Risale-i Nurdan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar

MURATS44

Özel Üye
Sonra, kalb her zulümat arkasında ayrı ayrı bir nuru gördüğü için, seyahate iştahı açılıyordu. Hayale binip semâya çıkmak istedi.
O vakit gayet geniş bir perde daha açıldı; kalb semâvat âlemine girdi. Gördü ki, o nuranî, tebessüm eden suretinde görülen yıldızlar, küre-i arzdan daha büyük ve ondan daha sür'atli bir surette birbiri içinde geziyorlar, dönüyorlar. Bir dakika birisi yolunu şaşırtsa, başkasıyla müsademe edecek; öyle bir patlak verecek ki, kâinatın ödü patlayıp âlemi dağıtacak. Nur değil, ateş saçarlar; tebessümle değil, vahşetle bana baktılar. Hadsiz büyük, geniş, hâli, boş, dehşet, hayret zulümatı içinde semâvâtı gördüm. Geldiğime bin pişman oldum.
Birden,
b1185.gif
-1-
b1186.gif
un Esmâ-i Hüsnâsı,
b1187.gif
-2-
b1188.gif
burcunda cilveleriyle zuhur ettiler. O mânâ cihetiyle, karanlık üstüne çökmüş olan yıldızlar, o envâr-ı azîmeden birer lem'a alıp, yıldızlar adedince elektrik lâmbaları yakılmış gibi, o âlem-i semâvat nurlandı. O boş ve hâli tevehhüm edilen semâvat dahi, melâikelerle, ruhanîlerle doldu, şenlendi. Sultân-ı Ezel ve Ebedin hadsiz ordularından bir ordu hükmünde hareket eden güneşler ve yıldızlar, bir manevra-i ulvî yapıyorlar tarzında, o Sultan-ı Zülcelâlin haşmetini ve şâşaa-i rububiyetini gösteriyorlar gibi gördüm. Bütün kuvvetimle ve mümkün olsaydı bütün zerrâtımla ve beni dinleselerdi bütün mahlûkatın lisanlarıyla diyecektim; hem umum onların namına dedim:
b1189.gif
-3- âyetini okudum, döndüm, indim, ayıldım. "Elhamdü lillâhi alâ nûri'l-îmâni ve'l-Kur'ân" dedim.
Said Nursi
• • •
1 "And olsunki dünya semâsını Biz kandillerle süsledik." Mülk Sûresi: 67:5.
2 "Güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi." Ra'd Sûresi: 13:2.
3 "Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur." Nur Sûresi: 24:35.

Na'büdü Nüktesi
Bu mânâyı tenvir için, kendi başımdan geçmiş nurlu bir hâli ve hakikatli bir hayali söylüyorum. Şöyle ki:
Bir vakit
b505.gif
-1- deki nun-u mütekellim-i maalgayr düşündüm ve mütekellim-i vahde sıygasından
b807.gif
-2- sıygasına intikalin sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki cemaatin fazileti ve sırrı, o nun'dan inkişaf etti.
Gördüm ki, namaz kıldığım o Bayezid Camiindeki cemaatle iştirakimi ve herbiri benim bir nevi şefaatçim hükmüne ve kıraatimde izhar ettiğim hükümlere ve dâvâlara birer şahit ve birer müeyyid gördüm. Nâkıs ubudiyetimi, o cemaatin büyük ve kesretli ibâdâtı içinde dergâh-ı İlâhiyeye takdime cesaret geldi.
Birden, bir perde daha inkişaf etti. Yani, İstanbul'un bütün mescidleri ittisal peydâ etti. O şehir, o Bayezid Camii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdiklerine mânen bir nevi mazhariyet hissettim.
Onda dahi, rû-yi zemin mescidinde, Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm.
b993.gif
-3- dedim, benim bu kadar şefaatçilerim var, benim namazda söylediğim herbir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar.
Madem hayalen bu perde açıldı, Kâbe-i Mükerreme mihrap hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek, o safları işhad edip, tahiyyatta getirdiğim
b1193.gif
-4- olan imanın tercümanını mübarek Hacerü'l-Esvede tevdi edip emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıldı. Gördüm ki, dahil olduğum cemaat üç daireye ayrıldı.
Birinci daire: Rû-yi zeminde mü'minler ve muvahhidîndeki cemaat-i uzmâ.
İkinci daire: Baktım, umum mevcudat, bir salât-ı kübrâda, bir tesbihât-ı uzmâda, her taife kendine mahsus salâvat ve tesbihatla meşgul bir cemaat içindeyim. "Vezâif-i eşya" tabir edilen hidemât-ı meşhude, onların ubudiyetlerinin ünvanlarıdır. O hâlde
b515.gif
-5- deyip hayretten başımı eğdim, nefsime baktım:​

1 "Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz." Fâtiha Sûresi: 1:5.
2 Kulluk ederiz
3 Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Fâtiha Sûresi: 5
4 Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın Resulüdür.
5 Allah en büyüktür, en yücedir.​
 

MURATS44

Özel Üye
Üçüncü bir daire içinde, hayret-engiz, zâhiren ve keyfiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemiyeten büyük, bir küçük âlemi gördüm ki, zerrât-ı vücudiyemden tâ havâss-ı zâhiriyeme kadar, taife taife vazife-i ubudiyetle ve şükrâniye ile meşgul bir cemaat gördüm. Bu dairede, kalbimdeki lâtife-i Rabbâniyem,
b505.gif
-1- o cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım o iki cemaat-i uzmâyı niyet ederek demişti.
Elhasıl,
b807.gif
-2- nun'u şu üç cemaate işaret ediyor. İşte bu hâlette iken, birden Kur'ân-ı Hakîmin tercümanı ve mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, Medine-i Münevvere denilen mânevî minberinde, şahsiyet-i mâneviyesi haşmetiyle temessül ederek,
b1197.gif
-3- hitabını, mânen herkes gibi ben de işitip, o üç cemaatte herkes benim gibi
b161.gif
-4- ile mukabele ediyor tahayyül ettim.
b1199.gif
-5- kaidesince, şöyle bir hakikat fikre göründü ki:
Madem bütün âlemlerin Rabbi, insanları muhatap ittihaz edip umum mevcudatla konuşur; ve şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hitab-ı izzeti, nev-i beşere, belki umum zîruha ve zîşuura tebliğ ediyor. İşte, bütün mazi ve müstakbel, zaman-ı hazır hükmüne geçti; bütün nev-i beşer bir mecliste, safları muhtelif bir cemaat şeklinde olarak, o hitap, o suretle onlara ediliyor.
O vakit, herbir âyât-ı Kur'âniye, gayet haşmetli ve vüs'atli bir makamdan, gayet kesretli ve muhtelif ve ehemmiyetli muhatabından, nihayetsiz azamet ve celâl sahibi Mütekellim-i Ezelîden ve makam-ı mahbubiyet-i uzmâ sahibi tercüman-ı âlişanından aldığı bir kuvvet-i ulviyet, cezâlet ve belâgat içinde, parlak, hem pek parlak bir nur-u i'câzı içinde gördüm. O vakit, değil umum Kur'ân, ya bir sûre, yahut bir âyet, belki herbir kelimesi birer mucize hükmüne geçti
b1200.gif
-6- dedim; o ayn-ı hakikat olan hayalden, "na'büdü" nun'una girdiğim gibi çıktım ve anladım ki, Kur'ân'ın değil âyetleri, kelimeleri, belki
b807.gif
-7- gibi bazı harfleri dahi mühim hakikatlerin nurlu anahtarlarıdır.
Kalb ve hayal, o nun-u
b807.gif
'den çıktıktan sonra, akıl karşılarına çıktı, dedi: "Ben de hisse isterim. Sizin gibi uçamam. Ayaklarım delildir, hüccettir. Ayn-ı
b807.gif
ve
b820.gif
-8- 'de, Mâbud ve Müsteân olan Hâlıka giden yolu göstermek lâzımdır ki, sizinle gelebileyim."
1 "Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz." Fâtiha Sûresi: 1:5.
2 Kulluk ederiz
3 "Ey insanlar, Rabbinize kulluk edin." Bakara Sûresi: 2:21.
4 Ancak sana ibadet ederiz. Fâtiha Sûresi: 1:5.
5 Birşey sabit olduğunda, bütün levazımatıyla birlikte sabit olur.
6 İman ve Kur'an nurundan dolayı Allah'a hamd olsun.
7 Kulluk ederiz
8 Yardım dileriz.​
 

MURATS44

Özel Üye
O vakit kalbe şöyle geldi ki:
O mütehayyir akla de: Bak, kâinattaki bütün mevcudata: Zîhayat olsun, câmid olsun, kemâl-i itaat ve intizamla vazife suretinde ubudiyetleri var. Bir kısmı, şuursuz, hissiz oldukları hâlde, gayet şuurkârâne, intizamperverâne ve ubudiyetkârâne vazife görüyorlar. Demek bir Mâbud-u Bilhak ve bir Âmir-i Mutlak vardır ki, bunları ibadete sevk edip istihdam ediyor.
Hem bak, bütün mevcudata, hususan zîhayat olanlara: Herbirinin gayet kesretli ve gayet mütenevvi ihtiyacatı var ve vücut ve bekasına lâzım pek kesretli, muhtelif matlupları var; en küçüğüne elleri ulaşmaz, kudretleri yetişmez. Halbuki o hadsiz matlapları, ummadığı yerden, vakt-i münasipte, muntazaman onların ellerine veriliyor ve bilmüşahede görünüyor.
İşte, şu mevcudatın bu hadsiz fakr ve ihtiyacatı ve bu fevkalâde iânât-ı gaybiye ve imdâdât-ı Rahmâniye bilbedâhe gösterir ki, bir Ganiyy-i Mutlak ve Kerîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak olan bir hâmi ve râzıkları vardır ki, herşey ve her zîhayat Ondan istiâne eder, medet bekliyor, mânen
b1202.gif
der. O vakit akıl,"Âmmennâ ve saddaknâ" dedi.
Said Nursi

• • •
Ancak senden yardım dileriz. Fâtiha Sûresi: 5

Risale-i Nur nedir, Bediüzzaman kimdir?

Her asır başında hadisçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hadimleri, emr-i dinde müptedi değil, müttebidirler. Yani, kendilerinden ve yeniden birşey ihdas etmezler, yeni ahkam getirmezler. Esasat ve ahkam-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (a.s.m.) harfiyen ittiba yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona kanştırılmak istenilen ebâtılı ref ve iptal ve dine vaki tecavüzleri red ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkam-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilan ederler. Ancak tavr-ı esasiyi bozmadan ve ruh-u asliyi rencide etmeden, yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilat ile ifa-i vazife ederler.
Bu memurin-i Rabbaniye, fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salabet-i imaniyelerinin ve ihlaslarının ayinedarlığını bizzat ifa ederler. Mertebe-i imanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlak-ı Muhammediyenin (a.s.m.) tam amili ve mişvar-ı Ahmediyenin (a.s.m.) ve hilye-i Nebeviyenin (a.s.m.) hakiki labisi olduklarını gösterirler. Hulasa, amel ve ahlak bakımından ve sünnet-i Nebeviyeye (a.s.m.) ittiba ve temessük cihetinden ümmet-i Muhammede (a.s.m.) tam bir hüsn-ü misal olurlar ve numune-i iktida teşkil ederler. Bunların, Kitabullahın tefsiri ve ahkam-ı diniyenin izahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler, kendi tilka-i nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsülü değildir, kendi zeka ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya menba-ı vahy olan Zat-ı Pak-i Risaletin (a.s.m.) manevi ilham ve telkinatıdır. Celcelutiye ve Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul-Gayb ve emsali asar hep bu nevidendir. Bu asar-ı kudsiyeye o zevat-ı alişan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevat-ı mukaddesenin, o asar-ı bergüzidenin tanziminde ve tarz-ı beyanında, bir hisseleri vardır; yani bu zevat-ı kudsiye, o mananın mazharı, miratı ve makesi hükmündedirler.
Risale-i Nur ve tercümanına gelince: Bu eser-i alişanda şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvi ve bir kemal-i namütenahi mevcut olduğundan ve biçbir eserin nail olmadığı bir şekilde meşale-i İlahiye ve şems-i hidayet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur'anın füyuzatına varis olduğu meşhud olduğundan, onun esası nur-u mahz-ı Kur'an olduğu ve evliyaullahın asarından ziyade feyz-i envar-ı Muhammediyi (a.s.m.) hamil bulunduğu ve Zat-ı Pak-i Risaletin ondaki hisse ve alakası ve tasarruf-u kudsisi evliyaullahın asarından ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan manevi zatın
mazhariyeti ve kemalatı ise o nisbette ali ve emsalsiz olduğu güneş gibi aşikar bir hakikattir.
Evet, o zat daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan, zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulum-u evvelin ve ahirine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kainata ve hikmet-i İlahiyeye varis kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu harika-i ilmiyenin eşi asla mesbuk değildir. Hiç şüphe edilemez ki, tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-i harika ve istiğna-i mutlak teşkil eden harikulade metanet-i ahlakiyesi ile bizzat bir mucize-i fıtrattır ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zat-ı zihavarık, daha hadd-i büluğa ermeden bir allame-i biadil halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulumu ilzam ve iskat etmiş, her nerede olursa olsun vaki olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş, on dört yaşından itibaren üstadlık payesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve teveccühlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla "Bediüzzaman" ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-i aliye ve fezail-i ilmiyesiyle de din-i Muhammedinin (a.s.m.) neşrinde ve ispatında bir kemal-i tam halinde runüma olmuş olan böyle bir zat, elbette Seyyidü'l-Enbiya Hazretlerinin (a.s.m.) en yüksek iltifatına mazhar ve en ali himaye ve himmetine naildir. Ve şüphesiz o Nebi-i Akdesin (a.s.m.) emir ve fermanıyla yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden ve onun envar ve hakaikına varis ve makes bir zat-ı kerimü's-sıfattır.
Envar-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) ve maarif-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ve füyüzat-ı şem-i İlahiyi en müşaşaa bir şekilde parlatması ve Kur'ani ve hadisi olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehi olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi (a.s.m.) ifade eden ayat-ı celilenin riyazi beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle o zat hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mirat-ı mücellası ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında en son dehân-ı hakikati ve şem-i İlahinin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hamil-i zisaadeti olduğuna şüphe yoktur.
Üçüncü medrese-i Yusufiyenin Elhüccetüz-Zehra ve Zühretü'n-Nur olan tek dersini dinleyen Nur Şakirtleri namına.
Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Salahaddin, Zübeyir,
Ceylan, Sungur, Tabancalı

Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmayı cesaret edemedim. Sükut ederek o medhi Risale-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisi namına kabul ettim.
Said Nursi
• • •​
 

MURATS44

Özel Üye
Müellifin vasiyetnâmesi münasebetiyle Halil İbrahim'in Risale-i Nur hakkında Nur şakirtleri namına yazdığı bir fıkrasının bir parçasıdır.
Risale-i Nur bir ibrişimdir ki, kainat ve kainattaki mevcudatın tesbihatları onda dizilmiştir.
Risale-i Nur ahize ve nakile ile mücehhez bir radyo-yu Kur'âniyedir ki, onun tel ve lambaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkarane ve icazdarane bast edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında alem-i gayb ve alem-i şehadetten ve ruhaniyat aleminden ve kainattaki cereyan eden her hadisattan haberdar olabilir.
Risale-i Nur mü minlere; Kur'ân dan hedaya-yı hidayet, kevneyn-i saadet, mazhar-ı şefaat ve feyz-i Rahmandır.
Risale-i Nur, kainata baharın feyzini veren bir ab-ı hayat ve ayn-ı rahmet ve mahz-ı hakikat ve bir gülzar-ı gülistandır.
Risale-i Nur lütf-ü Yezdan, kemal-i iman, tefsir-i Kur'ân ve bereket-i ihsandır.
Risale-i Nur, kafire hazan, münkire tufan; dalalete düşmandır.
Risale-i Nur bir kenz-i mahfi ve bir sandukça-i cevher ve menba-ı envardır.
Risale-i Nur hakaik-i Kur'ân ve mirac-ı imandır.
Risale-i Nur Kur'ân ve hadisten sonra sertac-ı evliya, sultanü l-eser ve zübdetü l-meani ve ataya-yı İlahi ve hedaya-yı Sübhani ve feyyaz-ı Rahmanidir.
Risale-i Nur bir bahr-i hakaik ve bir sırr-ı dekaik ve kenzü l-maarif ve bahrü l-mekarimdir.
Risale-i Nur hastalara şifahane-i hikmet ve ma-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve rih-ı reyhan ve misk-i anberdir.
Risale-i Nur mev id-i Ahmedi (a.s.m.) ve müjde-i Haydari (r.a.) ve beşaret ve teavün-ü Gavsi (k.s.) ve tavsiye-i Gazali (k.s.) ve ihbar-ı Farukidir (k.s.).

Risale-i Nur şems-i Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân'ın elvan-ı seb'ası, Risale-i Nur'un menşur-u hakikatinde tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı ilm-i kelam, hem bir kitab-ı ilm-i ilahiyyat, hem bir kitab-ı teşvik-i sanat, hem bir kitab-ı belağat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet, muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskattır.
Risale-i Nur Kur'ân semalarından bir sema-yı maneviyenin güneşleri, ayları ve yıldızlarıdır. Nasıl ki zahiren, perde-i esbab olan güneşten, kamerden ve kevkeb-i münirden bütün kainat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eşya neşvünema ve hayat buluyor.
İşte Risale-i Nur'da Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyândan alıp saçtığı şualarla bütün aleme, hayat; ve ademe, kamil insan; ve kulube, neş'e-i iman; ve ukule, yakin bir itminan; ve efkara, inkişaf-ı iman, ve nüfusa, teslim-i rıza ve candır. O sema-yı maneviyeyi bazan ve zahiren bihasbilhikmet afaki bir bulut kütlesi kaplar. O celalli sehabdan öyle bir baran-ı feyz-i rahmet takattur eder ki, sümbüllenmeye müstaid tohumlar, çekirdekler, habbeler o sıkıcı ve dar alemde gerçi muztarip olurlar, o sıkılmaktan üzerlerindeki kışırları çatlar ve yırtarlar; o anda bulutlar da ufuklara çekilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi bir imtihan-ı Rabbani ve bir inkişaf-ı feyezani ve bir rahmet-i nuranidir ki, evvelceki bir habbe, bir çekirdek yeniden taze bir hayata iştiyakla ve neş e-i inkişafla meyvedar koca bir ağaç suretini alır ve
b1203.gif
sırrına mazhar olurlar.
Evet, yirmi senedir devam eden şu mevsim-i şita, inşaallahu teala nihayet bulmuş ola... Dünyaya yeni ve feyizli bir fasl-ı nev bahar gele ve alemin yüzü nur ile güle...
Risale-i Nur Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân'ın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.
Umum Nur şakirtleri namına
Halil İbrahim
Medresetü'z-Zehra'nın erkânları namına bizde iştirak ediyoruz.
Osman, Rüştü, Re'fet, Hüsrev, Said, Hilmi, Muhammed, Halil İbrahim, Mehmed Nuri

• • •
Allah onların günahlarını silip yerlerine iyilikler verir. (Furkan Sûresi: 70.)​
 

MURATS44

Özel Üye
Medine-i Münevvere'de bulunan ve Nur'un hakikatini tam anlayan ve İslâmiyete hizmet eden bir âlimin mektubudur.
Gönüller fâtihi pek muhterem ve mükerrem Üstadımız Hazretleri,
Mübarek ellerinizden öper, bütün aziz ve sadakatli talebelerinizle beraber sıhhat ve selâmette daim olmanızı bârigâh-ı Kibriyâdan niyaz eylerim.
Müslümanlar için en büyük bir bayram diye ancak vasıflandırılabilen beraatiniz, bütün Nurcuları şâd ve handan eylediği gibi, bendenizi de dünyalar kadar memnun ve mesrur eylemiştir. Nasıl memnun etmesin ki, sizin eserlerinizle birlikte beraatiniz demek, ruhun maddiyata, nurun zulmete, imânın küfre, hakkın bâtıla, tevhidin şirke ve irfanın cehle galip gelmesi demektir.
Yıllardan beri önüne sıradağlar gibi engeller, korkunç uçurumlar gibi mâniler konulan Nur çağlayanı, en sonunda mucizevî bir şekilde bütün sedleri yıkmış, mânileri aşmış, nur ile bütün zulmetleri târümar eylemiştir.
"Mucizevî harikalarla doğan İlâhî tecellîlerin vasfında kalemler kırılır, fikirler gürülder, ilhamlar yanar, kül olur" derlerdi. Hakikaten bendeniz, şimdi bu müstesna zaferin karşısında aynı aczi bütün varlığımla hissediyorum. Zira tefekkür ve ilhamıma nihayetsiz bir ufuk açılıyor. Cihan, muhteşem bir Nur mâbedini andırıyor. Civarımdaki herşey, her yer derin vecd ve istiğraklarla gaşyolunmuş bir halde... Her zerrede,
b524.gif
sırr-ı Sübhânîsi tecelli ediyor...
Binaenaleyh bilmiyorum, bu mes'ut hadiseyi şanlı bir zafer, şahane bir fetih, İlâhî bir kurtuluş cihanşümul bir bayram diye mi vasıflandırayım? Zira kudsî dâvânın kazanmış olduğu bu İlâhî zafer, bütün İslâm ve insanlık dünyasındaki mücahitlerin azimlerine kuvvet, ruhlarına can, imânlarına hız ve heyecan vermiştir.
Evet, azim ve imanları, aşk ve emelleri henüz kemale ermemiş olan birçok Müslümanlar, maalesef acıklı bir yeis içinde idiler. Böyle bir zaferin tahakkukunu, hayal ve muhal görüyorlardı. Fakat bütün feyiz ve nurunu insanlığı tenvir ve irşad için İlâhî bir güneş halinde Arş-ı Âzamın pürnur ufuklarından inen Kur'ân-ı Kerîmden alan Nur neşriyatı, durgun gölleri andıran gönülleri deryalar gibi coşturmuş, kasvet ve hicran yıllarının ümit ve emellere vurduğu müthiş zincirleri kırmıştır. O nur kaynağından fışkıran o serapa feyiz ve hikmetler saçan eserler, hislerin, fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vicdanların ezelî ve ebedî ihtiyaçlarına cevap verdiği gibi, onları dalga dalga boğucu karanlıklar muhitinden, ter temiz ve pırıl pırıl nur ufuklarına çıkarmıştır.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. İsrâ Sûresi: 17:44.

Yıllarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve boğucu bir zulmetten sonra İlâhî bir güneş halinde parlayan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan perişan beşeriyetin yakın bir gelecekte uyanacağını müjdelemektedir. Çünkü, din ihtiyacı sırf Müslümanların değil, bil'umum insanların ezelî ve ebedî ihtiyacıdır.
Bugün bedbaht insanlık, din nimetinden mahrum olmanın sürekli hicran ve felâketlerini bağrı yanarak çekmektedir. Bu acıklı buhranın korkunç neticesidir ki, çeyrek asır zarfında iki büyük harbe girmiş ve üçüncüsünün de kapısını çalmak çılgınlığını göstermektedir.
Artık bütün insanları kardeş yaparak yem yeşil cennetlerin nurlu ufuklarından esen refah ve saadet, huzur ve âsâyiş rüzgârıyla dalgalanan âlem-şümûl bir bayrak altında toplayacak olan yegâne kuvvet, İslâmdır. Zira beşeriyetin bugünkü hali, tıpkı İslâmdan evvelki insan cemiyetlerinin acıklı halidir. Bunun için insanlığı o günkü ebedî felâketten kurtaran İslâm, bugün de kurtarabilir.
Evet, milyonların, milyarların kalbinde asırlardanberi kanamakta olan o derin yarayı saracak yegâne müşfik el, İslâmdır. Her ne kadar ufuklarda zaman zaman bazı uydurma ışıklar görülüyorsa da, müstakbel, bütün nur ve feyzini güneşlerden değil, bizzat Rabbü'l-Âlemînden alan ezelî ve ebedî yıldızındır. O yıldız, dünyalar durdukça duracak ve onu söndürmek isteyenleri yerden yere vuracaktır.
Cihan-kıymet Üstadım,
Malûm-u fâzılâneleridir ki, son günlerde mukaddes dâvâya hizmet eden bazı tenvir ve irşad hareketleri doğmuş, fakat maalesef hiçbirisi Risale-i Nur Külliyatının gördüğü mühim işi görememiş ve ihraz ettiği İlâhî zaferi kazanamamıştır. Zira bu yol, peygamberlerin, velilerin, âriflerin, salihlerin ve bilhassa cânını cânana seve seve fedâ eden ve sayısı milyonlara sığmayan kahraman şehitlerin mukaddes yoludur. Artık bu çetin yolda yürümek isteyenler, her an karşılarına dikilecek olan müthiş mâniaları daima göz önünde tutmaları lâzımdır. Evet, bu yolda yürüyecek olanların, sizdeki sarsılmak bilmeyen imanla, yüksek ve İlâhî irfanla ve bilhassa harikulâde ihlâs ve feragatle mücehhez olmaları gerektir. Çünkü, bu mühim vâdide Nur dâvâsının takip ettiği tebliğ, tenvir ve irşad usulü bam başka hususiyetler taşımaktadır. Artık insanın his ve fikrine, ruh ve vicdanına bam başka ufuklar açacak olan bu derin bahsi, dua buyurun da, müstakil ve mufassal bir eserde aziz din ve gönüldaşlarımıza arz etmek şerefine nâil olayım. Çünkü, bu nurlu bahis o kadar derin ve o derece mühimdir ki, böyle birkaç sayfalık mektup ve makalelerle asla ifade edilemez.
İman ve Kur'ân nuru ile ter temiz gönlünü fethettiğiniz gençlik, İlâhî zaferinizin en parlak delilini teşkil eden en mühim varlık ve en kıymetli cevherdir. "Nurdan Sesler"in hemen her mısraında, asîl ve şuurlu ruhuna hitap ettiğim ter temiz gençlik, işte bu hak ve hakikatın bağrı yanık âşığı olan gençliktir.

Nurlu dâvânın kazanmış olduğu bu son zaferin verdiği vecdle dolu bir ilhamla yazdığım şu manzumeyi takdim ediyorum. Kabulünü rica ve istirham eylerim.
Tekrar tekrar ellerinizden öper, kıymetli dualarınızı beklerim, pek muhterem Üstadım Hazretleri.

Mânevi evlâtlarınızdan
Ali Ulvi​
 
Üst Alt