câz'da şunlara dâir beyân olunan beş altı lem'a-i i'câza havale etmekle iktifâ ediyoruz.
Şimdi, esâlîb-i Kur'âniyeye sûre itibâriyle, maksad itibâriyle, âyât ve kelâm ve kelime itibâriyle birer işaret edeceğiz.
Meselâ, Sûre-i Amme'ye dikkat edilse, öyle bir üslup-u bedî ile âhireti, haşri, Cennet ve Cehennemin ahvâlini öyle bir tarzda gösteriyor ki, şu dünyadaki ef'âl-i İlâhiyeyi, âsâr-ı Rabbâniyeyi o ahvâl-i uhreviyeye birer birer bakar ispat eder gibi kalbi iknâ eder. Şu sûredeki üslûbun izahı uzun olduğundan yalnız bir iki noktasına işaret ederiz. Şöyle ki:
Şu sûrenin başında, Kıyâmet Gününü ispat için der: "Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hânenize ve hayatınıza defîneli direk, hazîneli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift; geceyi hâb-ı râhatınıza örtü; gündüzü meydan-ı maîşet; güneşi ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi, ondan suyu akıttım; basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan Kıyâmet sizi bekliyor; o günü getirmek Bize ağır gelemez." İşte bundan sonra Kıyâmette dağların dağılması, semâvâtın parçalanması, Cehennemin hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir sûrette ispatlarına işaret eder. Mânen der: "Mâdem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar; âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar." Demek sûrenin başındaki dağ, Kıyâmetteki dağların haline bakar ve bağ ise âhirde ve âhiretteki hadîkaya ve bağa bakar. İşte sâir noktaları buna kıyas et; ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör.

Bakara Sûresi: 1; İbrâhim Sûresi: 1; Tâhâ Sûresi: 1; Yâsin Sûresi: 1; Şûrâ Sûresi: 1-2.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Meselâ,
b1047.gif
-1-
(ilâ âhir) öyle bir üslup-u âlîde benî beşerdeki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve gece ve gündüzün deverânındaki tecelliyât-ı İlâhiyeyi ve senenin mevsimlerinde olan tasarrufât-ı Rabbâniyeyi ve yeryüzünde hayat memat, haşir ve neşr-i dünyeviyedeki icraat-ı Rabbâniyeyi öyle bir ulvî üslup ile beyân eder ki, ehl-i dikkatin akıllarını teshîr eder. Parlak ve ulvî geniş üslûbu, az dikkat ile göründüğü için şimdilik o hazîneyi açmayacağız.

Meselâ,
b1048.gif
-2-
gök ve zeminin Cenâb-ı Hakkın emrine karşı derece-i inkıyad ve itaatlerini şöyle âlî bir üslup ile beyân eder ki: Nasıl bir kumandan-ı âzam, mücâhede ve manevra ve ahz-ı asker şûbeleri gibi mücâhedeye lâzım işler için iki daireyi teşkil edip açmış. O mücâhede, o muâmele işi bittikten sonra, o iki daireyi başka işlerde kullanmak ve tebdil ederek istimâl etmek için o kumandan-ı âzam o iki daireye müteveccih olur. O daireler, herbirisi hademeleri lisâniyle veya nutka gelip kendi lisâniyle der ki: "Ey kumandanım, bir parça mühlet ver ki, eski işlerin ufak tefeklerini, pırtı mırtılarını temizleyip, dışarı atayım; sonra teşrif ediniz. İşte, atıp senin emrine hazır duruyoruz. Buyurun, ne yaparsanız yapınız. Senin emrine münkâdız. Senin yaptığın işler bütün hak, güzel, maslahattır." Öyle de, semâvât ve arz, böyle iki daire-i teklif ve tecrübe ve imtihan için açılmıştır. Müddet bittikten sonra, semâvât ve arz, daire-i teklife âit eşyayı emr-i İlâhî ile bertaraf eder. Derler: "Yâ Rabbenâ! Buyurun, ne için bizi istihdam edersen et; hakkımız Sana itaattir. Her yaptığın şey de haktır." İşte, cümlelerindeki üslûbun haşmetine bak, dikkat et.
Hem meselâ,
b1049.gif
-3-

1- De ki: Ey mülkün hakiki sahibi olan, âlemlerde dilediği gibi tasarruf eden Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden de mülkü çeker alırsın. (Âl-i İmrân Sûresi: 26.)
2- Gök yarıldığında • Rabbinin emrine boyun eğdiğinde-ki ona lâyık olan da budur. • Yer dümdüz edildiğinde. • İçinde ne varsa atıp boşaldığında. • Rabbinin emrine boyun eğdiğinde-ki ona lâyık olan da budur. (İnşikak Sûresi: 1-5.)
3- Ve denildi ki: "Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut." Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve "Zâlimler gürûhu Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi. (Hûd Sûresi: 44.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte şu âyetin bahr-i belâgatından bir katreye işaret için, bir üslûbunu, bir temsil aynasında göstereceğiz.
Nasıl bir harb-i umumide bir kumandan zaferden sonra ateş eden bir ordusuna "Ateş kes!" ve hücum eden diğer bir ordusuna "Dur!" der, emreder, o anda ateş kesilir, hücum durur. "İş bitti, istilâ ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde yüksek kalelerinin başında dikildi. Esfelü's-sâfilîne giden o edebsiz zâlimler cezalarını buldular" der. Aynen öyle de, Padişah-ı Bîmisâl kavm-i Nûh'un mahvı için semâvât ve arza emir vermiş; vazifelerini yaptıktan sonra ferman ediyor: "Ey arz, suyunu yut; ey semâ, dur, işin bitti! Su çekildi. Dağın başında memur-u İlâhînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zâlimler cezalarını buldular." İşte şu üslûbun ulviyetine bak. "Zemin ve gök iki mutî asker gibi emir dinler, itaat ederler" diyor. İşte şu üslup işaret eder ki, insanın isyanından kâinat kızıyor. Semâvât ve arz hiddete geliyorlar ve şu işaretle der ki: "Yer ve gök iki mutî asker gibi emirlerine bakan bir Zâta isyan edilmez, edilmemeli." Dehşetli bir zecri ifade eder. İşte tûfan gibi bir hâdise-i umumiyeyi bütün netâiciyle, hakâikıyla birkaç cümlede îcâzlı, i'câzlı, cemâlli, icmâlli bir tarzda beyân eder. Şu denizin sâir katrelerini şu katreye kıyas et. Şimdi kelimelerin penceresiyle gösterdiği üslûba bak:
Meselâ,
b1050.gif
-1- 'deki
b1051.gif
-2- kelimesine bak, ne kadar latîf bir üslûbu gösteriyor. Şöyle ki:
Kamerin bir menzili var ki, Süreyyâ yıldızlarının dairesidir. Kameri hilâl vaktinde hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder. Şu teşbih ile semânın yeşil perdesi arkasında güyâ bir ağaç bulunuyor gibi beyaz, sivri, nurânî bir dalı, perdeyi yırtıp, başını çıkarıp, Süreyyâ o dalın bir salkımı gibi ve sâir yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak, işitenin hayalî olan gözüne göstermekle, medâr-ı maîşetlerinin en mühimi hurma ağacı olan sahrânişînlerin nazarında ne kadar münâsip, güzel, latîf, ulvî bir üslup-u ifade olduğunu zevkin varsa anlarsın.
Meselâ, On Dokuzuncu Sözün âhirinde ispat edildiği gibi,
b1052.gif
-3- 'deki tecrî kelimesi şöyle bir üslup-u âlîye pencere açar. Şöyle ki: Tecrî lâfzıyla, yani "Güneş döner" tâbiriyle kış ve yaz, gece ve gündüzün deverânındaki muntazam tasarrufât-ı kudret-i İlâhiyeyi ihtar ile, Sâniin azametini ifham eder ve o mevsimlerin sayfalarında Kalem-i Kudretin yazdığı mektubât-ı Samedâniyeye nazarı çevirir. Halık-ı Zülcelâlin hikmetini i'lâm eder.

1- Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir. (Yâsin Sûresi: 39.)
2- Kurumuş hurma dalının ince yay hali gibi. (Yâsin Sûresi: 39.)
3- Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisine tâyin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yâsin Sûresi: 39.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b1053.gif
-1- yani, lâmba tâbiriyle şöyle bir üslûba pencere açar ki, şu âlem bir saray ve içinde olan eşya ise insana ve zîhayata ihzâr edilmiş müzeyyenât ve mat'umât ve levâzımât olduğunu ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile Sâniin haşmetini ve Halıkın ihsanını ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müşriklerin en mühim, en parlak ma'bud zannettikleri güneş, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur. Demek, sirac tâbirinde, Halıkın azamet-i rubûbiyetindeki rahmetini ihtar eder, rahmetin vüs'atindeki ihsanını ifham eder; ve o ifhamda saltanatının haşmetindeki keremini ihsâs eder; ve bu ihsâsta vahdâniyeti i'lâm eder; ve mânen der: "Câmid bir sirâc-ı musahhar, hiçbir cihette ibâdete lâyık olamaz."
Hem, cereyân-ı tecrî tâbirinde gece gündüzün, kış ve yazın dönmelerindeki tasarrufât-ı muntazama-i acîbeyi ihtar eder ve o ihtarda rubûbiyetinde münferit bir Sâniin azamet-i kudretini ifham eder. Demek şems ve kamer noktalarından beşerin zihnini gece ve gündüz, kış ve yaz sayfalarına çevirir ve o sayfalarda yazılan hâdisâtın satırlarına nazar-ı dikkati celb eder. Evet, Kur'ân, güneşten güneş için bahsetmiyor, belki onu ışıklandıran Zât için bahsediyor. Hem, güneşin insana lüzumsuz olan mahiyetinden bahsetmiyor, belki güneşin vazifesinden bahsediyor ki, san'at-ı Rabbâniyenin intizamına bir zemberek ve hilkat-i Rabbâniyenin nizâmına bir merkez, hem Nakkaş-ı Ezelînin gece gündüz ipleriyle dokuduğu eşyadaki san'at-ı Rabbâniyenin insicâmına bir mekik vazifesi yapıyor. Daha sâir kelimât-ı Kur'âniyeyi bunlara kıyas edebilirsin. Âdetâ basit, me'lûf birer kelime iken, latîf mânâların defînelerine birer anahtar vazifesini görüyor.
İşte ekseriyetle üslup-u Kur'ân'ın geçen tarzlarda ulvî ve parlak olduğundandır ki, bâzan bir bedevî Arab birtek kelâma meftun olur, Müslüman olmadan secdeye giderdi. Bir bedevî,
b1054.gif
-2- kelâmını işittiği anda secdeye gitti. Ona dediler: "Müslüman mı oldun?" "Yok," dedi. "Ben şu kelâmın belâgatına secde ediyorum."

1- Güneşi de bir kandil olarak asmıştır. (Nuh Sûresi: 16.)
2- Artık emrolunduğun şeyi açıkla. (Hicr Sûresi: 94.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dördüncü Nokta: Lâfzındaki fesâhat-i hârikasıdır. Evet, Kur'ân mânen üslup-u beyân cihetiyle fevkalâde beliğ olduğu gibi, lâfzında gayet selîs bir fesâhati vardır. Fesâhatin katî vücuduna usandırmaması delildir ve fesâhatin hikmetine fenn-i beyân ve maânînin dâhî ulemâsının şehâdetleri bir bürhan-ı bâhirdir.
Evet, binler defa tekrar edilse usandırmıyor, belki lezzet veriyor. Küçük, basit bir çocuğun hâfızasına ağır gelmiyor; hıfzedebilir. En hastalıklı, az bir sözden müteezzî olan bir kulağa nâhoş gelmiyor, hoş geliyor. Sekerâtta olanın damağına şerbet gibi oluyor, zemzeme-i Kur'ân onun kulağında ve dimâğında aynen ağzında ve damağında mâ-i zemzem gibi leziz geliyor.
Usandırmamasının sırr-ı hikmeti şudur ki:
Kur'ân, kulûba kût ve gıdâ ve ukûle kuvvet ve gınâdır ve ruha mâ ve ziyâ ve nüfûsa devâ ve şifâ olduğundan, usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız; fakat, en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. Demek, Kur'ân, hak ve hakikat ve sıdk ve hidâyet ve hârika bir fesâhat olduğundandır ki, usandırmıyor. Dâimâ gençliğini muhâfaza ettiği gibi, tarâvetini, halâvetini de muhâfaza ediyor. Hattâ Kureyş'in rüesâsından müdakkik bir beliğ, müşrikler tarafından, Kur'ân'ı dinlemek için gitmiş. Dinlemiş, dönmüş, demiş ki: "Şu kelâmın öyle bir halâveti ve tarâveti var ki, kelâm-ı beşere benzemez. Ben şâirleri, kâhinleri biliyorum. Bu, onların hiç sözlerine benzemez; olsa olsa etbâımızı kandırmak için sihir demeliyiz." İşte, Kur'ân-ı Hakîmin en muannid düşmanları bile fesâhatinden hayran oluyorlar.
Kur'ân-ı Hakîmin âyetlerinde, kelâmlarında, cümlelerinde fesâhatin esbâbını izah çok uzun gider. Onun için sözü kısa kesip yalnız numûne olarak bir âyetteki hurûf-u hecâiyenin vaziyetiyle hâsıl olan bir selâset ve fesâhat-i lâfzıyeyi ve o vaziyetten parlayan bir lem'a-i i'câzı göstereceğiz. İşte:

b1055.gif
-1-
(ilâ âhir.)
İşte şu âyette bütün hurûf-u hecâ mevcuddur. Bak ki, sakîl, ağır bütün aksâm-ı huruf beraber olduğu halde, selâsetini bozmamış; belki, bir revnak ve muhtelif tellerden mütenâsib, mütesânid bir nağme-i fesâhat katmış.


1- Sonra Allah, bu kederin ardından size bir emniyet, bir uyku verdi de, içinizden ihlâs ile İmân etmiş olanları o uyku sarıverdi. (Âl-i İmrân Sûresi: 154.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem, şu lem'a-i i'câza dikkat et ki, hurûf-u hecâdan yâ ile elif en hafif ve birbirine kalbolduğu için iki kardeş gibi herbirisi yirmi bir kere tekrarı var.
b1056.gif
ile
b588.gif
Haşiye 1 birbirinin kardeşi ve birbirinin yerine geçtiği için herbirisi otuz üçer defa zikredilmiştir.


b1058.gif
,
b1059.gif
,
b1060.gif
mahreççe, sıfatça, savtça kardeş oldukları için herbiri üç defa;
b1061.gif
,
b1062.gif
kardeş oldukları halde,
b1062.gif
daha hafif altı defa,
b1061.gif
sıkleti için yarısı olarak üç defa zikredilmiştir.


b1065.gif
,
b1066.gif
,
b1067.gif
,
b1068.gif
mahreççe, sıfatça, sesçe kardeş oldukları için, herbirisi ikişer defa;
b1069.gif
ve
b1076.gif
ile beraber ikisi
b1071.gif
sûretinde ittihad ettikleri ve
b1076.gif
,
b1071.gif
sûretinde hissesi
b1069.gif
'ın yarısıdır. Onun için
b1069.gif
kırk iki defa,
b1076.gif
onun yarısı olarak yirmi bir defa zikredilmiştir.


Hemze,
b1077.gif
ile mahreççe kardeş oldukları için, hemze Haşiye 2 on üç;
b1077.gif
bir derece daha hafif olduğu için, on dört defa;
b1079.gif
,
b1080.gif
,
b1081.gif
kardeş oldukları için
b1081.gif
'ın bir noktası fazla olduğu için
b1081.gif
on;
b1080.gif
dokuz,
b1079.gif
dokuz;
b1086.gif
dokuz,
b1088.gif
on iki (
b1088.gif
'nin derecesi üç olduğu için on iki defa) zikredilmiştir.


b641.gif
,
b1069.gif
'ın kardeşidir, fakat ebced hesâbiyle
b641.gif
iki yüz,
b1069.gif
otuzdur; altı derece yukarı çıktığı için altı derece aşağı düşmüştür. Hem,
b641.gif
telâffuzca tekerrür ettiğinden sakîl olup, yalnız altı defa zikredilmiştir.


b1094.gif
,
b1095.gif
,
b1096.gif
,
b1097.gif
sıkletleri ve bâzı cihât-ı münâsebât için birer defa zikredilmiştir.


b1098.gif
,
b1096.gif
'dan ve hemze'den daha hafif ve
b790.gif
'dan ve
b1076.gif
'ten daha sakîl olduğu için on yedi defa (sakîl hemze'den dört derece yukarı, hafif
b1076.gif
'ten dört derece aşağı) zikredilmiştir.


İşte şu hurûfun bu zikrinde hârikulâde bu vaziyet-i muntazama ile ve o münâsebet-i hafiye ile ve o güzel intizam ve o dakîk ve ince nazm ve insicam ile iki kere iki dört eder derecede gösterir ki, beşer fikrinin haddi değil ki şunu yapabilsin. Tesadüf ise, muhâldir ki, ona karışsın. İşte şu vaziyet-i huruftaki intizam-ı acîb ve nizâm-ı garip, selâset ve fesâhat-i lâfzıyeye medâr olduğu gibi, daha gizli çok hikmetleri bulunabilir. Mâdem hurufâtında böyle intizam gözetilmiş, elbette kelimelerinde, cümlelerinde, mânâlarında öyle esrarlı bir intizam, öyle envarlı bir insicam gözetilmiş ki, göz görse "Mâşaallah," akıl anlasa "Bârekâllah" diyecek.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Beşinci Nokta: Beyânındaki berâattir; yani, tefevvuk ve metânet ve haşmettir. Nasıl ki, nazmında cezâlet, lâfzında fesâhat, mânâsında belâgat, üslûbunda bedâat var; beyânında dahi fâik bir berâat vardır.
Evet terğib ve terhib, medih ve zemm, ispat ve irşâd, ifhâm ve ifham gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakât-ı hitâbiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. Meselâ:
• Makam-ı terğib ve teşvikte, hadsiz misâllerinden, meselâ Sûre-i
b1103.gif
-1- 'de beyânâtı, Haşiye 1 âb-ı Kevser gibi hoş, selsebil çeşmesi gibi selâsetle akar, Cennet meyveleri gibi tatlı, hûri libası gibi güzeldir.
• Makam-ı terhib ve tehditte, pekçok misâllerinden, meselâ
b1104.gif
-2- sûresinin başında beyânât-ı Kur'âniye, ehl-i dal sımâhında kaynayan rasâs gibi, dimâğında yakan ateş gibi, damağında yanan zakkum gibi, yüzünde saldıran Cehennem gibi, midesinde acı, dikenli darî' gibi tesir eder. Evet, bir zâtın tehdidini gösteren Cehennem gibi bir azab memuru, öfkesinden ve gayzından parçalanmak vaziyetini alması ve
b1105.gif
-3- söylemesi, söylenmesi, o Zâtın terhibi ne derece dehşetli olduğunu gösterir.
• Makam-ı medhin binler misâllerinden, başında
b643.gif
-4- olan beş sûrede beyânât-ı Kur'âniye güneş gibi parlak, Haşiye 2 yıldız gibi zînetli, semâvât ve zemin gibi haşmetli, melekler gibi sevimli, dünyada yavrulara rahmet gibi şefkatli, âhirette Cennet gibi güzeldir.
• Makam-ı zemm ve zecirde, binler misâllerinden, meselâ
b1107.gif
-5- âyetinde dahi zemmi altı derece zemmeder; gıybetten, altı derece şiddetle zecreder. Şöyle ki: Mâlûmdur; âyetin başındaki hemze, sormak, "âyâ" mânâsındadır. O sormak mânâsı, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer.


Haşiye 1: Şu üslup-u beyân, o sûrenin meâlinin libasını giymiş.
Haşiye 2: Şu tâbirâtta o sûrelerdeki bahislere işaret var.



1- İnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki. (İnsan Sûresi: 1.)
2- Dehşeti her şeyi kaplayan Kıyâmetin haberi sana geldi mi? (Gâşiye Sûresi: 1.)
3- Neredeyse öfkeden parçalanacak! (Mülk Sûresi: 8.)
4- Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (Fâtiha, En'am, Kehf, Sebe', Fâtır Sûrelerinin 1. âyetleri)
5- Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? (Hucurât Sûresi: 12.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte birinci: Hemze ile der: "âyâ, suâl ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin birşeyi anlamıyor."
İkincisi:
b1108.gif
lâfzı ile der: "âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever."
Üçüncüsü:
b1109.gif
kelimesiyle der: "Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimâiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder."
Dördüncüsü:
b1110.gif
kelâmıyla der: "İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına, arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz."
Beşincisi:
b1111.gif
kelimesiyle der: "Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı mânevîsini insafsızca dişliyorsunuz. Hiç aklınız yok mu ki, kendi âzânızı kendi dişinizle divâne gibi ısırıyorsunuz."
Altıncısı:
b1112.gif
kelâmıyla der: "Vicdânınız nerede, fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir iş yapılıyor." Demek, zemm ve gıybet aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak; nasıl ki şu âyet, îcâzkârâne, altı mertebe, zemmi zemmetmekle i'câzkârâne altı derece o cürümden zecreder.
• Makam-ı ispatta, binler misâllerinden, meselâ

b1113.gif
*
'de, haşri ispat ve istib'âdı izâle için öyle bir tarzda beyân eder ki, fevkınde ispat olamaz. Şöyle ki:

Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinde, Yirmi İkinci Sözün Beşinci Lem'asında ispat ve izah edildiği gibi, "Her bahar mevsiminde ihyâ-i arz keyfiyetinde üç yüz bin tarzda haşrin numûnelerini nihayet derecede girift, birbirine karıştırdığı halde nihayet derecede intizam ve temyiz ile nazar-ı beşere gösteriyor ki, bunları böyle yapan Zâta, haşir ve Kıyâmet ağır olamaz," der.


* Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kâdirdir. (Rum Sûresi: 50.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem, zeminin sayfasında yüz binler envâı, beraber birbiri içinde kalem-i kudretiyle hatâsız, kusursuz yazmak birtek Vâhid-i Ehadin sikkesi olduğundan, şu âyetle, güneş gibi Vahdâniyeti ispat etmekle beraber, güneşin tulû ve gurûbu gibi kolay ve katî, Kıyâmet ve haşri gösterir.
İşte,
b1114.gif
lâfzındaki keyfiyet noktasında şu hakikati gösterdiği gibi, çok sûrelerde tafsil ile zikreder.
Meselâ, Sûre-i
b1115.gif
-1- 'de öyle parlak ve güzel ve şirin ve yüksek bir beyânla haşri ispat eder ki, baharın gelmesi gibi katî bir sûrette kanaat verir. İşte bak; kâfirlerin, çürümüş kemiklerin dirilmesini inkâr ederek, "Bu acîbdir, olamaz" demelerine cevaben,

b1116.gif
-2-
ilâ âhir,
b1117.gif
-3- 'ye kadar ferman ediyor. Beyânı su gibi akıyor, yıldızlar gibi parlıyor; kalbe, hurma gibi hem lezzet, hem zevk veriyor, hem rızık oluyor. Hem, makam-ı ispatın en latîf misâllerinden,

b1118.gif
-4- der.
Yani, "Hikmetli Kur'ân'a kasem ederim, sen resûllerdensin." Şu kasem işaret eder ki, risâletin hücceti o derece yakînî ve haktır ki, hakkâniyette makam-ı tâzim ve hürmete çıkmış ki, onunla kasem ediliyor. İşte şu işaret ile der: "Sen resûlsün; çünkü, senin elinde Kur'ân var. Kur'ân ise, haktır ve Hakkın kelâmıdır. Çünkü, içinde hakiki hikmet, üstünde sikke-i i'câz var."
• Hem, makam-ı ispatın îcâzlı ve i'câzlı misâllerinden, şu:

b1119.gif
-5-
Yani, "İnsan der: 'Çürümüş kemikleri kim diriltecek?' Sen, de: 'Kim onları bidâyeten inşâ edip hayat vermiş ise, o diriltecek.'" Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinin üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi, bir zât, göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, "Şu zât, efrâdı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar, tabur nizâmı altına getirebilir."


1- Kaf. Şerefi pek yüce olan Kur'ân'a yemin olsun. (Kaf Sûresi: 1.)
2- Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl binâ edip süsledik ki, hiçbir gediği yoktur. (Kaf Sûresi: 6.)
3- İşte kabrinizden çıkışınız da böyle olacaktır. (Kaf Sûresi: 11.)
4- Yâsin • Hikmet dolu Kur'ân'a yemin olsun • Ki, sen Allah tarafından insanlara gönderilmiş peygamberlerdensin. (Yâsin Sûresi: 1-3.)
5- Dedi: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" • De ki: "Onu ilk önce kim yaratmışsa tekrar O diriltecek. O her şeyin yaratılışını hakkıyla bilendir. (Yâsin Sûresi: 78-79.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sen ey insan, desen "İnanmam!" Ne kadar divânece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, "Hiçten, yeniden, ordu-misâl bütün hayvanât ve sâir zîhayatın tabur-misâl cesedlerini kemâl-i intizamla ve mîzan-ı hikmetle o bedenlerin zerrâtını ve letâifini emr-i
b473.gif
ile kaydedip birleştiren ve her karnda, hattâ her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevi'l-hayat envalarını, tâifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur misâl bir cesedin nizâmı altına girmekle birbiriyle tanışmış zerrât-ı esâsiye ve eczâ-i asliyeyi bir sayha ile, Sûr-u İsrâfil'in borusu ile nasıl toplayabilir?" istib'âd sûretinde denilir mi? Denilse, eblehçesine bir divâneliktir.
• Makam-ı irşâdda, beyânât-ı Kur'âniye o derece müessir ve rakîktir ve o derece mûnis ve şefîktir ki, şevk ile ruhu, zevk ile kalbi; aklı merakla ve gözü yaşla doldurur.

Binler misâllerinden, yalnız şu
b1121.gif
-1-
(ilâ âhir), Yirminci Sözün Birinci Makamında, üçüncü âyet mebhasında ispat ve izah edildiği gibi, benî İsrâil'e der: "Mûsâ Aleyhisselâmın asâsı gibi bir mu'cizesine karşı sert taş on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı halde, size ne olmuş ki, Mûsâ Aleyhisselâmın bütün mu'cizâtına karşı lâkayd kalıp, gözünüz kuru, yaşsız, kalbiniz katı, ateşsiz duruyor." O sözde şu mânâ-i irşâdî izah edildiği için oraya havale ederek, burada kısa kesiyorum.
• Makam-ı ifhâm ve ilzamda, binler misâllerinden yalnız şu iki misâle bak:
Birinci misâl:

b1122.gif
-2-
Yani, "Eğer, bir şüpheniz varsa, size yardım edecek, şehâdet edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlarınızı çağırınız, birtek sûresine bir nazîre yapınız." İşârâtü'l-İ'câz'da izah ve ispat edildiği için burada yalnız icmâline işaret ederiz. Şöyle ki:
1- Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı. (Bakara Sûresi: 74.)
2- Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırın-eğer iddiânızda doğru iseniz. (Bakara Sûresi: 23.)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt