6- Besmele ve Fatiha Sûrelerinin Tefsiri

MURATS44

Özel Üye
İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi, füruatı da o üç mertebeyi havidir. Mesela, halk-ı ef'al meselesinde Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep, beyne-beynedir ki, o fiillerin bidayetini irade-i cüz'iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza, itikadda da tatil ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.
Hülasa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir.


b496.gif
-1-

Kur'an'ın inci gibi lafızlarının dizilmesi bir hayta, bir çeşide, bir nakşa münhasır değildir. Belki, zuhurca, hafaca, yakınlıkça, uzaklıkça mütefavit çok tenasüplerden hasıl olan pek çok nakışlar üzerine dizilmişlerdir, nazmedilmişlerdir. Zaten i'cazın esası, ihtisardan sonra ancak böyle nakışlardadır.
Evet,
b496.gif
ile makablindeki herbir kelime arasında bir münasebet vardır. Mesela,
b643.gif
-2- ile münasebeti vardır; çünkü nimet, hamde delil ve karinedir.
b187.gif
-3- ile münasebettardır. Çünkü, terbiyenin kemali, nimetlerin tevali ve teakubu ile olur.
b188.gif
-4- ile alakadardır; çünkü
b189.gif
-5- den irade edilen "enbiya, şüheda, suleha, ulema" rahmettirler.
b190.gif
-6- ile alakası vardır; çünkü, nimet-i kamile, ancak dindir.
b807.gif
-7- ile alakası var; çünkü ibadette imamlar bunlardır.
b820.gif
-8- ile var; çünkü, tevfike ve ianeye mazhar bunlardır.
b173.gif
-9- ile var;


_______________________________________



1- Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerin ve onlara tabi olan salih kullarının yoluna ilet. (Fatiha Sûresi: 7.)
2- Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Allaha mahsustur. (Fatiha Sûresi: 2.)
3- Alemlerin Rabbi (Fatiha Sûresi: 2.)
4- O Rahman ve Rahimdir. (Fatiha Sûresi: 3.)
5- Onlar ki
6- O, hesap gününün sahibidir. (Fatiha Sûresi: 4.)
7- Kulluk ederiz
8- Yardım dileriz
9- Bize hidayet et. (Fatiha Sûresi: 6.)
 

MURATS44

Özel Üye
çünkü hidayette muktedabih onlardır.
b194.gif
-1- ile vardır; çünkü doğru yol ancak onların mesleğidir.
b195.gif
-2- veya
b196.gif
-3- kelimelerine
b197.gif
-4- kelimesinin tercihi, mesleklerinin etrafı mahdut ve işlek bir cadde olduğuna ve o caddeye girenlerin bir daha çıkmamalarına işarettir.
Mahut ve malum olan şeylerde kullanılması usul ittihaz edilen esma-i mevsuleden
b189.gif
-5- tabiri, onların zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir ki, onları taharri ve talep etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-ü şana maliktirler. Cem' sigasıyla
b189.gif
'nin zikri, onlara iktida ve tabi olmak imkanının mevcudiyetine ve onların mesleklerinde butlan olmadığına işarettir. Çünkü, ferdi olmayan bir meslekte tevatür vardır; tevatürde butlan yoktur.
Mazi sigasıyla
b200.gif
-6- nin zikri, tekrar nimeti talep etmeye bir vesile olduğuna ve Allah'a raci olan zamiri de bir yardımcı ve bir şefaatçi vazifesini gördüğüne işarettir. Yani, "Ey Rabbim! Madem ki in'am senin fiilindir ve evvelce de in'amı yapmışsın; istihkakım olmadığı halde in'amı tekrarlamak, Senin şe'nindir."
b201.gif
-7- 'deki
b202.gif
-8- enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğuna ve sahraları faydalandırmak için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine maruz kalan yüksek dağlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini feyizlendirmek için risalet zahmetlerine maruz kaldıklarına işarettir.
İhtar: Başka bir surede zikredilen


b203.gif
-9-

olan ayet-i kerime, buradaki
b204.gif
-10- ayet-i celilesini beyan eder. Zaten Kur'an'ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder.



_________________________________



1- Dos doğru yol. (Fatiha Sûresi: 6.)
2- Yol.
3- Yol.
4- Yol.
5- Onlar ki ...
6- Nimetlendirdin...
7- Kendilerine...
8- Üzerine.
9- İşte onlar. Allahın kendilerine pek büyük nimetler bağışladığı peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. (Nisa Sûresi: 69.)
10- Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun kullarının... ( Fatiha Sûresi: 4.)
 

MURATS44

Özel Üye
Sual: Peygamberlerin meslekleri birbirine uymadığı gibi, ibadetleri de birbirine muhaliftir. Bunun esbabı nedir?
Cevap: İtikad ve amelde, usul ve ahkam-ı esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehittirler. İhtilaf ve tefavütleri, ancak füruattadır. Zaten zamanların tebeddülüyle füruatın da tebeddül ve tegayyürü tabii birşeydir. Evet, mevasim-i erbaada tedavi ve telebbüs gibi çok şeyler tebeddüle uğrar. Mesela, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar veya kışın güzel tesiri olan bir ilacın yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik, kalb ve ruhların gıdası olan ahkam-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.


b205.gif
-1-

Havf ve firar makamı olan şu sıfatın makablindeki makamlarla münasebatı ise, bu makamın hayret ve dehşet nazarıyla celal ve cemal ile muttasıf olan makam-ı rububiyete baktırması; ve iltica ve dehalet nazarıyla
b807.gif
-2- 'deki makam-ı ubudiyete baktırması ve acz nazarıyla
b820.gif
-3- 'deki tevekkül makamına baktırması; ve teselli nazarıyla refik-ı daimisi olan makam-ı recaya baktırmasıdır. Çünkü, korkunç birşeyi gören adam, korku ve hayret içinde kalır, sonra firar etmeye meyleder. aciz olduğu takdirde tevekkül eder, sonra teselli yollarını arar.
Sual: Cenab-ı Hak Ganiyy-i Mutlaktır. alemde bu kadar dalaletleri ve pek çirkin fena şeylerin yaratılışında ne hikmet vardır?
Cevap: Kainatta maksud-u bizzat ve külli ve şümullü olarak yaratılan, ancak kemaller, hayırlar, hüsünlerdir. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz'iyet kabilinden tebei olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasi olsunlar.


_______________________________________



1- Gazabına uğrayanların değil. (Fatiha Sûresi: 7.)
2- Kulluk ederiz. (Fatiha Sûresi: 5.)
3- Yardm dileriz. (Fatiha Sûresi: 5.)
 

MURATS44

Özel Üye
Sual: Hakaik-i nisbiyenin ne kıymeti var ki, onun için şerler istihsan edilecek?
Cevap: Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kainatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kainattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kainatın envaına bir vücud-u vahid in'ikas etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malumdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekat ve cihadda olduğu gibi.
Evet,


b208.gif
-1-

meşhur kaziyeden maksat, birşeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücut veya zuhuruna sebeptir. Mesela kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahi olan mertebeleri tezahür etmezdi.


Sual:
b209.gif
-2- fiil,
b210.gif
-3- ism-i mef'ul,
b211.gif
-4- ism-i fail olarak zikirlerinde ve keza, üçüncü fırkanın sıfatını ve ikinci fırkanın sıfatına terettüp eden akıbetini ve birinci fırkanın ünvan-ı sıfatını aynen zikretmekte ne gibi bir hikmet vardır?
Cevap: "Nimet" ünvanı, nefsin daima meylettiği bir lezzet olduğundan ihtiyar edilmiştir. Fiil-i mazi olarak zikrindeki sebep, evvelce beyan edilmiştir.
İkinci fırka ise, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkamın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir: Yahudilerin temerrüdü gibi.
Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur'an-ı Kerim, o zulmün akıbeti olan gadab-ı İlahiyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin.
İstimrar ve devam şe'ninde olan isimlerden ism-i mef'ul olarak zikredilmesi ise, şer ve isyanların devam edip, tevbe ve af ile inkıta etmedikleri takdirde kat'ileşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir.
Üçüncü fırka ise, vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, batıl bir itikada tabi olarak nifaka düşen bir kısım Nasaradır. Dalalet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan, Kur'an-ı Kerim, o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir.
Ve ism-i fail olarak zikrindeki sebep ise, dalaletin dalalet olması, devam etmesine mütevakkıf olup, inkıtaa uğradığı zaman affa dahil olacağına işarettir.


_________________________________



1- Nesneler ancak zıtlarıyla bilinirler.
2- Nimet verdiğin.
3- Gazaba uğrayan.
 

MURATS44

Özel Üye
Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalalettedir. Bunun izahı ise:
Bir şahıs, kudret-i Ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birden bire, düşmanlar gibi, hastalıklar, elemler, belalar hücum etmeye başlarlar. Bir medet, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anasıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayati hacetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder.
Bakar ki, vicdanı, binler amal (emeller) ve emani ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meadı, Sani ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?
Evet, o biçare, havf ve heybetten, acz ve ra'şetten, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle meyusiyetten mürekkep bir vaziyet içinde olup, kudretine bakar; kudreti aciz ve nakıs. Hacetlerine bakar; def edilecek bir durumda değildir. Çağırıp yardım istese, yardımına gelen yok. Her şeyi düşman, her şeyi garip görür. Dünyaya geldiğine bin defa nedamet eder, lanet okur.
Fakat o şahsın, sırat-ı müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ışıklanırsa, o zulmetli evvelki vaziyeti nurani bir halete inkılap eder. Şöyle ki:
O şahıs, hücum eden belaları, musibetleri gördüğü zaman, Cenab-ı Hakka istinad eder, müsterih olur.
Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, istidatlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin maü'l-hayatından bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder.
Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar, herşeyle ünsiyet peyda eder.
Yine o şahıs, semadaki ecrama bakar; hareketlerinden dehşet değil, ünsiyet ve emniyet peyda eder ve onların o hareketlerini ibret ve hayretle tefekkür eder.
Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirmlerden "Ey arkadaş, bizden tevahhuş etme. Hareketlerimizden korkma. Hepimiz bir Halıkın memurlarıyız" diye, me'nus ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.
Hülasa: O şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o dehşetli ve vahşetli ve korkunç alam-ı şedideden kurtulmak için, tesellilerle hissini iptal ve sarhoşlukla o halleri unutmak ister. İkinci haletinde ise, ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanını tahrik edip ruhunu ihsas ettikçe o saadetler ziyadeleşir ve ona manevi cennetlerin kapıları açılır.


b212.gif
-1-


_______________________________________



1- Allahım! Bu sure hürmetine bizi sırat-ı müstakimde yürüyenlerden eyle. Amin.
 
Üst Alt