Muhtaç Olduğun Vahdet, Fıtratındaki Asil Ruh’da Mevcuttur

ceylannur

Yeni Üyemiz
90 - (O gün) Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır.
91 - Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır.
92-93 - Onlara, "Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilir.
94 - Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar.
95-96 - Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki:
97 - "Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz."
98 - "Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk."
99 - "Ve bizi hep o günahkarlar saptırdı."
100 - "Bak bizim için ne şefaatçiler var,"
101 - "Ne de yakın bir dost."
102 - "Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilseydik."
103 - Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir.
104 - Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
[Şuarâ Suresi, Elmalılı M. Hamdi Yazır Sadeleştirilmiş Meali]

Bu ayet-i kerimeler ahiret gününü tamamıyla tasvir ederek anlatmaktadır. Kıyamet gününü ve o günde yaşananları; takva sahiplerinin mükafatını, isyan¬kârların cezasını ve dünyadaki sapıklıklarından dolayı müşriklerin piş¬man olmaları durumunu tavsif etmektedir(vasıflandırmaktadır).

Kur’an’ın her ayeti gibi, bu mucizevî ayetler de üzerinde düşünülmesi(tefekkür), akledilmesi(ta’akkul) ve derinlemesine incelenip tekrar tekrar düşünülmesi(tedebbür) gereken ayetlerdendir. Bu çalışmamızda, farklı tefsirlerden yararlanarak bu ayetlerin bizlere ne anlatmak istediğini sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Gayret bizden, yardım ve başarı Allah’tandır(cc).

Muttakîn: Takva; lügat itibariyle, kuvvetli bir himayeye girmek, korunmak, kendini muhafaza altına almak demektir. [Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, 1/168] Aynı mânâyla ilgili olarak, "takî" ve "muttaki" isimleri de takva fiilini işleyen, onunla muttasıf olan kimse demektir. [İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, 15/401; Ebu'l-Bekâ, Külliyât, 219, el-Matbaatü'l-Âmire, 1287 (M. 1870)]

Ğâvîn/ğâvûn: Bu kelimeden maksat, putlara tapanlardır. Bu tapanlara “gavun” denilmiş, fakat “âbidun” denilme¬miştir. Bunun sebebi dalâlet, bataklık, felâket vasfını tescil etmek içindir. [Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, 12/343-347]
Katâde, el-Kelbî ve Mukatil(rh.a.ecmain); “azgınlardan kasıt şeytanların ken¬dileridir” demişlerdir. [Bkz: İmam Kurtubi, el-Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an, 13/50-55]
Meal ve tefsirlerde genel olarak “azgınlar” olarak çevrilen bu kelime; şeytanı ve şeytanın adımlarına uyup, haddi aşıp sapıklık içerisinde kalanları tavsif etmektedir. Tağutun karşısında hiçbir icraat gösteremeyen dilsiz şeytanları önder, alim, şeyh, hoca, lider kabul edenler, Kur’an ve Sünnet’ten habersiz yaşayarak, önder kabul ettiklerinin her dediğini tartışılmaz “din” kabul edenler; bu kavramı ve bu ayetleri özel bir ilgi ile tefekkür etmelidirler. Zira tağut, en büyük şeytandır ve tağuta karşı durmayan herkes de birer dilsiz şeytandır. [Tağut; azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz; Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümüdür. Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur. Tağut, Allah(cc)'a karşı isyan etmekle beraber O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz, dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. Bu sebepten bir insanın hakiki mümin olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir. Bkz: Şamil İslam Ansiklopedisi, Tağut md.]


Ta’budûn: “Abd/kulluk” kökünden türeyen bu isimle, “kulluk/ibadet edilenler” kastedilmektedir. İbâdet kelimesinin türediği “abd” kökü, şu anlamlara gelir:

a- Hürün karşıtı olan köle,
b- Boyun eğmek ve itaat etmek,
c- Kulluk etmek, ilâh tanımak, tapmak,
d- Bir şeye bağlanıp, ondan ayrılmamak.
Yani; Allah’tan(cc) başka boyun eğilen, itaat edilen, körü körüne bağlanıp ayrılınmayan her şey, Allah(cc) ile edindiğimiz(O’na eş koştuğumuz) ma’budlar/ilahlardır. Ve ayette belirtildiği gibi, Allah’tan(cc) başka ma’bud edinenlere; “Allah’ı bırakıp taptıklarınız/ibadet ettikleriniz hani nerede?” diye sorulacaktır. Buradaki bu ifade, bu soru; onları küçümseme, kınama ve bir azarlamadır.

Put: İnsanların, Allah Teâlâya yapmaları gereken ibadet, göstermeleri gereken saygı, sevgi ve korkuyu, O’nun(cc) dışında herhangi bir mahluku ma’bud kabul ederek ona yöneltmeleri halidir. Ayet ve hadislerde "sanem” ve "vesen” şeklinde de isimlendirilmektedir. Bu, müşriklerin taptıkları taşlar için kullanılabildiği gibi, Allah'ın(cc) nizamına ve hâkimiyetine engel olan tüm tağutlar manasına da kullanılmaktadır. [bkz: Şami İslam Ansiklopedisi, Putperestlik md.] Nitekim; kabirlere tevessülde bulunmak, o kabirden(veya sahibinden) bir ihtiyacının görülmesini istemek de, onları “put” edinmek demektir. Müşrikler, ihtiyaçlarının karşılanması ve Allah’a(cc) yaklaştırdıklarını zannettikleri için “put”lara müracaat ediyorlar ve onlar aracılığıyla bu emellerine ulaşacaklarını zannediyorlardı. Aynı amaçla bir kabre yönelmek ya da salih addedilen bir insandan bunları beklemek de, aynı şekilde şirktir; sakınılması gerekir. Zira, şeriatte isimlerin herhangi bir etkisi yoktur. Kim şarap içer de, onu su olarak adlandırırsa; o su değil, ancak şarap içmiş olur ve cezası şarap içenin cezasıdır. Hatta o, şarabı başka isimle isimlendirip içtiği için de, sahtekarlık ve yalan söylemesinden ötürü daha fazla ceza görür. Bunun gibi; kabirlere “meşhed” denilmesi ve orada yatanlara “veli” denilmesi, onları “sanem” ve “vesen” adının kapsamından çıkarmaz. [bkz: İmam es-San’anî, Tathiru’l İ’tikad an Edrani’l İlhad, s:76-78] Maide 90. ayetteki “el-ensâb/dikili taşlar” lafzı da, Allah’tan(cc) başka kendisine ibadet edilmek(karşısında boyun eğip bağlanılmak, bir şeyler beklemek) üzere dikilen her şeyi kapsar. Bu, bir ağaç, bir taş, bir heykel veya bir kabir olabilir. Bu dikili taşların en büyük fitnesi, kabir ehli fitnesidir. Sahabe ve tabiînin de dediği gibi, bu, puta tapma fitnesinin de başıdır. [İmam Birgivî, Ziyaretu’l Kubûrî Bid’iyyetuhâ ve’stihbâbuhâ, s:69,71]

Cünudü iblise ecmeun: “İblis'in orduları” kimdir sorusuna şu cevabı vermek mümkündür ki; putlara tapmaya çağırdığında kendisine uyan herkes onun ordusudur ve onunla birlikte cehenneme atılacaklardandır. [İmam Kurtubi, el-Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an, 13/50-55]

Bu ayetlerde anlatılan, Hz. İbrahim(as) ile kavmi arasındaki bir kıssadır. Onun kavmi kendi yonttukları taştan putlara tapıyorlardı. Rabbimiz önceki ayetlerde bunlardan bahsettiği halde, bu ayette onlarla şeytanın askerlerini(ordularını) bir zikretmiştir ve hepsinin tepesi taklak, üst üste cehenneme atılacaklarını beyan etmiştir. Burada dikkatimizi çeken şey, bu ayetleri sadece Hz. İbrahim’in(as) kavmi ve o kavmin taptığı putlara has kılarak anlamanın önünü, Rabbimizin kapadığıdır. Yani; “bu ayetler puta tapan o kavme indi; bize niye okuyorsun” diyenlere, Rabbimiz bir kaçış kapısı bırakmamaktadır. Bu, önce bir ayrıntıyı ifade edip sonra genel ifadeye varma sanatıdır. Yani sadece o ağaçtan-taştan putlar değil; şeytanın adımlarına uyarak kendilerini putlaştıranlar ve bunlara körü körüne uyanlar da, cehennemin içine atılacaklara dahildir.

Mücrimûn: Cürm; günah işlemek, haddi aşmak demektir. Aynı kökten gelen mücrim ise; suçlu, günahkâr, günah işleyen, haddi aşan kimse demektir. Yerine göre bir kişi, bir grup, bir kavim, hatta bir millet hakkında kullanılmıştır. [bkz: Şamil İslam Ansiklopedisi, Mücrim md.] Ayette kullanılmasından maksat, putlara ibade¬ti süslü gösteren şeytanlardır. Kendilerini taklid ettiğimiz bizden önceki atalarımız diye de açıklanmıştır. [İmam Kurtubi, el-Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an, 13/50-55]
Onlar ayette bahsedilen sözü söylemekle(yani “bizi, o mücrimlerden başkası saptırmadı” sözünü söylemekle) kendilerini putlara tapmaya sevkeden, cinleri ve insanları kastetmişlerdir. Bu da tıpkı onların, “Ey Rabbimiz biz, liderlerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar” (Ahzab/67) şeklindeki sözleri gibidir. [İmam Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, 17/352-353] Bizi ancak o günahkârlar, o kendilerine tâbi olduğumuz reislerimiz, büyüklerimiz sapıtmış oldular; onların sözlerine baktık, izlerine düştük, o yüzden sapıklık içinde yaşamış olduk. [Ö. Nasuhi Bilmen, Tefsir]
Burada, dünyadayken halkın ilâh gibi sayıp hizmet ettikleri, sözlerini ve davranışlarını otorite saydıkları ve kendilerine her türlü arz ve takdimde bulundukları dinî lider ve önderlerine nasıl davranacakları anlatılmaktadır. Ahirette halk, önderlerinin kendilerini saptırmış ve helâklerine yol açmış olduğunu anlayınca, durumlarından onları sorumlu tutacaklar ve onlara lanetler yağdıracaklardır. Kör izleyiciler, dünyada önderlerinin kendilerini doğruya mı, yoksa yanlışa mı götürdüklerine dikkat etsinler diye, Kur'an bu dehşetli ahiret manzarasını çeşitli yerlerde sunmaktadır. [Mevdudî, Tefhimu’l Kur’an]


Ayetlerin devamında da, Allah’tan(cc) başkasını ma’bud edinenlerin pişmanlıkları, dünyadayken şefaat edeceklerine inandıkları reislerinin, önderlerinin, putlarının, bırakın onlara yardım etmeyi, kendilerine dahi bir yardımda bulunamayacakları ve tekrar dünyaya dönüp mü’min(yüzde yüz Müslüman) olmak isteyecekleri, acz içinde bunu temenni edecekleri anlatılmaktadır.

Bunların başımıza gelmesinden sakınmamız için, Rabbimiz sürekli tekrarladığı uyarıyı burada da yapmakta ve anlatılan bu olayda alınılacak bir ibret, bir ders olduğunu beyan buyurmaktadır. Bu açıklamalarımız ışığında, almamız gereken dersi aldık mı? Bu çabamızın karşılığı olarak, sizlerden sadece bu soruyu kendinize yöneltmenizi istiyoruz. İnşaAllah, Rabbimizin beyanı üzere, çokları gibi, dilde iman iddiasında bulundukları halde, özde imandan nasipleri olmayanlar zümresine dahil olmaz, gerekli dersleri alıp hayatımızı bu Kur’anî derslerle inşâ etmeye azamî gayret sarfedenlerden oluruz. Zira; muhtaç olduğumuz Vahdet, fıtratımızdaki asil ruhda; yani İslam’da; yani Kur’an’da mevcuttur! (Sünnet’i zikretmedim; zira ona itaat de Kur’an’da mevcuttur.) Müslümanlar arasındaki birlik, İslam erleri arasındaki kardeşlik; ancak ve ancak Kur’anî derslerdeki ve Nebevî metoddaki “hikmet”i anlayıp, bu hikmet üzere inşâ edilecek davetle mümkündür.

Şüphesiz Allah(cc) mutlak galip ve sonsuz merhamet sahibidir. Galibiyetinden şüphe duymuyor, hatalarımız ve bilmeden işlediklerimiz için de sonsuz merhametine sığınıyoruz.

Ve’s-selam…

Bilal Oduncu
 
Üst Alt