Risale-i Nurdan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar

MURATS44

Özel Üye
İkincisi: Eski zamanda, on dört yaşında iken icâzet almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisve giymek yakışmadığı...
Saniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakip veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azimeden dört beş zâtın vefat etmeleri cihetiyle, elli altı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyâeddin kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarıkla, pek garip bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakka yüz binler şükrediyorum. Haşiye
• • •
Haşiye Bu mübarek emaneti Risale-i Nur talebelerinden ve ahiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım.​
 

MURATS44

Özel Üye
Emin ve Feyzi'nin Isparta'daki kardeşlerine Üstadlarının hastalığı hakkında bir mektuplarıdır.
Ramazan-ı Şerifte beş gün savm-ı visâl içinde gıda olarak, ekmeksiz muhallebi üç kaşık ve beş altı kaşık da soğuk yoğurt. Üçüncü gece, yarım kaşık muhallebi ve dördüncü gecesinde iftarda sulu şehriyeden beş kaşık ve beş kaşık sahurda, yine o şehriyeden ve yoğurttan üç dört kaşık su sayılmamak şartıyla şehriyeden beş dirhem, yoğurt süzülse on dirhem, muhallebi susuz altı yedi dirhem, beşinci gecede, tanesiz gibi gayet hafif şehriye beş altı kaşık, sahurda altı yedi kaşık pirinç çorbası, mecmuu otuz dirhem (96 gr.) gıdayla beş gün savm-ı visâli, teravih noksan olarak sair vazifelerin yapılması, Risale-i Nur şakirtlerini ihata eden inayetin harikalarından bir kerametini gördük.
Üstadımızdan hiç görmediğimiz, ikimiz (yani Emin, Feyzi), Barla, Isparta Süleymanları gibi inceden inceye hastalık Haşiye hiddetlerini tahrik etmemek için ihtiyat edemediğimizden, şiddetli hiddetini gördük. Bu hastalıkta yine eser-i rahmettir ki, hiç hatır ve hayâle gelmeyen aşr-ı ahirin gayet mühim gecelerinde, Üstadımızın tam ifa edemediği vazifesi yerinde, bu havalide herbir şakirt, kendi hususi çalışmasından başka, bir saati Üstadı hesabına Risale-i Nur'un şakirtlerinin mücahede-i maneviyelerine iştirak ve onları hedef edip, onların defter-i âmâline geçmeye, aynı üstad gibi çalışmaya başladılar.
Hatta Üstadımız diyordu: "Ehemmiyetsizliğimle beraber Isparta havalisinde kardeşlerimizin âmâl-ı uhreviyesine bir medar, bir müheyyiç hükmünde benim kusurlu çalışmam kâfi gelmiyordu. Demek üstad yerinde, onun birkaç saat çalışmasına bedel, pek çok saatler aynı vazifeyi görmeye başladılar. Cenab-ı Hak, rahmetiyle, bu hastalık vesilesiyle bir şahs-ı manevi ve kuvvetli bir medar olacak bu tedbiri ihsan etti, cüz'iyetten külliyete çıkardı."
Yine bu hastalığın letaifindendir ki, Üstadımızın hiç sesi çıkmıyordu, konuşamıyordu. Hiç beklenilmeden, bir iftar vaktinde bir doktor geldi, elini tuttu. Üstadımız dedi ki: "Ben, hastalığımı muayene ettirmem, ben hekimlere muhtaç değilim; hekim, Cenab-ı Haktır." Birden canlandı, sesi çıkmaya başladı. Güya kendisi bir doktor şeklini aldı. Doktor ise, hasta vaziyetine girdi. Doktora ehemmiyetli bir mektup okudu. Doktorun derdine deva olacak bir ilaç oldu. Sonra top atıldı.
Doktora dedi ki: "Burada iftar et."
Doktor dedi ki: "Bugün kusur etmişim, oruç tutamadım" demesiyle, çok hayret ettiğimiz Üstadımızın vaziyeti, orucunu bozmuş bir doktorun tıp noktasında hâkimane vaziyetini kabul etmediği için o vaziyet ona verildiğini bildik.
Evet, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisinden gelen şifa duası, öyle yüz bin doktora mukabil gelir diye biz de tasdik ettik.

Haşiye Hastalık o kadar şiddetli idi ki, dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.​
 

MURATS44

Özel Üye
Bu hastalığın leyle-i Kadirde Risale-i Nur'un talebeleri, hususan masumların ettikleri şifa duaları öyle bir derece harika bir surette tesirini gösterdi ki, Üstadımıza sıhhat halinden daha ileri bir surette birden bir vaziyet verildi, leyle-i Kadre lâyık bir tarzda çalışmaya başladı. Risale-i Nur şakirtlerinden gelen bu dua-yı şifa, harika bir mucize gibi, bir keramet olduğunu biz gözümüzle gördük.
Orada bulunan kardeşlerimize birer birer selam ve arz-ı hürmet eder dualarını isteriz.
Bura Risale-i Nur şakirtlerinden kardeşiniz
Emin, Mehmed Feyzi
• • •
Bizden bir ay uzakta bulunan Risaletü'n-Nur şakirtleri, Üstadımızın hastalığının aynı zamanında hastalığının vaziyetini rüyada aynen gördükleri gibi, Sabri ve Hâfız Ali'nin taifeleri de aynı vakitte burada, yani Kastamonu'da olduğu gibi hasta olan Üstadımızın hesabına daha mühim bir tarzda çalışmışlar. Şöyle ki:
Sabri'nin mektubunun bir parçasıdır.
Üstadım efendim,
Rahatsızlığınız anında oradaki menba-ı Nurun mücahedeleri, bir saat mesai-i mâneviyelerini hâdim-i Kur'ân hesabına yaptıkları gibi, bu havalide de bu seneye mahsus ifa edilen mesai-i diniye, tahdîs-i nimet zımnında zikre vesile olduğu fakire bu sene leyle-i Kadirden bir gün evvel ihtar edildi ki: "Bu sene leyle-i Kadri iki gece yap." Bendeleri de cemaate şöyle söyledim ki: "Üstadım (Sellemehullah ve âfâhu) bazı bu gibi mübarek geceleri bazı maksatlara binaen o leyle-i mübarekeyi ihya için bir gece evvel, hattâ mâhut geceden bir gece sonra daha ihyaya sa'y ederlerdi. Biz de o isre ittibaan onun hesabına leyle-i Kadri iki gece yapacağız diye niyet ve karar ettik. Birinci gecede Evrad-ı Bahaiye ve Tesbihat ve Sekîne ve Delâil-i Hayrat ve Cevşenü'l-Kebîr gibi ders ve virdlerimize çalıştık. İkinci gece keza; hem nasihat... Demek, ittibâ cihetiyle Üstadımızın hesabına yüz cemaatle-tekabbellah-çalıştırılmışız. Sonra Isparta, Atabey, İslâmköy, Kuleönü, ve saire gibi mahallelerde de sair vezaiften mâadâ hergün Kur'ân'ın cüzlerini taksim suretiyle hatm-i Kur'ân, Üstad hesabına bütün Ramazan'da ve Âyetü'l-Kürsî hatimleri kezâ... Şu halde, bu seneye mahsus yapılan ibâdât-ı mâruzaların bir hikmeti varmış ki, bilmediğimiz halde Kastamonulu kardeşlerimiz gibi Üstad hesabına çalıştırılmışız. Fîmâba'd, Rabbim uzun ömürler ihsan etsin, muammer, ebedî şifa ve deva ve inayetler ihsan buyursun. Âmin!
Talebeniz
Sabri
• • •​
 

MURATS44

Özel Üye
Namaz tesbihatının faziletine ait Isparta'ya gönderilen bir mektuptur.

Bugünlerde iki ince mesele kalbe geldi, vaktinde kaleme alamadım. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakikatlere birer işaret ederiz.
Birincisi: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim:
Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:
Nasıl ki, risalete inkılâp eden velayet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velayetlerin fevkindedir. Öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:
Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder. O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhânallah der. Sonra o serzâkirin emr-i manevisiyle, ona ittibaen elhamdü lillâh, elhamdü lillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselam) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdü lillâh, elhamdü lillâh'larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde elhamdü lillâh ile iştirak eder, ve hâkezâ Allahu ekber, Allahu ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselam halka-i zikrinde ve​

hatme-i kübrasında o sabık manayla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselama müteveccih olup
b1099.gif
-1- der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.
Said Nursi
• • •

Hafız Ali'nin bu defaki mektubunda çok mübarek duaları bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip şükre sevk etti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düşenlere, mana-yı işârîsiyle mededres ve halaskâr ve şifa ve medar-ı sürur olan
b1100.gif
-2- ve
b1101.gif
-3- her musibetzedeye baktığı gibi, bu geçen hastalık cihetiyle bize de baktığını yazıyor.
Evet, Hafız Ali o noktayı tam görmüş. Ben de tasdiken derim ki: Eğer o hastalık yirmi derece tezâuf etseydi, bizlere kazandırdığı neticeye nispeten yine ucuz düşerdi ve rahmet olurdu. Fakat Hafız Ali'nin kendi üstadı hakkında, benim haddimden pek çok ziyade isnat ettiği meziyet ve masumiyeti, onun masum lisanıyla hakkımda medih olarak değil, belki bir nevi dua olarak tasavvur ediyoruz.
Hem Hafız Ali'nin, Sav gibi yerler, karyeler ve Isparta birer medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nur'un sadık şakirtleri harikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri, bizleri, belki Anadolu'yu, belki âlem-i İslamı mesrur ve müferrah eden bir hakikatli haber telâkki ediyoruz.
Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği "Mânevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemin hemen hemen gelmesi" diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil, keyfiyete bakmak, hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden dehşetli esbap altında Risale-i Nur'un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i
1 Milyon kere salât ile milyon kere selam Senin üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü.
2 "Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır." İnşirah Sûresi: 94:6.
3 "Biz senin göğsüne genişlik vermedik mi?" İnşirah Sûresi: 94:1.​
 

MURATS44

Özel Üye
Sâdıkın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu'nun sinesinden onu çıkaramaz. Tâ ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah'a şükrederiz.
Said Nursi
• • •

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde Rumuzat-ı Semaniyeye ait iki risaleyi ehemmiyetli talebelerle bir yere gönderdim. Yol kapandı, gitmedi. O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalaa ettim. Fikren dedim ki: "Bu zevkli, güzel, meraklı, şirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevk edilmeden perde indi, başka yolda sevk edildik, çalıştırıldık?"
Birden ihtar edildi ki: O gaybî esrarı açacak olan meslekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kıymetli ve umumî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona şiddetle muhtaç ve İslamiyetin temel taşları olan hakaik-i imaniye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar gelecekti. En büyük ve en yüksek maksat olan hakaik-i imaniyeyi, ikinci derecede bırakacaktı. Onun için idi.
Sûre-i
b1102.gif
remzinde, esrar-ı gaybiye gösterildi, birden kapandı, perde indi.
Hem bu sır içindir ki, o yolda fazla istihdam edilmedik. Yalnız o meslek-i tevafukiyenin tereşşuhatından Risale-i Nur'un hakkaniyetine bir imza ve cezaletine bir ziynet ve huruf-u Kur'aniyenin intizamından ve vaziyetlerinden tezahür eden bir nevi i'câz çıktı. Daha o yolda çalıştırılmadık.
Said Nursi
• • •

Rüya hakkında Isparta'ya gönderilen bir fıkradır.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hediyeniz, Kastamonu'ya geleceği ânında rüyada gördüm ki, bizlere bir ferman-ı şâhâne, mânevî bir cânipten geliyor, kemal-i hürmetle ellerinden tutup bize getiriyordular. Biz baktık ki, o ferman-ı âli Kur'an-ı Azîmüşşân olarak çıktı. O
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman." Nasr Sûresi: 110:1.​
 

MURATS44

Özel Üye
halde bu mana kalbe geldi: Demek Kur'an yüzünden Risale-i Nur'un şahs-ı manevisi ve biz şakirtleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gayptan alacağız.
Şimdi tabiri ise, o fermanı temsil eden masumların kalemiyle manevi tefsir-i Kur'an'ı aldığımızdır. Bu rüyanın şimdiki tabiri çıkmadan bir iki saat evvel Feyzi ile Emin'in gösterdikleri tabir dahi haktır ve ehemmiyetlidir.
Hem bu medâr-ı sürur ve ferah olan hediye-i nuraniyeyi bir hiss-i kablelvukuyla benim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemişti ki, o gelmeden iki gün evvel, Feyzi ve Emin'in fıkrasında beyan edilen, rüyayı gördüğüm gecenin gününde, sabahtan akşama kadar ve ikinci günü de kısmen hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahaneyle ferahımı izhar edip, otuz kırk defa tebessümle güldüm.
Hem ben ve hem Feyzi, taaccüp ve hayret ettik. Otuz günde Haşiye bir defa gülmeyen, bir günde otuz defa gülmek bizleri hayrette bıraktı. Şimdi anlaşıldı ki, o sürur, o sevinç mezkûr manevi fermanı temsil eden masumların ve ümmîlerin kalemlerinin yazıları, nesl-i âtînin sahaif-i hayatlarına, âlem-i İslamın sahife-i mukadderatına ve ehl-i İmân istikbalinin defterlerine neşr-i envar edeceklerinin ve o masumların halis ve sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i âmâlimizde hasenatlarını yazıp kaydetmesinin ve Risale-i Nur şakirtlerinin mukadderatını mesudâne idamesinin haberini veren, o daha gelmeyen hediyeden geliyordu. Benim, o azim yekûndan hisseme düşen binden bir cüz'ü ruhen hissedilmiş, beni mesrurâne heyecana getirmiş idi.
Evet, böyle yüzer masumların makbul amelleri ve reddedilmez duaları sair kardeşlerimin defterlerine geçmesi misilli, benim gibi bir günahkârın sahife-i âmâline dahi girmesi, binler sürur ve sevinç verir. Böyle karanlık bir zamanda, bu ağır şerait altında böyle masumâne ve kahramanâne çalışmak için, biz, hem o masumları ve o ümmîleri ve muallimlerini tebrik, hem peder ve validelerini tebrik, hem köylerini tebrik, hem memleketlerini, hem milletlerini, hem Anadolu'yu tebrik ederiz.
Mübarek masumların ve ümmîlerin herbirisine birer hususi teşekkürnâme ve tebriknâme yazmak elimden gelseydi yazacaktım.
Said Nursi
• • •

Emin ve Feyzi'nin Ispartalı kardeşlerine gönderilmiş bir fıkrasıdır.
Isparta'da bulunan kardeşlerimize,
Lâtif bir rüyanın kadere ait bir meseleyi, şuhud derecesinde bize kanaat verdiği gibi, o lâtif rüyanın ciddi ikinci parçası bizlere manevi bir müjde ve beşaret verdiği cihetle, siz kardeşlerimize beyan ediyoruz. Şöyle ki:
Haşiye Evet, hiçbir vakit Üstadımızı bu kadar neş'eli görmemiştik. Sebebini bilmediğimizden hayret ediyorduk.
Emin, Feyzi​
 

MURATS44

Özel Üye
İki gün evvel Üstadımız rüyada görüyor ki: Ben, yani Feyzi ile beraber gezmeye çıkıyoruz. Giderken, birden ben Üstadıma söylüyorum ki: "Buradan ben ayının tesbihini toplayacağım." Üstadım da bakıyor ki, beyaz ipler gibi dolaşmış birşey görüyor. Bu acip güldürecek sözümden ve ayıya tesbih isnat etmek vaziyetimden çok şiddetli gülerek uyanmış. Uyandıktan sonra da gülmüş. Akşama kadar hiç görülmemiş bir tarzda, yirmi otuz defa o hâdise-i nevmiyeyi gülerek benimle mülâtefe etti. Münasebet olmayan bazı şeylerle tabire çalıştıksa da tabire münasebet tutmadı.
Sonra ikinci gün âdet-i müstemirrede, kendi tecrübesiyle rüya-yı sadıkanın kısmen aynı günde, kısmen ikinci günün aynı saatinde, bana benzeyen bir dost-ki, rüyada Üstadıma benim suretimde görünmüş-Üstadımızın yanına geldi. Dedi ki: "Ayının yağını toplayanlardan alıp ve müezzin ve tesbih yapan bir adamın tavsiyesiyle mühim bir adama, her sabah hastalık için yutmasını nasıl görüyorsun?"
Üstadımız da, rüyada güldüğü gibi aynen öyle gülmüş. Birden rüya hatırına gelip bu acip ve aynı aynına tabiri kemal-i taaccüp ve hayretle karşılayıp ona demiş: "Sakın istimal etmesin."
Yirmi Sekizinci Mektubun rüyaya ait birinci risalesinin altıncı nüktesinde rüya-yı sadıka, kader-i İlahinin herşeyi ihata ettiğine bir hüccet-i katıa hükmünde Üstadımız binler tecrübeyle gördüğü gibi, aynen bu vakıa dahi bizlere şuhud derecesinde kat'î ispat etti ki, hâdisat, vücuda gelmeden evvel mukadderdir, malûmdur, muayyendir, kader-i İlahinin mizanıyla geliyor diye, bu rükn-ü imaniye bize gayet lâtif ve kat'î bir nümune oldu.
Hem aynı rüyanın ikinci tabakasında Üstadımız görüyor ki, Risale-i Nur'un heyetine bir ferman geliyor. Birden geldi, o kudsi ferman Kur'an çıktı. Bunun tabiri, aynı günün aynı tecrübe saatinde, Kur'an'ın Hizbü'l-Ekberi ümit edilmediği bir vakitte, malûm Âsiye Hanımın hanesinde etrafı tezyin edilen Hizbü'l-Ekberi yüz senelik bir güzel kap içinde, o kabın, üstünde sırmayla padişahların mühim fermanlarında tuğra-i şâhâne işlenmiş olduğunu gördük.
Üstadımız dedi ki: Ferman geldi diye Kur'an çıktı. Şimdi de, Kur'an'ın Hizbü'l-Ekberi geldi. Üstünde ferman tuğrası bulunduğundan, Risale-i Nur'un heyetine beşaretli ve medâr-ı feyiz ve terakki bir ferman-ı Rabbanî hükmüne geçeceğini rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Bu tabirden sonra ikinci günü, sizin çok kıymettar hediyeniz hakikî tabirini güneş gibi meydana çıkardı.
Orada bulunan umum kardeşlerimize selam, arz-ı hürmet eder, dualarınızı isteriz.
Risale-i Nur talebelerinden
Emin, Feyzi
• • •

Isparta'ya gönderilen bir mektup,
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Namaz tesbihatının sırrına göre, nasıl ki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlille bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (a.s.m.) ve zikir ve tesbih eden ve rû-yi zemin kadar geniş bir halka-i tahmidat-ı Ahmediye (a.s.m.) dairesine tasavvuran
ve niyeten girmek medâr-ı füyuzat olduğu gibi, ben ve biz de, Risale-i Nur'un geniş daire-i dersinde ve halka-i envarında ders alan ve dua eden ve çalışan binler masum lisanların ve mübarek ihtiyarların dualarına ve âmâl-i salihalarına hissedar olmak ve dualarına âmin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-ı mekân ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. Hususan ahir ömrümde böyle kıymettar, masum manevi evlatları ve yüzer küçük Abdurrahman'ları bulmak, benim için dünyada bir cennet hayatı hükmüne geçiyor.
Geçen Ramazan-ı Şerifte, hastalığım münasebetiyle, herbir kardeşim benim hesabıma birer saat çalışmalarının pek büyük neticesini aynelyakîn ve hakkalyakin gördüğümden, böyle duaları reddedilmez masumların ve mübarek ihtiyarların ve bahtiyar üstadlarının, benim hesabıma ara sıra lisanen ve kalben duaları ve çalışmaları, kalemleriyle yardımları, benim Risale-i Nur'a hizmetimin uhrevî bir netice-i bâkiyesini dünyada dahi bana gösterdi.
b126.gif

Kardeşiniz Said Nursi
• • •

Risale-i Nur'un küçük ve mâsum şakirtleri
Risale-i Nur'un küçük ve masum şakirtlerinden elli altmış talebenin yazdıkları nüshaları bize göndermişler, o parçaları üç cilt içinde cem ettik.
İşte bu mecmuadaki parçaları yazanların nümune olarak bir kısmı şunlardır:
İsimleri Yaşları
Ömer 15
Mustafa 13
Hafız Nebi 14
Hicret 15
Hüseyin 11
Ahmed Zeki 13
Ayşe 11
Hafız Ahmed 12
Mustafa 14
Bekir 9
Ali 12
Ayşe 11
İşte bu mecmuadaki risaleler, bu masum çocukların Risale-i Nur dan ders aldıkları ve yazdıklarının bir kısmıdır. Onların bu zamanda bu ciddi çalışmaları gösteriyor ki, Risale-i Nur da öyle bir manevi zevk ve cazibedar bir nur var ki, mekteplerde çocukları okumaya şevkle sevk etmek için icad ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk, Risale-i Nur veriyor ki, çocuklar böyle hareket ediyorlar. Hem bu hal gösteriyor ki, Risale-i Nur kökleşiyor. İnşaallah, daha hiçbir şey onu koparamayacak; ensal-i atiyede devam edecek, gidecek.
Aynen bu masum çocuk şakirtler gibi, Risale-i Nur'un cazibedar dairesine giren ümmi ihtiyarların dahi kırkelli yaşından sonra Risale-i Nur'un hatırı için

yazıya başlayıp yazdıkları kırk elli parça, iki üç mecmua içinde derc edildi. Bu ümmi ihtiyarların ve kısmen çoban ve efelerin, bu zamanda, bu acip şerait içinde, herşeye tercihan Risale-i Nur a bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda Risale-i Nur a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki, harmancılar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri, hacat-ı zaruriyeden ziyade bir hacat-ı zaruriyeyi, Risale-i Nur'un hakaikini görüyorlar.
Bu ciltte az ve sair altı cild-i ahirde masumların ve ihtiyar ümmilerin yazılarının tashihinde çok zahmet çektim. Vakit müsaade etmiyordu. Hatırıma geldi ve manen denildi ki: Sıkılma! Bunların yazıları çabuk okunmadığından, acelecileri yavaş yavaş okumaya mecbur ettiğinden, Risale-i Nur'un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa, yalnız akıl cüz i bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler.
Risale-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.
Elhasıl: Masumların ve ümmi ihtiyarların noksan yazılarında iki fayda var:
Birincisi: Teenni ve dikkatle okunmaya mecbur etmektir.
İkincisi: O masumane ve halisane ve samimi ve tatlı dillerinden, derslerinden Risale-i Nur'un şirin ve derin meselelerini lezzetli bir hayretle dinlemek ve ders almaktır.
b126.gif

Kardeşiniz
Said Nursi
• • •

Isparta'ya gönderilen bir fıkradır
Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkar şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirtlerden tam ve halis bir sadakat ve daimi ve sarsılmaz bir sebat ister. Evet, Risale-i Nur on beş senede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikiyi on beş haftada ve bazılara on beş günde kazandırdığını, yirmi senede, yirmi bin zat tecrübeleriyle şehadet ederler.
Hem, iştirak-i âmâl-i uhreviye düsturuyla, herbir şakirdine, herbir günde binler halis lisanlarla edilen makbul duaları ve binler ehl-i salâhatin işledikleri âmâl-i salihanın misil sevaplarını kazandırıp, herbir hakikî sadık ve sebatkar şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğine delil, kerametkârâne ve takdirkârâne İmam-ı Ali Radıyallahü Anhın üç ihbarı ve keramet-i gaybiye ve Gavs-ı Âzamdaki (k.s.) tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşareti ve Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın kuvvetli işaretiyle o
Baki olan ancak Allahtır.​
 

MURATS44

Özel Üye
halis şakirtler, ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek kat'î ispat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiyat ister.
Madem hakikat budur, Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarikat ve sofî meşrep zatlar onun cereyanına girmek ve ilim ve tarikattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şakirtlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa, Risale-i Nur'a karşı rakîbâne başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur'aniyeye bilmeyerek zarar verir, zındıkaya bir nevi yardım olur.
Said Nursi
• • •

Lâtif bir tevafuka işaret eden bir fıkradır.
Otuz altı yapraktan ibaret ve İmam-ı Ali'nin fevkalâde takdirine mazhar olan Otuz İkinci Sözün kendi kendine gelen beş bin yedi yüz on beş tevafuku, Risaletü'n-Nur'un bu havalideki gayet mühim bir talebesi olan Ahmed Nazif'in nüshasında çıkmıştır. Demek o risalenin hatt-ı hakîkisine rastgelmiş ki, bu harika kerameti göstermişler.
Hem iki Hüsrev'i Risale-i Nur dairesine ve Bekir Sıdkı'ya kerametini gösterip, İmân getiren ve tılsım-ı kâinatın üçte birisini halleden, on beş yapraktan ibaret olan Otuzuncu Sözüne kahraman Nazif'in nüshasında tekellüfsüz üç bin sekiz yüz otuz beş tevafuku... Biz, gözümüzle bu keramet-i tevafukıye-i Nuriyeyi gördük. Haşiye
Halil, Hilmi, Salâhaddin, Emin, Feyzi
Said Nursî
• • •

Hâfız Mustafa'nın bir fıkrasıdır.
Aziz Üstadım,
O cereyanın hücumu ânında köyümüzde nahiye müdürü ve daha zahiren mühim memurlar bulunduğu halde, şifahen isimlerimizle ihbar edip taharri ettirmek istedikler ihalde, Hazret-i Esadullah Ali Kerremallahu Vechehu ve Gavs-ı Âzam
Haşiye
Bu risalede elif'lerin mecmuu yüz kırk dört çıkmış; tam tamına Said olup müellifinin imzasını gösteriyor.​
 

MURATS44

Özel Üye
gibi çok mânevi üstadlarımızın mânevi yardımlarıyla akim kalıp, hattâ o memurları aleyhimize değil, lehimize mânevî darbeleriyle çevirdiler. Elfü elfi elhamdülillâhi hâzâ min fadli Rabbî.
Mektubu mütalâa ettik. Aciptir ki, bizim kusurumuzdan ve ufacık ihtiyatsızlığımızdan gelen o tesirsiz cereyanı haber veriyor gördük. Çünkü, "Bir kısım avâm-ı nâs ve bid'alara tâbi bir kısım ulemâ-i zâhir, hakikaten kendilerinin pis ve dalâlet bataklığından giden yollarında arkadaşlık etmeyen ve bir cadde-i kübrâyı bulan Risaletü'n-Nur şakirtlerini zemmediyor" diye sizden gelen o mektup haber veriyordu. Hakikaten öyle oldu. Mektuptan birgün sonra, merakı mucip üzerimizde hiçbir tesir kalmadı.
Talebeniz
Hâfız Mustafa
• • •

Emin ve Feyzi'nin Isparta'daki kardeşlerine yazdığı bir fıkradır.
Evet, Isparta'da bulunan kardeşlerimizin haber verdikleri bu ehemmiyetli hadise-i taarruziyeye teşebbüs vukuu zamanında muhaberemiz kesildiği halde, mütemadiyen her vakit Üstadımız, aynı taarruza mâruz bulunuyoruz gibi bizi (yani Feyzi ve Emin'i) ikaz ediyordu. "Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat ediniz; bir halt edemezler." Biz de bakıyorduk ki, bizde birşey yok, hissetmiyorduk. Hem o gaybî hadiseyi bertaraf etmek için mutabık bir mektup bize yazdırdı; size gönderildi.
Risale-i Nur şakirtlerinden
Emin, Feyzi
• • •

Hulusi Bey'in bir fıkrasıdır.
Lâhika'nın bu defa irsal buyurulan kısmını aldım. Lehülhamd kudsî vazifede istihdamımız devam ediyor. Hakikaten insan, seyyidinin mütenevvi hizmetleri arasında böyle nurlu ve nuranî hizmette bulundurulmasını hissedince, zaten ücretini peşin alan bir köle olduğunu da nazar-ı dikkate alınca, bütün zerrat-ı kâinat

kadar dil ile hamdetmek istiyor. Yani kalbinde yanan Elhamdü lillâh kandili, herşeyi müsebbih ve hâmid gösteriyor ve güzel bir niyetle, o hâmidlerin hamdini ve müsebbihlerin tesbihini ve o şâkirlerin şükrünü beraberce seyyidine takdime bir iştiyak hissediyor.
Nurlu ve kudsî mektuplarınız yekdiğerini takip ettikçe, hakikaten tahkikî imanın kemale doğru seyran ettiği görülüyor. Bu aciz kardeşiniz şüphesiz bir surette İmân ettim ki: Şeriat-ı Garra-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın hakaikine, ruhuna nüfuz etmenin en kısa, en hatarsız, en zevkli tariki, Risalei'n-Nur'a intisapladır.
Evet, bahtiyar odur ve ona derler ki: Risaletü'n-Nur'a intisap etmiş, bütün mü'minleri kendisine tam hakiki kardeş bilip bu zulmetli asırda imân-ı tahkikî nuruyla cadde-i kübrâ-yı Ahmediyeyi (a.s.m.) buluyor. Nihayetsiz şekillere, karışıklıklara rağmen Bismillâh ile açılan Risaletü'n-Nur kapısından girince, tıfıl iken "Ümmetî" diyen Şefîini ciddi sevmek, yani sünnet-i seniyesine ittiba eylemenin muaccel mükâfatı olarak buluyor. Her emri işlerken, bu emri cânib-i Haktan bu ümmete getireni; her nehyi yapmamaya cebrederken, bu nehyi taraf-ı İlâhiden bu ümmete getireni düşüne düşüne, derslerde geçtiği gibi, bütün ömür dakikaları ibadet olabilir. Ve o Habib-i Hüda, o Şefî-i Rûz-i Cezâyı her işinde nümune etmek azminden mütevellid muhabbet, o Habîbin bulunduğu âleme göçmeyi sevdirecek hale getiriyor ve böylece
b1104.gif
-1- sırrı tezahür ediyor.
Tezekkür-ü mevt veya rabıta-i mevt
b1105.gif
-2-
Elhasıl: Ne ararsak, hep Risaletü'n-Nur'da güneş gibi görünüyor. Risaletü'n-Nur şakirtleri dikkat etseler, daha bu fâni âlemde iken livâü'l-Hamd-i Ahmedî (aleyhissalâtü vesselâm) altında bulunduklarını inayet-i Hakla anlarlar.
Acizane fehmedebildiğim, şu anda kalbime gelen hakikatlara istinaden diyeceğim ki: Bu dalâlet ve bid'aların ve dinsizliğin tâun ve vebâdan daha ziyade ve daha şiddetli sârî illetlerine karşı Risaletü'n-Nur'un getirdiği ve tâlim ve tefhim ettiği çok hakikatlerden Sünnet-i Ahmediyeye (a.s.m.) temessük dersini en hakikî olarak alan, Risaletü'n-Nur şakirtleridir. Onlar bu temessük ve intisaplarının, iki kere iki dört eder kat'iyetinde mazhar oldukları inayet-i Rabbaniye şehadetiyle, muaccel mükâfatlarını görüyorlar. Yani, burada sünneti ile dalâlet ve bid'at ve dinsizlik ateşlerinden kurtaran mensup olduğumuz şeriatın mübelliği; burada halâs ve mukavemetle, âhir hayatımızda İmân ile, haşr-i ekberde şefaatıyla inşaallah ebedî sevindirecektir diyorlar diye biliyorlar.
1 Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:29. (İbn-i Hâcer el-Askalânî: Senedli, vesikalı bir hadis değil derim demiş, Ali el-Karî ise Mânâsı doğrudur demiştir.)
2 Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, 4:409 (Kitâbu't-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1:78.​
 

MURATS44

Özel Üye
b1106.jpg

Madem ki böyle olmuştur; o halde şüphesiz Risaletü'n-Nur'un intişarındaki maksat, şu zamanın insanlarına tahkikî imanı ders vermek, mütehayyirlerini kurtarmak, müteharrîlerini takviye ve tarsin etmek, zındıka ve ehl-i ilhadı iskât ve ilzam etmektir. Amma fitne ateşleri âfet halini alan bu zamanda, cam ile elmasın beraber satıldığı bir çarşıda bu mübarek Nurları, yani şânında
b1107.gif
buyurulan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın hakikî tefsirleri olan Risaletü'n-Nur'un hakaretten sıyaneti için, hem 209 sırr-ı tenvirini Rahîm ve Kerîm Rabbimiz irade ve takdir buyurmuş.
Risale-i Nur şakirtlerinden
Hulûsi
• • •

Halil İbrahim'in Risale-i Nur'a hitaben yazdığı bir fıkradır.
b1108.gif
Şümus-u Kur'ân'ın envarlarından in'ikâs eden ecram-ı ulviye, seyyarat ve sevabit-i kevkebiye ve ezhar-ı müzeyyene-i ravza-i safaiye ve hakaik-âşina ile memlû dürr-i meknune
b1109.gif
olan Risale-i Nuriye, esrar-ı kitabullah, âlemi ziyalandırdı ve inşaallah daimî ziyalandıracaktır. Ve öyle bir şaheserdir ki, Selef-i Salihînin eserlerinin sonunda gelmekle hepsinden ileridedir. Öyle mebzul bir feyz var ki, en zulmetli kalbleri dahi nur-u İmân ile nurlandırır. Ve öyle bir mârifet-i İlâhiyeyi serd ve beyan eyler ki, körlere bile gösterdi.
O, benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü, ruhumun gıdası, letâifimin incilâsı, canımın canı... Ben onun herbir hakikatine bin can versem, inşaallah bir cana mukabil bâkide bin can alacağım. O, benim kabirde enîsim, berzahta refikim, ve mizanda a'mâlim, Sıratta Burakım, Cennette yoldaşım...
Ben onun hakkında nasıl tarif edebilirim? Yirmi Sekizinci Mektupta serd edilen
b1110.gif
fehvasınca ben de derim:
Şüphesiz ki Kur'ân'ı Biz indirdik ve onu koruyacak olan da Biziz. Hicr Sûresi: 15:9.​
 
Üst Alt