Sekizinci lem'a

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte böyle güneş gibi bir mucize-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, yüksek ve sönmez bir bârika-i İslâmiyet olan bir zât-ı nuranînin, gayb-âşinâ nazarıyla asrımızı görüp, böyle bir keramet izhariyle teselli verip teşci etmek şe'nindendir. Acaba hiç mümkün müdür ki, "Sultanü'l-Evliya" makamını ihraz etmiş ve hamiyet-i İslâmiye ile zamanındaki padişahları titretmiş ve kuvve-i kudsiye ile mazi ve müstakbeli hazır gibi izn-i İlâhî ile görmüş ve mematında dahi hayatındaki gibi dâimî tasarrufu bulunduğu tasdik edilmiş olan bir kahraman-ı velâyet, bu asrımıza ve bu asır içindeki kemal-i acz ve zaaf ile Kur'ân'ın hizmetinde çalışan ve insafsız düşmanların hücumuna mâruz ve teselli ve temine muhtaç biçare, Kur'ân'ın hâdimlerine ve talebelerine lâkayt kalabilir mi? Hiç mümkün müdür ki, bizimle münasebettar olmasın? Sekiz, dokuz, belki on beş kuvvetli delilden kat-ı nazar, ednâ bir işaret kelâmında bulunsa, bize baktığına delâlet eder; hafî bir işaret etse kâfidir. Çünkü, makam iktiza ediyor, mutabık-ı mukteza-yı haldir ve münasebet kavîdir.
Ey benimle beraber Hazret-i Şeyhin teveccüh ve duasına mazhar kardeşlerim! Şu Üstadımız, bizi istikbalde adem zulümatı içinde düşünüp bizimle meşgul olurken, biz o mâzide mevcud ve nur perdeleri içinde üstadımızı ve üstadımızın üstadı ve ceddi olan Fahrü'l-âlemin Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin teveccühlerinden gaflet etmek, onlara istinad etmemek lâyık mıdır? Madem onlar bizi düşünüyorlar; biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara itimad edip ve emirlerine bilâ kayd ü şart itâat etmeliyiz.
Ehl-i dünyanın telsiz, telgraf ve telefonları şarktan garba gittiği gibi, işte ehl-i hakikatin de mâziden, dokuz yüz sene mesafe-i azîmeden müstakbele böyle mânevi telefonları işleyebilir ve mânevi teleskopları görebilir. Malûmdur ki, zayıf emareler, içtima ettikçe kuvvet bulur, delil hükmüne geçer. İncecik ipler, içtima ettikçe kopmaz, halat olur. Küllî, umumî kayıtlar, içtima ettikçe hususiyet peyda edip taayyün eder. Bu sırra binaen, Hazret-i Şeyhin bu beş satırında sekiz-dokuz kuvvetli işaretin içtimaında hiç şek ve şüphe bırakmadı ki, Hazret-i Şeyh, şimdiki Kur'ân-ı Hakîmin şakirtlerine biiznillâh üstadlık ediyor, bihavlillâh şefkati altında himaye ediyor.

Cem-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet
İle üç sütun üzerine durur.
Râyet-i ulviyet-i Şeyh-i hakkanîdir hitab-ı Abdülkadir.
İlham-ı Hüdâ, kitab-ı Abdülkadir.
Bâzü'l-eşheb ferd-i ferîd-i deveran.
Gavs-ı âzam Cenab-ı Abdülkadir.
Said Nursî
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
RİSALE-İ NUR ŞAKİRTLERİNİN BİR FIKRASIDIR.
b1044.gif

İlm-i cifirle mânâsı:
"Ey Said! Sen, zamanın Abdülkadiri ol, ihlâs-ı tâmmı kazan, fakrınla beraber maişetini düşünme, nâstan minnet alma; ismin 'Said' olduğu gibi maişette de mes'ud olacaksın. Muhabbetimde sadık olduğundan ve ihlâsa çalıştığından, Hulûsi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman, Bekir gibi sadık hizmetkârlar ve Sabri gibi tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş." Evet, lillahilhamd, Gavsın sarahat derecesinde ihbar ettiği hal vuku bulmuştur. Gavs-ı âzam, "Said" namıyla tesmiye ettiği müridinin tarihçe-i hayatında en mühim noktaları beyan etmekle beraber, ilm-i cifir esrarıyla sekiz-dokuz cihette, Said'in başına parmağını basıyor. Beyitlerin mânâ-yı zâhirîsi ile maani-i cifriyesi birbirine çok yakın olmakla dokuz vecihteki işaretler birbirini teyid ettiğinden, sarahat derecesine çıkmış.
b1045.gif

İlm-i cifirle mânâsı:
"On dördüncü asırda 'el-Kürdî' lakabıyla yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah'ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım." Evet, Hürriyetten yirmi-otuz sene sonraya kadar, yirmi fitne-i azîme içinde fevkalâde bir surette Gavsın o müridi mahfuz kalmıştır. Korktuğu şer ve mehâlikten bir hıfz-ı gaybî ile kurtulmuştur.
b1046.gif

İlm-i cifirle mânâsı:
"O Gavs'ın müridi olan Said el-Kürdî, Rusya'da esaretle Asya'nın şark-ı şimalîsinde ve ehl-i bid'anın eliyle Asya'nın garbına nefyolunarak kaldığı miktarca ve Sibirya taraflarından firar edip fevkalâde çok bilâdı seyr ü seyahat etmeye mecbur olduğu zaman, Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdat etmişim ve istimdadına yetişmişim."
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet, Hazret-i Gavs'ın müridi ünvanıyla irade ettiği Said (r.a.), üç sene esaretle Asya'nın şark-ı şimâlîsinde mehâlik içinde mahfuz kalıp, üç-dört aylık mesafeyi firar suretiyle kat ederek çok şehirleri gezip Gavs'ın dediği gibi mahfuz kalmıştır.
b1047.gif
-1-
İlm-i cifirle mânâsı:
"Bediüzzaman Molla Said" namıyla yâd olunan ve evrad-ı muntazamasını okuyan müridine der ki: "Benim nazmımı, yani meslek ve meşrebimi ve mücahedatımı gösteren makalâtımı söyle. Yani, nazmımdan murad, senin risalelerin ve Sözlerin ve Mektubatındır."
b1048.gif
"Bin üç yüz otuz ikide o Sözler ile mücahedeye başla. Sen inayet-i İlâhiyenin hıfzındasın."
Evet,
b1049.gif
ilm-i cifirle "Molla Said"i gösterdiği gibi,
b1050.gif
ile Risaletü'n-Nur'u gösterir. Ve
b1051.gif
ile hem Mektubatı, hem
b1052.gif
gösterir. "Kelimat" Sözler demektir.
b1053.gif
bin üç yüz otuz ikiyi gösterir. O tarih, mebde-i cihadıdır. O tarihte İşârâtü'l-İ'câz tefsirinin neşriyle mücahedeye başlamış.

KERAMET-İ GAYBİYE-İ GAVSİYENİN İŞÂRÂTINI TEYİD EDEN ÜÇ REMİZ
Birinci remiz:
b1054.gif
-2- ilm-i cifir itibarıyla, makam-ı ebcedî hesabıyla, bin üç yüz otuz altıyı gösterir. Demek Hazret-i Gavs, "Bu tarihte, istikbalde gelecek müridini emr-i İlâhî ile muhafaza ederek" diyor. Evet, bu biçare Said dahi diyor: Nev-i beşere gelen en büyük bir musibet, Harb-i Umumî hengâmında, çok tehlikelere mâruz kaldım. Hazret-i Gavs'ın gösterdiği Arabî tarihte veya az evvel harika bir surette kurtuldum. Hattâ bir defa, bir dakikada

1 Ey benim şiirimi okuyan, onu söyle ve korkma! Çünkü, hiç şürhesiz sen inayet gözüyle korunmaktasın. 2 Ben müridimi korurum.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
üç gülle öldürecek yere mukabil bana isabet ettiği halde tesir etmediler. Bitlis'in sukutunda, bir miktar talebelerimle Rus askerlerinin bir taburu içine düştük. Bizi sardılar, her tarafta el ele ateş edildi. Dört tanesi müstesna, bütün arkadaşlarım şehid olduktan sonra, taburun dört sıralarını yardık; yine onların içinde bir yere girdik. Onlar, üstümüzde, etrafımızda sesimizi, öksürüğümüzü işittikleri halde bizi görmüyordular. Otuz saat, o halde çamur içinde, ben yaralı iken hıfz-ı İlâhî ile istirahat-i kalb içinde muhafaza edildim.
Bunun gibi müteaddit tehlikede Hazret-i Gavs'ın gösterdiği tarih-i Arabî itibarıyla, hakikaten bir hıfz-ı İlâhî içinde bulunduğumu hissediyordum. Demek Cenab-ı Hak o kudsî üstadımı, bir melâike-i sıyanet gibi bana muhafız kılmış.
İşte bu
b1055.gif
fıkrası, bu fakirin mühim sergüzeştlerine işaret ettiği gibi, bu fakirin etrafında hizmet-i Kur'âniye işinde toplanan arkadaşlarımdan dokuz talebesini
b1056.jpg
ismi ile işaret ediyor.
b1209.gif
-1- fıkrasında iki hüküm var. Biri şerden, diğeri fitnedendir. Demek ikincisi
b1057.gif
ve bu cümle
b1058.gif
şedde sayılmazsa bin üç yüz kırk dört eder. Evet, bu tarihten şimdiye kadar çok fitne-i mühimmeden bir himayet-i gaybî ile mahfuz kaldığımı
b1059.gif
ilân ediyorum.
İkinci remiz:
b445.gif
-2- fıkrasında bahsettiği ve konuştuğu müridi ise, şarka esareten gittiği tarihi gösterdiği gibi, garba nefyolduğu tarihi de gösterir. Şöyle ki:
Şu fıkranın hakikî tâbiri
b1060.gif
-3- oluyor. Demek zaman-ı esaret '
b1061.gif
de çıkıyor. Ve bin üç yüz otuz yedi ediyor. İşte bu fakir, o tarih-i Arabîde Rus esaretinde, tek başımla Petroğra'dan bir ay şimal-i şark tarafından firar edip, çok enva-ı mehâlik varken, Rusça bilemediğim halde, bir muhafaza-i gaybiye altında pek çok bilâdı seyr ü seyahat ettim. Tâ Varşova, Avusturya tarikiyle İstanbul'a gelip uzun bir daire-i arzda seyahat ettim.

1 Ben onu her fitne ve şerlerden korurum.
2 Müridim şarkta veya garpta olduğu zaman, herhangibir ülkeye gittiği zaman ona yardım ederim. 3 Müridim şarkta esir olduğunda.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hazret-i Gavs'ın dediği gibi, o esaret-i şarkiye ve o seyr-i bilâd-ı kesîre içinde izn-i İlâhî ile istigaseme medet görüyordum. Demek izn-i İlâhî ile Hazret-i Gavs, melek gibi bu vazifeyi duasıyla yapmış.
Amma
b1062.gif
kaydı, tarih-i Arabî olarak bin üç yüz elli bir, meşhur Rumî tarihiyle iki sene fark var. İşte, Hazret-i Gavs'ın dediği gibi, bu fakir, tarih-i Arabî ile bin üç yüz elli birde, şeâir-i İslâm içinde mühim tahavvülât zamanında bütün kuvvetimle şeairin muhafazasına hizmetle mükellef olduğum halde, o mânevî hercümerçteki fırtınalar bizi sarsmadı.
Hem
b1063.gif
kelimesi, âhirdeki tenvin ile beraber bin iki yüz doksan iki eder ki, bu fakirin dünyaya gelmesinden bir sene evvel; veyahut rahm-ı maderdeki tarihe işaretle beraber,
b1064.gif
bin üç yüz on dört eder. Bin üç yüz on dört senelerinde mevzu-u bahis olan müridi, mühim vartadan kurtulmasına Gavs (r.a.) işaret ediyor, onun imdadına yetiştim diyor. Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki, bin üç yüz on dört, bin üç yüz on beş-on altı senelerinde, Van kalesi ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz... Başkaca nokta-i istinad kalmadığı halde, büyük bir istinada basmış gibi üç metrelik bir kavisle o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben, hem beraberimdeki orada hazır arkadaşlarım, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı İlâhî, harika bir imdad-ı gaybî telâkki ettik.
İşte Hazret-i Gavs, madem bu kasidesinde sergüzeşt-i hayatımın mühim noktalarına işaret ediyor; elbette bu acip ve en tehlikeli bir sergüzeşt-i hayatıma şu cümlesiyle işaret ediyor denilebilir.
Elhasıl: Hazret-i Gavs'ın mezkûr kelimatları, bu fakirin tarih-i hayatımda geçen en mühim noktaları mânâsıyla ifade ettikleri gibi, hesab-ı ebced makamıyla mühim noktaların tarih-i vukularına tevafukları, elbette tesadüfî ve tesadüf işi olamaz. Sair işârâtın kuvvet-i kat'iyeti, tesadüfü muhal derecesine getirmiştir. Madem bu beş satır kasidesi bir keramettir; keramet ise, mucize gibi, Cenab-ı Hak tarafındandır, intak-ı bilhak nev'indendir, daha beyan etmediğimiz çok esrarı hâvidir; ihtiyar-ı beşer yetişemez.
Said Nursî
¨ ¨ ¨
Garpta olduğunda.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
LÂTİF BİR TEFE'ÜL
Şeyh Sa'di-i Şirâzînin Bostan'ından Sözler hakkında ben, Hâfız Hâlid, Galib, Süleyman niyet edip açtık, tefe'ül bu çıktı:
b1065.gif

Meâli: Yani, "Gel, bak, güller bağı şeklinde hakikat gülleri açılmış. Böyle hakikat bahçesinde hiçbir bülbül, böyle şirin, hoş nağme etmemiştir. Nasıl oluyor ki, böyle bir bülbül öldükten sonra onun kemiklerinden güller açılmasın."
Bu meal, maksadımıza o kadar yakındır ki tâbire lüzum yoktur. Yalnız gülistanımız, ebedî Kur'ân cennetindendir, ondan gelmiştir.
Mehmed, Tevfik, Galip, Süleyman, Hâfız Hâlid, Said (r.a.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
b424.gif

Gavs, meşhur kasidesinde, sarahat derecesinde bizlerden, yani hizbü'l-Kur'ân'dan haber verdiği gibi, daha birkaç yerde, yine işârî bir tarzda haber veriyor. Ezcümle, o kasidenin arkasında Mecmuatü'l-Ahzab'ın 563'üncü sayfasında, yine o mâlûm müridinden bahsediyor ve beytinde diyor ki:
b1070.gif
-1-
"Garpta beni çağırdığı vakit onun imdadına yetişeceğim." Evet, doğrudur. Arabî tarihle bin üç yüz otuz dokuzda, müthiş bir bürhan-ı ruhî ve dehşetli bir heyecan-ı kalbî ve dağdağalı bir teşevvüş-ü fikrî geçirdiğim sıralarda, pek şiddetli bir surette Hazret-i Gavs'tan istimdat eyledim. Bir-iki yerde bahsettiğim gibi, Fütuhü'l-Gayb kitabı ile ve dua ve himmetiyle imdadıma yetişti ve o buhranı geçirdim. İşte o müridi ise, biçare Saidü'l-Kürdî olduğunu meşhur kasidesinde kat'î gösterdiği gibi, bu kasidede de
b1071.gif
'den murad olur. Çünkü
b1072.gif
ebced hesabıyla bin üç yüz otuz dokuz eder. O zaman memleketime nisbeten garb sayılan İstanbul'da idim.
b1072.gif
makam-ı ebcedîsi zaman-ı istimdadıma tevafuk ediyor. Hesapta
b1073.gif
lâfzı dahil olmaz. Çünkü
b1074.gif
zamanı gösteriyor
b1072.gif
cümlesi o müphem zamanı tayin ediyor.
Hem ezcümle, Mecmuatü'l-Ahzab'ın ikinci cildinin 379'uncu sayfasında Hazret-i Gavs'ın "Virdü'l-İşâ" namındaki münâcâtında şu fıkra var.
b1076.gif
-2-

1 Müridim şarkta veya garpta, yada büyük bir deryadaki bir mağarada olsa dahi olsa ona yardım ederim. 2 Selamet sahiline ulaşan ancak said olan ve Allah!'a yakın bulunandır. Helak olan ise, ancak şaki, Allah'tan uzak ve azabı hak edendir.
b1066.gif
müşedded
b641.gif
bir sayılırsa, Üstadımızın lakabı olan En-Nursi kelimesinin aynıdır. Yalnız atıf için
b1098.gif
var. Tam tevafukla mukarrebden murad Nurslu olduğunu gösteriyor.
b1066.gif
'de şeddeli
b641.gif
, iki sayılsa Bediüzzaman Nursi , yâ-i muaffefle aynıdır. Yalnız iki fark var. İki hemze-i vasl sayılsa, tam tamına tevafukla
b1066.gif
doğrudan doğruya ona işaret ediyor.
Şamlı Tevfik, Süleyman, Ali
b1069.gif
kelimesi, meteaddi olmak cihetiyle, sözleriyle selamete isal edici demektir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte Gavs'ın şu fıkrası,
b1210.gif
-1- âyetinin bir nev'i tefsiridir. Şu küllî âyetin bir kısım efradını, altıncı asır ve on dördüncü asırda âyetin külliyetinde dahil bir kısım efrad-ı mahsusayı irae ettiğine müteaddit emareler var. âyetin külliyetinde Haşiye tevafuk sırrıyla
b1078.gif
kelimesinde bu zamanının en büyük şakîlerinden üçüne cifirce tevafuk etmesi, o küllî âyette bunlar dahi kasten murad olduklarına emaredir, belki işarettir. İşte Hazret-i Gavs, bu âyetteki bu emareden, bu zamana bakmış. Mezkûr fıkrasını küllî âyete bir nevi hususî tefsir yaparak, kasidesinde kerametkârane bahsettiği fitne-i âhirzaman içindeki şakirtlerini görüp, o zamanın şakîlerinin şerrinden muhafaza edildiği ve burada münâcâtında dahi o kasidenin meâline bakıyor.
Şu fıkra-i Gavsiyede bir ima var. Buradaki "Said" lâfzında, meşhur kasidesindeki
b1079.gif
kelimesine hafî bir işaret olduğu gibi,
b1211.gif
-2- fıkrasıyla, kendisinden sonra vuku bulan ve ulûm-u İslâmiyeyi mahvetmek niyetiyle kütüphaneleri Dicle ve Fırat nehrine atan Hülâgû felâketini haber vermekle beraber, Hülâgû gibi ulûm-u İslâmiyeye perde çeken şakîleri dahi mezkûr âyete istinaden haber veriyor.
Evet,
b1080.gif
-3- fıkrasıyla Hizbü'l-Kur'ân'a işaret ettiği gibi,
b1081.gif
fıkrasıyla ulûm-u İslâmiyeyi imha niyetiyle Hülâgû ve vüzerası gibi davranan bazı malûm insanların isimleri ilm-i cifirce dahi mezkûr âyetin işaretine istinaden tam tevafuk ediyor, gösteriyor.
Malûmdur ki tevafuk, ilm-i cifrin anahtarlarından mühim bir anahtardır. Eğer bir tevafuk ise, delâlet denilmez; fakat hafî bir ima olur. Eğer, iki cihet ile aynı meseleyi tevafuk gelse, imâdan remiz derecesine çıkar. Eğer, iki-üç cihetle aynı
Haşiye
Ayetin külliyetinde, saadet noktasında mazhariyetine masadak olmak için, milyarlar dereceden yalnız bir derece murad olduğumuzu anlasak, o nimetlerin hakkını eda edemeyiz. Hazret-i Gavs'ın işaretinden anlaşlılıyorki, o muhit ayetin denizinden bir katre kadar hissemiz var.
b1077.gif

1 Onların bir kısmı şaki, bir kısmı ise saiddir. (Hud Sûresi: 105.)


2 Helak olan, ancak Allah'tan uzak ve şaki olan kimselerdir. 3 Selamet sahiline ulaşan.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
meseleye gelse işaret olur. Eğer, meâni-i elfaz işârât-ı harfiyeye münasip gelse ve işaretle bahsedilen insanların ahvali o mânâya mutabık ve muvafık olsa, o işaret o vakit delâlet derecesine çıkar. Eğer altı-yedi vecihle tevafukla beraber, mânâ-yı kelimat, işaret-i harfiyeye muvafık gelse ve mukteza-yı hâle de mutabık olsa o delâlet o vakit sarahat derecesine çıkar. İşte bu düstura binaen, Şeyh-i Geylânî o meşhur kasidesinde sarahat derecesinde Hizbü'l-Kur'ân'dan bahsettiği gibi, Virdü'l-İşâ münâcâtında dahi mezkûr âyete istinaden hizbü'l-Kur'ân'ın bir hâdimini tasrihen ve arkadaşlarını da işaret derecesinde haber veriyor.
Gavs-ı âzamın istikbalden haber verdiği nev'inden, meşhur Şeyhülislâm Ahmed Câmi dahi İmam-ı Rabbânî (r.a.) olan Ahmed-i Farukî'den haber verdiği gibi, Celâleddin-i Rumî Nakşibendîlerden haber vermiş. Daha bu neviden çok evliyalar, vâkıa mutabık haber vermişler; fakat onların bir kısmı sarahate yakın haber vermişler. Diğer bir kısmı haberleri çendan bir derece müphem mutlaktır; fakat bahsettikleri zatlar makam sahibi ve büyük olduklarından, büyüklükleri ve taayyünleri cihetiyle o müphem ihbar-ı gaybîyi, bil'istihkak kendilerine almışlar. Meselâ, Ahmed Câmi (k.s.) demiş ki: "Her dört yüz sene başında mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ahmed en mühimidir." Yani o elfin müceddididir. İşte böyle mutlak bir surette söylediği halde, İmam-ı Rabbânînin (k.s.) büyüklüğü ve taşahhusu, o haber-i gaybîyi kat'iyen kendine almış. Hazret-i Mevlâna Celâleddin-i Rumî de (k.s.) Nakşibendîden müphem bir surette bahsetmiş; fakat Nakşîlerin büyüklüğü ve yüksekliği ve teşahhusları o haberi de bil'istihkak kendilerine almışlar.
İşte bu kerametkârâne ihbar-ı gaybî nev'inden Gavs-ı âzam (k.s.) dahi, Hizbü'l-Kur'ân'dan işârî bir surette haber verdiği gibi, hizbü'l-Kur'ân'ın bir hadimi olan bu biçare Said'i (r.a.) iki yerde sarahaten haber veriyor. Müphem ve mutlak bırakmadığının sırrı budur ki: Bu biçare Said, makam sahibi olmamışken ve büyük değilken ve mutlak tâbiri teşhis edecek bir teşahhus yokken, lütf-u İlâhî ile, büyük bir makamın hizmetinde bulunmasıdır. Adeta bir nefer iken, müşîriyet makamı hizmetinde bulunmasıdır. İşte küçüklüğü ve ehemmiyetsizliği içindir ki, Hazret-i Gavs, öteki evliyaya muhalif olarak yalnız işaretle kalmayıp, sarahat derecesinde parmağını onun başına basıyor.
Sergüzeşt-i hayatımda geçen ve çoğunu gizlediğim çok harika vakıalar vardı. Kendimi hiçbir vecihle keramete lâyık görmediğim için onları bazan tesadüfe, bazan da başka esbaba isnad ediyordum. Şimdi kanaatim geliyor ki, o harikalar, Gavs-ı âzamın bir silsile-i kerametini teşkil ederler. Demek onun duasıyla, himmetiyle, ona kerameten ve bize ikram nev'inden, bir nev'i inayet-i İlâhiyeye mazhar olmuşuz.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ezcümle: Ben menfî olarak İstanbul'a getirildiğim vakit bir zaman Meşihat-ı İslâmiye dairesinde bulunan Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyedeki hizmet-i Kur'âniyeye çalıştığım için, o alâkadarlık cihetinde, "Meşihat dairesi ne haldedir?" diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevap aldım ki, ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: "Yüzer sene envar-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel'abegâhıdır." İşte o vakit öyle bir hâlet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerametim yok; kemal-i me'yusiyetle ah vah diyerek dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zatların hararetli ahları, benim âhıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki, acaba Şeyh-i Geylânî'nin duasını ve himmetini, duamıza yardım için istedim mi, istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin ahlarını ateşlendiren onun duasıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşihat kısmen yandı. Herkes "Vâ esefâ" dedi; ben ve benim gibi yananlar, "Elhamdü lillâh" dedik. Zannederim ki, bu fakir millete iki yüz milyon zarar veren Adliye dairesindeki yangında böyle bir mânâ var. İnşaallah bu da bir ikaz ve intibahı verecektir. Ateş bazan sudan ziyade temizlik yapar.

Hakikatli Bir Lâtife
Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul'a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: "Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa'dan getirdiğin cihetle, İstanbul'a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez."
Sual: Gavs-ı Âzam gibi büyük veliler, bazı evkatta, mâzi ve müstakbeli hazır gibi müşahede ederler. Neden mâziye ait cihette sarahat suretinde haber veriyorlar da, istikbalden hafî remizlerle, gizli işaretlerle bahsediyorlar?
Elcevap:
b1083.gif
b690.gif
-1- âyetiyle,
b1084.gif
-2- âyeti ifade ettikleri kudsî yasağa karşı ubudiyetkârâne bir hüsn-ü edep takınmak için, tasrihten işaret mesleğine girmişler. Tâ ki işaretlerle, remizle anlaşılsın ki, ihtiyarsız, niyetsiz bir surette tâlim-i İlâhî olmuştur. Çünkü istikbalî olan gaybiyat, niyet ve ihtiyar ile verilmediği gibi, niyetle de müdahale etmek, o yasağa karşı adem-i itaati işmam ediyor.

• • •

1 Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. 2 Görünmeyen âlemleri bilen Odur. O hiç kimseyi gaybdan açıkça haberdar etmez. Ancak peygamberlerden bildirmek istediği müstesnâdır. Cin Sûresi: 72:26-27.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt