8- Hurûf-u Mukattat

MURATS44

Özel Üye
İKİNCİ BİR MUKADDEME

Ehl-i tabiat, esbaba hakiki bir tesir veriyor. Mecusiler, biri şerre, diğeri hayra olmak üzere iki halıka itikad ediyorlar. Ehl-i İ'tizal de, "Ef'al-i ihtiyariyenin halıkı abddir" diyor. Bu üç mezhebin esası, batıl bir vehm-i mahz, bir hata ve huduttan tecavüzdür. Bu vehmi izale için, birkaç meseleyi dinlemek lazımdır.
Birincisi: İnsanın dinlemesi, konuşması, düşünmesi cüz'i olduğu için, teakub suretiyle eşyaya taalluk ettiği gibi, himmeti de cüz'idir; nöbetle eşya ile meşgul olabilir.
İkincisi: İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.
Üçüncüsü: İnsan hangi birşeye teveccüh ederse, onunla bağlanır ve onda fani olur. Bu sırra binaendir ki, insanlar, hasis ve cüz'i şeyleri büyük adamlara isnad etmezler, ancak esbaba ve vesaile atfederler. Sanki, hasis insanlarla iştigal onların vakarına münasip olmadığı gibi, cüz'i şeyler de onların azim himmetlerini işgal etmeye layık değildir!
Dördüncüsü: İnsan, birşeyin ahvalini muhakeme ettiği zaman, o şeyin rabıtalarını, esbabını, esaslarını evvela kendi nefsinde, sonra ebna-yı cinsinde, sonra etraftaki mümkinatta taharri eder. Hatta hiçbir suretle mümkinata müşabeheti olmayan Cenab-ı Hakkı düşünecek olursa, kuvve-i vahimesi ile bir insanın mekayisini, esasatını, ahvalini mikyas yaparak Cenab-ı Hakkı düşünmeye başlar. Halbuki, Cenab-ı Hakka bu gibi mikyaslarla bakılamaz. Zira, sıfatı inhisar altında değildir.
Beşincisi: Cenab-ı Hakkın kudret, ilim, iradesi, şemsin ziyası gibi bütün mevcudata amm ve şamil olup, hiçbir şeyle muvazene edilemez; Arş-ı azama taalluk ettikleri gibi, zerrelere de taalluk ederler. Cenab-ı Hak, şems ve kameri halk ettiği gibi, sineğin gözünü de O halk etmiştir. Cenab-ı Hak, kainatta vaz' ettiği yüksek mizan gibi, hurdebini hayvanların bağırsaklarında da pek ince ve latif bir nizam vaz' etmiştir. Semadaki ecramı birbiriyle rapteden cazibe-i umumi kanunu gibi, cevahir-i ferdi de, yani zerratı da o kanunun bir misliyle nazmetmiştir. Sanki bu zerrat alemi, o semavi aleme küçük bir misaldir. Hülasa, aczin müdahalesi ile kudret mertebeleri ayrılır. Aczi mümteni olan kudretçe, büyük - küçük birdir.
 

MURATS44

Özel Üye
Altıncısı: Kudret-i ezeliye, en evvel eşyanın melekut, yani içyüzüne taalluk eder. Bu yüz ise, alelumum güzel ve şeffaftır. Evet, şems ve kamerin yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da içyüzleri ziyadardır.
Yedincisi: Beşerin zihni ve fikri, Cenab-ı Hakkın azametine bir mikyas, kemalatına bir mizan, evsafının muhakemesine bir vasıta bulmak vüs'atinde değildir; ancak cemi' masnuatından ve mecmu-u asarından ve bütün ef'alinden tahassul ve tecelli eden bir vecihle bakılabilir. Evet, zerre mir'at olur, fakat mikyas olamaz. Bu meselelerden tebarüz ettiği vecihle, Cenab-ı Hakkın mümkinata kıyas edilmesi ve mümkinatın Onun şuunatına mikyas yapılması, en büyük cehalet ve hamakattir. Çünkü aralarındaki fark, yerden göğe kadardır. Evet, vacibi mümkine kıyas etmekten, pek garip ve gülünç şeyler çıkar. Mesela, ehl-i tabiat, o aldatıcı kıyas ile, tesir-i hakikiyi, esbaba; Ehl-i İ'tizal, halk-ı ef'ali, abde; Mecusiler, şerri, ikinci bir halıka isnad etmeye mecbur olmuşlardır. Güya zuumlarınca Cenab-ı Hak, azamet-i kibriya ve tenezzühü dolayısıyla, bu gibi hasis ve çirkin şeylere tenezzül etmez! Demek, akılları vehimlerine esir olanlar, bu gibi gülünç şeyleri doğururlar.
İhtar: Mü'minlerden de, vesvese cihetiyle bu vehme maruz kalanlar vardır; dikkat etmek lazımdır.
Bu ayetin kelimeleri arasında nazmı icap eden münasebetlere gelelim:
b422.gif
-1- 'nin
b399.gif
-2- ile irtibatı ve onun arkasında zikredilmesi, cezanın cürme terettübü kabilindendir. Yani onlar vakta ki cüz-ü ihtiyarilerini ifsad etmekle imana gelmediler; kalblerinin hatmiyle tecziye edildiler.
b422.gif
tabiri, onların dalaletlerini tasvir eden temsili bir üsluba işarettir. Şöyle ki:
Kalb gözü, sanki cevahire bir hazine olmak üzere Cenab-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Vakta ki su-i ihtiyarlarıyla ifsada uğradı ve cevherlere yapılan yerler, yılanlar ve akreplerle doldu; kapısı hatmedildi ki, o sari hastalıktan başkaları mutazarrır olmasın.


_______________________________________


1- Mühürlendi.
2- İman etmezler. (Bakara Sûresi: 6.)
 

MURATS44

Özel Üye
b423.gif
: Zamir-i mütekellimin yerine ism-i zahirin gelmesi, tekellümden gaybete iltifattır. Ve bu iltifatta latif bir nükte vardır. Şöyle ki:
b399.gif
'den sonra
b425.gif
-1- mukadder ve menvi (maksut) olduğuna nazaran, sanki nur-u marifet onların kalblerinin kapılarına geldiği zaman kalblerini açıp kabul etmediklerinden, Allah da gadaba gelerek kalblerini hatmetti.
b426.gif
-2- fiil-i müteaddi olduğu halde
b311.gif
ile zikredilmesi, hatmedilen kalbin dünyaya bakan kapısı değil, ancak ahirete nazır olan kapısı seddedilmiş olduğuna işarettir.
Ve keza hatmin alamet-i manasını ifade eden vesm'i (damga) tazammun ettiğine işarettir. Sanki o hatim, o mühür, kalblerinin üstünde sabit bir damgadır ve silinmez bir alamettir ki, daima melaikeye görünür.
Sual: Bu ayette kalbin sem' ve basara takdimindeki hikmet nedir?
Cevap: Kalb, imanın mahalli olduğu gibi, en evvel Sanii arayan ve isteyen ve Saniin vücudunu delailiyle ilan eden, kalb ile vicdandır. Zira kalb, hayat malzemesini düşünürken, en büyük bir acze maruz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik, emellerinin tenmiyesi (nemalandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istimdadı aramaya başlar. Bu noktalar ise, İmân ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem' ve basara hakk-ı takaddümü vardır.
İhtar: Kalbden maksat, sanevberi (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, makes-i efkarı dimağdır. Binaenaleyh, o latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki, o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberinin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet, nasıl ki bütün aktar-ı bedene maü'l-hayatı neşreden o cism-i sanevberi, bir makine-i hayattır ve maddi hayat onun işlemesiyle kaimdir; sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar, kezalik, o latife-i Rabbaniye a'mal ve ahval ve maneviyatın hey'et-i mecmuasını hakiki bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.
b428.gif
-3- 'de
b311.gif
'nın tekrarı, kalb ile sem'a vurulan hatemlerin herbirisi müstakil bir nevi delaile ait olduğuna işarettir. Evet, kalbin hatmi, delail-i kalbiye ve vicdaniyeye aittir. Sem'in hatmi, delail-i nakliye ve hariciyeye aittir. Ve keza, her iki hatmin bir cinsten olmadığına bir remizdir.


_______________________________________


1- Allah'a.
2- Üzerine: Mühürledi.
3- Kulaklarını da...
 

MURATS44

Özel Üye
Sual: Kalb ile basar'ın cem' sigasıyla, sem'in müfred suretinde zikirlerinde ne gibi bir hikmet vardır?
Cevap: Kalb ile basarın taalluk ettikleri şeyler mütehalif, yolları mütebayin, delilleri mütefavit, talim ve telkin edicileri mütenevvidir. Sem' ise, kalb ve basarın hilafına, masdardır. İşittiren ferttir. Cemaatin işittikleri, ferttir. İşiten fert, fert olur. Bunun için müfred olarak iki cem'in arasına düşmüştür.
Sual: Kalbden sonra tercihen sem'in zikredilmesi neye binaendir?
Cevap: Melekat ve malumat-ı kalbiye, alelekser kulak penceresinden kalbe girerler. Bu itibarla, sem', kalbe yakındır. Ve aynı zamanda, cihat-ı sitteden malumat aldığı cihetle kalbe benziyor. Zira göz, yalnız ön ciheti görür. Bunlar ise her tarafı görürler.
b415.gif
-1- 'de, üslubun tağyiriyle, cümle-i fiiliyeye tercihan cümle-i ismiyenin ihtiyar edilmesi, basar ile görünen delillerin sabit olduklarına, kalb veya sem' ile alınan deliller ise müteceddit ve gayr-ı sabit olduklarına işarettir.
Sual:
b422.gif
-2- ile
b432.gif
-3- arasında ne fark vardır ki,
b433.gif
-4- isnad edilmiştir.
b432.gif
isnadsız bırakılmıştır?
Cevap:
b433.gif
Allah tarafından onların kesblerine bir cezadır.
b432.gif
ise, Allah tarafından olmayıp, onların meksubudur. Ve keza, mebde itibarıyla rüyette bir ıztırar vardır; sema'da, tahatturda ihtiyar vardır. Evet, gözün açılmasıyla eşyayı görmemek mümkün değildir. Fakat mesmuatı dinlemekte veya hatıratı tahattur etmekte bu ıztırar yoktur.
b432.gif
tabiri, gözün yalnız ön cihete hakim ve nazır olduğuna işarettir ki, eğer bir perde ile o cihetten alakası kesilse, bütün bütün kör kalır. Tenkiri ifade eden
b432.gif
'deki tenvin, onların gözleri üstündeki perde, malum olmayan bir yerde olup, ondan sakınmak onlar için mümkün olmadığına işarettir. Car ve mecrurun
b432.gif
üzerine takdim edilmesi, en evvel nazar-ı dikkati onların gözlerine çevirtmekle, kalblerindeki sırları göstermek içindir. Zira göz, kalbin ayinesidir.


_______________________________________


1- Gözleri üzerinde bir perde vardır. (Bakara Sûresi: 7.)
2- Mühürledi. (Bakara Sûresi: 7.)
3- Perde.
4- Allah mühürledi.
 

MURATS44

Özel Üye
b416.gif
-1-

Bu cümlenin makabliyle cihet-i münasebeti şudur ki: Evvelki cümledeki kelimat ile, şecere-i küfriyenin dünyaya ait acı semerelerine işaret edilmiştir. Bu cümle ile, o mel'un şecerenin ahirette vereceği semeresi zakkum-u Cehennemden ibaret olduğuna işaret yapılmıştır.
Sual: Üslubun mecra-yı tabiisi
b435.gif
-2- cümlesi iken, üslubun muktezası olan şu cümlenin terkiyle
b416.gif
-3- cümlesi ihtiyar edilmiştir. Halbuki bu cümledeki kelimeler, nimet ve lezzetler hakkında kullanılan kelimelerdir.
Cevap: Şu güzel kelimeleri havi olan şu cümlenin onlara karşı zikredilmesi, bir tehekkümdür (istihza), bir tevbihtir, yüzlerine gülmektir. Yani, onların menfaatleri, lezzetleri ve büyük nimetleri ancak ikabdır. Menfaat ve faydayı ifade eden
b437.gif
'deki
b1069.gif
lisan-ı hal ile, "Amelinizin faydalı olan ücretini alınız!" diye yüzlerine gülüyor. "Tatlı" manasını tazammun eden
b439.gif
lafzı, onların küfür ve musibetleriyle istilzaz ettiklerini tezkir ile, sanki lisan-ı hal ile, "Tatlı amelinizin acısını çekin!" diye tevbih ediyor. Alelekser büyük nimetlere sıfat olan
b440.gif
kelimesi, Cennette nimet-i azim sahiplerinin hallerini o kafirlere tezkir ettirmekle, kaybettikleri o nimet-i azimeye bedel, elim elemlere düştüklerini ihtar ediyor. Sonra
b441.gif
kelimesi, tazimi ifade eden
b439.gif
'deki tenvine tekittir.
Sual: Bir kafirin masiyet-i küfriyesi, mahduttur, kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedi ve gayr-ı mütenahi bir ceza ile tecziyesi adalet-i İlahiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i ezeliyeye de muvafık değildir; merhamet-i İlahiye müsaade etmez.
Cevap: O kafirin cezası gayr-ı mütenahi olduğu teslim edildiği takdirde, kısa bir zamanda irtikap edilen o masiyet-i küfriyenin, gayr-ı mütenahi bir cinayet olduğu altı cihetle sabittir:


_______________________________________


1- Onlar için büyük bir azap vardır. (Bakara Sûresi: 7.)
2- Onlara şiddetli bir ikab vardır.
3- Onler için büyük bir azap vardır. (Bakara Sûresi: 7.)
 

MURATS44

Özel Üye
Birincisi: Küfür üzerine ölen bir kafir, ebedi bir ömürle yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenahi ömrünü behemehal küfürle geçireceği şüphesizdir. Çünkü kafirin cevher-i ruhu bozulmuştur. Bu itibarla, o bozulmuş olan kalbin gayr-ı mütenahi bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh, ebedi cezası, adalete muhalif değildir.
İkincisi: O kafirin masiyeti mütenahi bir zamanda ise de, gayr-ı mütenahi olan umum kainatın, vahdaniyete olan şehadetlerine gayr-ı mütenahi bir cinayettir.
Üçüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahi nimetlere küfran olduğundan, gayr-ı mütenahi bir cinayettir.
Dördüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahi olan zat ve sıfat-ı İlahiyeye cinayettir.
Beşincisi: İnsanın vicdanı, zahiren mütenahi ise de, batınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibarla, gayr-ı mütenahi hükmünde olan o vicdan, küfürle mülevves olarak mahvolur, gider.
Altıncısı: Zıt, zıddına muanid ise de, çok hususlarda mümasil olur. Binaenaleyh iman, lezaiz-i ebediyeyi ismar ettiği gibi, küfür de alam-ı elimeyi ve ebediyeyi ahirette intaç etmesi, şe'nindendir.
Bu altı cihetten çıkan netice ve gayr-ı mütenahi olan bir ceza, gayr-ı mütenahi bir cinayete karşı ayn-ı adalettir.
Sual: Kafirin o cezasının adalete uygun olduğunu teslim ettik. Fakat azapları intaç eden şerlerden hikmet-i ezeliyenin gani olduğuna ne diyorsun?
Cevap: Kavaid-i esasiyedendir ki, "Ara sıra vukua gelen şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez; terkedildiği takdirde şerr-i kesir olur." Binaenaleyh, hakaik-i nisbiyenin sübutunu izhar etmek, hikmet-i ezeliyenin iktizasındandır. Bu gibi hakaikin tezahürü, ancak şerrin vücuduyla olur. Şerden, haddi tecavüz etmemek için, terhib ve tahvif lazımdır. Terhibin vicdan üzerine tesiri, terhibi tasdik etmekle olur. Terhibin tasdiki ise, harici bir azabın vücuduna mütevakkıftır. Zira vicdan, akıl ve vehim gibi harici ve ebedi hakikat hükmüne geçmiş bir azaptan yapılan terhible müteessir olur. Öyleyse, dünyada olduğu gibi, ahirette de ateşin vücudundan yapılan terhib, tahvif, ayn-ı hikmettir.
Sual: Şekala, o ebedi ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?
Cevap: Azizim! O kafir hakkında iki ihtimal var. O kafir, ya ademe gidecektir veya daimi bir azap içinde mevcut kalacaktır. Vücudun-velev Cehennemde olsun-ademden daha hayırlı olduğu vicdani bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücut ise, velev Cehennem de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahaza, kafirin meskeni Cehennemdir ve ebedi olarak orada kalacaktır.
 

MURATS44

Özel Üye
Fakat kafir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmişse de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateşle bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur. O kafirlerin dünyada yaptıkları a'mal-i hayriyelerine mükafaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadisiye vardır.
Maahaza, cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif, veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtri olan şe'nidir.
Evet, dünyada, çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için, kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir; ve isteyenler de vardır.
• • •
 
Üst Alt