On dokuzuncu mektup

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem şu âlemin Sâni-i Zülcelâli, bütün güzel masnuâtıyla Kendini zîşuur olanlara tanıttırmak ve kıymetli nimetlerle Kendini onlara sevdirmesi, bizzarûre onun mukabilinde zîşuur olanlara marziyâtı ve arzu-yu İlâhiyelerini bir elçi vâsıtasıyla bildirmesini istemesine mukabil, en âlâ ve ekmel bir sûrette, Kur'ân vâsıtasıyla o marziyât ve arzuları beyân eden ve getiren, yine bilbedâhe o zâttır.
Hem Rabbü'l-âlemîn, meyve-i âlem olan insana âlemi içine alacak bir vüs'at-i istidad verdiğinden ve bir ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ ettiğinden; ve hissiyâtça kesrete ve dünyaya müptela olduğundan, bir rehber vâsıtasıyla yüzlerini kesretten Vahdete, fânîden bâkîye çevirmek istemesine mukabil, en âzamî bir derecede, en eblâğ bir sûrette, Kur'ân vâsıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risâletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifâ eden, yine bilbedâhe o zâttır.
İşte, mevcudâtın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve zîşuur içinde en eşref olan hakiki insan ve hakiki insan içinde geçmiş vezâifi en âzamî bir derecede, en ekmel bir sûrette ifâ eden zât, elbette o Mi'rac-ı Azîm ile Kâb-ı Kavseyne çıkacak, saadet-i ebediye kapısını çalacak, hazîne-i rahmetini açacak, imânın hakâik-ı gaybiyesini görecek, yine o olacaktır.
Sâbian: Bilmüşâhede şu masnuâtta gayet güzel tahsînât, nihayet derecede süslü tezyinât vardır. Ve bilbedâhe şöyle tahsînât ve tezyinât, onların Sâniinde, gayet şiddetli bir irâde-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir. Ve irâde-i tahsin ve tezyin ise, bizzarûre o Sâni'de, san'atına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuât içinde en câmi' ve letâif-i san'atı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuâttaki güzellikleri deyip istihsan eden, bilbedâhe o san'atperver ve san'atını çok seven Sâniin nazarında en ziyâde mahbub, o olacaktır.
İşte masnuâtı yaldızlayan mezâyâ ve mehâsine ve mevcudâtı ışıklandıran letâif ve kemâlâta karşı, "Sübhanallah, Maşaallah, Allahü Ekber!" diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur'ân'ın nağamâtıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşâhede o zâttır
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte böyle bir zât ki,
b625.gif
-1- sırrınca, bütün ümmetin işlediği hasenâtın bir misli onun kefe-i mîzanında bulunan ve umum ümmetinin salâvâtı, onun mânevî kemâlâtına imdad veren ve risâletinde gördüğü vezâifin netâicini ve mânevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zât, elbette Mi'rac merdiveniyle Cennete, Sidretü'l-Müntehâya, Arş'a ve Kâb-ı Kavseyne kadar gitmek, aynı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir. Haşiye


b126.gif
-2-
Said Nursî





1- Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir. ["Hayrın yolunu gösteren, onu işleyen gibidir" (Feyzü'l-Kadîr, c.3, s. 537, hadîs no: 4250; Keşfü'l-Hafâ, c. 1, s. 399.) hadîsinden alınan bir ölçü.]
2- Baki olan yalnız Allah'tır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ayetü'l-Kübra Risalesinin Risalet-i Ahmediyeden Bahseden
On Altıncı Mesele

(Makam Münasebetiyle buraya ilhak edilmiştir.)
Sonra, o dünya seyyahı kendi aklına dedi ki: "Madem bu kainatın mevcudatıyla Malikimi ve Halıkımı arıyorum; elbette herşeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve adasının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hakimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı fazileti ile ve Kur'ân'ı ile ışıklandıran Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselamı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için Asr-ı Saadete beraber gitmeliyiz" diyerek, aklıyla beraber o asra girdi. Gördü ki, o asır, hakikaten o Zat (a.s.m.) ile bir saadet-i beşeriye asrı olmuş. Çünkü, en bedevi, en ümmi bir kavmi getirdiği nur vasıtasıyla kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hakim eylemiş.
Hem, kendi aklına dedi: "Biz, en evvel bu fevkalade Zatın (a.s.m.) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz; sonra Halıkımızı ondan sormalıyız" diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kati delillerden, burada yalnız dokuz külliyetine birer kısa işaret edilecek.
Birincisi: Bu Zatta (a.s.m.), hatta düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması ve

b523.gif
-1-

ayetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer iki parça olması; ve bir avucu ile adasının ordusuna attığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları; ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından Kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi, nakl-i kati ile ve bir sırr-ı tevatür ile, yüzer mu'cizâtın onun elinde zahir olmasıdır.





1- Ay yarıldı. (Kamer Sûresi: 1.)
Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı. (Enfal Sûresi: 17.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu mu'cizâttan üç yüzden ziyade bir kısmı, "On Dokuzuncu Mektup" olan "Mucizat-ı Ahmediye (a.s.m.)" namındaki harika ve kerametli bir risalede kati delilleriyle beraber beyan edildiğinden, onları ona havale ederek dedi ki:
"Bu kadar ahlak-ı hasene ve kemalatla beraber, bu kadar mu'cizât-ı bahiresi bulunan bir Zat (a.s.m.), elbette en doğru sözlüdür. Ahlaksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kabil değil."
İkincisi: Elinde, Bu Kainat Sahibinin bir fermanı bulunduğu ve o fermanı her asırda üç yüz milyondan ziyade insanların kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olan Kur'ân-ı Azimüşşanın yedi vecihle harika olmasıdır. Ve bu Kur'ân'ın kırk vecihle mucize olduğu ve kainat Halıkının sözü bulunduğu, kuvvetli delilleriyle beraber "Yirmi Beşinci Söz" ve "Mucizat-ı, Kur'âniye" namlarındaki Risale-i Nurun bir güneşi olan meşhur bir risalede tafsilen beyan edilmesinden, onu ona havale ederek dedi:
"Böyle ayn-ı hak ve hakikat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi bir Zatta (a.s.m.), fermana cinayet ve ferman sahibine hıyanet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz."
Üçüncüsü: O Zat (a.s.m.) öyle bir şeriat ve bir İslamiyet ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir İmân ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü, ümmi bir Zatta (a.s.m.) zuhur eden o şeriat, on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu adilane ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi emsal kabul etmez.
Hem, ümmi bir Zatın (a.s.m.) ef'al ve akval ve ahvalinden çıkan İslamiyet, her asırda üç yüz milyon insanın rehberi ve mercii; ve akıllarının muallimi ve mürşidi; ve kalblerinin münevviri ve musaffisi; ve nefislerinin mürebbisi ve müzekkisi; ve ruhlarının medar-ı inkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış.
Hem, dininde bulunan bütün ibadatın bütün envaında en ileri olması ve herkesten ziyade takvada bulunması ve Allah'tan korkması; ve fevkalade daimi mücahedat ve dağdağalar içinde tam tamına ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek ve tam manasıyla ve müptediyane fakat en mükemmel olarak, hem iptida ve intihayı birleştirerek yapması, elbette misli görülmez ve görülmemiş.
Hem, binler dua ve münacatlarından Cevşenü'l-Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve · ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Risale-i Münacatın başında, Cevşenü'l-Kebirin doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen'in dahi misli yoktur diyecek.
Hem, tebliğ-i risalette ve nassı hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcası ona şiddetli adavet ettikleri halde, zerre miktar bir eser-i tereddüt, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslamiyeti dünyanın başına geçirmesi ispat eder ki, tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.
Hem, imanda öyle fevkalade bir kuvvet ve harika bir yakin ve mucizane bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran bir ulvi itikad taşımış ki, o zamanın hükümranı olan bütün efkarı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhani reislerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve münkir oldukları halde, onun ne yakinine, ne itikadına, ne itimadına, ne itminanına hiçbir şüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i imaniyede terakki eden başta Sahabeler ve bütün ehl-i velayet, onun, her vakit mertebe-i imanından feyz almaları ve onu en yüksek derecede bulmaları bilbedahe gösterir ki, imanı dahi emsalsizdir.
İşte, böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslamiyet ve harika bir ubudiyet ve fevkalade bir dua ve cihanpesendane bir davet ve mucizane bir İmân sahibinde elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz, diye anladı ve aklı dahi tasdik etti.
Dördüncüsü: Enbiyaların (aleyhimüsselam) icmaı, nasıl ki vücud ve vahdaniyet-i İlahiyeye gayet kuvvetli bir delildir; öyle de, bu Zatın (a.s.m.) doğruluğuna ve risaletine gayet sağlam bir şehadettir. Çünkü, enbiya aleyhimüsselamın doğruluklarına ve peygamber olmalarına medar olan ne kadar kudsi sıfatlar ve mucizeler ve vazifeler varsa, o Zatta (a.s.m.) en ileride olduğu tarihçe musaddaktır. Demek onlar, nasıl ki lisan-ı kal ile Tevrat, İncil, Zebur ve suhuflarında bu Zatın (a.s.m.) geleceğini haber verip insanlara beşaret vermişler ki, kütüb-ü mukaddesenin o beşaretli işaratından yirmiden fazla ve pek zahir bir kısmı "On Dokuzuncu Mektup"ta güzelce beyan ve ispat edilmiş. Öyle de, lisan-ı halleriyle yani nübüvvetleriyle ve mucizeleriyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri ve en mükemmel olan bu Zatı tasdik edip davasını imza ediyorlar. Ve lisan-ı kal ve icma ile vahdaniyete delalet ettikleri gibi, lisan-ı hal ile ve ittifak ile de bu Zatın sadıkıyetine şehadet ediyorlar diye anladı.
Beşincisi: Bu Zatın düsturlarıyla ve terbiyesi ve tebaiyetiyle ve arkasından gitmeleriyle hakka, hakikate, kemalata, keramata, keşfiyata, müşahedata yetişen binlerce evliya, vahdaniyete delalet ettikleri gibi, üstadları olan bu Zatın sadıkıyetine ve risaletine icma ve ittifakla şehadet ediyorlar. Ve alem-i gaybdan verdiği haberlerin bir kısmını nur-u velayetle müşahede etmeleri ve umumunu nur-u İmân ile ya ilmelyakin veya aynelyakin veya hakkalyakin suretinde itikad ve tasdik etmeleri, üstadları olan bu Zatın derece-i hakkaniyet ve sadıkıyetini güneş gibi gösterdiğini gördü.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Altıncısı: Bu Zatın ümmiliğiyle beraber getirdiği hakaik-ı kudsiye ve ihtira ettiği ulum-u aliye ve keşfettiği marifet-i İlahiyenin dersiyle ve talimiyle, mertebe-i ilmiyede en yüksek makama yetişen milyonlar asfiya-i müdakkikin ve sıddikin-i muhakkikin ve dahi hükema-i müminin, bu Zatın üssül-esas davası olan vahdaniyeti kuvvetli bürhanlarıyla bilittifak ispat ve tasdik ettikleri gibi, bu muallim-i ekberin ve bu üstad-ı azamın hakkaniyetine ve sözlerinin hakikat olduğuna ittifakla şehadetleri, gündüz gibi bir hüccet-i risaleti ve sadıkıyetidir. Mesela, Risale-i Nur yüz parçası ile bu Zatın sadakatinin birtek bürhanıdır.
Yedincisi: Al ve Ashab namında ve nev-i beşerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemalatla en meşhuru ve en muhterem ve en namdan ve en dindar ve en keskin nazarlı taife-i azimesi, kemal-i merak ile ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle bu Zatın bütün gizli ve aşikar hallerini ve fikirlerini ve vaziyetlerini taharri ve teftiş ve tetkik etmeleri neticesinde, bu Zatın dünyada en sadık ve en yüksek ve en haklı ve hakikatli olduğuna ittifakla, icma ile sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları, güneşin ziyasına delalet eden gündüz gibi bir delildir, diye anladı.
Sekizincisi: Bu kainat, nasıl ki kendini icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi, bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temaşagah gibi tasarruf eden saniine ve katibine ve nakkaşına delalet eder; öyle de, kainatın hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülatındaki Rabbani hikmetleri talim edecek ve vazifedarane harekatındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalatını ilan edecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ifade edecek bir yüksek dellal, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve her halde bulunmasına delalet ettiği cihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu Zatın hakkaniyetine ve bu kainat Halıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.
Dokuzuncusu: Madem bu sanatlı ve hikmetli masnuatıyla Kendi hünerlerini ve sanatkarlığının kemalatını teşhir etmek; ve şu süslü, zinetli nihayetsiz mahlukatıyla Kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle Kendine teşekkür ve hamd ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumi terbiye ve iaşe ile, hatta ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nevini tatmin edecek bir surette izhar edilen Rabbani it'amlar ve ziyafetlerle Kendi rububiyetine karşı minnettarane ve müteşekkirane ve perestişkarane ibadet ettirmek; ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli tasaızufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallakıyet ile Kendi uluhiyetini izhar ederek, o uluhiyetine karşı İmân ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semavi tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette ve herhalde o gaybi Zatın yanında en sevgili mahluku ve en doğru abdi ve Onun mezkur maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kainatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden ve daima o Halıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakıyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfika mazhar olan Muhammed-i Kureyşi (a.s.m.) denilen bu Zat olacak.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hem, aklına dedi: Madem bu mezkur dokuz hakikatler bu Zatın sıdkına şehadet ederler; elbette bu adem, beniademin medar-ı şerefi ve bu alemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona "Fahr-i Alem" ve "Şeref-i Beni Adem" denilmesi pek layıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı Rahman olan Kur'ân-ı Mucizül-Beyanın haşmet-i saltanat-ı maneviyesinin nısf-ı arzı istilası ve şahsi kemalatı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki, bu alemde en mühim zat budur; Halıkımız hakkında en mühim söz onundur.
İşte, gel bak, bu harika Zatın yüzer zahir ve bahir kati mucizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler ali ve esaslı hakikatlerine istinaden bütün davalarının esası ve bütün hayatının gayesi, Vacibü'l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfatına ve esmasına delalet ve şehadet ve o Vacibü'l-Vücudu ispat ve ilan ve ilam etmektir. Demek bu kainatın manevi güneşi ve Halıkımızın en parlak bir bürhanı bu "Habibullah" denilen Zattır ki, onun şehadetini teyid ve tasdik ve imza eden aldanmaz ve aldatmaz üç büyük icma var.
· Birincisi: "Eğer perde-i gayb açılsa yakinim ziyadeleşmeyecek" diyen İmam-ı Ali (r.a.) ve yerde iken Arş-ı Azamı ve İsrafilin azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı Azam (k.s.) gibi keskin nazar ve gaybbin gözleri bulunan binler aktab ve evliya-i azimeyi cami ve Al-i Muhammed (Aleyhissalatü Vesselam) namıyla şöhretşiar-ı alem olan cemaat-i nuraniyenin icma ile tasdikleridir.
· İkincisi: Bedevi bir kavim ve ümmi bir muhitte, hayat-ı içtimaiyeden ve efkar-ı siyasiyeden hali ve kitapsız ve Fetret Asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir zamanda en medeni ve malumatlı ve hayat-ı içtimaiyede ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükümetlere üstad ve rehber ve diplomat ve hakim-i adil olarak şarktan garba kadar cihanpesendane idare eden ve "Sahabe" namıyla dünyada namdar olan cemaat-i meşhurenin ittifakla can ve mallarını, peder ve aşiretlerini feda ettiren bir kuvvetli imanla tasdikleridir.
· Üçüncüsü: Her asırda binlerle efradı bulunan ve her fende dahiyane ileri giden ve muhtelif mesleklerde çalışan, ümmetinde yetişen hadsiz muhakkik ve mütebahhir ulemasının cemaat-i uzmasının tevafukla ve ilmelyakin derecesinde tasdikleridir.
Demek, bu Zatın vahdaniyete şehadeti şahsi ve cüz'i değil, belki umumi ve külli ve sarsılmaz ve bütün şeytanlar toplansa karşısına hiçbir cihetle çıkamaz bir şehadettir, diye hükmetti.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte, Asr-ı Saadette aklıyla beraber seyahat eden dünya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden aldığı derse kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On Altıncı Mertebesinde böyle,

b524.gif

-1-

denilmiştir.


b126.gif
-2-
Said Nursî





1- Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O öyle bir Vacibü'l-Vücud ve Vahidü'l-Ehaddir ki, Onun vücub-u vücuduna ve vahdetine tenezzülat-ı İlahiyeyi, mükaleme-i Sübhaniyeyi, taarrüfat-ı Rabbaniyeyi, kullarının dualarına mukabele-i Rahmaniyeyi ve varlığını mahlukatına hissettirmesini tazammun eden bütün gerçek vahiylerin icmaı, delalet eder. Ve keza teveddüdat-ı İlahiyeyi, mahlukatının dualarına icabat-ı Rahmaniyeyi kullarının istigaselerine olan imdadat-ı Rabbaniyeyi ve masnuatının vücuduna olan ihsanat-ı Sübhaniyeyi tazammun eden ilhamat-ı sadıkanın ittifakı da Onun vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet eder.
2- Baki olan yalnız Allah'tır.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt