Kur'an'da Cami Ve Cemaatin Önemi

ceylannur

Yeni Üyemiz
Kur'an'da Cami Ve Cemaatin Önemi
Prof. Dr. Suat YILDIRIM

11.03.2009

İslâm'da ferdî mes'ûliyet esas olmakla beraber cemaat teşkil etmek de pek mühim bir vecibedir. Bundan ötürü cemaatin olgunlaşma yeri olan cami (mescid) birinci dereceden ehemmiyeti haizdir. Cemaat İslâm şeairinden olması itibariyle bazen şahsî farzlardan da önemli bir sıra işgal eder.
Tam sûre halinde indirilen ilk sûre olup her müminin günde en az yirmi defa okumakla mükellef tutulduğu Fatiha Müslümanların cemaat teşkil etmelerinin lüzumuna işaret eder. Cenâb-ı Allah müminlerden: "Ya Rabbî yalnız Sana kulluk eder (na'büdü) yalnız Senden medet umarız" (Fatiha 5) demelerini istemekle cemaat halinde ibadet beklediğini belirtmiş olmaktadır. Cemaatle ibadet etmek için cemaatin teşekkül etmesi gerekir. Halbuki cemaat kuru bir kalabalık demek olmayıp aynı ruhla hareket edebilen muntazam bir birlik demektir. Binaenaleyh cemaatin teşekkülü içtimaî bir ruhun ve içtimaî bir ahdin bulunmasına bağlıdır. İslâm cemaatinin meydana gelmesi Fatiha sûresinin nazil olmasından sonra gerçekleşmiştir. Bu noktada "fert mi cemaati yoksa cemaat mi ferdi meydana getirir?" diye bir sual akla gelebilir. Aslında böyle bir fasit daire (kısır döngü) söz konusu değildir. Zira içtimaî ruh evvela fertte inşa edilir. Fert vicdanına ne vakit kardeşlik duygusu girer ve onu kibirden darlıktan bencillikten çıkararak genişletirse o vicdan kazandığı genişlik nispetinde bir cemaata namzet olur. Bu saha bir aileden tutunuz tâ cihangir bir devlete kadar gidebilir.
Bir vicdanda içtimaî bir ruhun teşekkül ettiğinin belirtisi başkasını da kendisi kadar değerli kabul edip onun sevinciyle mesrur üzüntüsüyle mahzun olmasıdır. Söylenmesi kolay ama tatbiki zor olan bu vasıf bulunmadıkça cemaat yok olsa olsa birtakım nakıs fertler var demektir. Cenâb-ı Allah bu içtimaî ruhu besleyip geliştirmek için müminlere "na'büdü" dedirtiyor. Kendilerinden ahid alırken her ferdin takririni bütün insaniyete hatta bütün âlemlere şamil içtimaî bir hey'eti temsil eden bir kardeşlik hissi ile alıyor. Çünkü cem'i mütekellim muhatap ve gaib camilere benzemez ve bunda hakikaten söyleyen yine bir müfreddir. Fakat o müfred diğer kardeşlerinin temsilcisi olarak "biz" der. Bir cemaat ne vakit cemaat olarak söz söylemek isterse içlerinden birinin başkanlığı altında toplanırlar da hepsi ona söyletirler; yoksa her birinin "ben" "ben" diye bağırması bir cemaatin değil müteferrik kimselerin kendi adlarına konuşmaları sayılır.
Cemaatin varlığı fertte içtimaî ruhu geliştirdiği gibi henüz böyle bir cemaat fiilen mevcut değilken de bu ruhun fertte meydana gelmesinden büyük bir sosyal bina yani cemaat teşekkül edebilir. Ve o duygu ve vicdan ile Allah Tealâ ile ahidleşebilir ve meselede de hiçbir fasit daire şüphesi kalmaz. İşte İslâm bu büyük ve eşsiz içtimaî ruhtur.
İslâm cemaatinin kuvveti fertlerin çokluğu ve onların İslâmî vicdanlarının kuvvetleriyle mütenasiptir. Cemaatin cismi mevcut olup kuvveti de yerinde olursa ferdin bu içtimaî ruhu duyup taşıması kolay olur. Lâkin bu cisim zayıf olduğunda büyük bir vicdan taşımak hayli zordur. Cemaat yok iken bütün dünyayı tutacak küllî bir ruha sahib olmak ise ancak Allah Tealâ'nın hususî teyidine mazhar olan nebilerin (aleyhimü's-selam) makamıdır. Nitekim küllî ruhu en mükemmel şekilde temsil eden ve bir ismi de "Cami" olan Hâtemü'l-enbiyâ (aleyhissalatü vesselam) İslâm cemaatinin menşei ve kaynağı olmuştur.
İşte Allah Tealâ cemaat kuvvetini geliştirmek yaşatmak ve devam ettirmek irade ediyor. İnsandan sadece ferdî vicdanıyla bir ahid istemeyip içtimaî vicdandan mîsak istiyor. Ve her namazda bu vicdanı terbiye ve teyid ettiriyor eğitip pekiştiriyor. Örnek İslam devletini kuranlar (radiyallahu anhüm) putları kıranlar kisraların cihangir hâkimiyetlerini devirenler kayserlere boyun eğdirenler bu cemaat ruhuna sahip olanlar olmuştur. Türkistan diyarına gidip Türkleri cezbeden oradan çekip İstanbullara Viyanalara kadar getiren de yine bu ruh olmuştur.
Bu cemaat ruhu mescidde oluşur; oradaki toplu ibadet eğitim öğretim ve irşad ile olgunlaşır. Bu sebeptendir ki Peygamber Efendimizin Medine'ye hicreti müteakip yaptığı ilk iş mescid bina etmek olmuştu. Kur'ân-ı Kerîm şu mealdeki âyet-i kerimede mescid imar etmenin ancak îmanla ve ondan kaynaklanan tevhid Allah'ı tenzih kulluğu O'na tahsis yalnız O'na tevekkül ahirete îman namazı dosdoğru kılma ve yalnız Allah'dan korkma gibi güzel vasıflarla mümkün olduğunu belirtir: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe îman eden namazı dosdoğru kılan zekâtı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe 18)
 
Üst Alt