İslami Soru Bankası 17 ( İslam Ahlakı )

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
©VuSLaT
İSLAM AHLAKI


İhlas ve riya

Sual: İhlas ve riya ne demektir?

CEVAP

İhlâs, gerek beden ile, gerek mal ile yapılan farz veya nâfile bütün ibâdetleri, Allah rızası için yapmaktır. Mal, mevki, saygı, şöhret kazanmak için yapılan ibâdette ihlâs olmaz, riyâ olur. Böyle ibâdete sevap verilmez. Günah olur, azaba layık olur. Haram işleyenlerle, bid’at ehli ile, kâfirlerle, arkadaşlık, komşuluk edenlerin ihlâsları kalmaz.

İmâm-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

İbâdet yaparken, Allahü teâlâ emrettiği ve beğendiği için yapmaya niyet etmelidir. Bütün işlerin, iyiliklerin hep ihlâs ile yapılması lâzımdır. Kiminde, ihlâs, kendini zorlayarak hâsıl olur ve kısa bir zaman devam eder. Sonra kalbe nefsin arzuları gelir. Devamlı ihlâs sahiplerine Muhlas denir. Zahmet çekerek elde edilen, devamsız ihlâs sahiplerine Muhlis denir. Muhlas olana, ibâdet yapmak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda, nefislerinin arzusu ve şeytanın vesvesesi kalmamıştır. Böyle ihlâs, insanın kalbine ancak bir evliyanın kalbinden gelir.

Muhlis olarak ibâdet etmek övülmüştür. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (De ki, ben ancak Allaha muhlis olarak ibâdet ederim.) [Zümer 14]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (İhlas ile yapılan ibâdet az da olsa insana kâfi gelir.)

Murad, istek, arzu demektir. Tasavvufta ise Murad, seçilmiş kimse demektir.

Allahü teâlânın rızasına kavuşturucu iki yol vardır. Birisi talibler yolu, ikincisi, muradlar yolu. Yani seçilmişlerin yoludur. Birinci yoldaki talibler, sıkıntı çekerek yürürler. İkinci yoldaki muradlar ise sıkıntı çekmeden, hatta nazlı nazlı okşanarak maksada kavuşurlar. Bu yol, peygamberlerin ilerledikleri yoldur. Bu yol bazı evliyaya da ihsan edilir.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah, dilediğini kendine seçer, kendine kavuşmak isteyenlere de, kavuşturan yolu gösterir.) [Şura 13]

Devamsız olan ihlâs ile yapılan ibâdetler de, zamanla nefsi zayıflatır, devamlı ihlâs elde etmeye sebep olur. Süfyan-ı Sevri hazretleri, (Allah rızası için, niyet etmeden yemeğe dâvet edene bir günah, niyet etmeden gidene de, iki günah yazılır) buyuruyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Amellerinizi Allah için halis kılın. Çünkü Allahü teâlâ, ancak kendisi için ihlâsla yapılan ameli kabul eder. [Dâre Kutnî]

(İbadetlere riya karıştırmayın ki amelleriniz boşa gitmesin.) [Deylemî]

(İbadetine riya karıştırana ahirette denir ki: Git sevâbını o kişiden iste.) [İ. Mâce]

(Sırf Allah rızâsı için, arkadaşını veya bir hastayı ziyaret eden için, Allahü teâlâ buyurur ki: Ne güzel ettin. Cennette kendine bir köşk hazırlamış oldun.) [Buhârî]

(Allah rızası için câmi yapana cennette bir köşk verilir.) [Taberânî]

(Kim Allah için yenerse gazabını, Allah da, ondan def eder azâbını.) [Taberani]

(Allah rızası için, ana babasına itaat ederek güne başlayana cennetten iki kapı açılır.) [İ.Asakir]

(Dünya ve ahiret hayırlarına kavuşmak için, Allahı ananlarla beraber ol, hep Allahı an, Allah için sev, Allah için buğzet.) [Ebu Nuaym]

(İbadetleri ihlas ile yap! İhlas ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.) [Ebu Nuaym], (Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Müslim]

(Sabırlı ve ihlâslı olanlar, hesaba çekilmeden cennete girer.) [Taberânî]

(40 gün Allah için ihlâsla ibadet yapanın, kalbinden diline hikmet pınarları akar.) [Ebuş-şeyh]

(İhlaslı olanlara müjdeler olsun. Onlar fitne karanlıkları içinde, parlayan ışıklardır.) [E.Nuaym]

(İhlasla “Lâ ilahe illallah” diyen cennete girer.) [Bezzar]

(Cennetin güzel köşkleri, Allah rızası için birbirini sevenler içindir.) [Ebuş-şeyh]

(Allah rızasından başka maksat için ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden, cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Tirmizî]

Kur’anı kerimde salihler övülürken buyuruluyor ki: (Onlar, kendi canları çekerken yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz bunları Allah rızası için veriyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” derler.) [İnsan 8,9]

Münafıklık
Sual: Allaha inanıyor, namaz kılıyorum. Fakat çok günah işliyorum. Ben münafık mıyım?

CEVAP
Allahü teâlâya inanan mümindir. Kimse zorlamadan namaz kıldığınıza göre, münafık olmanız mümkün değildir.

Yalan söylemek, emanete hıyanet etmek ve verdiği sözde durmamak münafıklık alametidir. Fakat bu günahları işliyene münafık denmez.

Münafık, inanmadığı hâlde, herhangi bir dünya menfaati için inanmış gibi görünen kimsedir. Eshab-ı kiramı seven de münafık olamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Alinin sevgisi [radıyallahü anhüm] bir münafığın kalbinde toplanmaz.) [Taberânî]

(Ensarı ancak mümin sever. Ancak onlara münafık buğzeder.) [Buharî ]

Sözün kısası, Allahü teâlâya ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselama inanan kimse mümindir. Çok günah işlese de münafık değildir.

Kalb ve Yürek
Sual: Kalb ile yürek farklı mıdır? Kalbi nasıl temizlemek gerekir?

CEVAP
Göğsün sol tarafındaki et parçası yürektir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyânı gibidir. Buna, gönül de denir. Gönül, insanlarda bulunur, hayvanlarda bulunmaz.

Bedendeki bütün a’zâ, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnanmak, sevmek, korkmak, insanın kalbindedir. Îmân eden, kâfir olan, kalbdir. Kalbi temiz olan, dîne uyar. Kalbi kötü olan dinden kaçar. Güzel, iyi ahlâkın ve kötü huyların yeri kalbdir. Allahü teâlâ dinlerini, peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder. Dünyada rahat, huzûr içinde yaşar. Âhırette de sonsuz saâdete kavuşur. Kötü huylar, kalbi, rûhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, rûhun ölümüne sebep olur. Önce kalbi temizlemek lâzımdır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.) [Beyhekî]

(Her pasın cilâsı vardır. Kalbin pasının cilâsı da estagfirullah demektir.) [Deylemî]

(Nem sebebiyle demir paslandığı gibi, günâh sebebiyle kalb de paslanır. Kalbin cilâsı ölümü çok hatırlamak ve Kur’ân-ı kerîm okumaktır.) [Beyhekî]

(Mü’minin kalbi temiz, kâfirin kalbi karadır.) [Taberânî]

(Bir kimse, günâh işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hâsıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günâh işlerse, o leke büyüyüp kalbin tamamını kaplar.) [Harâitî]

İnsanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşturan yol kalbdir. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin en zararlısı, kalbin kararmasıdır. Bu sevgi, kötü arkadaşlardan ve lüzûmsuz ve zararlı şeyler seyretmekten hâsıl olur. Faydasız kitap, [roman, hikâye, gazete, dergi] okumak, lüzûmsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi arttırır. Kadın ve kadın resimleri [resimli dergi, filimler, tv] seyretmek, şarkı, çalgı dinlemek, bu sevgiyi kalbde yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmıyan kalb ölmüş demektir. İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymalıdır. Kalbi uyanık olmayanın, Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü ve Cennet ni’metlerini ve Cehennem ateşinin şiddetini hâtırlamıyanın, düşünmiyenin bedeninin İslâmiyete uyması güç olur. Bedenin İslâmiyete severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lâzımdır. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne [uysal] olduğunun alâmeti, bedenin İslâmiyete seve seve uymasıdır.

Namaz kılmak, kalbi temizler. Günâhların affedilmesine sebep olur. Fakat, kulluk vazîfesi olduğunu düşünmeden, şehvetlerini, dünya çıkarlarını düşünerek kılınan namaz, şartlarına uygun olup, sahîh olsa bile, dünyada ve âhırette faydası olmaz. Namaz kılarken, Allahü teâlânın büyüklüğünü, O’nun emrini yapmayı düşünmek lâzımdır. Ancak, böyle kılınan namaz, kalbi temizler, insanı kötülük yapmaktan korur.

Feyz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yaptıran nûrdur, bir kuvvettir. Feyzler, Resûlullahın mübârek kalbinden yayılmakta, evliyânın kalbleri vâsıtası ile, evliyâyı çok seven kalblere gelmektedir. Feyze kavuşan bir insanın kalbi, ilimler, ma’rifetler, kerâmetler hazînesi olur. Bu saâdete kavuşmak için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak ve dinin emîr ve yasaklarına uymak şarttır.

Bedeni besleyen rızıklar ve kalbi temizleyen feyzler, ezelde takdîr ve taksîm edilmiştir. Fakat, bunlara kavuşmak için, âdet-i ilâhiyyeye uymak, sebeplerini aramak, bulmak için çalışmak lâzımdır. Şartlarına uyarak çalışana elbet verilir. Kıymetli ulemâ ve evliyânın kitaplarından hazırlanmış olan bizim yayınlardan ilmihâl ve dokuzlu kitaplardan hergün bir veya iki sayfa okuyan feyz alır. Feyz, nûr demektir. Nûr kalbe yağar, kalbi temizler. Okudukça kalb nûrlanır. Okuduğunu da anlamaya başlar. Evliyâ, Resûlullahı iyi tanıdığı için, Onun mübârek kalbinden feyz alır ve bu feyzler, bunun kalbinden, kendisine bağlananların kalblerine akar. Feyz gelen kalb temizlenir. Ahlâkı güzel olur. Velînin kalbindeki feyzler, nûrlar, güneşin ziyâsı gibi yayılır. Onu seven müslümanların kalblerine akar. Onların bu feyzleri aldıklarından haberleri olmaz. Kalblerinin temizlendiğini anlarlar. Karpuzun güneş karşısında olgunlaştığı gibi, kemâle gelirler. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın sohbetinde, böyle kemâle geldi.

Kalb kırmak
İyilik, her yerde iyidir. Fakat akrabaya yapılırsa daha sevab olur. Kalb kırmak kötüdür. Yakınların kalbini kırmak daha kötüdür. Hadis-i şerifte (Kalb kırmak, Kâbeyi yetmiş defa yıkmaktan daha kötüdür) buyuruluyor. Büyükler buyuruyor ki:

İyi müslüman hiç gönül kırmaz.

Bilir bundan büyük günah olmaz.

Kalbi temizlemek
Sual: Kalbi temizlemek için ne yapmalıdır?

CEVAP
Kalbi karartan günahlardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlyerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalb, kapkara olur.) [Haraiti]

Günahlar kalbi kararttığına göre günaha sebep olacak şeylerden de kaçmak gerekir. Mesela uyku mübahtır. Ancak çok uyumak kalbe kasvet verip günah işlemeye zemin hazırlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Üç şey kalbe kasvet verir: Yemeği, uykuyu ve rahat olmayı sevmek.) [Deylemî]

Günah işleyince, hemen tevbe ve istigfar etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Paslanan her şeyin bir cilası vardır. Kalbin cilası "Estagfirullah" demektir.) [Deylemî]

Ölümü çok hatırlamak da kalblerin pasını siler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Su değdiği, [rutubette kaldığı] zaman demirin paslandığı gibi, kalbler de [günah yüzünden] paslanır.) Orada bulunanlar, (Kalblerin cilası nedir ya Resulullah) dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyhekî]

Temiz ve Kirli Kalb

Müminin kalbi temizdir. Fâsıkların kalbi kirlidir, karadır. Kâfirlerin kalbi ise simsiyahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Müminin kalbi temizdir, orada parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır ve terstir.) [Taberânî]



Kalbi temizlemek

Sual: Kalbin karardığı nasıl bilinir, temizlenmesi nasıl olur?

CEVAP
Haram yemek kalbi karartır, hasta eder. Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki: Kalbin kararmasının dört alameti vardır:

1- İbadetin tadını duymaz.

2- Allah korkusu hatırına gelmez.

3- Gördüklerinden ibret almaz.

4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.

Muhammed bin Fadl Belhi hazretleri de buyurdu ki: Kalbin kararmasına 4 şey sebep olur:

1- Öğrendiği ile amel etmemek.

2- Bilmeyerek yapmak.

3- Bilmediklerini öğrenmemek.

4- Başkasının öğrenmesine mani olmak.

Nefs, kötü isteklerden [dinin yasakladığı şeylerden] kurtarılınca, kalb temizlenir.

Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir. Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibâdet yapmak istemez. İyilik ve ibâdet ederek kalbi temizlemelidir!

Nefsin istediği her şey, sonsuz ahiret nimetleri yanında kıymetsizdir. Ahiret nimetleri altın ise, dünya menfaatleri teneke bile değildir. Bu geçici basit menfaatler, sonsuz nimetlerle mukayese bile kabul etmez.

Kalbi Sıkan İş

Sual: Bir işi yaparken kalbime bir sıkıntı geliyor. Ne yapmak gerekir?

CEVAP
Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

Kalbinin ürperdiği işi yapma! Nefsine uyma! Şüphe ettiğin işlerde kalbine danış! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Nefse sükunet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır.) [Beyhekî]

(Helal olan şeyler bellidir. Haramlar da bildirilmiştir. Şüpheli olanlardan kaçınız! Şüphesiz bildiklerinizi yapınız!) [Taberânî]

Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, şüphe edilen ve kalbi sıkan şeyi yapmamalı! Şüphe edilmeyeni yapmak caiz olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahın, Kur'an-ı kerimde helal ettiği şeyler helaldir. Kur'an-ı kerimde bildirmediği şeyleri affeder.) [Tirmizî]

Şüpheli birşeyle karşılaşınca, eli kalb üzerine koymalı, kalb çarpması artmazsa, o şeyi yapmalı! Eğer, fazla çarparsa yapmamalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Elini göğsüne koy! Helal şeyde kalb sakin olur. Haram şeyde çarpıntı olur. Şüpheye düşersen yapma! Din adamları fetva verseler de yapma!) [İ. Ahmed]

İmanı olan, büyük günaha düşmemek için, küçük günahtan kaçar.[C.2 m.110]

Bozuk Kalbliler
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alameti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır. [Namaz kılmayıp günah işliyenin, (Benim kalbim temiz, sen kalbe bak) demesinin çok yanlış olduğu buradan da anlaşılır.]

Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmıyan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allahı anarak, ibâdet yaparak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince, kalb kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hali, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar.

Dört Engel
Kalbi temizlerken dört engel çıkar:

1- Mal sevgisi: Malın kendisi değil, sevgisidir. Kalbi temizlemek, ahireti kazanmak için malın önemi büyüktür. Fakat mal sevgisi engeldir. Mal sevgisini kalbden çıkarmalıdır!

2- Makam sevgisi: Ahiret nimetlerini elde etmek için makam ve mevki elbette iyidir. Mal gibi makamın da kendisi değil sevgisi engeldir. Hizmet için bir makama talip olmak başka şey, nefsin arzularını tatmin için makam sahibi olmak ayrı şeydir.

3- Yabancı sevgi: Allah sevgisinden başka her sevgiyi kalbden çıkarmalıdır!

4- Günah: Her günaha tevbe etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kim günah işlerse, kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Tevbe ederse silinir. Günahlara devam ederse, o leke büyüyüp kalbin tamamını kaplar.) [Nesâî]

Bu dört engeli aşmak için dört şey gerekir.

1- Çok yememek, helalinden yemek.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) [İ.Gazali]

(Haram karıştırmadan, kırk gün helal yiyenin kalbi nurla dolar. Kalbine nehir gibi hikmet akar. Dünya sevgisi kalbinden çıkar.) [Ebu Nuaym]

2- Çok uyumamak.

Çok yiyen çok su içip çok uyur. Çok uyuyan da Kıyamette pişman olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, çok yiyip içeni ve çok uyuyanı sevmez.) [İ.Gazali]

3- Çok konuşmamak.

Hadis-i şerifte, (Çok konuşan çok hata eder, çok günah işler. Çok günah işliyen de, Cehenneme gider) buyuruldu. (Ebu Nuaym)

4- Kötülerden uzak durmak.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir, kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin.)[Hakim]

Kalb ile işlenen günahlar

Sual: Kalp ile işlenen günahlar nelerdir?

CEVAP

Hep evinde duran veya hasta olup dışarı çıkamayan kimse de günah işleyebilir. Kalb ile işlenen altmıştan fazla günah vardır. Bunlardan bazıları kısaca şöyledir:

Tul-i emel, zevk sürmek için çok yaşamayı istemektir. Tul-i emelin sebepleri, dünya zevklerine düşkün olmak ve ölümü unutmak ve sıhhatine, gençliğine aldanmaktır. Tul-i emelli, ibâdetleri vaktinde yapmaz, tövbeyi terk eder. Kalbi katı olur. Nasihat tesir etmez. Ölümü unutur. Hep dünya malına ve mevkiine kavuşmak için ömrünü harcar, ahireti unutur, dünyanın faydasız zevkini düşünür. Bunlardan kurtulmak için, ölümün her an gelebileceğini düşünmeli, sıhhatin, gençliğin ölüme mani olmadığını unutmamalıdır! Birçok hastanın iyileşip yaşadığı, sağlam birçok kişinin öldüğü çok görülmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İnsan yaşlandıkça, mal hırsı ve tul-i emeli gençleşir.) [Müslim]

Kibir, kendisini bir veya birkaç bakımdan başkasından üstün görmektir. Yanına başkasının oturmamasını istemek, doğru sözü kabul etmemek, kusurunu söyleyene teşekkür etmemek ve hep zenginin davetini tercih etmek kibir alametidir. Kibirli olan, salih insan olamaz. Kibir, her iyiliğe engeldir. Kibirli değilim diyen, kibirlidir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allah, kibredenleri sevmez.) [Nahl 23]

Ucup kendisini başkasından üstün bilmek, yaptığı iyi işler sebebiyle kendini beğenmektir. Ucbeden, günahlarını hatırlamaz. Allahü teâlânın kendine ihsan ettiği iyilik etme nimetini kendinden bilir, kabiliyeti ile övünür.

Suizan, birinin kötü bir iş yaptığını zannetmektir. Kalbe gelen kötü düşünce, o hâliyle suizan olmaz. Kalbin o tarafa kayması suizan olur. Mesela birisinde bir kalem görünce, (Acaba bu kalemi çalmış olabilir mi) diye düşünmek suizan olmaz. (Çalmış olabilir) diye zannetmek suizan olur.

Haset, kıskanmak, çekememektir. Onun haklı olan sözlerini ve nasihatlerini reddeder. Kendisinden üstün bile olsa, ona karşı kibirlenir, ondan bir şey sorup öğrenmek istemez. İnsan, hasetten kurtulamaz. Mesela birinin iyi bir arabasını görünce, onda kusur arar. (Şurası şöyle, burası böyle) der.

Haset edenin ömrü üzüntü ile geçer. Haset ettiği kimsenin nimetinin azalmadığını, hatta arttığını görerek, sinir krizi geçirir. Hasetten kurtulmak için, haset ettiğine hediye vermeli, ona karşı tevazu göstermeli ve onun nimetinin artması için duâ etmelidir.

Hıkd, başkasından nefret etmek, ona karşı kin beslemektir. Kendine nasihat verene kin beslemek haramdır. Onu sevmek, ona hürmet etmek gerekir. Hâlbuki o, kendisi ile aynı derecede veya daha üstün olana kızar. Bir şey yapmak elinden gelmediği için, ona karşı kibirlenir. Tevazu gösterilmesi gerekene tevazu edemez. Onun haklı sözlerini, tavsiyelerini kabul etmez. Herkese karşı ondan daha üstün olduğunu göstermek ister. Ona eziyet verse de, özür dilemez.

Şematet, başkasına gelen belaya sevinmektir. Hadis-i şerifte, (Arkadaşınıza şematet ederseniz, Allahü teâlâ, belayı ondan alır, size verir) buyuruldu.

Hicr, dostuna darılmaktır. Üç günden fazla dargın durmak helal olmaz.

Gadr, sözünde durmamaktır. Hadis-i şerifte, (Gadr eden, kıyamette kötü şekilde ceza görür) buyuruldu. (İslâm Ahlâkı)

Kibir ve kibirden kurtuluş yolları
Sual: Cömertlikle ilgili yazı gibi, kibir hakkında da tafsilatlı bir yazı yazıp, kibirden kurtuluş yollarını bildirirseniz çok iyi olur.

CEVAP
Kibir, kendini başkasından üstün görmektir. Yapıldığı yerlere göre üçe ayrılır:

1- Allahü teâlâya karşı kibirdir.

Kibrin en kötüsü budur. Nemrud, Firavun böyle idi. İlahlık iddiasında bulundular. Bazı dinsizler de ibâdet etmeyi aşağılık sanarak kibirlendiler. Allahü teâlâ buyuruyor ki:

(Bana ibâdeti, kulluk etmeyi büyüklüğüne yediremiyenler alçalmış olarak Cehenneme girecektir.) [Mümin 60]

2- Peygamberlere karşı kibirdir.

Bazılarının, peygamberleri kendileri gibi bir insan gördükleri için, onlara uymayı kabul etmeyip kibirlendikleri Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. Mesela Peygamber efendimiz için dediler ki:

(Bu da sizin gibi bir insan. Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, hüsrana uğrarsınız.) [Müminun 33, 34]

3- İnsanlara karşı kibirdir.

Kibir Nasıl Anlaşılır?
Kibir çeşitlidir. Her insanın kibirlendiği yerler farklı olabilir. Bir insan kendinin kibirli olduğunu bilebilir mi? Çok kolay bilir. Bir kimse, herhangi bir hususta kendini başkasından üstün görüyorsa kibirlidir. Çünkü büyüklük ve üstünlük ancak Allaha mahsustur.

Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evinin işini alıp evine getirmemek ve kullanılmış elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkidleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir.

Bir yere giderken, arkadaşı önce girince, ona (İnsan nezaket icabı olsun siz buyurun demez mi?) demek veya düşünmek yahut önce arkadaşının selam vermesini beklemek kibir alametidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Selamı önce veren kibirden beridir.) [Beyhekî]

Bir yere girerken arkadaşına (Sen gir) diye emir vermek, önce girmesi için ısrar etmek de ekseriya kibir alametidir. Orada tevazu göstermesi yapmacıktır. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir.) buyuruyor.

Bir kimse, tevazu göstermek için, (Ben Besmelenin "Be"sinin altındaki noktayım.) deyince, Şibli hazretleri, (Kendine bir mevki mi gösteriyorsun?) buyurdu. Kendini birşey zanneden kimsenin tevazudan nasibi olmadığını bildirdi.

Bazısı da, (Bu günahkâr, bu fakir) diyerek kendinin tevazu ehli olduğunu göstermeye çalışır. Bir günahını söyleyince hemen kızar. O zaman sözünde yapmacık olduğu anlaşılır. Din büyükleri de "bu fakir" diye kullanırlar. Fakat bunlar böyle sözlerinde samimidir.

Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak çok farklıdır. Tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir. Kibirlenmekle, kibirli görünmek de böyle farklıdır. Kibirliye karşı, kibirli görünmek sevabdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kibirliye kibirli görün! Böylece, onu hakir ve küçük düşürmüş olursun.) [İ. Gazalî]

Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bilsin ki bu da kibirdendir. Kibirli münkirler, peygamberlere (Siz de bizim gibi insansınız.) demişlerdi. (İbrahim 10)

Fudayl bin İyad hazretleri "Tevazu, ister cahilden, ister çocuktan duyulsa da hakkı tereddütsüz kabul etmektir." buyuruyor. Kabul edemiyen kibirlidir.

Bazı kimseler, birinden yol sormaya çekinirler. Birşey öğrenmek, sormak onlara zor gelir. Hatta çok lüzumlu bir dini soruyu bile sormak istemez. Kopan düğmesini dikmemek, maiyetinde çalışanlarla yemek yememek, kendi yükünü bile taşımamak da kibirdendir. Hadis--i şerifte buyuruldu ki: (Gömleğini, ayakkabısını tamir eden, hizmetçisi ile yemek yiyen ve çarşıdan yükünü kendi taşıyan kibirden uzaktır.) [Ebu Nuaym]

İnsanların hep kötü yönlerini görüp, ortalık çok bozuldu diyen kibirlidir. (İnsanlar helak oldu diyenin asıl kendi helak olmuştur.) [Müslim]

Allah için sinirlenenler, varsa da, nefsinden, şeytandan dolayı sinirlenen çoktur. Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı, (Kâfirlere gazap ederler) diye övüyor. Fakat kibrinden dolayı sinirlenmek, gazaplanmak kötüdür. İsa aleyhisselam gazabın da kibirden olduğunu bildiriyor. Hadis-i şerifte (Gazap imanı bozar.) buyuruluyor. (Beyhekî)

Kibir, diğer günahlardan niçin daha büyüktür? Çünkü, kibir, yani büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun kürsüsüne de oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmıyarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allahın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.

Bu suçun biraz daha aşağısı ilahlığa ortak olmaktır. Hükümdarın maiyetine hakaret eden, onlara üstünlük taslayan ve onları kendi idaresine almak isteyen kimse, bir noktada hükümdara ortak olmuş sayılır. Her ne kadar bunun tahtına oturmak gibi değilse de ona yakındır. Bütün yaratıklar, Allahü teâlânın kullarıdır. Bunlar üzerinde büyüklük, hakimiyet, yalnız Ona mahsustur. İnsanlara bu şekilde kibirlenen, Allahü teâlâya ortak olmuş sayılır.

Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete davet eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkara kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır. Kibrin zararları hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kendisine el pençe divan durulmasını isteyen Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [İ. Ahmed]

(Kibirden de uzak olduğu hâlde ölen Cennete girer.) [Tirmizî]

(Kibirli fakire şiddetli azab vardır.) [Müslim]

(Yiyin, için, giyinin ve tasadduk edin fakat israftan ve kibirden sakının.) [İ. Mace]

(Nuh aleyhisselam ölüm döşeğinde iken çocuklarına dedi ki: Size iki şeyi emreder, iki şeyi yasaklarım. Yasakladığım şirk ile kibirdir. Emrettiğim ise, "La ilahe illallah" ve "Sübhanallahi ve bihamdihi" demektir.) [Hakim]

(Kibirliler kıyamette zerre gibi ayak altında kalır. Herkes onları çiğner.) [Tirmizî]

(Kibirli, Allahı gadablı bulur.) [Beyhekî]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kibriya ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.) [Müslim]

(Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez.) [Müslim]

(Kibirli, hakkı küçük görür, inkar eder, insanlara hakaret gözü ile bakar.) [İ.Gazali]

Kibrin başlıca sebepleri şunlardır:

1- İlim, 2- İbadet, 3- Nesep, 4- Güzellik, 5- Kuvvet, 6- Servet, 7- Mevki, 8- Yakınların çokluğu.

1- İLİM: İlmi ile kibirlenmek, afetlerin en büyüğüdür. Hastalıkların en ağırı ve tedaviyi en zor kabul edeni ilmi ile kibirlenmektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Âlimin afeti, kendini büyük görmesidir.) [İ. Gazalî]

Bir şeyler bilen kimse, kendini büyük, bunları bilmeyenleri de hakir, aşağı görür. Onlardan her zaman saygı, hizmet bekler. Başkalarını aşağı gördüğü için, onların halinden endişeye düşer. Böyle kimseler ilmi arttıkça, daha çok tehlikeye düşer. Fakat tevazu ehlinin ilmi artarsa, tevazuu da artar. (Allahtan ancak âlimler korkar.) ayet-i kerimesi, tevazu ehli âlimleri bildirmektedir.

İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur. Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlim yağmur gibidir. Yağmur, temiz olarak yağar, bitkilerin kökleri bu suyu emer, kendi vasfına çevrilir. Aynı yağmur suyu, biberi acılaştırırken, karpuzu tatlılaştırır. Temiz olan ilim de, kibirliyi azdırır, mütevazının da tevazuunu artırır.

Kabül Ahbar hazretleri "Malın azdırdığı gibi ilim de azdırabilir." buyurmuştur. Az da olsa, bir şey bilen insan cahillerin yanlışlıklarını görünce, ben onlar gibi değilim diye kendini beğenir. İlim sahibi de, ekseriya, kendini cahilden üstün görür.

Âlim, kibirden ancak iki şeyi bilip amel etmekle korunabilir.

Birincisi: Allahü teâlâ katında âlimin mesuliyetinin daha fazla olduğunu bilmesidir. Çünkü, günah olduğunu bilerek isyan eden ile, bilmiyerek o günahı işliyenin cezası elbette bir olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kıyamette bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları ona, "Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "İnsanlara, günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım. "Yapın" dediklerimi de yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.) [Buharî]

(Mirac gecesi ateşten makaslarla kendi dudaklarını kesen insanlar gördüm. Bunların kim olduğunu Cebrail aleyhisselama sordum."Kendilerinin yapmadıklarını "yapın" diyen vaizlerdir" dedi.) [Müslim]

(Kıyamette en şiddetli azab, ilmi kendine fayda vermiyen din adamınadır.) [Beyhekî]

(Cehennemde azab çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azab verir. "Sen ne günah işledin ki, öyle pis koku çıkarıyorsun?" diye sorulunca, "Ben din adamı idim. Bildiklerimi yapmazdım"der.) [İ. Ahmed]

İblis, âlim idi. Fakat ilmi ile amel etmedi. Dağda kalan kimsenin yanında, çeşitli silahlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesur olsa, kendine hücum eden arslana karşı kullanmadıkça, bu silahların faydası olur mu? Elbette olmaz. Bunun gibi, din bilgilerinden yüzbin mesele öğrense, bunları kullanmadıkça, faydalarını görmez. Bir hasta, derdine en faydalı ilacı bulsa, kullanmadıkça, faydasını görmez.

Bilip de amel etmiyenler, Cuma suresi 5. ayetinde eşeğe, Araf suresi 175. ve 176. ayetlerinde ise köpeğe benzetilmiştir. Ne zaman ki, bir âlim, cahile nisbetle kendini üstün görmeye başlarsa, içinde bulunduğu bu büyük tehlikeyi düşünmelidir. Bunu düşününce, cahile göre mevkii üstün olduğu gibi, tehlikesinin de o nisbette büyük olduğunu anlar. Bu âlim, hayatı tehlikede olan hükümdar gibidir. Hükümdarı yakalayıp öldürecekleri zaman "Keşke bir hizmetçi olsaydım da bu tehlike ile karşılaşmasaydım" der. Nice âlimler var ki, kıyamette, ilmi ile kibirlenmenin cezasını görünce, Keşke cahil olsaydım diyecektir.

İşte bu tehlikeleri düşünmesi, âlimi kibirden korur.

Nefsi Aşağılamak
İkincisi: Kibrin büyük günah olduğunu, insan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymetinin o kadar yükseleceğini, kendine kıymet verenin, Allah katında kıymetinin olmayacağını bilmesidir. İlmi olduğu hâlde, kibrin zararını bilmeyene âlim demek yanlış olur. İnsanın ilmi arttıkça, Allahtan korkması da artar, günah işlemeye cesaret edemez.

Kendinden aşağı olanlara, fâsıklara ve facirlere karşı da kibirli olmamalıdır. Bir âlim, cahili görünce, (Bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise bilerek günah işliyorum.) demelidir. Bir âlimi görünce, (Bu benden daha çok biliyor ve ilim ve ihlas ile amel ediyor. Ben böyle değilim.) demelidir. Kendinden yaşlısını görünce, (Bu benden daha çok ibâdet etmiştir.) demelidir. Gençleri görünce (Bunların günahı az, benim günahlarım çok.) demelidir. Kendi yaşındakini görünce, (Ben kendi günahlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum.) demelidir. Bir bid'at sahibini veya gayr-i müslimi görünce, (İnsanın hali son nefeste belli olur. Bu belki hidayete kavuşabilir. Acaba benim hâlim ne olacak?) demeli, bunlara kibretmemelidir.

İnsanın kendi günahlarını unutmaması ve son nefesinin nasıl olacağını düşünmesi gerekir. Ahırette kimin kimden üstün olacağı, dünyada kesin olarak bilinemez. Nice din adamı, kâfir olarak can vermiştir. Nice kâfirlere de iman ile can vermek nasip olmuştur. O hâlde, hiç kimseye Cehennemlik, kendine de Cennetlik dememelidir.

Fâsık ve bid'at sahiplerine buğzederken kibirden sakınmalıdır. Bu da kızmayı kendi için değil, bunu emreden Allahü teâlâ için yapmakla ve kızarken kendini selamette, karşısındakini helakte görmemekle olur. Mesela; bir kimse, çocuğunu, hizmetçisi ile bir yere gönderirken, çocuk kabahat işlerse, darılmasını, hatta dövmesini emreder. Bu da, çocuk kabahat yapınca, onu döver. Fakat döverken, babasının yanında kendinin çocuktan daha kıymetli olmadığını da bilmektedir. Ona kibredemez. Müminin kâfiri sevmemesi, buna benzemektedir. Allahü teâlâ müminlerin kendilerinin değil, imanlarının üstün olduğunu bildirdi. İman kimde bulunursa, o üstün olur. Sonsuz üstünlük ise, son nefeste belli olur.

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine bir papaz gelerek der ki:

- Ya Cüneyd sen mi üstünsün ben mi?

- Bu suâlinin cevabını ancak yarın verebilirim!

Ertesi gün papaz gelip de Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin vefat etmiş olduğunu görünce, tabutunun yanına vararak der ki:

- Ya Cüneyd, bana bugün gelmemi söylemiştin.

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, tabuttan başını kaldırıp buyurur ki:

- Bir kimsenin üstünlüğü son nefeste belli olur. Ölmeden önce son nefeste imanla gidip gitmiyeceğimi bilmediğim için dünkü suâlinin cevabı bugüne kaldı. Elhamdülillah imanla öldüm. Artık senden üstün olduğumu söyleyebilirim.

2- İBADET: İbadeti sebebiyle kibirlenmek de büyük felakettir. Bunun için "Çok ibâdet edenin, kibirden kurtulması zor olur." denilmiştir.

Beni İsrailden bir fâsığın kötülüğünü duymayan kalmamıştı. Soylu bir abid de ibâdetiyle şöhret bulmuştu. Kötü kimse, bu Abidin yanından geçerken, "Gideyim, şu Abidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder" diye düşündü. Gidip Abidin yanına oturdu. Abid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için, üstünlüğü ile böbürlenip, "Bu fâsık, benimle niye oturuyor?" diyerek, oradan kalktı. Fâsık da çekip gitti. Fakat Abidin üzerindeki bulut, fâsıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine (Allah insanların niyetlerine göre muamele eder. Fâsıkın yaptıklarını iyi niyetinden dolayı affettim. Abidin yaptıklarını da kibri sebebiyle yok ettim.) diye vahyetti.

Abidin, imanlı fâsıklı hakir, yani aşağı görmesi felaketine sebep oldu. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Müslümanı hakir görmek, kişiye kötülük olarak yeter.) [Müslim]

(Kendini beğenen helak olur.) [Buharî]

3- NESEP: Asil bir aileye mensup olan, kendi gibi soylu olmayanı hakir görür. Bir gün iki kişi Peygamber efendimizin huzurunda birbirine üstünlük taslıyarak biri, "Ben falancanın oğlu filanım. Ya sen kimsin?" dedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselam buyurdu ki: (Musa aleyhisselamın yanında iki kişi birbirine karşı övünmeye başladı. Hatta biri ecdadını 9 batın geriye doğru saydı. Allahü teâlâ, Hz. Musaya şöyle vahyetti: "Ona söyle, iftihar ettiği 9 kişi Cehennemdedir. Kendi de onuncusudur.") [İ. Ahmed]

Babaları ile, dedeleri ile övünmek, cahillik ve ahmaklıktır. Kabil, Âdem aleyhisselamın oğlu idi. Yam da, Hz.Nuhun oğlu idi. Babalarının Peygamber olması, bunları küfürden kurtarmadı. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Atalarınız ile övünmeyi terkedin) [Ebu Dâvud]

(Bir kimsenin kendi kötü ise, ahırette nesebenin [soy-sopunun] üstünlüğü ona fayda vermez.) [Taberânî]

4- GÜZELLİK: Bu daha çok kadınlarda görülür. Başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete vesile olur. Hâlbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, er-geç gider. Geçici olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Kibredenin güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir.

5- KUVVET: Kuvveti ile zayıflara üstünlük sağlar. Gücü, kuvveti ile kibretmek de, cahilliktir. Çünkü hayvanların kuvvetleri, insanlardan kat kat fazladır. Bir insan fil kadar kuvvetli olamaz. Kaplan gibi koşamaz. Kuş gibi uçamaz. Gece kedi gibi göremez. Hayvanlar, bir bakımdan insandan üstündür. Hiç kimse, hep kuvvetli kalacağını, hastalığa, tehlikeye, kazaya uğramıyacağını iddia edemez. Böyle geçici olan ve hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek elbette uygun olmaz.

6- SERVET: Bu daha çok zenginlerde görülür. Hâlbuki mal sahibi olmak, çok zengin olmak da üstün olmayı gerektirmez. Karunun çok malı vardı. Malı ile beraber kahrolup gitti. Geçici olarak sahib olunan servet ile, mal ile kibirlenmek, çok çirkindir. Çünkü varlığı ile kibrettiği malı telef olur, evi yıkılır da kendi açıkta kalır.

7- MEVKİ: Gelip geçici olan makam, mevki de üstünlük sebebi değildir. Bir çok krallar, derebeyler, Firavunlar mevki sahibiydi. Hepsi gitti. Ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü söylenmektedir. Kötü birinin mevki, makamı ile övünmesi neye yarar?

Şam Ordusu kumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri büyük bir kalabalıkla Hz. Ömeri karşıladı. Hz. Ömer kölesi ile nöbetleşe deveye bindiğinden, Halife devesinden indi. Yerine kölesi bindi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp deredeki sudan geçti. Bunu gören kumandan dedi ki:

- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl izah edebiliriz?

Hz. Ömer buyurdu ki:

- Ya Eba Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelil eder, herşeyden aşağı eder.

8- YAKINLARIN ÇOKLUĞU: Bazısı, evladının, akrabasının, tanıdıklarının çokluğu ile üstünlük taslar. Bir kimsenin kendi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar? Bunların hiç biri mutlak üstünlük değildir.

Kibre çok benziyen, ayırt edilmesi çok zor olan bir hastalık daha vardır. Bunun adı da ucbdur. Kibir, kendini başkasından üstün göstermek, ucb ise, kendini başkasından üstün bilmektir. Hiç kimsenin bulunmadığı yerde insan ucb sahibi olabilir, fakat kibirli olamaz. Çünkü insan, kimse olmasa da kendini ve işini beğenebilir. Fakat kimse olmadığı için kendini büyük gösteremez, kibirlenemez. (Üç şey insanı felakete götürür: Hasislik,nefse uymak, ucublu olmak) [Beyhekî]

Ucb, yaptığı iyi işler sebebiyle kendini beğenmektir. İnsan, kendini beğenince, başkalarından üstün görebilir. Bu da kibirdir. Ucbdan kibir doğar.

Bir kimsenin ucub sahibi olup olmadığı, şu alametlerden belli olur: Ucublu kimse,

1- Kibirli olur. 2- Günahlarını unutur. 3- Allahü teâlânın azabını unutur. 4- Büyüklerden istifade edemez, âlimlerin sohbetinden mahrum kalır. 5- Kimseyle meşveret etmez, danışmaz.

Kibirden kurtulmak için tevazu sahibi olmaya, ucbdan kurtulmak için de minnet ehli olmaya çalışmalıdır! Diyelim ki bir kimsenin hitabeti güzeldir. Bundan dolayı kendini beğenir, yani ucbeder. Minnet, nimete kendi eliyle değil, Allahü teâlânın lütfu ile kavuştuğunu düşünmektir. Hitabet güzelliğinin cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu düşünen, kendini beğenemez.

Kibir, en büyük günahlardan biridir. İnsanı kibre düşüren ucbdur. Ucb ise, ilim, ibâdet, yakınlarının, çokluğu gibi sebeple kendini beğenmektir. Bunların Allahü teâlânın lütfu olduğunu bilen, ucba düşmez, dolayısıyla kibretmez.

Tevazu yükseltir
Sual: Kibirden kurtulup tevazu sahibi olmak için ne yapmalıdır?

CEVAP
Kibrin aksine tevazu denir. Tevazu, kendini hiç kimseden üstün görmemektir. Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Zillete düşmiyecek şekilde tevazu gösterene müjdeler olsun!) [Taberânî]

(Allah, tevazu edeni yüceltir.) [Bezzar]

(Şeref tevazudadır.) [İ. Ebiddünya]

(Tevazu edin ki, Allah size rahmet etsin!) [İsfehani]

(Allah için affedenin şerefi artar, tevazu gösteren de yüceltir.) [Müslim]

(Allahü teâlâ, tevazu edeni yedi kat göklere kadar yükseltir.) [Beyhekî]

(Tevazu eden, helal kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak olan ve kimseye kötülük etmiyen, insanların iyisidir.) [Berika]

(İmanın kemalini istiyen, tevazu göstersin.) [Berika]

(Kişi kibirlenince, iki melek, "Ya Rabbi bunu alçalt!" derler. Tevazu ederse, "Ya Rabbi bunu yükselt!" derler.) [Beyhekî]

(Mütevazılara tevazu gösterin! Kibirlilere de kibirli görünün!) [İ.Gazali]

(Allahü teâlâ, tevazu üzere olmamı emretti. Hiç kimse, diğerine karşı büyüklenmesin!) [Ebu Dâvud]

Tevazu hakkında islâm âlimleri buyuruyor ki:

Tevazu, cahilden veya çocuktan da olsa, hakkı işitince boyun büküp hemen kabul etmektir. (Fudayl bin İyad)

Tevazu, karşılaştığın her müslümanın senden aşağı olmadığını kabul etmektir. (Hasan-ı Basri)

Hased Edilmiyen Nimet
"En kötünüz mescidden çıksın" denilse, benden önce kapıya çıkan olmaz. Ancak daha çabuk koşan olursa onu bilmem. (Malik bin Dinar)

Başkanlığı seven, iflah olmaz. (Fudayl bin İyad)

Kendinden daha kötü kimsenin bulunduğunu zanneden kibirlidir. (Bayezid-i Bistami)

Her nimet sahibi hased edilir. Hased edilmiyen tek nimet, tevazudur. (Urve)

Şerefli insan, ibâdet edip yükseldikçe tevazu gösterir. Adi insan ise ibâdet ettikçe büyüklenir. (Yahya bin Halid)

Tevazu güzeldir, zenginin tevazuu daha güzeldir. Kibir çirkindir, fakirin kibirli olması daha çirkindir. (İ. Gazalî)

İhlas ehline göre, tevazu göstermek de kibir sayılır. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Hâlbuki gerçek ihlas ehli, kendinde bir varlık görmez ki tevazu göstersin. (Cüneyd-i Bağdadi)

Tevazu gösterebilmek için, (Ben Besmelenin "Be’sinin altındaki noktayım.) diyen birine, Hz. Şibli, (Kendine bir mevki mi gösteriyorsun?) buyurdu. Kendini birşey zanneden, kimsenin tevazudan nasibi olmadığını bildirdi.

Cehennemlik görmek istiyen, kendi oturduğu hâlde, başkasını ayakta tutan kimseye baksın! (Hz. Ali)

Ardından insanların gelmesinden hoşlanan, Allahtan uzaklaşır. (Ebudderda)

İsa aleyhisselam buyurdu ki:

Mahsul, ovadaki sulu ve yumuşak toprakta yetişir, dağlarda, sert topraklarda yetişmez. Bunun gibi, hikmet de, mütevazı olanların kalblerinde gelişir, kibirlilerin gönüllerinde gelişmez. Bir kimse, başını yükseğe kaldırırsa, tavana değer ve yaralanır, eğerse tavan ona gölgelik eder ve kendini korur.

Kendini beğenmek

Sual: Bir müslümanın, kendini cennetlik gibi, günahkârları da cehennemlik gibi görmesi doğru nudur?

CEVAP

Günahkârları beğenmemelidir. fakat kendini günahkârlardan üstün de görmemelidir. Kendini cennetlik, günahkârı cehennemlik bilmemelidir. Hatta kâfir için bile böyle düşünmemelidir. Kâfir, bir Kelime-i şehadet getirerek cennetlik, bir söz söyliyerek cehennemlik olabilir.

İsrailoğullarından bir eşkıya, kırk yıl günah işler. Bir gün Hz. İsayı havarilerden biri ile giderken görür. Yaptığı eşkıyalığa pişman olur. "Ben bunlara katılayım" diyerek peşlerine takılır. Havarinin yanına yaklaşır, "Benim gibi bir eşkıyanın böyle bir zatın yanında gitmesi uygun olur mu?" diye düşünür. Havari de, "Bu yol kesici nereden çıktı? Benimle nasıl gelir?" diyerek ondan uzaklaşıp İsa aleyhisselama yaklaşır. Allahü teâlâ Hz. İsa'ya vahyeder ki: "İkisine de söyle! İkisinin de geçmişlerini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için havarinin ibâdetini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için de eşkıyanın günahlarını affettim."

Hz.İsa, durumu her ikisine de bildirir ve eşkıyayı havarileri arasına alır. (İ. Gazalî)

Tevazu ve kibir

Sual: Kibrin zararını biliyoruz. Tevazu sahibi olmak için ne yapmak gerekir?

CEVAP
Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. Hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemiyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. İdam odasına sokulmuş olup, idam olunacağı zamanı bekleyen kimsenin, dünya zindanında, her an ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?

İnsanların yegane yaratıcısı, yetiştiricisi, her an tehlikelerden koruyucusu olan ve kıyamette hesaba çekecek, sonsuz azab yapacak olan, sonsuz kuvvet, kudret sahibi, benzeri, ortağı olmayan tek hakim ve kadir olan Allahü teâlâ: (Tekebbür edenleri sevmem, tevazu edenleri severim.) buyuruyor. (Berika)

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, tevazu üzere olmamı bana emreyledi. Hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz!) [Ebu Dâvud]

Aciz, elinden hiçbir şey gelmeyen, zavallı insana bunlardan hangisini yapmak yakışır? Aklı başında olan kendini ve Rabbini tanıyan kimse, hiç tekebbür edebilir mi? İnsan, aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an, her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir.

Ebu Süleyman Darani hazretleri buyuruyor ki: (Bütün insanlar, beni olduğumdan daha aşağılamak, hakaret etmek isteseler, bunu yapamazlar. Çünkü, herkesin hakaret derecelerinden daha aşağı olduğumu bilirim.) [İslâm Ahlâkı]

Amr bin Şeybe hazretleri anlatır:

"Mekkede Safa ile Merve arasında bulunuyorduk. Bir adamın katır üzerinde geldiğini, etrafındaki hizmetçilerin herkese karşı sert davrandıklarını, adamın heybet ve ihtişam içinde olduğunu gördük. Aradan yıllar geçti, deve üzerinde Bağdata girdim. Orada başı açık, yalınayak, uzun saçlı pejmürde bir adam gördüm. Tanıyacak gibi oldum. Adam, kendine dikkatle bakışımın sebebini sordu. (Seni birine benzetiyorum) dedim ve kime benzettiğimi anlattım. Adam da, (İşte o gördüğün benim. Tevazu gösterilmesi gereken yerde kibirlendim. Şimdi ise bu hâle düştüm) dedi."

Ayakkabıcının Korkusu
Bir başka menkıbe de şöyle:

Abidin biri ibâdet etmek üzere dağa çıkar. Bir gece rüyasında "Falan ayakkabıcıya git! Senin için duâ etsin" denir. Abid dağdan iner, adamı bulur, ne iş yaptığını sorar. Adam, gündüzleri oruç tutup, ayakkabı işlerinde çalıştığını, kazandığı para ile ailesini geçindirdikten sonra fazlasını tasadduk ettiğini söyler. Abid, adamın güzel bir iş yaptığını ve fakat kendisinin dağda sırf ibâdetle meşgul olmasını daha iyi bulur ve tekrar ibâdetine döner. Yine gece rüyasında, (Ayakkabıcıya git ve ona, "Bu yüzündeki sararmanın sebebi nedir?" diye sor) denir. Abid gider ayakkabıcıya bunu sorar. Ayakkabıcı, "Kimi görürsem, bu kurtulacak da, ben helak olacağım der ve kendimden korkarım. Yüzümün sararması bundandır." der. İşte o zaman abid, ayakkabıcının bu korku ile tevazu ile üstünlük kazandığını anlar. [Berika]

Akıl başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan insan, aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için, her an, her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Çünkü (Kibir her iyiliğe manidir, tevazu, her iyiliğin anahtarıdır) buyurulmuştur.

Sinirlenmek ve sebebi
Sual: Kibrin sinirle ilgisi var mı? Kibirli olmıyan sinirlenmez mi?

CEVAP
Gazaba gelmiyen, yani sinirlenmiyen insan olmaz. Kiminde az, kiminde çok olur. Gazab da bıçak gibidir. İyi işlerde kullanılırsa faydalı, kötü işlerde kullanılırsa zararlı olur. İnsandaki bütün huylar böyledir. İfrat ve tefritleri zararlıdır.

Gazabın lüzumlu miktarı şecaat, azı korkaklık, fazlası da atılganlıktır.

Her kötü huyun kaynağında kibir vardır. İsa aleyhisselam, diğer kalb hastalıkları gibi, gazabın da kibirden ileri geldiğini bildiriyor. O hâlde kibir nedir? Kibir, kendini başkasından, üstün göstermektir. Kibre benziyen bir hastalık da ucubdur. Ucub ise, kendini başkasından üstün bilmek, kendini ve ibâdetlerini beğenmektir.

Hiç kimsenin bulunmadığı yerde insan, kibirli olamaz, ucub sahibi olabilir. Her ucub sahibine kibirli denmez. Çünkü insan, kendini de beğenir, kendinden üstün insan olduğuna da inanır. Ona kibretmez.

Kibretmekten, yani kendini başkasından üstün görmekten çok sakınmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Kibriya, üstünlük, azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.) [Müslim]

(Kalbinde zerre kadar kibir olan, Cennete giremez.) [Müslim]

Kibirden Doğan Hastalıklar

Bir kimse, biraz bilgiliyse, ibâdet de yapıyorsa, kibirden zor kurtulur. Bilgisiz insanı, hayvan gibi görür. Kendisi için sevdiğini başkası için sevemez. Hak ve hakikati başkalarından duysa kabul etmek istemez. Onların nasihatine, tavsiyesine uymayı nefsine yediremez.

Bunun için hıkd, gazab, hased, riya, hicr, şematet, gadr, hıyanet, su-i zan gibi hastalıklardan kurtulamaz. Kibirlinin maruz kaldığı bu hastalıklar ise hafife alınamaz.

Hıkd: Kibirli, başkalarına karşı kin ve düşmanlık besler, onlardan nefret eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Üç şey bulunmıyan kişinin günahlarının affı umulur. Bunlardan biri, din kardeşine hıkd etmemektir.) (Taberânî)

Gazab: Kibirli, aşırı sinirlenince, küfre düşebilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Gazab imanı bozar) (Beyhekî)

Hased: Kibirli, sevmediği kimsede bulunan nimetleri kıskanır, ondan çıkmasını ister. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hasedden kurtulmak zordur. Hased ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz!) (İ. Ahmed)

Riya: Kibirli, ibâdetini göstererek halkın sevgisini kazanmaya çalışır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Riya ile ibâdet edene, Kıyamette, "Ey kötü insan, bugün sana sevab yoktur. Dünyada kime ibâdet ettiysen, sevabını ondan iste!" denir.) [İbni Ebiddünya]

Hicr: Kibirli, beğenmediği kimselere dargın durur, onlarla olan dostluğunu bırakır. Hâlbuki, müslümanın, üç günden fazla dargın durmaması gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sana darılana git, barış! Zulmedeni affet, kötülük edene iyilik et!) (Berika)

Şematet: Kibirli, başkasına gelen belâya, zarara sevinenin aynı şeye maruz kalacağı bildirilmiştir. [Tirmizî]

Gadr: Kibirli, verdiği sözde durmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sözünde durmıyan kimsenin, Kıyamette kötü şekilde cezasını göreceği bildirilmiştir.) [Müslim]

Hıyanet: Kibirli, kendini emin, güvenilir tanıttıktan sonra, o emniyeti bozucu iş yapar. Hıyanetin zıddı emanettir. Emanete hıyanet etmek münafıklık alametidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Emin olmıyanın imanı, sözünde durmıyanın dini yoktur.) (Bezzar)

[Bu hadis-i şerif, emanete hıyanet edenin imanı kâmil olmıyacağını, buna önem vermiyenin imanının kalmıyacağını bildirmektedir.]

Su-i zan: Kibirli, mümin kardeşine kötü gözle bakar, kusurlarını araştırır, onun günah işlediğini zanneder. Dinimiz, su-i zandan kaçınılmasını, hüsn-i zan etmeyi emretmiştir.

Kibirli, buna benzer birçok hastalıklara yakalanır. Her müslüman kendinde hangi kötü huylar varsa, tesbit edip çaresine bakmalıdır!

Kızma sinirlenme

Sual: Öfke de kibirden midir?

CEVAP
Resûlullah efendimiz, nasihat isteyene bir kimseye, (Kızma, sinirlenme!) buyurdu. Birkaç kere sordukta, hepsine de (Kızma, sinirlenme!) buyurdu. [Buharî]

Kibrinden dolayı öfkelenmek, kötüdür. İsa aleyhisselam öfkenin de kibirden ileri geldiğini bildiriyor. Hadis-i şerifte (Öfkelenmek imanı bozar.) buyuruluyor. Allahü teâlâ, iyileri şöyle övüyor: (Onlar, bollukta ve darlıkta da infak eder, öfkelerini yener, insanları affederler.) [A.İmran 134]

İnsanlar, kızmak, öfkelenmek yönünden farklıdır. Hadis-i şerifte, (İnsanlar çeşitli mizaçtadır. Kimi geç kızar, öfkesi tez geçer. Kimi çabuk kızar, çabuk yatışır, bu ise kendisini telafi eder. Kimi de tez kızar geç yatışır. En iyisi, geç kızıp öfkesi çabuk geçendir. En kötüsü de, çabuk kızıp geç yatışandır) buyuruldu. Bir hadis-i şerifte de, (Mümin, tez kızar, tez barışır) buyuruldu. Fakat (Mümin hiç kızmaz) buyurulmadı. Öfkeyi yenmenin fazileti ile ilgili hadis-i şeriflerden bir kaçı şöyle:

(Öfkelenen, dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde, yumuşak davranırsa, Allahü teâlâ da onun kalbini emniyet ve iman ile doldurur.)

(Kızdığı zaman istediğini yapabilecek [müslüman] bir kimse, kızmazsa [sinirine hâkim olursa] Allahü teâlâ kıyâmette onu herkesin arasından çağırıp, (Cennette istediğin yere git) der.)

(Allah rızası için öfkesini yenerden Allahü teâlâ azabını def eder.)

(Öfkesini yenen Cennete kavuşur, onu Allah korur ve düşmanını ona boyun eğdirir.)

(Öfke şeytandandır. Şeytan ateşten yaratıldı. Ateş su ile söndürülür. Öfkelenen abdest alsın!)

(Öfkelenince oturun, öfkeniz geçmezse yatın!)

Makam hırsı, kibir ve ucbu yok eden öfkesine hâkim olur. Öfkelenen, (Allahümmagfirli-zenbi ve ezhib gayza kalbi ve ecirni mineşşeytan) duâsını okumalıdır!

Hakkı Kabul Etmek

Sual: Münakaşa ettiğim arkadaşın haklı olduğunu anlıyorum. Fakat yenilgiyi kabul etmemek için, hayır öyle değildir diyorum. Bunun mahzuru nedir?

CEVAP

Doğru olan birşeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, hased etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.)

Mümin kibirli olmaz, fakat vekar sahibi olur. Vekarlı kimse, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mümin vekarlı ve yumuşak olur.)

Kibir ve tevazu
Allahü teâlâ, kullarına gönderdiği kitapların hepsinde, kibri ve gururlanmayı kötülemiş ve yasak etmiştir. Mesela, Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Allahü teâlâ, kibirli olanları elbette sevmez!) [Nahl 23]

Havariler, İsa aleyhisselama sordu:

- Ey Allahın Peygamberi! İçimizde hangimiz büyük, hangimiz küçüktür?

İsa aleyhisselam buyurdu ki:

- En büyüğünüz, en küçüktür. En küçüğünüz de, en büyüktür.

Böylece, kendini büyük gören küçüktür. Kendini küçük gören büyüktür demiş oldu. Peygamberlerin sonuncusu ve hepsinin en üstünü olan Muhammed aleyhisselam da birçok hadis-i şeriflerinde, kibirli olanları kötülemiş, alçak gönüllü olanları övmüştür. Mesela bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah rızası için tevazu edeni, yani kendini, müslümanlardan üstün görmeyeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Bezzar]

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki, Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsan buyurmuştur. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bu üç sıfattan hiç bir mahlukuna vermemiştir. Bu üç sıfatı, kibriya, gani olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, herşeyi Ona muhtaç olmak demektir. Buna karşılık olarak kullarına, zül ve inkisar, yani aşağılık, kırıklık ile ihtiyaç ve fânî olmak, yol olmaktır. Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecavüz etmek olur. Kullara kibirlenmek yakışmaz. En büyük günahtır. Hadis-i kudside buyuruldu ki: (Azamet ve kibriya bana mahsustur. Bu iki sıfatta, bana ortak olmak isteyenlere, çok acı azap ederim.) [Müslim]

Hakkı Kabul Etmek

Sual: Münakaşa ettiğim arkadaşın haklı olduğunu anlıyorum. Fakat yenilgiyi kabul etmemek için, hayır öyle değildir diyorum. Bunun mahzuru nedir?

CEVAP
Doğru olan birşeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, hased etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allahın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.) [Buharî]

(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]

Mümin kibirli olmaz; fakat vekar sahibi olur. Vekarlı kimse, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Mümin vekarlı ve yumuşak olur.) [Beyhekî]

Hiç kimse ile münakaşa etmemeliyiz!

(Allah, mücadelede ısrar edeni sevmez.) [Buharî]

(Haklı iken, münakaşayı terkedene, Cennetin ortasında bir köşk verilir.) [Taberânî]

(Mücadelede ısrar edenler hariç, hiç kimse, hidayete kavuştuktan sonra sapıtmaz.) [Beyhekî]

(Haklı da olsa, münakaşayı terketmiyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İbni Ebiddünya]

Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hz. buyurdu ki: (Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)

Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü isbata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır. Kendini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir. Mahzurludur. Münakaşa her yönden mahzurludur. Münakaşa güzel ahlâkın zıddıdır. Hâlbuki müslüman güzel ahlâklı olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlâkla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]

İyi, kötü, herkese, güler yüz göstermeli, fitne çıkarmamalı, düşman kazanmamalıdır! Hafız-ı Şirazinin, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) sözüne uymalıdır. Af dileyeni affetmelidir! Herkese karşı iyi huylu olmalıdır! Kimsenin sözüne karşı gelmemelidir! Herkese yumuşak söylemeli, sert söylememelidir!

Mütevazı olun, büyüklenmeyin, övünmeyin
Sual: Ben çok şey biliyorum diyerek övünmek uygun mudur?

CEVAP
Âlimin ilmiyle övünmesi caiz değildir. (Lokman) suresi 18. ayet-i kerimesinde mealen (Şüphesiz ki Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.) buyurulmaktadır.

Övünmek, büyüklenmenin, kibretmenin alametidir. (Mümin) suresinin 35. ayet-i kerimesinde büyüklenenlerin kalblerinin mühürlendiği bildirilmektedir.

İmam-ı Gazalî hazretleri (Necm) suresinin (Nefsinizi tezkiye etmeyiniz!) mealindeki 32. ayet-i kerimesinin tefsirinde (Bir iyilik yaptığın zaman bunu ben yaptım deme. Onu bir iyilik sanma! Onu iyilik olarak kabul etmek, kendini beğenmektir.) buyurdu.

(Beydavi) tefsirinde, İblisin (Âdem çamurdandır, cismanidir. Ben ruhaniyim, meleğim, çamur unsurların en aşağıdır. Ben ise en şerefli olan ateşten yaratıldım.) diyerek kibirlendiği bildirilmektedir. Övünmek hadis-i şerifle de yasak edilip buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evladlarınız. Âdem ise topraktan yaratıldı.) [Ebu Dâvud]

Övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir. Hâlbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Din kardeşini hakir görmek, kötülük olarak yeter.) [Müslim]

(İnsanlar helak oldu diyenin kendisi helak olmuştur.) [Müslim]

(Allahü teâlâ, müslüman kardeşine tevazu göstereni yükseltir, ona karşı üstünlük taslayanı da alçaltır.) [Taberânî]

(Allahü teâlâ "mütevazı olun, büyüklenmeyin, zulmetmeyin!" diye vahyetti.) [İ Mace]

İnsan, ilim sahibi olunca kendini büyük görmeye başlar. Hâlbuki Kur'an-ı kerimde mealen (Her ilim sahibinden üstün bir âlim vardır) buyurulmaktadır. [Yusüf 76]

(Âlimlerin afeti, kendilerini büyük görmeleridir) hadis-i şerifi, ilim sahiplerinden kibirlenenlerin olabileceğini göstermektedir. Öğünmek niyetiyle kendisinin âlim olduğunu söylememelidir! Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimim diyen cahildir.) [Taberânî]

Allahü teâlâ, Peygamber efendimize tevazu ehli olmayı emretmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kıyamette Âdemoğlunun seyyidiyim, hakikatı bildiriyorum, öğünmüyorum. Ben şefaatçilerin ilkiyim. Bunları öğünmek için söylemiyorum.) [İbni Mace]

[Yani (Hakikati bildiriyorum, hakikati bildirmek vazifemdir, bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum) demektir. Bunun için mucize göstermek gerekir; fakat keramet göstermek gerekmez.]

İlimden Maksat
İlmi, yalnız rızasını kazanmak için öğrenmek gerekir. Başka maksatlarla öğrenmek, caiz değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kim âlimlere övünmek, sefihlerle, cahillerle, aklı noksan olanlarla münakaşa etmek, onları susturmak, insanların teveccühünü kazanmak için ilim öğrenirse, Allah onu Cehenneme atar.) [Tirmizî]

(Âlimlere övünmek, sefihlerle mücadele etmek maksadıyla ilim tahsil etmeyin! Toplantılarda ilimle üstünlük taslamayın! Böyle yapanın gideceği yer, Cehennemdir Cehennem.) [İbni Mace]

(Allah rızasından başka maksat için ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Tirmizî]

İlmi yukarıda bildirilen maksatlarla öğrenmek caiz olmadığı gibi, Allah rızası için öğrenip de yukarıdaki maksatlarla kullanmak da caiz değildir. İlmi ile övünmek de Allah rızasına aykırıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Bir kavim çıkar, Kur'an okuyup "Kim bizden daha iyi bilir? Kim, bizden daha fazla fıkıh bilgisine sahiptir?" der. İşte bunlar. Cehennem yakıtır.) [Taberânî]

(Vallahi bir zaman gelecek, insanlar Kur'anı öğrenecek ve okuyacaklar. Sonra, "Biz okuduk, öğrendik. Bizden hayırlı daha kim var?" diyecekler. İşte onlar Cehennem odunudur.) [Taberânî]

Bu hadis-i şerifler, ilmi ile övünmenin caiz olmadığını göstermektedir. İlmi ile övünen kimselerle tartışmak asla uygun değildir.

İnsanın ömrü kısadır. Münakaşa ile zaman öldürmek asla caiz değildir. Abdülkuddüs hazretleri buyuruyor ki: (Vaktin kıymetini bil! Gece-gündüz ilim öğrenmeye çalış! İlim öğrenmek ibâdet yapmak içindir. Kıyamet günü işten sorulacak, çok ilim öğrendin mi diye sorulmayacaktır. İş ve ibâdet de ihlas elde etmek içindir) Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kıyamette herkes, şu 4 şeyden soruluncaya kadar yerinden ayrılamaz:

1- Ömrünü nerede tükettin?

2- Gençliğini nerede geçirdin?

3- Malını nerede kazandın, nereye harcadın?

4- İlmin ile [bildiğin ile] ne amel ettin?) [Tirmizî]

Babası İle Övünmek
Sual: Kendi yaşayışları uygun olmayan kimselerin babaları ile ve dedeleri ile övünmeleri uygun mudur?

CEVAP

Babaları ile, dedeleri ile övünmek ve tekebbür etmek, cahillik ve ahmaklıktır. Kabil, Âdem aleyhisselamın oğlu idi. Yam da, Nuh aleyhisselamın oğlu idi. Babalarının Peygamber olması, bunları küfrden kurtarmadı.

İnsanın övündüğü dedeleri, bir avuç toprak olmadı mı? Onların salih olmaları ile övünmemeli, Onlar gibi salih olmaya, onların yolunda bulunmaya çalışmalıdır!

Sabrın önemi ve çeşitleri

Sual: Dinimizde sabrın önemi nedir?

CEVAP
Sabır, acı şeyi yüzünü ekşitmeden içmektir. Yani, şikayet ve feryatta bulunmadan, hoşnutsuzluk göstermeden, gelen belâya katlanmaktır.

Sabır, muhalefetten sakınmak, belâların acılığını yudum yudum tadarken, sakin olmak, geçimde fakirlik baş gösterince zengin görünmektir.

Sabır, belâ gelince güzel edeple durmak, şikayetsiz olmak, belâda fânî, yok olmaktır. Sabır, afiyet gibi belâ ile de arkadaş ve dost olmak, onunla bulunmaktır.

Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan güzel huydur. Sabır, peygamberlerin hasletlerindendir. Bunun için atalarımız, (Sabır, acı ise de meyvesi tatlıdır), (Sabır selamettir), (Sabırla koruk helva olur) demişlerdir.

Belâlara sabretmek, kurtuluşa sebeptir. Allahü teâlâ, buyuruyor ki: (Ey Resulüm, kâfirlerin eziyetlerine karşı, ululazm peygamberlerin sabrettikleri gibi sabret ve onlar hakkında azap için acele etme!) [Ahkaf 35]

Bir farzı yapmak veya bir günahtan kaçınmak sabırsız ele geçmez. Çünkü, (iman nedir?) diye sorulduğunda Peygamber efendimiz, (Sabırdır) buyurdu. (Deylemî)

Sabrın büyüklüğü ve fazileti sebebiyle Kur'an-ı kerimde yetmişten fazla yerde sabır ve sabredenlerin verilecek sevaplar bildiriliyor. Allahü teâlâ buyuruyor ki

(Sabredenlerin mükâfatını, yapmakta olduklarının daha güzeliyle vereceğiz.) [Nahl 96]

(Allah sabredenleri sever.) [İmran 146]

(Sabredenlere, mükâfatları hesapsız verilir.) [Zümer 10]

(Sabır ve namaz, yalnız Allahtan korkan müminlere kolay gelir.) [Bekara 45]

(Sabredenlere [lutfumu, ihsanımı] müjdele!) [Bekara 155]

(Eyyubü, [mal ve canına gelen musibetlere] sabredici bulduk. O ne güzel kuldu, hep Allaha yönelir, Ona sığınırdı.) [Sad 44]

Sabrın fazileti o kadar büyüktür ki, Allahü teâlâ, sabrı çok aziz eyledi. Herkes sabır nimetine kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Sabır, Cennet hazinelerinden bir hazinedir.) [İ.Gazali]

(Eğer sabır insan olsaydı, çok kerim ve cömert olurdu.) [Taberânî]

(İbadetin başı sabırdır) (Hakim)

(Sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Deylemî]

(Hak teâlâ, sabırlı ve ihlaslı olanı, sorguya çekmeden Cennete koyar.) [Taberânî]

(En hayırlı vasıta sabırdır.) [Hakim-i Tirmizî]

(Allahın yardımı, kulun sabrı ile beraberdir.) [Ebu Nuaym]

(Dünyada veya ahırette özür dilemek zorunda kalacağın söz ve hareketten uzak durmaya çalış!) [Hakim]

(Şu üç kimseye acıyın, merhamet edin! 1- Cahiller arasında kalan âlime, 2- Varlıklı iken yoksul düşen zengine, 3- Çevresinde hatırı sayılırken itibarını kaybeden zata.) [Tirmizî]

(Bir kimse, senin ayıplarını söyliyerek seni kötülerse, sen de onun aybını söyleyerek kötülemeye çalışma! Bunun sevabı senin, vebali de kötü söz söyleyenindir.) [Nesâî]

(Hoşlanmadığın şeye sabır etmende büyük hayır vardır.) [Tirmizî]

(Kimde şu üç şey varsa, dünya ve ahiretin hayrına kavuşmuş demektir: Kazaya rıza, belâya sabır, rahatlıkta duâ.) [Deylemî]

Peygamber efendimiz, taş kaldırıp kuvvet denemesi yapanlara sordu:

- Bu taşı kaldırmaktan daha zoru nedir?

- Bildir ya Resulallah, dediler.

- Öfkeli iken, öfkesini yener, sonra sabır yolunu tutarsa, sizin en ağır taş kaldıranınızdan daha kuvvetlidir. [T. Gafilin]

Demek ki, belâların nimet olması, o belâya sabretmeye ve Allahü teâlânın gönderdiği kazaya razı olmaya bağlıdır. Belâ gelince feryat eden, önüne gelene Rabbini şikayet eden, nimetten mahrum kalır, azaba layık olur. Belâya sabır, peygamberlerin hasletlerindendir.

Şükür ve sabır
Şükür, Allahın verdiği nimetleri yerinde sarfetmek, günahlardan kaçınmaktır. İnsan, Rabbin verdiği nimetlerle günah işlerse, nankörlük etmiş olur.

Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimeti vereni bilip gereğiyle amel etmektir. Bu amel, kalb, dil ve diğer azalarla olur. Kalb ile iyiliğe niyet eder. Dil ile hamdeder, şükrünü açıklar. Uzuvlarla şükür ise, Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Mesela gözün şükrü, müslümanların, arkadaşların kusurunu görmemektir. Kulağın şükrü, söylenilen ayıpları duymamış olmaktır. Şükür, Allahü teâlânın verdiği nimetleri Onun sevdiği yerlerde kullanmaktır. Allahü teâlâ bir kula birbirini takip eden çeşitli nimetler verince, kul buna layık olmadığını düşünüp utanması da şükür olur. Şükürdeki kusurunu bilmesi de şükür olur. Şükredemiyoruz diye özür beyan etmesi de şükürdür. (Allahü teâlâ, kusurlarımı örtüyor) demesi de şükürdür. Şükür vazifesini yerine getirmenin Allahü teâlânın bir lutfu olduğunu düşünmek de şükürdür. Hatta vasıtalara şükür de şükür olur. Şükür, hem eldeki nimeti yok olmaktan kurtarır, hem de yeni nimetlere kavuşturur. Kur'an-ı kerimde, (Şükrederseniz elbette nimetimi artırırım.) buyuruluyor.

Namazı doğru kılan, Allahü teâlânın sayılamıyacak kadar çok olan bütün nimetlerine şükretmiş sayılır. Hadis-i şerifte, (Namaz, şükrün bütün kısımlarını içine alır) buyurulmuştur. Demek ki doğru namaz kılan şükretmiş olur. Namaz kılmıyan ise, nankörlük etmiş olur. Şükür ve sabırla ilgili küçük bir kıssa da bildirelim:

Hifa Hatun
Medine’de güzelliği diller destan olan bir kadın vardı. Adı Hifa olan bu hatun, Resulullah efendimizden cennete götürecek ibadetin ne olduğunu sordu. (Önce evlenmek gerekir. Evlenen dinin yarısını korur) cevabını alınca, Hifa Hatun, (Kendime denk olan hiç kimse göremedim. Ancak siz, kimi uygun görürseniz, ona razıyım) dedi. Resulullah efendimiz, (Yarın mescide ilkönce gelen zat ile evlendireyim) buyurdu. Hifa hatun da razı oldu.

Sabah oldu. Mescide gelen zat, hem fakirdi, hem de fiziki yönden de güzel değildi. Siyaha yakın, zayıf biri olan Süheyb idi. Hifa ise, güzel olduğu kadar da zengin ve her bakımdan mükemmel idi. Allahü tealanın takdirine razı oldu. Nikahları kıyıldı. Hifanın düğün yemeği verecek parası olmadığı gibi, gelini götürecek bir yeri de yoktu. Hifa hatun, ona mal ve ev verdi. Hifa, Süheyb için bir nimet, Süheyb de Hifa için bir mihnet demekti.

Gerdek gecesi, (Cennete öyle yüksek dereceler var ki buraya ancak sabreden ve şükredenler girer) hadis-i şerifindeki müjdeye kavuşmak için ikisi de, (Nimete şükür ve mihnete sabır için geceyi ibadetle geçirmeye) karar verdi. Cebrail aleyhisselam gelip durumu Resulullah efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamın bildirdiklerini anlatınca, Hz. Süheyb, sevincinden başını secdeye koyup, (Ya rabbi eğer beni affetmişsen, yeni bir günaha girmeden, canımı al) diye dua etti. O anda vefat etti. Peygamber efendimiz, (Şu anda Hifa hatun da vefat etti) buyurdu. İkisinin kabrini yanyana kazdılar. Biri nimete şükretmişti, diğeri de mihnete sabretmişti.

Belalara sabretmek

Sual: Başımıza gelen belalara sıkıntılara sabretmek mi lazım, günahlarımıza kefaret oluyorlar mı?

CEVAP
Şakik-i Belhi hazretleri, (Sıkıntıya sabrın mükâfatını bilen, sıkıntılardan kurtulmaya heves bile etmez) buyuruyor. Sıkıntılara karşılık verilecek nimetleri hatırlayarak, sıkıntı hafifletilebilir. Nitekim Allahü teâlâyı sevenler, birçok acılara katlanmışlar, hatta o acıları duymamışlar bile, Sırri-yi Sekati hazretleri, (Allahü teâlâyı seven, Ondan gelen belâların acısını hiç duymaz. Bir değil, yetmiş kılıç darbesi alsa yine duymaz) buyuruyor. Nitekim, Mısır halkı günlerce yemeden içmeden Hz.Yusufün güzelliğine bakakaldılar. Onun güzel yüzüne bakmakla açlıklarını unuturlardı. Bundan daha önemlisini de Mısırın ileri gelen kadınları, Hz.Yusufün güzel cemaline bakarak, ellerini kestiler, fakat acısını duymadılar. (Yusuf suresi 31)

Çölde, yaşayan bir bedevinin bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz, sabahları öter, onları namaza uyandırırdı. Bir gün tilki horozu alıp götürdü. Çoluk çocuğu üzüldü. Bedevi, (Hakkımızda belki bu hayırlıdır) diyerek onları teselli etti. Bir kurt geldi, yüklerini taşıyan merkebini parçaladı. Bedevi, üzülen çoluk çocuğunu, (Belki hakkımızda hayırlısı budur) diyerek teselli etti. Bir müddet sonra kendilerine bekçilik eden köpekleri de öldü. Bedevi yine ailesini teselli etti.

Bir sabah gördüler ki, ilerideki bir çadırda yaşayanlar, esir alınarak götürülmüş. Merkebin anırması, horozun ötmesi ve köpeğin havlaması çadırda yaşayanları ele vermiş. Bedevinin hayvanları olmadığı için onların varlığından haberdar olamamışlar. Hayvanlarının elden çıkması, bedevinin hakkında hayırlı olmuştur. Şu hâlde, (Allahü teâlânın gizli lutuflarını bilen, her halükârda Onun işinden razı olur) sözünü hiç unutmamalıdır!

İsa aleyhisselam, cüzzamdan etleri dökülmüş, gözleri kör olmuş, her tarafı perişan yatalak bir hastanın, (Çoklarını müptela ettiği dertten beni koruyan Allahü teâlâya hamd olsun) dediğini işitince, (Sana gelmedik belâ mı var da böyle duâ ediyorsun?) buyurdu. Hasta adam, (Ey Allahın Resulü, benim imanım var, ben marifet sahibiyim) dedi. Hz. İsa, (Doğru söyledin) buyurarak elini hastanın vücuduna sürdü. Gözleri açıldı, vücudunu kaplayan hastalık da hemen geçti. Eskisinden daha güzel biri oldu. Hz. İsa ile birlikte uzun müddet yaşadılar.

Belâ, musibet, günahlara kefarettir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Size gelen her musibet, kendi ellerinizle işleyip kazandığınız günahlar yüzündendir. Bununla beraber Allah bir çoğunu da affeder, musibete uğratmaz.) [Şura 30]

Demek ki işlediğimiz günahların bir kısmına ceza olarak musibet geliyor. Böylece ahirete kalmadan dünyada günahımızın cezasını ahirete göre çok hafif olarak çekiyoruz.

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyurdu ki:

İnsanın karşılaştığı her şey Allahü teâlânın dilemesi ile var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız. Karşılaştığımız her şeyi aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur.

Gelen belâ ve sıkıntılara sabrederek göğüs germek büyük nimettir. Sabredemeyen felakete düçar olur. Bir hastalık, bir belâ gelince bağırıp çağırmak fayda vermez. Aksine zararlı olur. Bunun tek çaresi Allahın takdirine razı olmaktır. Sabırlı olmayan muvaffak olamaz. Bir kimse başına gelen felaketlere sabretmezse devamlı huzursuz olur, doğru dürüst ibâdet edemez. Kim Allahtan korkarak sabrederse sıkıntılardan kurtulur. Sabreden muradına erer. Her hayra sabırla ulaşılır.

Sabrın imanla da ilgisi vardır. Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiramdan bazılarına, (İmanınızın alameti nedir?) buyurdu. Onlar da, (Genişlikte şükreder, darlıkta sabrederiz ve Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı oluruz) diye cevap verince, (Yemin ederim ki siz müminsiniz) buyurdu.

Başka bir zaman, (İman nedir?) diye suâl edenlere, (Sabırdır) buyurdu. Yine, (Sabrın imandaki yeri, başın bedendeki yeri gibidir. Başsız beden olmıyacağı gibi, sabırsız iman da olmaz) buyurdu. Sabretmiyenin imanı zayıf demektir. Sabır üç çeşittir:

1- Belâya sabır,

2- Din bilgilerini öğrenirken ve ibâdetlerini yaparken sabır,

3- Günah işlememek için sabır. Hadis-i şerifte, (Belâya sabredene 300, ibâdet yapmaya sabredene 600, günah işlememeye sabredene ise, 900 derece ihsan edilir) buyuruldu. Belâya sabır hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Nimete kavuşunca şükreden, belâya uğrayınca sabreden, haksızlık yapınca af diler, zulme uğrayınca bağışlarsa, onlar emniyet ve hidayettedir.)

(Hoşlanılmayan şeye sabretmekte büyük hayır vardır.)

(Sevmediklerinize sabretmedikçe, sevdiklerinize kavuşamazsınız.)

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:

(Ey iman edenler, Allahtan sabır ve namazla yardım isteyin. Allahü teâlâ elbette sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 153]

(Ey iman edenler, sabredin, sabretmekte birbirinizle yarış edin!) [A.İmran 200]

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Uğradığı belâyı gizliyenin günahları affolur.)

(Öfkeni yen ki cennete kavuşasın!)

(Acıya sabredip uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikayet etmemesi, kişinin Allahı iyi tanımış olmasındandır.)

Hikmetli sözler

Sabır, tökezlemiyen binek, kanaat ise bükülmiyen kılıçtır.

Üzülmek istemiyorsan, kaybedince seni üzecek bir şeyi kazanmaya çalışma.

Her musibetin geçici olduğunu bilen, belâya maruz kalınca kendisini tesellide başarılı olur.

Musibete sabırsızlık göstermek, ondan da büyük musibettir.

Belâya sabredilmezse, musibet iki olur.

Öfkesini yenmek

Sual: Çok çabuk kızıyorum. Sabırlı olmak için ne yapayım?

CEVAP

Dinimizde kızmamak değil, öfkesini yenmek istenmiştir. Dinimizin emirlerine uyup yasak ettiklerinden kaçan öfkesini yener, sabra kavuşur. İslamiyet, yapılması imkansız olan şeyi emretmez. Hadis-i şerifte (Hak teâlâ, kendini sabretmeye zorlayanı sabretmeye muvaffak kılar.) buyuruldu.

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: İnsana gelen elemler, belalar takdir-i ilahi ile gelmektedir. Razı olmak gerekir. İbadetlere devam, belalara sabretmelidir. Allahü teâlânın kereminden afiyet beklemelidir! İnsanlardan birşey beklememeli, herşeyin Hak teâlâdan geldiğini bilmelidir! Dertlerden, belalardan kurtulmak için duâ ve istigfar etmelidir! Onun takdiri, iradesi olmadıkça, kimse kimseye zarar veremez. Bununla beraber, sebeplere yapışmak, Peygamberlerin yoludur. Sebeplerin tesirini de Allahü teâlâdan talep etmelidir!

Hz. Hızır buyurdu ki: (Güleryüzlü ol, hiddetlenme! Hep faydalı iş yap, az da olsa zararlı iş yapma! Lüzumsuz dolaşma, boş yere gülme, hiç kimseyi kusurundan dolayı ayıplama, günahların için ağla!)

Gadab ve Şehvet
Sual: Şehvet ve gadabı yok etmek için açlık çekerek riyazet yapmak uygun mudur?

CEVAP
İslâmiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine hakim olup, dine uygun kullanılmalarını emretmektedir. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmeleri değil, bunları terbiye ederek, kendilerinden faydalanmaları gerektiği gibidir. Yani şehvet ve gadab, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidir. Bu ikisi olmadıkça, ahiret nimetleri avlanamaz. Fakat bunlardan faydalanabilmek için, terbiye ederek, dine uygun kullanılmaları gerekir. Terbiye edilmezler, azgın olup, dinin sınırlarını aşarlarsa, insanı felakete sürüklerler. riyazet yapmak, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir. Bunu sağlamak da, herkes için mümkündür.

Muhammed aleyhisselam da (Ben insanım. Herkes gibi ne de kızarım) buyururdu. Ara sıra kızdığı görülürdü. Kızması, hep Allahü teâlâ için olurdu. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde, (Gadablarını yenen) kimseleri medhetmektedir. (A. İmran 134)

Allahın Rızası
Sual: Bilhassa ne yaparsak Allah bizden razı olur?

CEVAP
İsrailoğulları benzer bir suâli Musa aleyhisselama suâl etmişlerdir. Allahü teâlâ, (Onlar benden razı olurlarsa, ben de onlardan razı olurum) buyurdu. Yani başına gelin belâlara katlanmak, ona buna şikayet etmemek, Allahtan gelen her şeye razı olmaktır.

Musa aleyhisselam, (Ya Rabbi en çok buğzettiğin kimdir?) diye suâl etti. Allahü teâlâ (Bir kul, benden hayırlısını isteyip Ben de ona hakkındaki hükmü gönderince ona rıza göstermeyendir) buyurdu. Allahü teâlânın takdirine razı olmalıdır! Hadis-i kudside buyuruldu ki:

(Kaza ve kaderime razı olmıyan, beğenmiyen, verdiğim nimetlere şükretmiyen benden başka rab arasın!) [Taberânî]

Hz. Eyyub ve sabrı
Sual: Hz. Eyyubün, hastalanıp çeşitli belâya maruz kalmasının sebebi nedir?

CEVAP
Eyyub aleyhisselam, namaza durduğu zaman, dünya ile alakasını tamamen keser, Hak teâlâdan başka bir şey düşünmezdi. Hak teâlâ, onun ibâdet ve taattaki sabrını övünce, yerde ve gökte bulunan bütün melekler, ziyaretine geldiler. şeytan, Eyyub aleyhisselamı kıskanarak Hak teâlâya niyazda bulundu.

- Ya Rab, bu kuluna ne izzet verdin de melekler onu ziyarete geliyor?

- Eyyub benim sabırlı kulumdur. Sabırlı kullarıma böyle ikramlar da azdır.

- Ya Rab, onun sabırlı olup olmadığı benim tecrübeme bağlıdır. İzin ver de, ben onu bir tecrübe edeyim!

- Ey melun haydi tecrübe et!

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Şüphe edilen altın, ateşle muayene edildiği gibi, insanlar da dert ile, belâ ile imtihan olur.) [Taberânî]

Şeytan, izin üzerine, Eyyub aleyhisselamın yanına gitti. Sabrını taşırıp yoldan çıkarmak için önce malına el uzattı. Dağda otlıyan bütün davarlarını [koyun ve keçilerini] öldürüp Eyyub aleyhisselamın yanına geldi. Onu secdede bulup dedi ki:

- Ya Eyyub, sen hâlâ ibâdetle meşgulsün. Hâlbuki Rabbin sana hışmetti. Bütün davarlarını kırıp geçirdi. Ona hâlâ ibâdet mi ediyorsun?

Hz. Eyyub namazını bitirip selam verdikten sonra buyurdu ki:

- Davarların hepsinin helak olduğunu söylüyorsun. Onlarla benim ne alakam vardır? Ben sadece aciz bir kulum, köleyim. Kölenin nesi olur? Bütün mal-mülk efendinindir. Efendi, kendi davarlarını helak etmişse, bana ne? Ben kulum, kulluğumu bilirim.

Sonra, tekrar ibâdete başlayınca, şeytan perişan oldu. Bu sefer de evladlarına el attı. On çocuğunun hepsini öldürüp tekrar Eyyub aleyhisselamın yanına geldi. Dedi ki:

- Ya Eyyub yaptığın ibâdetlerin Hak katında bir sineğin kanadı kadar kıymeti yoktur. Rabbin sana gazab etti. Bütün çocuklarını öldürdü.

- Çocuklarımın benimle ne ilgisi var? Yaratan, can veren, yaşatan, öldüren Odur. Hüküm yalnız kahhar olan Allahü teâlânındır.

Tekrar namaza durdu. Şeytan, umduğunu bulamayınca çok üzüldü. Hak teâlâya niyaz etti:

- Ya Rab, Eyyub kulunu çok sabırlı buldum. Mallarını ve evladlarını helak ettiğim hâlde gönlünü senden alamadım. Müsaade buyur da bir de gidip elimi Eyyubün vücuduna süreyim, onu hastalandırayım! Bakalım bu sefer sabredebilecek midir?

- Haydi git, bildiğini yap!

Şeytan, Eyyub aleyhisselam secdede iken, burnundan üfledi. Bütün vücudu eridi. Zehirli yılan sokmuş gibi oldu. Her tarafı yara oldu. Buna rağmen bir defa inleyip sızlamadı. Şeytan bir doktor şeklinde gelip, (Bir sıkıntın varsa söyle, hemen tedavi edeyim) dedi. Fakat sıkıntısını belli etmedi, halinden şikayet etmedi. Yedi yıl, hasta yattı. Yine de gücünün yettiği nisbette Rabbine ibâdet ederdi.

Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki:

(Kimi çeşitli nimete kavuşunca, Allahı anmaktan yüz çevirir. [Hastalık, fakirlik gibi] bir şer dokununca da [Allahın rahmetinden] ümidini keser.) [İsra 83]

Eyyub aleyhisselam Allahü teâlâdan ümidini kesmeyip sabrederek imtihandan başarıyla çıkınca, bütün malı ve evladı tekrar kendisine verildi. Allahü teâlâ, sabredenlerle beraberdir. Onun kaza ve kaderine sabredenler sonsuz nimetlere kavuşur. Kur'an-ı kerimde buyuruldu ki:

(Sabredenlere, mükâfatlar hesapsız verilecektir.) [Zümer 10]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Kimin, bedenine, evladına veya malına bir musibet gelir de o da sabr-ı cemil gösterirse [güzel sabrederse], Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.) [Hakim]

Eyyub aleyhisselam, afiyete, mal ve evladlarına kavuşunca, o gece seher vaktinde bir ah çekerek ağladı. Sebebini suâl ettiler. Buyurdu ki:

(Her gece seher vaktinde "Ey hastamız nasılsın?" diye bir ses duyardım. Şimdi o vakit geldi. Bir ses işitmediğim için ağlıyorum.) [R. Nasıhin]

Hz. Eyyubün ağlaması

Sual: Bir Kur'an tercümesinde, Enbiya suresinin 83. ayetinden, Hz. Eyyubün, hastalıktan dolayı şikayet ediyor. Peygamberin, hastalık için şikayette bulunması doğru mudur? Tercümede mi bir yanlışlık vardır?

CEVAP
Defalarca yazdığımız gibi, Kur'an Meali adı altında, yapılan hiçbir tercümenin okunmasını tavsiye etmiyoruz. Çünkü Kur'an-ı kerim, kısa veya uzun tercüme edilemez. Ancak ehli olan âlimler, nakli esas alarak tefsirini, tevilini yaparlar.

Sad suresinin 44. ayet-i kerimesinde mealen, (Eyyubü, [malına, canına ve aile efradına gelen musibetlere] sabredici bulduk. O ne güzel kuldu, daima Allaha yönelir, Ona sığınırdı) buyuruluyor. Bu ayet-i kerimede cenab-ı Hak, Eyyub aleyhisselamın sabrını övüyor, (O ne güzel kuldu) buyuruyor. Eğer, Eyyub aleyhisselam, hastalığını şikayet etseydi, Allahü teâlâ, onu övmezdi. Bu hususu âlimler şöyle izah ediyor:

Hastalığını insanlara sızlanarak anlatmak şikayettir. Doktora anlatmak, diğer insanlara anlatmak gibi değildir. Hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde, (Ya Rabbi, hastalığım sebebiyle ibâdetlerimi yapamıyorum) diye ağlamak, hastalıktan şikayet değil, ibâdet edemediğinden dolayı halini arzdır. Bir nevi özür dilemektir. Halini Allahü teâlâya arz edip duâ etmekte mahzur yoktur. Nitekim Kur'an-ı kerimde, Yakub aleyhisselamın (Ben büyük kederimi ve hüznümü, [başkalarına değil] ancak Allaha arz ederim.) [Yusüf 86] dediği bildirilmektedir.

Hastalığına Üzülmedi

Kur'an-ı kerimi en iyi bilen, tefsir eden şüphesiz Muhammed aleyhisselamdır. Aynı suâl ona da sorulunca, cevaben buyurdu ki:

(Allahü teâlâya yemin ederim ki, Eyyub aleyhisselam, hastalığı için inleyip sızlanmadı. Yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat, o belâya maruz kaldığı için, ayakta namaz kılamayıp yere düştü. İbadette kusur edince, "Gerçekten bana hastalık isabet etti" dedi.)

Şeytan, Eyyub aleyhisselamı kandırmak için yanına gidip (Malına, canına ve aile efradına gelen bu belâdan kurtulmak istersen bana secde et, seni eski haline getireyim) dedi. Şeytanın bu ağır sözü, Eyyub aleyhisselamın gayretine dokundu. Büyük bir belâya maruz kaldığını anlayıp "Gerçekten bana hastalık isabet etti" dedi.

Hastalık uzadıkça, tanıdıkları kendinden uzaklaştı. Fakat sadık hanımı, onu bırakmadı. Şehrin kenarında bir kulübe yaptırdı. İhtiyaçlarını şehirden alıp getirirdi. Birgün yine şehre gittiği sırada, Hz. Cebrail, Hz. Eyyube Allahü teâlânın lütfunu müjdeledi: (Ya Eyyub, belâ verdim, sabrettin, şimdi ise, ne istersen iste vereyim.)

Eyyub aleyhisselam da yukarıda bildirdiğimiz ayetteki gibi halini arz edip duâ etti. Cenab-ı Hak, (Onun duâsını kabul ettik) buyurdu. (Enbiya 84)

Yerden Su Çıktı
Sad suresinde bildirildiği gibi, Cebrail aleyhisselam, Hz. Eyyubün ayağını yere vurmasını söyledi. Ayağını vurunca, yerden berrak bir su çıktı. Bu su, içme zamanında soğuk, yıkanma zamanında sıcak akardı. Bu sudan bir yudum içip, bir miktar da başına dökünce, hastalığı hemen geçti, kuvveti yerine geldi. Genç bir delikanlı oldu. Hz. Cebrail, ona temiz ve kıymetli elbiseler giydirdi.

Bir müddet sonra, hanımı, şehirden yiyecekle dönünce, onu yatakta göremeyip ağlamaya başladı. (Hastama noldu, canavarlar mı götürdü?) diyerek feryat ederken, Hz. Eyyub ona seslendi:

- Ey hatun, sen kimi arıyorsun?

- Hayat arkadaşım bir hastam var idi. Onu kaybettim.

- Adı ne idi?

- Sabırlı Eyyub idi.

- Şekli nasıldı?

- Sıhhatli iken sana çok benzerdi.

- Ya Rahime, işte o belâya maruz kalan Eyyub benim.

Hanımı ile Allahü teâlâya şükrederek ağlaştılar. Şehre geldiklerinde köhne evlerinin yenilendiğini, daha önce ölen yedi oğlu ile, üç kızının dirildiğini, helak olan develerinin, koyunlarının ve diğer mallarının hepsinin geri geldiğini gördüler. Üstelik anbarlarını altın ve gümüş ile dolu buldular. Hanımı da gençleşti ve 26 çocukları oldu. (R. Nasıhin, Tibyan)

Hâline şükretmek
Sual: Haline şükretmenin yolu nedir?

CEVAP

Âhiret işinde, sâlih kimselere bakıp, onlar gibi olmaya çalışmak gerekirken, dünya işlerinde, kendimizden daha aşağıda olan fakîrlere bakmak gerekir. Kendimizden daha çok zengin olanlarla sık sık görüşmemek iyi olur. Peygamber efendimiz, (Zenginlerdeki mal ve ni’metleri görüp, hâlinizden şikâyet etmemek ve sâhip olduğunuz ni’metleri küçümsememek için onların yanına seyrek gidin) buyuruyor. (Hâkim)

Zengin de, fakîr de olsak, dilencilere değil, fakîrlere yakın olmak çok iyidir. Çünkü hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(Fakîrlerin kıyâmette saltanatı vardır. Onlara “Allah rızâsı için sana bir şey vereni, bir lokma veya bir yudum su vereni Cennete götür” denir. Onlar da alıp götürürler.) [İ.Asâkir]

(Fakîrlerle dostluk kurun. Zîrâ kıyâmette devlet onlarındır.) [Ebû Nuaym]

İnsan, içinde bulunduğu duruma isyân etmemelidir. Belki o durumu kendisi için daha iyidir. Çünkü hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Öyle kimse vardır ki, onun imânı ancak zenginlikle salâh bulur. Eğer o fakîr olsaydı, küfre girerdi. Kimi de, ancak fakîrlikle salâh bulur, [doğru, iyi yolda olur], eğer zengin olsaydı, küfre düşerdi. Kiminin imânı da, ancak sıhhatte olması ile tamam olur. Eğer hastalansa, küfre girerdi. Kiminin imânı hastalık içinde bulunmakla olgunlaşır. Eğer sıhhatte olsaydı küfre sürüklenirdi.”) [Hatîb]
Kanaat
Aza kanaat etmek, çoğu istememek değildir. Bulunduğu duruma razı olmak demektir. Hadis-i şerifte, (Kim Allahın verdiği az rızka razı olursa, Allah da onun az ameline razı olur) buyuruldu.

Şükür secdesi
Sual: Şükür secdesi nedir, nasıl yapılır?

CEVAP
Kendisine ni’met gelen veya bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için şükür secdesi yapması müstehabdır. Şükür secdesi, tilâvet secdesi gibidir. Şükür secdesi yapacak olan, niyet edip, secdeye gidince, önce Elhamdülillah der. Sonra secde tesbîhini okur. Sonra Allahü ekber der ve ayağa kalkar. (Tahtâvî)

Başarının sırrı sabır ve şükür

Sual: (Başarının sırrı sabır ve şükürdür) deniyor. Sabredilen, şükredilen şeyler nelerdir?

CEVAP
Sabrın ve şükrün önemi anlatılınca, suâlinizin cevabı anlaşılmış olur.
Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan güzel huydur. Sabır, peygamberlerin hasletlerindendir. Kurân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:

(Allah sabredenleri sever.) [İmrân 146]

(Sabredenlere, mükâfatları hesapsız verilir.) [Zümer 10]

(Sabır ve namaz, yalnız Allahtan korkan mü’minlere kolay gelir.) [Bekâra 45]

(Sabredenlere [lûtfumu, ihsânımı] müjdele!) [Bekâra 155]

(Ey îmân edenler! Sabır ve namazla Allahtan yardım isteyiniz. Muhakkak Allahü teâlâ[nın yardımı] sabreden mü’minlerle berâberdir.) [Bekâra 153]

(Sabretmekte yarışınız!) [Â.İmrân 200]

Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:

(Sabrın îmândaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Deylemî]

(İbâdetlerin başı sabırdır.) [Hâkim]

(En hayırlı vâsıta sabırdır.) [H.Tirmizî]

(Bozuk bir işi düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyhekî]

(Oruç sabrın, sabır da, îmânın yarısıdır.) [Ebû Nuaym]

(Aşkını gizleyip, namûsunu koruyarak sabreden, Cennete girer.) [İbni Asâkir]

(Kendini sabra zorlayan başarır.) [Buhârî]

(Sevmediğinize sabretmedikçe, sevdiğinize kavuşamazsınız.) [İ.Mâverdî]

(İmânın yarısı sabır, diğer yarısı ise şükürdür.) [Beyhekî]

Hadîs-i kudsîlerde buyuruldu ki:

(Gönderdiğim belâlara sabretmiyen, ni’metlerime şükretmiyen kimse, kendine başka Rab arasın!) [T.Gâfilîn]

(Bedenine, evlâdına veya malına gelen belâya güzelce sabreden kimseye hesâp sormaya hayâ ederim.) [Hakîm]

Eshâb-ı kirâmdan birçok zât, “Biz, insanlardan gelen sıkıntılara sabretmeyenleri, kâmil îmân sâhibi saymazdık” buyurmuştur. Güzel ahlâk, Allahtan râzı olmak, ni’metlere şükür, belâlara sabretmektir.

Hikmet ehli, (ibâdetlerini ihlâsla yapan, insanlarla iyi geçinen, onlara dâima iyilik eden ve belâya sabreden kimse akıllıdır) buyuruyor. Sâlih insan, herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder. Bölücü olmaz, yapıcı olur. Böylece, hem râhata, huzûra kavuşur, hem de, âhıretin sonsuz azâblarından kurtulur.

Sâlih bir kimse, Resûlullah efendimizin güzel ahlâkını örnek alır. Bir insanda bulunabilecek, görünür görünmez bütün iyilikler, bütün üstünlükler, bütün güzellikler, Peygamber efendimizde toplanmıştır. Sözleri gâyet tatlı olup, gönülleri alırdı. Aklı o kadar çoktu ki, Arabistân yarım adasında, sert, inâtçı insanlar arasında gelip, çok güzel idâre ederek ve cefâlarına sabrederek, onları yumuşaklığa ve itâ’ate getirdi. Çoğu müslüman oldu. Onun uğrunda mallarını, yurtlarını fedâ edip, kanlarını akıttı. Güzel huyu, yumuşaklığı, affı, sabrı, ihsânı, ikrâmı, o kadar çoktu ki, herkesi hayrân bırakırdı. Görenler ve işitenler seve seve müslüman olurdu. Sâlih kimse, (Sabır kurtuluşun anahtarıdır), (Sabreden zafere kavuşur) sözlerine uyar, insanların üzmelerine dayanır. Her işinde sabreder ve affedicidir. Her geçimsizlikte kusûru kendisinde görür.

Kimseyle münâkaşa etmez. Bir kalbi incitmeken korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir.Kimseye bâkî değildir, mülk-i dünya sîmü zer, Bir harâb olmuş kalbi, ta’mîr etmektir hüner.

Emr-i ma’rûf yaparken, ihlâslı ve sabırlı olup münâkaşadan sakınır ve yumuşaklıkla hareket eder. Çalışırken, ibâdetlerini terk etmez ve harâm işlemez. Kazandığını sarfederken de, dinin emirlerine uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakîrlik de faydalı olur, dünya ve âhıret saâdetine kavuşmasına sebep olur. Fakat, sabır ve kanâat etmiyen, Allahü teâlânın kazâ ve kaderine râzı olmaz. Fakîr olunca, az verdin diye, i’tirâz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını harâmlara sarfeder. Zenginliği de, fakîrliği de, iki cihanda felâketine sebep olur.

Şükrün önemi

İslâm âlimleri şükrü şöyle tarif etmişlerdir:

Şükür: Her ni’metin Allahtan geldiğini bilip dil ile de hamdetmektir. Allahü teâlânın emîrlerini yapıp yasak ettiklerinden sakınmak şükretmek olur. İnsanların hidâyeti için çalışmak, onları irşâd etmek de şükür sayılır.

Şükür, Allahın verdiği ni’metleri yerinde sarfetmek, günahlardan kaçınmaktır. İnsan, Rabbin verdiği ni’metlerle günah işlerse, nankörlük etmiş olur.

Şükür, ni’meti değil, ni’meti vereni görmektir. Ni’meti vereni bilip gereğiyle amel etmektir. Bu amel, kalb, dil ve diğer azâlarla olur. Kalb ile iyiliğe niyet eder. Dil ile hamdeder, şükrünü açıklar. Uzuvlarla şükür ise, Allahü teâlânın verdiği ni’metleri yerli yerinde kullanmaktır. Meselâ gözün şükrü, müslümanların, arkadaşların kusûrunu görmemektir. Kulağın şükrü, söylenilen ayıpları duymamış olmaktır.

Şükür, Allahü teâlânın verdiği ni’metleri O’nun sevdiği yerlerde kullanmaktır. Allahü teâlâ bir kula birbirini takip eden çeşitli ni’metler verince, kul buna lâyık olmadığını düşünüp utanması da şükür olur. Şükürdeki kusûrunu bilmesi de şükür olur. Şükredemiyoruz diye özür beyân etmesi de şükürdür. (Allahü teâlâ, kusûrlarımı örtüyor) demesi de şükürdür. Şükür vazîfesini yerine getirmenin Allahü teâlânın bir lutfu olduğunu düşünmek de şükürdür. Hattâ vâsıtalara şükür de şükür olur.

Şükür, kendini o ni’mete lâyık görmemektir. Şükür, İslâmiyete uymak demektir.

Şükür, yapılan iyiliği anarak ihsân edeni övmektir. Ya’nî dil ile teşekkür de şükürdür. Şu üç şeyi yapan tam şükretmiş olur:

1- Gelen her ni’meti Allahtan bilip şükretmek.

2- Allahın verdiği her şeye râzı olmak.

3- Ni’metlerden istifâde edildiği müddetçe, Allahü teâlâya isyân etmemek.

Şükür, hem eldeki ni’meti yok olmaktan kurtarır, hem de yeni ni’metlere kavuşturur.
Kurân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:

(Bana şükredin, nankörlük etmeyin!) (Bekara 152)

(Şükrederseniz elbette ni’metimi artırırım.) (İbrâhim 7)

Allahü teâlâ, şükredene bol bol ni’met verir. (Fâtır 30)

Hz.İbrâhim, Rabbinin ni’metlerine şükretti, Rabbi de onu doğru yola iletti. (Nahl 121)

Cenâb-ı Hak, kudretinin eseri olarak insanların istifâdesi için birçok hayvan yaratmıştır. Kimine binilir, kiminin etinden, sütünden, yününden, derisinden vesairesinden istifâde edilir. Bu hayvanlar, şükretmemiz için istifâdemize verilmiştir. (Yâsîn 71-73, Hac 36)
Allah, insanlara bol ni’met vermiştir; fakat insanların çoğu şükretmez. (Bekara 243)

Hadîs-i kudsîlerde buyuruldu ki:

(Beni anan şükretmiş, beni unutan nankörlük etmiş olur.) [Hatîb]

(Bir kimse, kendine verdiğim ni’meti benden bilip kendinden bilmezse, ni’metlerin şükrünü edâ etmiş olur. Bir kimse de, rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, ni’metin şükrünü edâ etmemiş olur.) [İ.Gazâlî]

Allahü teâlânın, (Kendisine iyilik edene kötülük eden, ni’metime nankörlük etmiş olur, kendisine kötülük edene iyilik eden de, bana şükretmiş olur) sözünü düstur edinmelidir.

Namazı doğru kılan, Allahü teâlânın sayılamıyacak kadar çok olan bütün ni’metlerine şükretmiş sayılır. Hadîs-i şerîfte, (Namaz, şükrün bütün aksamını câmidir) buyurulmuştur. Demek ki doğru namaz kılan şükretmiş olur. Namaz kılmıyan ise, nankörlük etmiş olur.

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İbni Mâce]

(Kıyâmette “Şükredenler gelsin!” diye seslenilir. Onlar bir bayrak altında Cennete girer. Bunlar, darlık ve genişlikte, her hâl-ü kârda Allaha şükredenlerdir.) [İ.Gazâlî]

(Bir ni’met için, Elhamdülillah diyen, daha iyisine kavuşur.) [T.Gâfilîn]

(Yiyip içtikten sonra Elhamdülillah diyen Cennete girer.) [Hâkim]

(Bir ni’met için Elhamdülillah diyen, ni’metin şükrünü edâ etmiş olur.) [Beyhekî]

(Cennetin bedeli “Lâ ilâhe illallah”, ni’metin bedeli “Elhamdülillâh”dır.) [Deylemî]

(İnsanlara teşekkür etmiyen kimse, Allaha şükretmez. Aza şükretmiyen de, çoğa şükretmez. Allahın ni’metini söylemek şükürdür, hiç bahsetmemek ise nankörlüktür.) [Beyhekî]

(Ni’mete şükür, o ni’metin gitmesine karşı emandır.) [Deylemî]

(Ni’mete kavuşunca şükreden, belâya uğrayınca sabreden, haksızlık yapınca af dileyen, zulme uğrayınca bağışlayan, emniyet ve hidâyettedir.) [Taberânî]

(İyiliği anmak şükür, iyiliği gizlemek nankörlüktür.) [Ebû Dâvüd]

Mü’min kabirde doğru cevap verince, hemen o anda kabrin sağ tarafından ay yüzlü bir kişi çıka gelir. (Ben senin, dünyada, sabrından ve şükründen yaratıldım. Kıyâmete kadar, sana yoldaş olurum) der. Ne mutlu sabredip şükredenlere...

Bir lokmaya şükretmek
Nice fakîrler vardır ki, bir lokma ekmek kazanınca, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyarlarına daha birkaç milyar ekliyemediği için üzüntü içindedir. Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Ya’nî onun boyunu, posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenâlıklara sevinir.
İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan, Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrûm olur. İyi kalbli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himâyesinde demektir.

Bir hadîs-i şerîfte, (Bir müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir müslüman için istemezse ve bir müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir müslüman için isterse, onun îmânı tam değildir) buyurulmuştur. Ya’nî, Peygamberimiz yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor. Düşünün bir kere; bütün dünya, Peygamberimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?

Hased, tekebbüre sebep olur. Başkasında bulunan ni’metlerin ondan ayrılarak kendisine gelmesini ister. Onun haklı olan sözlerini ve nasîhatlerini reddeder. Ondan birşey sorup öğrenmek istemez. Kendinden yüksek olduğunu bildiği hâlde, ona tekebbür eder.
İmâm-ı Gazâlî, (Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçtür: Hased, riyâ, ucb) buyurdu.

Hased eden, çekemediği kimseyi gıybet eder, çekiştirir. Onun malına, canına saldırır. Kıyâmette, bu zulümlerinin karşılığı olarak, hasenâtı alınarak ona verilir. Hased edilendeki ni’metleri görünce, dünyası azâb içinde geçer. Uykuları kaçar. Hayr, hasenât işliyenlere, on kat sevâb verilir. Hased bunların dokuzunu yok eder, birisi kalır. Hased edenin duâsı kabûl olmaz.

Hamd ve şükür
Sual: Çok şükür mü demek iyidir, yoksa Elhamdülillah demek mi?

CEVAP
İkisi de aynı ise de, Elhamdülillah demek daha fazîletlidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

(Sevilenin her şeyi, sevenin gözünde her zaman sevgilidir. İncitirse de, iyilik ederse de sevilir. Sevmek ni’meti ile şereflenenlerin, sevmenin tadını alanların çoğu, sevdiğinin iyiliklerine kavuşunca sevgileri artar. Yâhut incitmesinde de, iyiliğinde de, sevgileri değişmez. Sevdiğinin hiçbir hareketi ona çirkin gelmez. Sıkıntılı ve neşeli zamanlarında hep hamdeder. Hamdetmek, şükretmekten daha kıymetlidir. Çünkü şükretmekte ni’metleri göz önündedir.

Hamdederken ni’metleri de, elemleri de sevilmektedir. Çünkü Allahü teâlânın verdiği elemler, ni’metler gibi güzeldir. Hamd devamlıdır. Ni’met zamanında da, sıkıntılı hâllerde de hamdedilir. Şükür ise ni’met zamanlarında olur, ni’met kalmayınca, ihsân bitince şükür de kalmaz.) [c.2, m.33]

İyilik eden bir insanın hakkına riâyet ediliyor da, her ni’metin, her iyiliğin hakîkî sâhibi olan, hepsini yaratan, gönderen Allahü teâlâya şükretmek, O’nun beğendiği, istediği şeyleri yapmak, niçin lâzım olmasın? Elbette, en çok O’na şükretmek, ibâdet etmek lâzımdır. Çünkü, O’nun ni’metleri yanında başkalarının iyilikleri, deniz yanında damla kadar bile değildir. Hattâ onlardan gelen iyilikleri de, yine O göndermektedir. O hâlde, hamd ve şükre devam etmek gerekir.

Kurân-ı kerîmde buyuruluyor ki:

(Biz şükreden kimseleri mükâfatlandırırız.) [A.İmrân 145]

Hadîs-i şerîflerde de buyuruluyor ki:

(Cennetin bedeli Lâ ilâhe illallah, ni’metin bedeli Elhamdülillah’tır.) [Deylemî]

(Mü’minin her işi, hayırdır. Ni’mete şükreder, hayra kavuşur. Belâya uğrayınca da, sabreder, yine hayra kavuşur.) [Müslim]

Şükredenin malı artar
Büyük bir ni’met olan malı isrâf, Allahü teâlânın ni’metine kıymet vermemek, ni’meti elden kaçırmak, küfrân-ı ni’met, ya’nî şükretmemek olur. Bu ise, ni’meti verenin azâb etmesine sebep olacak büyük bir suçtur. Ni’metin kıymeti bilinmez, hakkı gözetilmezse elden gider. Şükredilir ve hakkı gözetilirse elde kalır ve artar.

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

(Şükrederseniz, verdiğim ni’metleri artırırım.) [İbrâhim 7]

(İnsanların en iyisi, insanlara faydası çok olanıdır.) [Kudâî]

Mal kıymetli olunca, onu isrâf etmek elbette kötüdür.

İsrâfın sebepleri:

1- Sefîhlik. Sefîhlik aklın az ve hafifliğidir. Aksi rüşttür, aklın kuvvetli olmasıdır.

2- İsrâfı bilmemek: Lüzûmsuz, günah ve zararlı yerlere verilen mal isrâftır.

3- Gösteriş yapmak,

4- Tembellik ve sıkılmak,

5- Dîni gözetmemek.



İsrâftan kurtulmanın çâresi:

1- İsrâfın zararlarını bilip İsrâfa sebep olan şeylerden kaçmak.

2- Malı lüzûmsuz dağıtmamak ve güvendiği birine, bu derdini anlatıp, malına ve harcadıklarına dikkat etmesini, isrâfını görünce, kendine hatırlatmasını, hattâ uygun şekilde önlemesini ricâ etmek.

3- Sabreden başarır, nâmuslu olmak isteyen ve insanlara muhtaç olmak istemiyen arzusuna kavuşur. Arayan Mevlâsını, azan belâsını bulur.

4- Düğünde, fakir-zengin ayrımı yapmadan da’vet edilmelidir!

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Yemeklerin en fenâsı, zenginlerin da’vet edilip de fakirlerin çağrılmadığı düğün yemekleridir.) [Buhârî]

5- İstişârede, o konuda bilgili ve tecrübeli kimselerle konuşmalıdır! Ayrıca toplantının mübârek olması için, Mehmed isminde birinin bulunması iyi olur.

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Meşveret için toplananların arasında Muhammed isimli biri yoksa, o toplantı mübârek olmaz.) [İbni Asâkir]

6- Dînimizin emirlerini yapıp, haram ettiği şeylerden kaçan kâmil îmân sâhibi olur.
Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Şu üç şey bulunan kimsenin îmânı kâmildir: Herkesle iyi geçinen güzel ahlâk, kendini haramlardan alıkoyan vera, cehlini örten hilm.) [Nesâî]

7- Başkalarının yanında size bir hediye gelince, o hediyeyi oradakilere verme mecburiyeti yoktur. (Bir hediye gelince, orada olanlar hediyeye ortaktır) hadîs-i şerîfi, her hediye için olmadığı gibi, verme mecburiyetini de bildirmemektedir. Türkçede göz hakkı var derler. Yiyecek, içecek bir şey gelince, oradakilere vermek mürüvvet icâbıdır. Bir kalem gelmişse, kalemi kırıp oradakilere taksim edilmez.

Dil üzerine

Sual: Az konuşmanın, susmanın faydaları, çok konuşmanın da zararları hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP

Peygamber efendimiz, (Az konuşmak imandan, çok söz nifaktandır.) buyurmaktadır.

Dil, büyük nimettir. İyi ve kötü işteki rolü, iyiliği de kötülüğü de büyüktür. Cennete de, cehenneme de götürür. Cirmi küçük, cürmü büyüktür. İman ve küfür dildeki ifadeden anlaşılır. Dil, ya hak konuşur, ya bâtıl. Diğer uzuvların sahası dardır. Kulak sadece işitir, göz sadece görür. Dilin sahası geniştir. Hayır ve şer için geniş alana sahiptir. Atalarımız, sana senden olur, her ne olursa, başın selamet bulur, dilin durursa ve göz iki, kulak iki, ağız tek, çok görüp, çok dinleyip, az söylemek gerek demiştir.

Yunus Emre de diyor ki:

Sözünü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz.

Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,

Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz.

[(Dil) üzerine çok söz söylenmiştir. Aşağıda bu husustaki bazı kıymetli sözleri derledik:]

Söz gümüşse sükut altındır.

Söz insanın terazisidir. Fazlası ziyan, azı vekardır.

Az konuşan kınanmaz, üstelik itibarı çok olur.

Şaka, alay ve boş konuşmak belâya yol açar.

Çok konuşmak dostluğu bozar, lüzumsuz konuşmak ayıpları açar, acı söyleyenden dostlar kaçar.

Eğer kalbde darlık ve üzüntü, vücutta bitkinlik ve halsizlik, rızıkta eksiklik ve bereketsizlik olursa, bunun boş ve yersiz konuşmalardan meydana geldiği bilinmelidir!

Hikmeti konuşmakta değil, susmakta aramalıdır!

Susmak aklın süsü ve cehaletin örtüsüdür.

Tatlı dilli ve cömert elli olmalıdır!

Sükut, âlimin ziyneti, cahilin aybına perdedir.

İbadet on kısımdır, dokuzu susmak, biri de kötü arkadaştan uzak durmaktır.

Dil, irfan hazinesinin anahtarıdır, çok konuşan, gönüldeki hizmet cevherini boşaltır.

Az söz edeptir, güzel amelleri korumaya sebeptir.

Kişi dilinin altında gizlidir. Sır saklayan murada erer.

Bülbül şahine der ki: İkimiz de kuş olduğumuz hâlde, sen padişahın sarayındasın, ben ise bahçenin dikenliğindeyim. Sen kuşları avlayıp yersin, padişahın yanında değer kazanır muradına erersin. Kuşların sultanı olursun. Ben ise günü güne eklerim, her gece sabaha kadar gülün açılmasını beklerim. Ben uyumadan o açmaz, uyanınca açılmış görürüm. Açıldığını göremem, muradıma eremem. Diken arasında muradsız ağlarım, yüreğimi dağlarım.

Şahin şöyle cevap verir: Ben bin murad alırım ama birini söylemem. Sen bir murad almadan bin söylersin. Susan murad alır, öten muradsız kalır.

Hayırlı söz keramet, sükut selamettir.

Dudak yumulur, susan kurtulur.

Yalan zayıflatır imanı, rezil eder insanı.

Dedikodu gıybettir, şiddetli bir afettir.

Alay belki güldürür, ama kalbi öldürür.

Güzel söz sadaka, mahşere nafakadır.

Çok söz kalb katılaştırır, Haktan uzaklaştırır.

Çok gülmek ayıptır, ahiret için kayıptır.

Fazla şaka cahillik alameti, sükut et, istersen selameti.

Kişi lisanıyla olur insan. Kötü dili kendisine düşman, çok konuşan olur pişman.

Her sözde vebal var, kurtulur susanlar. Az söz hikmettir, Rabbimizden nimettir.

Dil söylerse gönül susar, gönül susunca, dil zehir kusar.

Söz dinleyen âlim, susan sâlim olur.

Kimin azsa sözü, açılır kalb gözü.

Dil ederse istirahat, kalb eder rahat.

Çok konuşan gaf eder, vakti israf eder.

Dilini hep tutan çok fayda sağlar, dilini tutmayan yarın çok ağlar.

Dil yarası ok yarasından acıdır.

Akıllı, bildiğini söylemez, deli söylediğini bilmez.

Bilmem demek ilmin yarısıdır.

Kime sır söylersen onun kulu olursun.

Açıklanan sır yayılır muhakkak, Sır saklıyamayana denir ahmak.

Hz.Lokman misafirlerine en iyi ikram olarak dil ile kalbi getirdi. Başka bir zaman da en kötü yemek olarak yine dil ile kalbi getirdi. Dil kılıç gibidir, iyi kullanılmazsa kendi ölümüne sebep olur.

Sükut, yorulmadan yapılan ibâdet, masrafsız takılan bir zinet, hükümdarlığa muhtaç olmadan ele geçen bir devlet, duvara ihtiyaç duyulmadan yapılan kale, çalışmadan kazanılan zenginlik ve ayıpların kapatılmasıdır.

Hükümdar Öğüdü
Üç hükümdardan biri der ki: (Bütün pişmanlıklarım söylediğim sözlerden oldu. Söylemediğimden hiç pişman olmadım.) İkincisi der ki: (Söylemediğim sözlerin sahibiyim. Fakat söylediğim sözlerin esiriyim.) Üçüncüsü ise şöyle der: (Bazı sözleri söylemeye gücüm yetti, fakat söylediğim sözleri geri almaya gücü yetmedi.)

Şüpheli sözlerden sakınan, güleryüzlü olan, insanlara merhamet eden, lüzumlu din bilgilerini öğrenen ve doğru konuşan kimse münafık olamaz.

Dile sahip olmak

Diline sahip olmayanı şeytanı her sahada oynatır. Büyük bir uçurumun kenarına getirip, yüzüstü yuvarlar, felakete sürükler. Dile ahlâk dizgini vurulursa dünya ve ahiret saadetine kavuşur. Başıboş bırakılırsa zarardan zarara girer. Uzuvlarımızdan en çok isyan edeni bildir. Kolaylıkla istediği tarafa gider. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Her sabah, bütün uzuvlar, yalvararak dile derler ki: Bizim hakkımızı gözetmekte, Allahtan kork, kötü söz söyleme, bizi ateşte yakma! Bizim dine uyup uymamamız senin sebebinledir. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğri olursan biz de eğri oluruz.) [Tirmizî]

Hz. Lokmana (Bu makama nasıl yükseldin?) derler. O da (Doğru konuşmak, emanete riayet etmek ve faydasız sözleri terketmekle) diye cevap verir.

Hikmet ehli buyuruyor ki: Bir kimsenin cahil olduğunun alameti şunlardır: Canlı-cansız her şeye kızar. Sır saklıyamaz. Parasını yerli yerince harcayamaz. Herkese güvenir. Dostunu düşmanını ayıramaz. Kötü kimselerle arkadaşlık eder.

Dil yırtıcı bir hayvan gibidir, serbest bırakılırsa sahibini parçalar. Sükut eden, hataya düşmekten, yalandan, dedi-kodudan, söz taşımaktan, kendini övmekten, boş konuşmaktan ve daha bir çok dil afetlerinden kurtulur.

Çok konuşanın dili sürçer, kalbi kararır. Kalbi kararan da, hata üstüne hata yapar ve kalb kırar da farkında bile olmaz. Diline sahip olan, dinini korur.

Çok konuşan hata eder. Eshab-ı kiram hep hayır konuştukları hâlde, yanlış konuşmak için değil, belki boş bir söz söyleriz diye sükut ederlerdi. Hz. Ebu Bekr, ağzına taş koyar, (Başa gelen bütün felaketler bundan gelir) buyururdu.

En Zararlı Şey

Allahü teâlâ boş konuşanları sevmez. Boş konuşmak böyle olunca, zararlı konuşmanın felaketini düşünmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (En zararlı şey, çok konuşmaktır.) [Deylemî]

Dile sahip olmak, az konuşmak dinimizin emridir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:

(Sadaka vermek, iyiliği emretmek ve insanların arasını bulmak hariç, konuşmakta, fısıldaşmakta hayır yoktur.) [Nisa 114]

Dile sahip olmakla ilgili hadis-i şeriflerde bazıları da şöyle:

(Dilini tutan kurtulur.) [Tirmizî]

(Selamet istiyen, sükut etsin, dilini tutsun!) [İbni Ebiddünya]

(Susmak, hikmettir; fakat susan azdır.) [Deylemî]

(Amellerin en makbulü, dilini tutmaktır.) [Taberânî]

(Hayır söz hariç, dilini tutan, şeytanı mağlup eder.) [Taberânî]

(Sükut eden bir mümine yakın durun! O hikmetsiz değildir.) [İbni Mace]

(Allaha ve ahirete inanan, ya hayır konuşsun veya sükut etsin!) [Buharî]

(En kolay ibâdet, susmak ve güzel ahlâktır.) [İbni Ebiddünya]

(Mümin önce düşünür, sonra konuşur. Münafık, düşünmeden konuşur.) [Haraiti]

(Çok konuşan çok yanılır, çok yanılanın yalanı çoktur. Yalanı çok olan da Cehenneme layıktır.) [Taberânî]

(Kurtuluş için dilini tut, evinde otur, günahların için ağla!) [Tirmizî]

(İnsanları Cehenneme sürükliyen dilleridir.) [Tirmizî]

(Dilini tutmıyan kimse, tam imana kavuşamaz.) [Taberânî]

(Rahat istiyen sussun!) [Ebuş-şeyh]

(Çok konuşmak kalbi karartır. Kalbi kararan da Allahü teâlâdan uzaklaşır.) [Beyhekî]

(Emr-i maruf ve zikir hariç, her söz, kişinin zararınadır.) [Tirmizî]

(İnsanın hatalarının, kusurlarının çoğu dilindendir.) [Taberânî]

(Midesini, ırzını ve dilini koruyan, bütün kötülüklerden korunmuş olur.) [Deylemî]

(Kalbi doğru olmıyanın imanı,dili doğru olmıyanın kalbi doğru olmaz) [İ. Ebiddünya]

(Kalbi diline, dili kalbine, işi sözüne uymayan mümin olamaz.) [İsfehani]

(Allahı görür gibi ibâdet et, kendini ölmüş say, bunlardan daha iyisi ise dilini tutmaktır.) [Taberânî]

(Sükutu tefekkür, bakışı ibret olup çok istigfar eden kurtuldu.) [Deylemî]

Yalan ve zararı

Sual: Yalanın dinimizdeki yeri nedir?

CEVAP
Yalan, günahların en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Yalan, rızkı azaltır.) [Ebuşşeyh]

(Yalan, nifak kapılarından biridir.) [İbni Adiy]

(İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyliyemez.) [İbni Ebi Şeybe]

(Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.) [Buharî]

(Şu üç şeyden biri kimde bulunursa, o kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.) [Ebu Dâvud]

(İnsanları güldürmek için yalan söyliyenlere, yazıklar olsun!) [Ebu Dâvud]

(Pazarcıların çoğu facirdir! Çok yemin ederek günaha girerler ve yalan söyliyerek alış-veriş yaparlar.) [Hakim]

(Yalan yere yemin ederek, birinin malını alan, kıyamette, Allahü teâlâyı gazablı görür.) [Buharî]

Peygamber efendimiz, yalan söyliyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını, diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde kıyamete kadar, kabrinde azabın devam edeceğini bildirmiştir. (Buharî)

Şaka ve Yalan
Hz. Abdullah bin Âmir anlatır: Ben küçüktüm. Resul-i Ekrem evimize gelmişti. Oynamaya gidiyordum. Annem bana, (Abdullah gel, sana birşey vereceğim) dedi. Resul-i Ekrem, (Ona ne vereceksin?) buyurdu. Annem de (Hurma vereceğim) dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Eğer birşey vermeyip aldatmak için söyleseydin, yalan günahı yazılırdı.) [Şira]

Bir kimse, Peygamber efendimize dedi ki:

- Bırakamadığım üç günaha tutuldum. Bunlar, zina, yalan ve içki.

Peygamber efendimiz de buyurdu ki:

- Yalanı benim için terket!

Adam, peki diyerek gitti. Bir günahı işliyeceği zaman, (Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah sorduğunda, evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söyliyerek verdiğim sözü tutmamış olurum.) diye düşündü. Diğer günahları işliyeceği zaman da aynı şekilde düşünerek kötü huylarını terk etti. (Şira)

Büyükler buyuruyor ki:

Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur. (Lokman Hakim)

Allah indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hz. Ali)

Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisini daha derine atılır, bilmem. ( Şabi)

Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar )

İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (H. Basri)

Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü birşey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamıyacağını bilirlerdi. (Hz. Aişe)

Bütün kötülüklerin esası yalandır. Peygamber efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek haramdır. Ancak üç yerde caizdir. Harbde, iki müslümanı barıştırmak için, hanımı ile iyi geçinmek için. Zâlimden, bir müslümanın bulunduğu yeri, malını, günahını saklamak caizdir. İki müslümanın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, malını korumak için, müslümanın ayıbının meydana çıkmaması için ve bunlar gibi haramları önlemek için, yalan caiz olur. Ölmemek için leş yemeye benzer. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Yalan üç yerde caizdir: Harbde, zira harb, hiledir. İki müslümanı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek. Hanımını idare etmek için.) [İbni Lal]

(İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş yapmak için söylenen söz, yalan sayılmaz.) [Müslim]

(Kötü şeyler irtikab eden, bunları gizlemeye çalışsın!) [Hakim]

Büyükler yalan söylemek icabettiği yerde, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Muaz ibni Cebel hazretleri, vazifesinden dönünce, hanımı (Bu kadar çalıştın, zekât topladın, bize ne getirdin?) dedi. O da, (Beni gözeten vardı, birşey getiremedim) dedi. O, Allahü teâlâyı kastetti. Hanımı ise, Hz. Ömerin onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hz. Ömerin evine gidip, kızarak, (Muaz, Resulullahın ve Ebu Bekr-i Sıddikın yanında emin idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?) dedi. Hz. Ömer, Hz. Muazdan işin aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar hediye verdi.

Doğruluğun fazileti
Sual: Dinimizde doğruluğun fazileti nedir?

CEVAP

Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyi, güzel ve faziletlidir. Peygamber efendimize olgunluğun alameti sorulduğunda (Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmaktır) buyurdu. (İ.Gazali)

Sadakat [doğruluk] hakkında islâm âlimleri buyuruyorlar ki:

(En güzel amel doğruluk, en çirkini de yalancılıktır.)

(Dünyada doğru insan görmedim diyen kimse, eğer kendisi doğru olsaydı, doğru olanları bulurdu.)

(İslâm dini, üç temel üzerindedir. Bunlar, hak, sadakat ve adalettir.)

(Bir insanda üç şey bulunduğu vakit, onun salih bir insan olduğu anlaşılır. Bunlar, nefsani arzulardan uzak olmak, Allah rızası için doğruluk, helal ve temiz yemektir.)

(Günahların içinde bocalayan kimsenin doğruluğu bulması çok zordur.)

Her şeyin başı doğruluktur. Her işin nizam ve intizamı doğruluk iledir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Şüphelendiğin bir şeyden uzaklaş! Şüphe vermiyene sarıl! Doğruluk, sükun ve huzurdur.) [Tirmizî]

(Tehlikenin doğruluk içinde olduğunu görseniz dahi, doğruyu arayınız! Çünkü doğrulukta kurtuluş ve selamet vardır.) [İbni Ebiddünya]

(Doğru olunuz, doğruluk gerçeği, gerçek de Cennet yolunu gösterir. Bir kimse doğruluktan ayrılmaz, doğruluğu düstur edinirse, Allah indinde o kimse sıddiklardan olur.) [Buharî]

(Doğru olan, iyi davranır, iyi davranan emindir. Emin olan Cennete girer.) [İ. Ahmed]

Tam sadık, tam doğru, yani sıddik olabilmek için:

1- Doğru sözlü olmalıdır. Zaruret olmadıkça tarizli ve imalı konuşmamalıdır. Hasan-ı Basri hazretleri, zâlimlerden kaçıp, Habib-i Acemi hazretlerinin bir odasına girip saklandı. Zâlimin zulmünden kurtulmak için yalan söylemek caiz olduğundan, (Soran olursa yok dersin) dedi. Biraz sonra zâlimler gelip sordular: (İçerde...) diye cevap verdi. İçeriyi iyice aradılar. Bulamayıp oradan ayrıldılar. Hasan-ı Basri hazretleri, (Senin yaptığın uygun muydu?) diye sordu. Habib-i Acemi hazretleri, (Yalan söylemeseydim, ikimiz de helak olmuştuk. Doğru söylemenin bereketiyle ikimiz de kurtulduk) diye cevap verdi.

2- Doğruluk için niyette ihlas şarttır. Şayet davranışlarda nefsin arzuları karışırsa, bu niyetten ihlas kalkar. Bu kimse yalancı olur.

3- Azminde doğru olmalıdır. Mesela, (Allah bana şu malı verirse veya şu makama geçersem, şu hizmeti yaparım) diyen kimse, o mala veya o makama sahip olunca, zaruretsiz sözünde durmazsa, azminde doğru değildir.

4- Verdiği sözde durmalıdır. Hz. Enes bin Malik anlatır:

Amcam Nadrın oğlu Enes, Bedir savaşında Resul-i Ekremin yanında savaşa katılamadığına çok üzüldü. (Eğer Allahü teâlâ, beni bir savaşa kavuşturursa, bütün gücümle savaşacağım) diye karar verdi. Ertesi yıl Uhud savaşına katıldı. Sad bin Muaz bunu görünce, (Ne o, nereye gidiyorsun?) diye sorduğunda, (Uhud dağının ardında Cennetin kokusunu aldım. Cennete gidiyorum) dedi. Öyle mücahede etti ki, şehid olduğunda vücudunda seksen küsur yara bulundu. Hemşiresi, (Kendisinde tanınacak bir hâl kalmamıştı. Ancak elbisesinden onu tanıyabildim) dedi.

5- Doğru iş yapmalıdır. İçi ile dışın bir olması adalettir. İçinin dışından iyi olması fazilettir. İçi dışına uymayan insana doğru denmez.

6- Bütün işlerde doğru olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kalbi doğru olmayanın imanı doğru olmaz. Dili doğru olmayanın da kalbi doğru olmaz.)buyuruldu.

Ara bulmak ve yalan
Sual: İki müslümanın arasını bulmak için yalan söylenebilir mi?

CEVAP
Yalan büyük günah olduğu hâlde birkaç yerde, hayra, iyiliğe vesile olduğu için caizdir. Harbde, düşmanların zararından korunmak için, iki müslümanı barıştırmak için birinden diğerine iyi söz getirmek için caizdir. Ölmemek için leş yemeğe benzer. Bunların haricinde şakadan bile olsa yalan söylememelidir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İman sahibi her kabahati yapabilir. Fakat, hıyanet edemez ve yalan söyliyemez.) [İ.E.Şeybe]

Müslümanların birbirine olan haklarından birisi de iki kişinin arasını bulmak, küsleri barıştırmaktır.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli ameli söyleyeyim mi?) Eshab-ı kiram (Evet ya Resulallah) deyince, buyurdu ki: (İki kişi arasını bulmak ve düzeltmektir. Çünkü ara bozukluğu dini kökünden yıkar.) [Tirmizî]

Peygamber efendimiz gülümsediği zaman, Hz. Ömer sebebini suâl edince, buyurdu ki:

(Ümmetimden iki kişi, Allahü teâlânın huzuruna çıktı. Birisi dedi ki:

-Ya Rabbi, bu adamdan hakkımı al!

Allahü teâlâ buyurur:

- Bu adamın hakkını ver!

-Ya Rabbi, bir iyiliğim kalmadı ki nasıl vereyim?

Allahü teâlâ hak sahibine buyurur:

- Bu adamın iyiliği kalmadı. Ne yapacaksın?

- Günahlarımı alsın!

Bu arada Peygamber aleyhisselam ağlıyarak (O gün öyle dehşetli bir gündür ki, o gün başkalarının günahlarını yüklenmek şöyle dursun insan kendi günahının yükünü çekemez.)

Allahü teâlâ, hak sahibine buyurur:

- Başını kaldırıp Cennetin şu muhteşem köşklerine bak!

Hak sahibi baktıktan sonra der ki:

- Evet görüyorum. Bu muhteşem köşkler, hangi şehid, hangi sıddik veya hangi peygamberindir?

- İşte o gördüğün güz kamaştırıcı köşler, bedellerini ödiyenler içindir.

-Ya Rabbi bunların bedellerini kim ödeyebilir?

- Sen ödeyebilirsin.

- Nasıl ödeyebilirim, neyim var ki?

- Hakkını bu kardeşine bağışlamakla bu köşke sahip olursun.

- Bağışladım ya Rabbi.

Allahü teâlâ buyurur ki:

- Haydi kardeşinin elinden tutup Cennete girin!

Peygamber aleyhisselam devamla bulurdu ki: (Allahtan korkun ve aralarınızı düzeltmeğe çalışın! Zira Allahü teâlâ, kıyamet gününde sizin aralarınızı düzeltir.) [Haraiti]

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(İki kişinin arasını bulmak için hayırlı söz söyliyen yalancı değildir.) [Müslim]

Gıybet ve zararları
Sual: Gıybet ve zararları nelerdir?

CEVAP
Belli bir mümin veya zımmi kâfirin aybını, onu kötülemek için arkasından söylemek, gıybet olur. Gıybet, haramdır. Dinleyen, o kimseyi tanımıyorsa, gıybet olmaz.

Gıybet olunan kimse, bedeninde, soyunda, ahlâkında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde, arabasında bulunan bir kusur, arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur. Kapalı söylemek, işaret ile, hareket ile bildirmek, yazı ile bildirmek de gibi gıybettir.

Bir müslümanın günahı ve kusuru söylendikte, (Elhamdülillah, biz böyle değiliz) demek de, gıybetin en kötüsü olur. Birisinden bahsedilirken, (Elhamdülillah, Allah bizi hayâsız yapmadı) gibi, onu kötülemek, çok çirkin gıybet olur. (Falanca kimse çok iyidir, ibâdette şu kusuru olmasa, daha iyi olurdu) demek de gıybet olur. Kur'an-ı kerimde (Birbirinizi gıybet etmeyiniz.) buyuruldu. (Hucurat 12)

Gıybet, adam çekiştirmek demektir. Birisini gıybet etmenin, ölmüş insanın etini yemek gibidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kıyamette, bir kimse sevab defterine bakar, "Şu ibâdetleri yapmıştım. Bunlar yazılı değil" der. "Onlar, silindi, gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı" denir.)

(Kıyamette bir kimse, sevab defterinde, yapmadığı ibâdetleri görür. "Bunlar seni gıybet edenlerin sevablarıdır" denir.)

(Biri için söylenen kusur, onda varsa, bu söz gıybet olur. Yoksa iftira olur.)

(Gıybet imanı zayıflatarak yok eder.)

(Gıybet, leş yemekten daha kötüdür.)

(Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. "Bunlar kim" dedim. Cebrail aleyhisselam, "Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeliyen kimselerdir" dedi.)

(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azabdan, cehennemdekiler rahatsız olur. Biri, ateşten kapalı bir tabut içindedir, biri barsaklarını sürür, biri de kan ve irin kusar, öteki ise kendi etini yer. Tabuttaki, borçlu olarak ölmüştür. Barsakları sürünen, idrardan sakınmamıştır. İrin ve kan kusan, müstehcen konuşmuştur. Kendi etini yiyen de, gıybet ve koğuculuk etmiştir.)

(Bir toplulukta, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, o kimse için yardımcı ol. Onları bu işten men edemezsen oradan kalk git.)

(Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşımak, şehvetle harama bakmak, yalan yere yemin etmek.)

(Birinin yüzüne söylemekten çekinilen şey gıybettir.)

(Bir kimsenin yanında din kardeşi gıybet edilir de, yardıma muktedirken ona yardım etmezse, Allah o kimseyi dünya ve ahirette rezil eder.)

(Bir kimsenin malı az, çoluk çocuğu çok, namazı güzel olursa ve müslümanları gıybet etmezse, kıyamette onunla yanyana oluruz.)

(Gıybet yapmıyan Allahın güvencesindedir.)

(Gıybet eden kimsenin duâsı kabul olmaz.)

(Cehennemden en son çıkan, gıybetten tevbe edendir. Cehenneme ilk giren, gıybetten tevbe etmeden ölendir.)

(Falancanın boyu kısadır) diyen birisine, Peygamber efendimiz, (Bu sözün denize atılsa, denizi kokutur) buyurmuştur.

Gıybet, insanın sevablarının azalmasına, başkasının günahlarının kendine verilmesine sebep olur. Bunları her zaman düşünmek, gıybet etmeye mani olur.

Gıybetten kurtuluş

Sual: Günümüzde bu gıybet günahını işlemiyen yok gibi. Gıybet etmekten nasıl kurtuluruz?

CEVAP
Gıybeti ve zararını bilen gıybetten kaçıp kurtulur. Mesela yılanı ve zararını bilen, yılanla oynar mı? Yılanı koynuna alıp yatar mı?

Gıybetten kurtulmak için:

1- Gıybetin zararını düşünmeli! Gıybet sebebiyle, sevablarının gideceğini, hatta gıybet ettiği kimsenin günahlarını da yükleneceğini bilmelidir!

2- Gıybet, dünyada da alında bir kara lekedir! Kendine dedikoducu dedirtmemelidir. Çünkü Hadis-i şerifte, (Gıybet edeni dinleyen de günahta ortaktır.) buyuruldu.

3- Bir kimse, başka birine kırgınsa, onu kötülemeye çalışır, gıybetini eder. Başkasına kızıp da kendini Cehenneme atmanın ahmaklık olduğunu bilen, gıybet etmez. Gıybet etmekle, ona zarar vermiş olmuyor, kendini felakete atıyor. Üstelik sevmediği kişinin günahlarını alıp, yerine kendi sevablarını veriyor.

4- Bazan topluluktakileri memnun etmek, onları güldürmek için gıybet edilir. İnsanları memnun etmek için, Allahü teâlânın gazabına maruz kalmayı istemek ne kadar yanlıştır.

5- Gıybet eden, övülmeyi, herkesin kendisinden bahsetmesini ister. Bu bakımdan kendini övmek için dolaylı yolları seçer. Mesela, (Falanca çok geçimsizdir) der. Bu, (Ben geçim ehliyim) demektir. Cömert olduğunu bildirmek için, (Falanca çok cimridir) der. Eğer böyle gıybet edeni dinleyen, akıllı birisi ise, kendini bu şekilde övene hiç değer vermez, onun değersiz olduğunu anlar. Bunları dinleyen akıllı değil de, cahil, ahmak birisi ise, gıybet ettiği için ona değer verse, ne çıkar? Kazancı ne olur?

6- Başkalarını gıybet edip kusur araştıran kimse, kendi kusurlarını göremez. Biz, kendi ayıplarımızın ortaya dökülmesini, rüsvay olmamızı istemediğimiz gibi, başkaları da istemez. Sen arkadaşının aybını örtersen, Allah da senin aybını örter. Sen başkasının aybını açarsan, senin ayıplarını da açan çıkar. Elaleme rüsvay olursun. Kendi kusurlarını araştıran ve bunların çaresini düşünerek başkasının kusurlarını göremiyen kişi, çok iyi insandır. Hadis-i şerifte de, (Kendi aybını gören, Allahın hayır dilediği kimsedir) buyuruluyor. Kişi kendi noksanını bilmek gibi irfan olmaz. Nefsimizi gıybet ve diğer günahlardan temizlemeye çalışmak "Cihad-ı ekber" olarak bildirilmiştir.

7- Kıskanç olan, mal sahiplerini kötüler. (Malı çok ama yemesini bilmez, cimrinin biridir) der. Yahut mevki sahibi için, (Müdür oldum diye kendini bir şey zannediyor) der. Böyle söylemekle, gıybet edilenin ne malı azalır, ne de makamı elden gider. Buna rağmen kıskançlık ateşi, söyliyeni yakıp kavurur. Üstelik, gıybet günahına girdiği için sevablarını sevmediği kimseye vermeye mahkum olur.

Gıybetin kefareti
Gıybet etmenin kefareti, üzülüp tevbe etmek ve helallaşmaktır. Pişman olmadan helallaşmak, riya olur, ayrı bir günah olur.

Gıybet, üç türlüdür:

1- (Bu gıybet değil, onda olan şeyleri söyledim) demek. Böyle söylemekle, harama helal demiş olur ki, çok tehlikelidir.

2- Gıybet olunan, bunu duymuşsa, tevbe etmekle affedilmez. Onunla helallaşmak da gerekir. Hadis-i şerifte, (Gıybeti yapılan kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) buyuruldu.

3- Gıybet olunanın bundan haberi yoksa, tevbe ve istigfar etmekle ve ona hayır duâ etmekle affolur. (Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet) diye duâ etmelidir! Hadis-i şerifte, (Gıybet eden, onun için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) buyuruldu.

İhtiyaç halinde gıybeti caiz olanlar:

1- Bir haksızlığı, şikayet için, ilgili mercilere, (Bu kimse, şunu yaptı) demek.

2- Yetkilisine, (O, gayrı meşru iş yapıyor, buna mani olun) demek.

3- Dini bir meseleyi öğrenmek için, (Beyim şunu yapıyor, caiz mi?) demek.

4- Bid'at sahibi ile gezene, (Onunla gezme, o bidat ehlidir) demek.

5- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek. İstişare edene, (O kızın şu kusuru vardır) demek. Yahut, (O malı alma, şu kusuru var) demek. Hadis-i şerifte, (Facirin halini anlatmaktan çekinmeyin ki halk, onun zararından korunsun.) buyuruldu.

6- Meşhur lakabı ile çağırılınca üzülmüyorsa, mesela (Kara Ali) demek.

7- İnsanları, açıktan günah işliyenlerden korumak için, (O kumarbazdır, sarhoştur) demek. Hadis-i şerifte, (Hayâsızdan bahsetmek gıybet olmaz.) buyuruldu.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt