On Beşinci Şua

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
On Beşinci Şua
Elhüccetü'z-Zehra
İKİ MAKAMDIR

[Bu ders zahiren küçük, hakikaten pek büyük ve çok kuvvetli ve çok geniş bir risaledir. Hem benim tefekküri hayatımın, hem Nurun tahkiki hayat-ı maneviyesinin ilmelyakin, aynelyakin ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsi bir semere-i Kur'aniyedir. ]
Said Nursi


Birinci Makam


Üç Kısımdır
[Yirminci Mektubun hülâsatül-hülâsası, üçüncü medrese-i Yusufiyede verilen dersin Birinci Kısmıdır.]
b424.gif
-1-
b425.gif
-2-

Afyon hapsinde on bir ay tecrid-i mutlakta bulunduğuma dair mahkeme-i temyize yazdığım istida bahanesiyle otuz beş sene inzivada, hususan gecelerde dünyayı unutmakta bulunan ve garazkara ne ve tarassutlarla yirmi üç sene sıkıntı çekmesinden insanlardan tevahhuş edip, yalnız, tek başına kalarak, hizmetçisinden ve Nur dersini iştiyakla arzulayandan başka kimse ile bir saat beraber bir yerde bulunmasından çok sıkılan benim gibi bir biçareyi, beşinci koğuşa cebren nakil ve kardeşlerimin yanıma gelmelerini yasak ettiler. O kalabalık içinde yaşamayacağım diye çok telaş ederken, birden bir alamet-i hiddet ve gadab olarak soğuk o derece şiddetlendi ki, eğer o eski yerimde kalsa idim, hiç dayanamayacaktım. O zahmet, benim hakkımda rahmete döndü.




1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
2- Ve sadece Ondan yardım dileriz.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Kalbe geldi ki, "Gerçi Nur Şakirtleri, her koğuşta hem kendileri hesabına, hem senin bedeline tam Nur dersleri ile çalışıyorlar. Fakat, bu beşinci koğuş, bir nevi tecridhane olmasından, tazeleniyor, değişiyor; Nur dersine daha ziyade muhtaçtır. Hem, Rus'un dehşetli bir inkar ile ve Allah'ı tanımamak ile hücumunu yazan gazetelerin yazılarını okuyan gençler ve ihtiyarlar, elbette iman-ı billahtaki mevcudiyet ve vahdaniyet-i İlahiyeye dair gayet kati ve kuvvetli derslere pek ziyade ihtiyaçları var" diye tesbihatta kalbe geldi. Ben de sabah namazından sonra, eskiden beri on defa okuduğum ve koca Yirminci Mektub risalesi on bir kelimesinde, hem on bir bürhan-ı vücub-u vücud ve vahdet-i Rabbaniye, hem on bir müjde gayet parlak, güneş gibi tafsilatla gösteren ve bir rivayette İsm-i Azam taşıyan bu tahlil ve Tevhid-i muazzam,

b725.gif
-1-

kudsi cümleyi mütefekkirane tekrar edip, Yirminci Mektubun kısa bir hülâsatü'l- hülâsasını beraber düşünüyordum. Birden kalbe geldi ki, "Bu kısacık hülâsayı Nadir Hocaya ve buradaki gençlere ders ver. " Ben de "Bismillah" deyip başladım. Dedim:


Bu kelam-ı Tevhidde on bir müjde, on bir hüccet-i imaniye var. Şimdi, yalnız hüccetlere gayet kısa bir işaret edip, izahını ve müjdeleri Yirminci Mektub ve Nur eczalarına havale edeceğim. Fakat, şimdi o dersi yazdığım zaman onlara söylemediğim bazı kelimeleri ve nükteleri dahi yazmayı münasip gördüm.
İşte o kelam-ı Tevhidin on bir kelimesinden
BİRİNCİ KELİME:
b489.gif
-2- 'tır. Bundaki hüccet ise, matbu Âyetü'l-Kübra risalesidir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nurun eczalarından haber verdiği sırada,
b557.gif
-3- deyip, o Âyetü'l-Kübrayı şefaatçi yaparak, Nur Şakirtlerinin Denizli hapsinde, o risalenin hem Ankara, hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla, talebelerine beraat kazandırmaya sebep olduğu gibi, onun gizli tabı da, şakirtlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla, İmam-ı Ali'nin (r.a.), hem keramet-i gaybiyesini, hem Nur Şakirtlerinin bedeline duasını pek zahir bir surette tasdik etti.




1- Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O birdir. Allah bir olur; ortağı yoktur. Mülk Onundur. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsustur ve Ona layıktır. Hayatı veren ve devam ettiren yine Odur. Ölümü de yaratan ve baki aleme alan Odur. O ezeli ve ebedi hayat sahibidir. Her hayır Onun elindedir yapılan her hayrı da kaydeder ve karşılığını verir. Onun her şeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez. Dönüş yalnız Onadır. (Hadis-i Şerif: Buhari, Ezan:155, Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30; Ebü Davud, Vitr: 24. )
2- Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur.
3- Ya Rab! Âyetü'l-Kübra hürmetine beni kurtar, eman ve emniyet ver. (Celcelütiye)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet Ayetül-Kübra Şuaı otuz üç icma-ı azimi ve külli hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip, her bir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek, başta semavat yıldızlar kelimeleriyle, arz hayvanat ve nebatat kelamları ve cümleleriyle, git gide ta kâinat mecmuası, müştemilat ve mevcudat ve hudus ve imkan ve tegayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vacibü'l Vücudun mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda ve gündüz katiyetinde ispat ediyor. Sarsılmaz bir İmân isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar, Ayetü'l Kübraya müracaat etsinler.
İKİNCİ KELİME:
b558.gif
-1-' dür. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:
Bu kâinatta her cihette bir birlik, bir vahdet görünüyor. Mesela, kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray bir mücessem manidar kitap, bir cismani ve her ayeti, hatta her bir harfi ve her bir noktası mucizekar bir Kur'an hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi, o sarayın lambası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir, bir, bir ... ta bin birler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle, "O sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismani Kur'an-ı Kebirin Sahibi, Hakimi, Katibi, Musannifi bilbedahe mevcud ve vahid ve birdir" diye, kati ispat eder.
ÜÇÜNCÜ KELİME:
b559.gif
-2- 'dür. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur ki:
Âyetü'l-Kübra Şuaının madeni, üstadı, esası ve Âyetü'l-Kübra namında olan
b560.gif
-3- ila ahir ayet-i ekberidir. Yani, eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve Rububiyete karışsa idiler, intizam-ı kâinat bozulacaktı. Halbuki, küçücük sineğin kanadından ve göz bebeğindeki hüceyrecikten tut, ta tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, ta Manzume-i Şemsiyeye kadar herşeyden cüz'i, külli, küçük ve büyük en mükemmel bir intizam bulunması, şeksiz ve kati bir surette şeriklerin muhaliyetine ve madumiyetine delalet ettiği gibi, Vacibü'l-Vücudun mevcudiyetine ve vahdetine bilbedahe şahadet eder.




1- O birdir.
2- Allah bir olur; ortağı yoktur.
3- De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilahlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah'a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı. (İsra Sûresi: 42. )
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
DÖRDÜNCÜ KELİME:
b561.gif
-1-' dür. Buradaki uzun hüccete gayet kısa bir işaret:
Evet, gözümüzle görüyoruz ki, zemin yüzünü bir tarla yapıp, içinde her bir baharda yüz bin nevi nebatatın tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor ve mahsulatlarını ayrı ayrı, hiç karıştırmayarak, şaşırmayarak kemal-i intizamla kaldırıp, iki yüz bin nevi hayvanatına ondan erzak ve tayinatı rahmet ve hikmet eliyle ihtiyaçlarına göre tevzi eden hadsiz kudret ve ilim sahibi bir Mutasarrıf perde arkasında var ki; bu geniş ve zengin mülkünde, hususan zemin tarlasında bu tasarrufatı yapıyor. Bu Mutasarrıf-ı Hakîmi ve Malik-i Rahimi tanımayan, bu zemini, ahmak Sofestailer gibi, mahsulatıyla inkar etmeye mecbur olur.
BEŞİNCİ KELİME:
b562.gif
-2- dür. Bundaki pek geniş hüccete gayet kısa bir işarettir. Evet, gözümüzle görüyoruz ve aklımızla bedahetle biliyoruz ki, bu kâinat şehrinde ve zemin mahallesinde ve insan ve hayvanat kışlasında öyle bir Rezzak-ı Rahim ve Muhsin-i Kerim tasarruf ve nezaret ve terbiye eder ki, kendi nimetlerine mukabil hamd ve şürkrettirmek için, zemini bir sefine-i tüccariye ve erzak getiren bir şimendifer ve yeryüzündeki bahar mevsimini bir vagon tarzında yüz bin nevi taamlarla ve memeler denilen konserve paketleriyle doldurup, kış ahirinde erzakları biten muhtaç zihayatlara yetiştiren bir Rezzak-ı Rahimin işleri olduğunu, zerre kadar aklı bulunan tasdik eder. Ve tasdik etmeyip inkara sapan, elbette zemin yüzünde vesile-i hamd ve şükran olan bütün muntazam nimetleri ve muayyen rızıkları inkar etmeye mecbur olarak ahmak bir muzır hayvan olur.
ALTINCI KELİME:
b563.gif
-3-' dir. Hüccetine, gayet kısa bir işaret:
Evet, Onuncu Sözde ve Nur eczalarında bürhanlarıyla ispat edilmiş ki, her baharda zihayattan üç yüz bin nev ve çeşit çeşit tarzlarda ve hadsiz efradı bulunan bir ordu-yu Sübhani, ruy-i zeminde ihya ediliyor. Onlara hayat ve levazımat-ı hayatiye kemal-i intizamla veriliyor.




1- Mülk Onundur.
2- Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsustur ve Ona layıktır.
3- Hayatı veren ve devam ettiren yine Odur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Haşr-i azamın yüz bin nümunelerini, belki emarelerini gösterip, o ayrı ayrı hadsiz mahlukatı beraber, birbiri içinde, sehivsiz, yanlışsız, noksansız, hiç şaşırmayarak, karışık iken hiç karıştırmayarak, unutmayarak kemal-i mizan ve nizamla dirilten ve hayat veren; ve nutfe denilen mütemasil su katrelerinden ve toprak, müteşabih tohumlarından ve az farklı habbeciklerinden ve sineklerin birbirinin aynı olan yumurtacıklarından ve kuşların aynı havadan, birbirinin aynı nutfelerinden, hem birbirinin misli veya az farklı yumurtalarından o hadsiz efradı bulunan ve birbirinden suretçe, sanatça ve maişetçe ayrı ayrı yüz binler zihayatları dirilten ve zemin ve bahar sahifesinde yüz bin başka başka kitapları beraber, birbiri içinde, hatasız, mükemmel yazan, hadsiz bir dikkat ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören, tasarruf eden bir Zat-ı Hayy-ı Kayyum ve Muhyi bir Hallak-ı Alim olduğuna kanaat getirmeyen, elbette hem kendini, hem bütün zeminde ve zaman şeridine asılan bütün geçmiş baharlarda ve hayatlı zemin ve feza yüzlerinde bulunmuş bütün zihayatlan inkar etmeye ve en ahmak ve bedbaht bir zihayat olmaya mecburdur.
YEDİNCİ KELİME:
b564.gif
-1- 'dür. Bunun hüccetine gayet kısa bir işaret:
Evet görüyoruz ki, güz mevsiminde üç yüz bin nev zihayat vefat namıyla terhis edilirken, her bir nev ve ferdin sahife-i amellerinin kutucukları ve işlediklerinin fihristeleri ve gelen baharda işleyeceklerinin listeleri ve bir cihette bir nevi ruhları olan tohumlarını onların yerlerinde Hafiz-i Zülcelalin yed-i hikmetine emanet edildiğini ve incirin tohum ve çekirdekleri gibi zerrecik o küçücük tohumları birer ruh-u baki gibi incir ağacının bütün kavanin-i hayatiyesini taşıyan ve bir kitap kadar kuvve-i hafızada, yazı misillü, ağacın tarihçe-i hayatını onda kader kalemiyle yazan, büyük bir kitap hükmüne getiren bir Hallak-ı Hakim, bir Hayy-ı Layemutu tanımayan, elbette değil ahmak bir insan ve divane bir hayvan, belki Cehennem ateşini karıştıran bir serseri şeytandan daha bedbaht ve ebedi ölüme mahkum olur.
Evet, bu kelimelerin hüccetlerine işaret eden külli, ihatalı ve hadsiz harika ve nihayetsiz harikaları, mu cizeleri ihtiva eden bu mezkur hakimane ef'al, failsiz olmaları yüz derece muhal ve batıl olduğu gibi, kör, aciz, şuursuz, sağır, camid, karma karışık, intizamsız, karışık, istilacı olan esbaba istinad etmek bin derece müm-teni, esassızdır. Yoksa, toprağın her bir zerresinde hadsiz bir kudret, bir hikmet ve bütün otların ve çiçeklerin teşkilatlarına dair pek harika ve külli bir sanatkarlık bulunmak, havanın herber zerresinde -Rehberdeki "Hüve Nüktesi"nin dediği gibi- bütün konuşmaları ve telefon ve radyoların kelimelerin bildirecek ve sair zerreler ders verecek bir kabiliyet bulunmak lazım gelir. Bu acib fikri ise hiçbir şeytan hiçbir kimseye kabul ettiremez.




1- Ölümü yaratan ve baki aleme alan Odur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ve bu derece akıldan, hakikatten uzak ve bütün mevcudata karşı bir tahkir ve tecavüz olan küfür ve inkarın cezası, ancak dehşetli Cehennem olabilir ve ayn-ı adalettir. Elbette öyle münkirler için, "Yaşasın Cehennem!" dememiz lazım.
SEKİZİNCİ KELİME:
b565.gif
-1-' dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:
Mesela, nasıl, gündüzde, çalkalanan bir deniz yüzünde ve akan bir nehir üstündeki kabarcıklarda görünen güneşcikler gitmeleriyle arkalarından gelen yeni kabarcıklar, aynen gidenler gibi güneşçikleri gösterip gökteki güneşe işaret ve şahadet ederler ve zeval ve vefatlarıyla bir daimi güneşin mevcudiyetine ve bekasına delalet ederler; aynen öyle de, her vakit değişen kâinat denizinin yüzünde ve tazelenen hadsiz fezasında ve zerrat tarlasında, bütün hadisatı ve fani mevcudatı kucağına alarak beraber çalkalanan zaman nehrinin içinde, mahlukat mütemadiyen süratle akıp gidiyorlar, zahiri sebepleriyle beraber vefat ediyorlar, her sene, her gün bir kâinat ölür, bir tazesi yerine gelir ve zerrat tarlasında mütemadiyen seyyar dünyalar ve seyyal alemler mahsülatı alındığından, elbette, kabarcıklar ve güneşcikler zevalleriyle daimi bir güneşi gösterdikleri gibi, o hadsiz mahlukat ve mahsülatın vefatları ve zahiri sebepleriyle beraber kemal-i intizamla terhisleri, gündüz gibi şüphesiz, güneş gibi zahir bir katiyette, "Bir Hayy-ı Layemutun, bir Şems-i Sermedinin, bir Hallak-ı Bakinin ve bir Kumandan-ı Akdesin vücub-u vücudu ve vahdeti ve mevcudiyeti, kâinatın mevcudiyetinden bin derece zahir ve katidir" diye, bütün mevcudat, ayrı ayrı ve beraber şahadet ederler.
İşte, kâinatı dolduran bu yüksek sesleri ve kuvvetli şehadetleri işitmeyen ve kulak vermeyen, ne derece sağır ve ahmak ve cani olduğunu elbette anladınız.
DOKUZUNCU KELİME:
b566.gif
-2- dır. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:
Görüyoruz ki; bu kâinatta her daire, her nev, her tabaka, hatta her fert, her aza, hatta her bedendeki her bir hüceyrenin ihtiyat rızkını taşıyan bir mahzeni, bir deposu ve levazımatını yetiştiren, muhafaza eden bir tarlası ve hazinesi var ki, gayet intizam ve mizan ile ve nihayetsiz hikmet ve inayet ile vakti vaktine-muhtacın iktidar ve ihtiyarı haricinde-bir Dest-i Gaybi tarafından o muhtacın eline veriliyor. Mesela, dağlar zihayata ve insana lazım olan bütün madenleri, ilaçları ve hayata lazım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet mükemmel bir hazine, bir anbar olduğu gibi; zemin dahi, bütün o zihayatın erzaklarını bir Rezzak-ı Hakîmin kuvvetiyle yetiştiren kemal-i mizan ve intizamla bir tarla, bir harman, bir matbahtır.




1- O ezeli ve ebedi hayat sahibidir.
2- Her hayır Onun elindedir; yapılan her hayrı da kaydeder ve karşılığını verir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hatta her insanın ve cismindeki her bir uzvun bir deposu ve mahzeni, hatta bir hüceyrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi; git gide, ta dar-ı ahiretin bir mahzeni dünyadır. Ve Cennetin bir tarlası ve deposu, bu alemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları mahsül veren alem-i İslamiyet ve hakikatli insaniyet; ve Cehennemin bir anbarı ise, şerleri ve çirkinleri ve küfürleri mahsül veren ve şer olan ademden gelen ve hayr olan vücud alemlerini telvis eden pis maddeler, taifeler; ve yıldızların hararet mahzeni Cehennem; ve nurlar hazinesi bir Cennettir ki;
b567.gif
kelimesi, bütün o hadsiz hazinelere işaretle, pek parlak bir hücreti gösterıyor.
Evet, bu kelime ile ve
b568.gif
cümlesiyle - yani, "Herşeyin anahtarı Onun elindedir -nihayetsiz geniş ve hadsiz, harikalı bir hüccet-i rububiyet ve vahdet, bütün bütün kör olmayana gösterir.
Mesela, hadsiz o hazine ve anbarlardan yalnız buna bak ki: Herbiri bir koca ağacın veya bir parlak çiçeğin cihazatını ve mukadderatını, programını taşıyan küçücük mahzencikler olan çekirdekler ve tohumların anahtarları elinde bulunan bir mutasarrıf-ı Hakîm, bir çekirdeğin kapıcığını "Uyan!" emriyle ve irade anahtarıyla tam mizan-ı nizamla açtığı gibi; zemin hazinesini dahi yağmur anahtarıyla açarak, mahzencikleri ve nebatatın nutfeleri olan bütün habbeleri ve hayvanatın menşeleri ve kuşların ve sineklerin su ve havadan nutfeleri olan bütün inkişaf emrini alan katreler mahzenciklerini beraber, hatasız açtığı vakitte, kâinatta külli ve cüz'i, maddi ve manevi bütün hazine ve depoları hikmet ve irade ve rahmet ve meşiet eliyle herbirine mahsus bir anahtarla açtığını bilmek ve görmek istersen, senin bir nevi mahzenciklerin olan kendi kalbine ve dimağına ve cesedine ve midene ve bahçene ve zeminin çiçeği olan bahara ve ondaki çiçeklere ve meyvelere bak ki; kemal-i nizam ve mizan ve rahmet ve hikmetle bir Dest-i Gaybi tarafından emr-i
b473.gif
* tezgahından gelen ayrı ayrı anahtarlarla açıyor; bir dirhem kadar bir kutucuktan bir batman, belki bazan yüz batman taamları kemal-i intizam ile çıkarıyor, zihayatlara ziyafet veriyor.
Acaba böyle muntazam, alimane, basirane nihayetsiz bir fiile ve tesadüfsüz tam hikmetli bir sanata ve yanlışsız tam mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz tam adaletli bir Rububiyete hiç mümkün müdür ki, kör kuvvet, sağır tabiat, serseri tesadüf, camid, cahil, aciz esbab müdahele edebilsin ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare edemeyen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir mevcud, her cihetle hikmetli, mucizeli, mizanlı tasarrufa ve idareye karışabilsin?




* "Ol!" der, oluverir. (Yasin Sûresi: 82. )
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte, her hayır elinde, herşeyin anahtarı yanında bulunan böyle bir Mutasarrıf-ı Rahimi, bir Rabb-i Hakîmi tanımayan ve inkara sapana, elbette,
b570.gif
-1- ayetinin dediği gibi, Cehennem ona kızıyor ve kızışıyor ve "Hadsiz azabıma müstehaktır; merhamete hiç layık değildir" diye, lisan-ı hal ile der.
ONUNCU KELİME:
b571.gif
-2- 'dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:
Bu misafirhane-i dünyaya gelen her zişuur, gözünü açtıkça görür ki; bir kudret, bütün kâinatı kabzasında tutmuş. Ve nihayetsiz, hiç şaşırmayan ezeli, ihatalı bir ilim ve gayet dikkatli, hiç mizansız, faidesiz hareket etmeyen bir sermedi hikmet ve inayet o kudretin içinde bulunup, zerrat ordusundan birtek zerreyi meczub Mevlevi gibi döndürerek çok vazifelerde istihdam ettiği gibi, küre-i arzı aynı anda, aynı kanunla bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede yine bir meczub Mevlevi misillü gezdirir. Mevsimlerin mahsulatlarını hayvan ve insanlara getirdiği aynı kanunla, aynı zamanda, güneşi bir mekik, bir çıkrık yaparak, merkezinde cezbedarane ve cazibekarane döndürüp, Manzume-i Şemsiye ordusu olan seyyarat yıldızlarını kemal-i mizan ve intizamla vazifelerde çalıştırır.
Ve aynı kudret, aynı zamanda, aynı kanun-u hikmetle, zemin sahifesinde yüz binler kitap hükmünde yüz binler nevleri beraber, birbiri içinde, iltibassız, sehivsiz yazar, haşr-i azamın binler nümunelerini izhar eder. Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasına çevirir. Bütün zerrelerini birer kalem uçları ve o kitabın noktaları hükmünde emir ve iradenin onlara tayin ettiği vazifelerinde istimal ederek ve bütün o zerrelere, herbirine öyle bir kabiliyet venniş ki, güya bütün sözleri ve konuşmaları bilir gibi alır, neşreder, şaşırmaz. Küçücük birer kulak, incecik birer lisan olarak istihdam edip, unsur-u hava, emir ve irade-i İlahinin bir arşı olduğunu ispat eder.
İşte, bu kısa işarete kıyasen, bu kâinatı bir muntazam şehir, bir mükemmel apartman ve misafirhane, bir mu'cizâtlı kitap ve Kur'an hükmüne getirip, heyet-i mecmuasından ta bir zerreye kadar bütün mahlukat tabakalarını ve dairelerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı hikmetle kabzasına alan, tasarruf eden, kudreti içinde hikmetini, rahmetini gösteren ve rububiyet-i mutlakası içinde mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş ve gündüz gibi bildirip tanıttırmasına mukabil, imanla tanımak ve sevdirmesine mukabil ubudiyetle sevmek ve ihsanatlarına mukabil şükür ve hamd isteyen böyle bir Rahman-ı Rahimi tanımayan ve ubudiyetle Onu sevmeye çalışmayan, belki inkar ile Ona bir nevi adavet taşıyan insan suretindeki şeytanlar, birer küçük Nemrud ve Firavun hükmünde nihayetsiz bir azaba elbette müstehak olur.




1- Neredeyse öfkeden parçalanacak! (Mülk Sûresi: 8. )
2- Onun her şeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ONBİRİNCİ KELİME:
b572.gif
'dir. Yani, "Daire-i huzuruna ve alem-i bakisine ve ahiretine ve sermedi dar-ı saadetine gidileceği gibi, bütün kâinattaki mahlukatın mercü Odur. Bütün esbab silsileleri Ona dayanıyor ve kudretine istinad eder ve o kudretinin tasarrufatına birer perdedirler. O kudret-i kudsiyenin izzetini ve haşmetini muhafaza için, bütün zahiri sebepler yalnız birer perdedirler, icadda da hiç tesirleri yoktur; emir ve iradesi olmazsa, hiçbirşey, hatta hiçbir zerre hareket edemez" demektir. Bu kelimedeki hüccete gayet kısa bir işaret ederiz:
Evvela: Bu kudsi kelimenin ifade ettiği haşir ve ahiret ve hayat-ı bakiye hakikatinin bu gelen bahar gibi kati ve şüphesiz tahakkukunu ve geleceğini tam İmân ettirmek ve ispat etmek cihetini Onuncu Söz ve zeyillerine ve Yirmi Dokuzuncu Söze ve Meyvenin Yedinci Meselesine ve Münacat Şuaına ve Nurun imani risalelerine havale ederiz. Elhak, onlar bu rükn-ü imaniyi öyle bir tarzda hadsiz hüccetlerle ispat etmişler ki, dünyanın mevcudiyeti derecesinde ahiretin tahakkukunu, en muannid münkirleri de tasdike mecbur eden bir surette ispat etmişler.
Saniyen: Mucizül-Beyan-ı Kur'anın üçten birisi haşre ve ahirete bakar, her davayı ona bina eder. Öyle ise, Kur'anın hakkaniyetini ispat eden bütün mucizeleri ve hüccetleri, ahiretin vücuduna dahi delalet ettikleri gibi, Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın nübüvvetine şahadet eden bütün mucizeleri ve umum delail-i nübüvveti ve sıdkının bütün hüccetleri, haşir ve ahirete dahi şahadet ederler. Çünkü, o Zatın (a.s.m.) bütün hayatında daimi bir büyük davası ahiret olduğu gibi, bütün yüz yirmi dört bin peygamberler (aleyhimüsselam) dahi hayat-ı bakiye ve saadet-i ebediyeyi dava edip beşere müjde ederek hadsiz mucizelerle ve kati deliller ile ispat ettiklerinden, elbette onların peygamberliklerine ve sadıkıyetlerine delalet eden bütün mucizeleri ve hüccetleri, onların en büyük ve daimi davalan olan ahirete ve hayat-ı bakiyeye şahadet ederler. Buna kıyasen sair erkan-ı imaniyeyi ispat eden bütün deliler dahi haşrin vukuuna ve dar-ı saadetin açılmasına şahadet ederler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Salisen: Hiç mümkün müdür ki, kendi kemalatını ve kudret ve rububiyetini izhar etmek için bu kâinatı bütün zerrat ve seyyarat ve ecza ve tabakatıyla halk edip kemal-i hikmetle herbirisini bir vazife ile, belki çok vazifelerle mütemadiyen çalıştıran ve sermedi, hadsiz cilve-i esmasını göstermek için kafile kafile arkasında, belki seyyar müteceddid dünya dünya arkasında ve mahlukat taifelerini bu misafirhane-i aleme ve hayat-ı dünyeviye meydan-ı imtihanına gönderip alem-i misalde kurulan uhrevi sinemalar ve berzahi fotoğraflarla suretlerini ve amellerini ve vaziyetlerini alarak onları terhisten sonra, başka taife ve kafile ve seyyal ve seyyar bir nevi dünyaları o meydana vazifeler ve cilve-i esmasına ayineler olmak için gönderen bir Sani-i Zülcelal, bir Halık-ı Zülcemal, bir Allah-ı Zülkemal, bu fani dünyada şuur ve akıl ile o Halıkın bütün maksatlarına karşı mukabele eden ve bütün istidadıyla o Halıkı sevip, sevdirip, tanıyıp, tanıttıran hadsiz dualarla beka-i ahiret saadetini yalvaran ve akıl sebebiyle nihayetsiz elzemler aldığından, bütün fıtratı ve ruhu ve istidadı ile ayn-ı lezzet olan hayat-ı bakiyeyi isteyen bu nev-i insan için bir dar-ı mükafat ve mücazat, bir haşir neşir olmasın? Haşa, yüz bin defa haşa ve kella!
İşte, bu kısacık işaretin izahatı ve tafsilatı ve hüccetleri parlak ve kuvvetli bir surette Risale-i Nurda bulunmasından, ona havale ederek, bu pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.

b457.gif
-1-




1- Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32. )
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt