Yirmi Sekizinci Mektup

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sekizinci Risale olan Sekizinci Mesele
[Şu Mesele, altı sualin cevabı olup Sekiz Nüktedir.]

Birinci Nükte
Bir dest-i inâyet altında hizmet-i Kur'âniyede istihdam edildiğimize dâir çok envâ-ı işârât-ı
gaybiyeyi hissettik ve bazılarını gösterdik. Şimdi o işârâtın bir yenisi daha şudur ki:
Ekser Sözlerde tevafukat-ı gaybiye var. Haşiye Ezcümle, Resul-i Ekrem kelimesinde ve Aleyhissalâtü Vesselâm ibaresinde ve Kur'ân lâfz-ı mübarekesinde bir nevi cilve-i i'câz temessül ettiğine bir işaret var. İşârât-ı gaybiye, ne kadar gizli ve zayıf da olsa, hizmetin makbuliyetine ve meselelerin hakkaniyetine delâlet ettiği için, bence çok ehemmiyetlidir ve çok kuvvetlidir. Hem gururumu kırar ve sırf bir tercüman olduğumu katiyen bana gösterdi. Hem hiç medar-ı iftihar benim için bir şey bırakmıyor; yalnız medar-ı şükran olan şeyleri gösteriyor. Hem madem Kur'ân'a aittir ve i'câz-ı Kur'ân hesabına geçiyor ve katiyen cüz-ü ihtiyarîmiz karışmıyor ve hizmette tembellik edenleri teşvik ediyor ve risalenin hak olduğuna kanaat veriyor ve bizlere bir nevi ikram-ı İlâhîdir ve izharı tahdis-i nimettir ve aklı gözüne inmiş mütemerridleri iskât ediyor; elbette izharı lâzımdır, inşaallah zararsızdır.
İşte, şu işârât-ı gaybiyenin birisi de şudur ki:
Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmet ve kereminden, Kur'ân'a ve imana hizmetle meşgul olan bizleri teşvik ve kulûbumuzu tatmin için, bir ikram-ı Rabbânî ve bir ihsan-ı İlâhî suretinde hizmetimizin makbuliyetine alâmet ve yazdığımız hak olduğuna işaret-i gaybiye nevinden, bütün risalelerimizde ve bilhassa Mucizât-ı Ahmediye ve İ'câz-ı Kur'ân ve Pencereler risalelerinde, tevafukat-ı gaybiye nevinde bir letâfet ihsan etmiştir. Yani, bir sayfada, misil olarak gelen kelimeleri birbirine baktırıyor. Bunda bir işaret-i gaybiye veriliyor ki, "Bir irade-i gaybi ile tanzim edilir. İhtiyarınıza ve şuurunuza güvenmeyiniz. İhtiyarınızın haberi olmadan ve şuurunuz yetişmeden harika nakışlar ve intizamlar yapılıyor."
Bahusus Mucizât-ı Ahmediye risalesinde lâfz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salâvat bir ayna hükmüne geçip, o tevafukat-ı gaybiye işaretini sarih gösteriyor. Yeni, acemî bir müstensihin yazısında, beş sayfa müstesna, mütebaki iki yüzden fazla salâvat-ı şerife birbirine müvazi olarak bakıyorlar. Şu tevafukat ise, şuursuz yalnız on adette bir iki tevafuka sebep olabilen tesadüfün işi olmadığı gibi, san'atta maharetsiz, yalnız mânâya hasr-ı nazar ederek, gayet süratle, bir bir iki saatte otuz kırk sayfayı telif eden ve kendi yazmayan ve yazdıran benim gibi bir biçarenin düşünüşü dahi elbette değildir.




Haşiye: Tevafukat ise, ittifaka işarettir. İttifak ise, ittihada emâredir, vahdete alâmettir. Vahdet ise, tevhidi gösterir. Tevhid ise, Kur'ân'ın dört esasından en büyük esasıdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte, altı sene sonra, yine Kur'ân'ın irşadıyla ve İşârâtü'l-İ'câz olan tefsirin dokuz inna'nın tevafuk suretiyle gelen irşadıyla, sonra muttali olmuşum. Müstensihler ise, benden işittikleri vakit hayret içinde hayrette kaldılar. Nasıl ki lâfz-ı Resul-i Ekrem ve lâfz-ı salâvat, On Dokuzuncu Mektupta, mucizât-ı Ahmediyenin bir nevinin bir nevi küçük aynası hükmüne geçti. Öyle de, Yirmi Beşinci Söz olan i'câz-ı Kur'ân'da ve On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde lâfz-ı Kur'ân dahi, kırk tabakadan, yalnız gözüne itimad eden tabakasına karşı, bir nevi mucizât-ı Kur'âniyenin, o nevin kırk cüz'ünden bir cüz'ü tevafukat-ı gaybiye suretinde bütün risalelerde tecellî etmekle beraber, o cüz'ün kırk cüz'ünden bir cüz'ü, lâfz-ı Kur'ân içinde tezahür etmiş. Şöyle ki:
Yirmi Beşinci Sözde ve On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde, yüz defa Kur'ân lâfzı tekerrür etmiş. Pek nadir olarak bir iki kelime hariç kalmış; mütebakisi bütün birbirine bakıyor. İşte, meselâ, İkinci Şuanın kırk üçüncü sayfasında yedi Kur'ân lâfzı var, birbirine bakıyor. Ve sayfa elli altıda sekizi birbirine bakıyor; yalnız dokuzuncu müstesna kalmış. İşte şu, şimdi gözümüzün önünde, altmış dokuzuncu sayfadaki beş lâfz-ı Kur'ân birbirine bakıyor. Ve hâkezâ... Bütün sayfalarda gelen mükerrer lâfz-ı Kur'ân birbirine bakıyor. Pek nadir olarak, beş altı taneden bir tane hariç kalıyor. Sair tevafukat ise, işte gözümüzün önünde, sayfa otuz üçte, on beş adet em lâfzı var; on dördü birbirine bakıyor. Hem gözümüzün önünde şu sayfada dokuz İmân lâfzı var, birbirine bakıyor; yalnız birisi, müstensihin fasıla vermesiyle az inhiraf etmiş. Hem şu gözümüzün önündeki sayfada iki mahbub var; biri üçüncü satırda, biri onbeşinci satırdadır, kemâl-i mizanla birbirine bakıyor. Onların ortasında dört "aşk" dizilmiş, birbirine bakıyorlar. Daha sair tevafukat-ı gaybiye bunlara kıyas edilsin.
Hangi müstensih olursa olsun, satırları, sayfaları ne şekilde olursa olsun, alâküllihâl, bu tevafukat-ı gaybiye öyle bir derecede var ki, şüphe bırakmıyor ki, ne tesadüfün işi ve ne de müellifin ve müstensihlerin düşünüşüdür. Fakat bazı hatta daha ziyade tevafukat göze çarpıyor. Demek, şu risalelere mahsus bir hatt-ı hakikî vardır; bazıları o hatta yakınlaşıyor. Garâiptendir ki, en mahir müstensihlerin değil, belki acemîlerin yazılarında daha ziyade görülür. Bundan anlaşılıyor ki, Kur'ân'ın bir nevi tefsiri olan Sözlerdeki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil, belki muntazam, güzel hakaik-i Kur'âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûp libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister; ve bir dest-i gaybîdir ki o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dördüncü Nükte
Beş altı suali tazammun eden birinci sualinizde, "Meydan-ı haşre cem' ve keyfiyet nasıl; ve üryan mı olacak? Ve dostlarla görüşmek için ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı şefaat için nasıl bulacağız? Hadsiz insanlarla birtek zat nasıl görüşecek? Ehl-i Cennet ve Cehennemin libasları nasıl olacak? Ve bize kim yol gösterecek?" diyorsunuz.
Elcevap: Şu sualin cevabı, gayet mükemmel ve vâzıh olarak, kütüb-ü ehâdisiyede vardır. Meşrep ve mesleğimize ait, yalnız bir iki nükteyi söyleyeceğiz. Şöyle ki:
Evvelâ: Bir Mektupta, meydan-ı haşir, küre-i arzın medar-ı senevîsinde olduğunu ve küre-i arz, şimdiden mânevî mahsulâtını o meydanın elvahlarına gönderdiği gibi, senevî hareketiyle, bir daire-i vücudun temessül ve o daire-i vücudun mahsulâtıyla, bir meydan-ı haşrin teşekkülüne bir mebde olduğu ve küre-i arz denilen şu sefine-i Rabbâniyenin merkezindeki Cehennem-i Suğrâyı Cehennem-i Kübrâya boşalttığı gibi, sekenesini de meydan-ı haşre boşaltacağı beyan edilmiştir.
Saniyen: Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözler başta olarak sair Sözlerde, gayet katî bir surette, o haşrin, meydanıyla beraber vücudu katî olarak ispat edilmiştir.
Salisen: Görüşmek ise, On Altıncı Sözde ve Otuz Bir ve Otuz İkide katiyen ispat edilmiştir ki, bir zat, nuraniyet sırrıyla, bir dakikada binler yerde bulunup milyonlar adamlarla görüşebilir.
Rabian: Cenâb-ı Hak, insandan başka zîruh mahlûkatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi, meydan-ı haşirde sun'î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır. Dünyada sun'î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve ziynet ve setr-i avrete münhasır değildir. Belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa, kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünkü bu hikmet olmazsa, muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvânâtın nazarında ve onlara nispeten bir maskara olur, mânen onları güldürür. Meydan-ı haşirde o hikmet ve münasebet yok; o liste de olmaması lâzım gelir.
Hamisen: Rehber ise, senin gibi Kur'ân'ın nuru altına girenlere, Kur'ân'dır.
b613.gif
'lerin,
b614.gif
'ların,
b773.gif
'lerin başlarına bak, anla ki, Kur'ân ne kadar makbul bir şefaatçi, ne kadar doğru bir rehber, ne kadar kudsî bir nur olduğunu gör.
Sadisen: Ehl-i Cennet ve ehl-i Cehennemin libasları ise, Yirmi Sekizinci Sözde hurilerin yetmiş hulle giymesine dair beyan edilen düstur burada da câridir. Şöyle ki:
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ehl-i Cennet olan bir insan, Cennetin her nevinden her vakit istifade etmek, elbette arzu eder. Cennetin gayet muhtelif envâ-ı mehâsini var; her vakit bütün Cennetin envâıyla mübaşeret eder. Öyleyse, Cennetin mehâsininin numunelerini, küçük bir mikyasta, kendine ve hurilerine giydirir; kendisi ve hurileri birer küçük cennet hükmüne geçer. Nasıl ki bir insan, bir memlekette münteşir bulunan çiçekler envâını, numunegâh küçük bir bahçesinde cem eder; ve bir dükkâncı, bütün mallarındaki numuneleri bir listede cem eder; ve bir insan, tasarruf ettiği ve hükmettiği ve münasebettar olduğu envâ-ı mahlûkatın numunelerini kendine bir elbise ve bir levazımat-ı beytiye yapıyor. Öyle de, ehl-i Cennet olan bir insan, hususan bütün duygularıyla ve cihazat-ı mâneviyesiyle ubudiyet etmiş ve Cennetin lezâizine istihkak kesb etmişse, herbir duygusunu memnun edecek, herbir cihazatını okşayacak, herbir letâifini zevklendirecek bir tarzda, Cennetin herbir nevinden birer mehâsini gösterecek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine, rahmet-i İlâhiye tarafından giydirilecek. Ve o müteaddit hulleler bir cinsten, bir neviden olmadığına delil, şu mealdeki hadistir ki:
"Huriler yetmiş hulle giydikleri hâlde, bacaklarındaki ilikleri görünür, setretmiyor."
Demek, en üstündeki hulleden, tâ en alttaki hulleye kadar, ayrı ayrı mehâsinle, ayrı ayrı tarzda hissiyâtı ve duyguları zevklendirecek, memnun edecek mertebeler var.
Ehl-i Cehennem ise, nasıl ki dünyada gözüyle, kulağıyla, kalbiyle, eliyle, aklıyla, ve hâkezâ, bütün cihazatıyla günahlar işlemiş; elbette Cehennemde onlara göre elem verecek, azap çektirecek ve küçük bir cehennem hükmüne gelecek muhtelifü'l cins parçalardan yapılmış elbise giydirilmek, hikmete ve adalete münafi görünmüyor.
Beşinci Nükte
Sual ediyorsunuz ki: "Zaman-ı fetrette Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ecdadı bir din ile mütedeyyin miydiler?"
Elcevap: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın, bilâhare gaflet ve mânevî zulümat perdeleri altında kalan ve hususî bazı insanlarda cereyan eden bakiye-i dini ile mütedeyyin olduğuna rivâyat vardır. Elbette Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmdan gelen ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı netice veren bir silsile-i nuraniyeyi teşkil eden efrad, elbette din-i hak nurundan lâkayt kalmamışlar ve zulümat-ı küfre mağlûp olmamışlar. Fakat zaman-ı fetrette,

b784.gif


sırrıyla, ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil'ittifak, teferruattaki hatîatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş'arîce, küfre de girse, usul-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlâhî irsal ile olur ve irsal dahi ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-yı sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür; etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.




1- "Peygamber göndermedikçe Biz kimseye azap edici değiliz." (İsrâ Sûresi: 17:15.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Altıncı Nükte
Dersiniz ki: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ecdadlarından nebî gelmiş midir?"
Elcevap: Hazret-i İsmail Aleyhisselâmdan sonra bir nass-ı katî yoktur. Ecdadlarından olmayan, yalnız Hâlid ibni Sinan ve Hanzele namında iki nebî gelmiştir.


Fakat ecdad-ı Nebîden, Kâ'b ibni Lüey'in meşhur ve sarih ve tansis tarzındaki bu şiiri ki,

b785.gif
-1-

demesi, mucizekârâne ve nübüvvettârâne bir söze benzer.


İmam-ı Rabbânî, hem delile, hem keşfe istinaden demiş ki: "Hindistan'da çok nebîler gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamış; veyahut mahdut birkaç adama münhasır kaldığı için iştihar bulmamışlar, veyahut nebî ismi verilmemiş."
İşte, İmamın bu düsturuna binaen, ecdad-ı Nebîden bu nevi nebîlerin bulunması mümkün...
Yedinci Nükte
Diyorsunuz ki: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın peder ve valideleri ve ceddi Abdülmuttalib'in imanları hakkında akvâ ve esahh olan haber hangisidir?"
Elcevap: Yeni Said on senedir yanında başka kitapları bulundurmuyor, "Bana Kur'ân yeter" diyor. Böyle teferruat mesâilinde, bütün kütüb-ü ehâdisi tetkik edip en akvâsını yazmaya vaktim müsaade etmiyor. Yalnız bu kadar derim ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın peder ve valideleri ehl-i necattır ve ehl-i Cennettir ve ehl-i imandır. Cenâb-ı Hak, Habib-i Ekreminin mübarek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendâne şefkatini elbette rencide etmez.
Eğer denilse: "Madem öyledir; neden onlar Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma imana muvaffak olamadılar? Neden bi'setine yetişemediler?"
Elcevap: Cenâb-ı Hak, Habib-i Ekreminin peder ve validesini, kendi keremiyle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ferzendâne hissini memnun etmek için, valideynini minnet altında bulundurmuyor. Valideynlik mertebesinden mânevî evlât mertebesine getirmemek için, hâlis kendi minnet-i rububiyeti altına alıp onları mesut etmek ve Habib-i Ekremini de memnun etmekliği rahmeti iktiza etmiş ki, valideynini ve ceddini, ona zâhirî ümmet etmemiş. Fakat ümmetin meziyetini, faziletini, saadetini onlara ihsan etmiştir. Evet, âli bir müşirin yüzbaşı rütbesinde olan pederi, huzuruna girmesi, birbirine zıt iki hissin taht-ı tesirinde bulunur. Padişah, o müşir olan yaver-i ekremine merhameten, pederini onun maiyetine vermiyor.




1- Ansızın Muhammed Peygamber gelecek, doğru haberler verecek. (Hadis: Şifâ, 1:344)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sekizinci Nükte
Diyorsunuz ki: "Amcası Ebu Talib'in imanı hakkında esahh nedir?"
Elcevap: Ehl-i teşeyyu', imanına kail; Ehl-i Sünnetin ekserîsi imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur:
Ebu Talib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletini değil, şahsını, zâtını gayet ciddî severdi. Onun o gayet ciddî, o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir. Evet, ciddî bir surette Cenâb-ı Hakkın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Talib'in, inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen makbul bir İmân getirmemesi üzerine, Cehenneme gitse de, yine Cehennem içinde bir nevi hususî cenneti, onun hasenatına mükâfaten hâlk edebilir. Kışta bazı yerde baharı hâlk ettiği ve zindanda, uyku vasıtasıyla, bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî cehennemi, hususî bir nevi cennete çevirebilir.

b988.gif
-1-
b690.gif
-2-
b457.gif
-3-




1- İlim Allah katındadır.
2- Gaybı Allah'tan başkası bilemez.
3- "Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin." (Bakara Sûresi: 2:32.)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt