11-Nübüvvet Hakkında

MURATS44

Özel Üye
onların ülfet ettikleri ifadelerle anlatılması lazımdır. Fakat Kur'an'ın böyle ifadelerinin hakikat olduğuna itikad etmemelidirler ki, cismiyet ve cihetiyet gibi muhal şeylere zahip olmasınlar. Ancak o gibi ifadelere, hakaike geçmek için bir vesile nazarıyla bakılmalıdır.
Mesela, Cenab-ı Hakkın kainatta olan tasarrufunun keyfiyeti, ancak bir sultanın taht-ı saltanatında yaptığı tasarrufla tasvir edilebilir. Buna binaendir ki,
b589.gif
* ayetinde kinaye tariki ihtiyar edilmiştir. Hissiyatı bu merkezde olan avam-ı nasa yapılan irşadlarda, belagat ve irşadın iktizasınca, avamın fehimlerine müraat, hissiyatına ihtiram, fikirlerine ve akıllarına göre yürümek lazımdır. Nasıl ki bir çocukla konuşan, kendisini çocuklaştırır ve çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki, çocuk anlayabilsin. Avam-ı nasın fehimlerine göre ifade edilen Kur'an-ı Kerimin ince hakikatleri,
b590.gif
ile anılmaktadır. Yani, insanların fehimlerine göre Cenab-ı Hakkın hitabatında yaptığı bu tenezzülat-ı İlahiye, insanların zihinlerini hakaikten tenfir edip kaçırtmamak için İlahi bir okşamadır. Bunun için, müteşabihat denilen Kur'an-ı Kerimin üslupları, hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri görmek için, avam-ı nasın gözüne bir dürbün veya numaralı birer gözlüktür.
Bu sırra binaendir ki, büleğa, büyük bir ölçüde ince hakikatleri tasavvur ve dağınık manaları tasvir ve ifade için istiare ve teşbihlere müracaat ediyorlar. Müteşabihat dahi ince ve müşkil istiarelerin bir kısmıdır. Zira müteşabihat, ince hakikatlere suretlerdir.
"Kur'an'da müşkilat vardır" dedikleri birinci şüphenin ikinci kısmına cevap:
İşkal dedikleri şey ya üslubun pek yüksek ve muhtasar olmasıyla mananın çok derin ve inceliğinden ileri gelir; Kur'an'ın müşkilatı bu kabildendir. Veya ibarede karışık ve düğümlü noktaların bulunmasından neş'et eder; Kur'an-ı Kerim, bu kısım müşkilattan müberra ve münezzehtir. Acaba cumhurun zihninden uzak ve pek derin hakikatleri kolay ve kısa bir suretle avam-ı nasın fehimlerine yakınlaştırmak ayn-ı belagat değil midir? Belagat, mukteza-yı hali müraattan ibaret değil midir? Hey gözlerin kör olsun herif!
"Yaratılışa ve maddiyata dair meselelerde Kur'an müphem geçmiştir" dedikleri ikinci şüphelerine cevap, şöyle ki:
Şecere-i alemde, meylül-istikmal vardır. Yani, kainatın, bir ağaç gibi, bütün zerratı ve eczası kemale meyleder ve kemale doğru yürümektedirler. O umumi meylü'l-istikmalden ayrı olarak, insanda da meylü't-terakki vardır. Bu meylü't-terakki çekirdek gibidir; neşvüneması pek çok tecrübeler vasıtasıyla olur ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin içtimaıyla teşekkül ve tevessü etmekle fünunu intaç eder. Bu fünun da, mürettebedir. Yani her ikinci fen, birincisinin neticesidir.
* O Rahman ki, hükümranlığı Arşı kaplamıştır. (Taha Sûresi: 5.)​
 

MURATS44

Özel Üye
Birincisi olmasa, o olamaz. Birincisinin ona mukaddeme ve ulum-u mütearife hükmünde olması şarttır.
Buna binaen, bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hazırayı ders vermek veya garip meselelerden bahsetmek, onların zihinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir fayda vermezdi. Mesela, Kur'an-ı Kerim, "Ey insanlar! şemsin sükununa, arzın hareketine Haşiye1 ve bir katre su içinde binlerce hayvanatın bulunduğuna dikkat ediniz ki azamet-i İlahiyeyi anlayasınız" demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevk etmiş olurdu. Çünkü hiss-i zahiriye muhaliftir. Maahaza, on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünun-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek, makam-ı irşada muhalif olduğu gibi, ruh-u belagatle de kabil-i telif değildir.
Sual : "Keşfiyat-ı fenniye ve fünun-u hazıra eski insanlara meçhul ve gayr-ı me'luf olduğundan, onları onlara ders vermek hatadır" diyorsun. Bilhassa ahirete ait ahval gibi müstakbeldeki nazariyat da böyle değil midir? Onlar da bize meçhul ve gayr-ı me'lufturlar. Onlardan bahsetmek niçin hata olmuyor?
Cevap : Müstakbeldeki nazariyat, bilhassa ahirete ait ahvale hiçbir cihetle hiss-i zahiri taalluk etmemiştir ki, o hissin hilafını söylemek şaşırtma olsun. Binaenaleyh, o gibi şeyler, daire-i imkandadırlar. Öyleyse, onlara itikad ve onlarla itminan peyda etmek mümkündür. Öyleyse, o gibi şeylerin hakk-ı sarihi, onları tasrih etmektir. Lakin keşfiyat-ı fenniye, eski insanlara göre, imkan ve ihtimal dairesinden çıkıp, muhal ve imtina derecesine girmişlerdir. Çünkü gözleriyle gördükleri şeyler, onlarca bedahet derecesine girmekle, onun hilafı onlarca muhaldir. Öyleyse, onların hissiyatına hürmeten, o gibi meselelerde belagatın iktizası, ipham ve ıtlaktır ki, onlara bir şaşırtma olmasın.
Fakat Kur'an-ı Kerim, irşadını noksan bırakmamıştır. Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emarelerin vaz'ıyla, hakikatlere işaretler yapmıştır. Haşiye2
Ey insafsız! Seni insafa davet ediyorum. Bir kere
b591.gif
olan meşhur düsturu nazara almakla, zamanlarıyla muhitlerinin müsaadesizliğini düşünerek, telahuk eden binlerce efkarın neticelerinden doğan şu keşfiyat-ı fenniyeyi o zamanlardaki insanların kafa
İnsanlarla anlayış seviyelerine göre konuş.
Haşiye1 Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir.
Şemsin, yerinde, Mevlevi-vari yaptığı semavi hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlit etmek içindir, kuvve-i cazibe de manzume-i şemsiye ile anılan güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek şemsin mihverinde dairevari cereyan ve hareketi olmasa yıldızlar düşerler.
Said Nursi
Muhterem Müellif, diğer bir risalesinde şöyle diyor:
Evet, güneş bir meyvedardır, silkinir, ta düşmesin seyyar olan yemişleri.
Eğer sükunuyla sükunet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.
Mütercim
Haşiye2
Mu'cizat-ı Kur'aniye Risale-i Nuriyesi tamamıyla bu hakikati ispat etmiş.
Mütercim​
 

MURATS44

Özel Üye
mideleri alıp hazmedemediklerine dikkat edersen anlayacaksın ki Kur'an-ı Kerimin o gibi meselelerde ihtiyar ettiği ipham ve ıtlak yolu, ayn-ı belagat olduğu gibi, yüksek i'cazını da ispata aşikar bir delil olduğunu, gözün kör değilse göreceksin!
"Kur'an'da, delail-i akliyeye ve fennin keşfiyatına muhalif bazı ayetler vardır" dedikleri üçüncü şüphelerine cevap:
Kur'an-ı Kerimde takip edilen maksad-ı asli, ispat-ı Sani, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet esaslarına cumhur-u nası irşad ve isal etmektir. Binaenaleyh, Kur'an-ı Kerimin kainattan yaptığı bahis tebeidir, kasti değildir. Yani ligayrihidir, lizatihi değildir.
Yani, Kur'an-ı Kerim, Cenab-ı Hakkın vücut, vahdet ve azametine istidlal suretiyle kainattan bahsetmiştir. Yoksa, kainatın bizzat keyfiyetini izah etmek için değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, coğrafya, kozmoğrafya gibi kasten kainatın keyfiyetinden mana-yı ismiyle bahseden bir fen, bir kitap değildir. Ancak, kainat sayfasında yazılan san'at-ı İlahiyenin nakışları ve yaratılan kudretin mucizeleri ve kozmoğrafyacıları hayrette bırakan nizam ve intizamla, mana-yı harfiyle Sani ve nizam-ı hakikiye istidlal keyfiyetini öğretmek için nazil olan bir kitaptır. Binaenaleyh, san'at, kasıt, nizam, kainatın her zerresinde bulunur, matlup hasıl olur; teşekkülü nasıl olursa olsun bizim matlubumuza taalluku yoktur.
Febinaen ala zalik, madem ki Kur'an'ın kainattan bahsi istidlal içindir ve delilin de müddeadan evvel malum olması şarttır ve delilin muhataplarca vuzuhu müstahsendir; bazı ayetlerin onların hissiyatına ve edebi malumatlarına imale etmesi ve benzetmesi, mukteza-yı belagat ve irşad olmaz mı? Fakat bu ayetlerin, hissiyatlarına imale etmesi meselesi o hissiyata kasten delalet etmek için değildir. Ancak, kinaye kabilinden o hissiyatı okşamak içindir. Maahaza, hakikate ehl-i tahkiki isal için, karine ve emareler vaz edilmiştir. Mesela, eğer Kur'an-ı Kerim, makam-ı istidlalde şöylece demiş olsaydı ki: "Ey insanlar! Güneşin zahiri hareketiyle hakiki sükununa ve arzın zahiri sükunuyla hakiki hareketine ve yıldızlar arasında cazibe-i umumiyenin garibelerine ve elektriğin acibelerine ve yetmiş unsur arasında hasıl olan imtizacata ve bir avuç su içinde binler mikrobun bulunmasına dikkat ediniz ki, bu gibi harika şeylerden Cenab-ı Hakkın herşeye kadir olduğunu anlayasınız" deseydi, delil, müddeadan binlerce derece daha hafi, daha müşkül olurdu. Halbuki, delilin müddeadan daha hafi olması, makam-ı istidlale uymaz. Maahaza, onların hissiyatına imale edilen ayetler kinaye kabilinden olup, ifade ettikleri zahiri manaları sıdk veya kizbe medar olamaz. Evet, görmüyor musun,
b592.gif
'deki
b1076.gif
hiffeti ifade ediyor? Aslı
b1098.gif
olsun
b790.gif
olsun, ne olursa olsun, bize taalluk etmez.
Hülasa: Madem ki Kur'an, bütün zamanlardaki bütün insanlara nazil olmuştur; şu şüphe addettikleri umur-u selase, Kur'an'a nakise değil, Kur'an'ın yüksek i'cazına delillerdir.
Evet, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyanı talim eden Cenab-ı Hakka
Dedi.​
 

MURATS44

Özel Üye
kasem ederim ki, o Beşir ve Nezirin (a.s.m.) basar ve basireti, hakikatı hayalden tefrik edememekten münezzehtir, celildir, celidir; veya insanları kandırarak mağlatalara düşürtmekten, meslek-i alileri ganidir, alidir, temizdir, tahirdir!
YEDİNCİ MESELE
Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın izhar ettiği mahsus ve zahiri ve insanlarca meşhur ve malum olan harika ve mucizelerinin ekserisi, tarih ve siyer kitaplarında mezkurdur ve aynı zamanda, muhakkikin-i ulema tarafından izah ve beyan edilmişlerdir. Binaenaleyh, tafsilatını o kitaplara havale ile yalnız o harikaların nevilerini icmalen izah edeceğiz.
Evet, Peygamber Aleyhisselamın zahiri harikalarının herbirisi ahadi olup mütevatir değilse de, o ahadilerin heyet-i mecmuası ve çok nevileri, mütevatir-i bilmanadır. Yani, lafız ve ibareleri mütevatir değilse de, manaları çok insanlar tarafından nakledilmiştir. O harikaların nevileri üçtür.
Birincisi: "İrhasat" ile anılmaktadır ki, Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın nübüvvetinden evvel zuhur eden harikalardır. Mecusi milletinin taptığı ateşin sönmesi, Sava denizinin sularının çekilmesi, Kisra sarayının yıkılması ve gaipten yapılan tebşirler gibi şeylerdir. Sanki o Hazretin (a.s.m.) zaman-ı veladeti, hassas ve keramet sahibi imiş gibi, o zatın kudüm ve gelmesini şu gibi hadiselerle tebşiratta bulunmuştur.
İkinci nev': İhbarat-ı gaybiyedir ki, bilahare vukua gelecek pek çok garip şeylerden bahsetmiştir. Ezcümle, Kisra ve Kayserin definelerinin İslam eline geçmesi, Rumların mağlup edilmesi, Mekke'nin fethi, Kostantiniye'nin alınması gibi hadisattan haber vermiştir. Sanki o zatın cesedinden tecerrüd eden ruhu, zaman ve mekanın kayıtlarını kırarak istikbalin her tarafına uçup gezmiş ve gördüğü vukuatı söylemiştir ve söylediği gibi de vukua gelmiştir.
Üçüncü nev': Hissi harikalardır ki, muaraza zamanlarında kendisinden talep edilen mucizelerdir. Taşın konuşması, ağacın yürümesi, ayın iki parçaya bölünmesi, parmaklarından su akması gibi. Tefsir-i Keşşaf'ın müellifi Zemahşeri'nin dediğine göre, o Hazretin bu nevi harikaları bine baliğ olmuştur. Ve bir kısmı da mütevatir-i bilmanadır. Hatta Kur'an'ı inkar edenlerden bir kısmı, inşikak-ı kamer manasında tasarruf etmemişlerdir.
Sual : İnşikak-ı kamer bütün insanlarca kesb-i şöhret etmesi lazım bir mucize iken alemce o kadar şöhret bulmamıştır. Esbabı nedir?
Cevap : Matla'ların ihtilafı ve havanın bulutlu olmasının ihtimali ve o zamanda rasathanelerin bulunmaması ve vaktin uyku gibi gaflet zamanı olması ve inşikakın ani olması gibi esbabdan dolayı, herkesçe o vak'anın görünmesi ve malum olması lazım gelmez. Maahaza, Hicaz matla'ıyla matla'ları bir olan yerlerde, o gece yollarda bulunan kervan ve kafilelerden naklen, inşikakın vukua geldiği hakkında çok rivayetler vardır.​
 

MURATS44

Özel Üye
Üçüncü nevi mucizelerin reisi ve en büyüğü Kur'an-ı Azimüşşandır ki, yedi vecihle mucize olduğuna mezkur ayetle işaret edilmiştir.
Arkadaş! Pu meseleleri az çok fehmettin. Şimdi, bu ayetin makabliyle olan cihet-i irtibatına bakalım.
Evet, İbn-i Abbas'ın (r.a.)
b596.gif
ayetindeki "ibadet"i, tevhidle tefsir ettiğine nazaran, evvelki ayet ispat-ı tevhid hakkındadır, bu ayet de ispat-ı nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet-i Muhammediye (a.s.m.) ise, tevhidin en büyük bir delilidir. Demek ki bu iki ayet arasında cihet-i irtibat, aralarındaki dalliyet ve medluliyyet alakasıdır. Yani biri delil, diğeri medluldur.
Nübüvvetin ispatı, ancak mucizelerle olur. En büyük mucizesi ise, Kur'an-ı Kerimdir. Evet, Kur'an'ın mucize olduğu, alem-i İslamca kabul ve tasdik edilmiş bir hakikattır.
Amma muhakkikin-i ulema tarafından, Kur'an'ın vücuh-u i'cazı hakkında ihtilaf vaki olmuştur. Yani, i'cazını intaç eden cihetler çoktur. Herbir muhakkik, bir ciheti tercih ve ihtiyar etmiştir; aralarında muhalefet, musademe yoktur.
İ'cazın vecihleri:
1. Gaipten, istikbalden haber vermesi.
2. ayetlerinde tenakuz, tehalüf, hata bulunmaması.
3. Nazım ile nesir arasında, ediplerce gayr-ı malum bir üslubu ihtiyar etmesi.
4. Okur-yazar olmayan bir zattan sudur etmesi.
5. Takat-i beşeriye fevkinde ulum ve hakaiki ihata etmesi gibi pek çok şeylerdir.

b597.gif

Diyarbakır'da Van Valisi Cevdet Beyin evinde 19 Pubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabi nüshasını tebyiz ederken, şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis'in sukutuyla mü-ellif Bediüzzaman'ın esaretine rastgelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mucizeler ve harikalar bahsinde o gece hu-sule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve berabe-rinde bulunan bazı talebelerinin şehid olarak kanlarının dökülmesine harika bir işarettir.
Said'in Küçük Kardeşi,
Yirmi Senelik Talebesi
Abdülmecid
Ve keza bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın, kuyruğunu müellif Bediüzzaman'a sarmış olduğuna ve müellifin ya-ralı olarak otuz saat ölüme muntazıran su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor.
Eski Said'in Ehemmi-yetli Talebesi
Hamza
Ey insanlar ibadet ediniz. (Bakara Sûresi: 21.)​
 

MURATS44

Özel Üye
Lakin i'cazının en yüksek veçhi, nazmındaki belagatten doğmuştur. Evet, Kur'an'ın bu nevi i'cazı, beşerin takatinden hariç bir derecededir. Bu hakikati tafsilen anlayıp kanaat hasıl etmek isteyen, bu tefsiri ve emsali eserleri ve Yirmi Beşinci Sözü zeyilleriyle beraber mütalaa etsin. Fakat icmali bir malumatı elde etmek isteyenler de, belagatin imamları bulunan Abdülkahir-i Cürcani, Zemahşeri, Sekkaki, Cahız'ın bu kısım i'caz hakkında üç tarikle beyan ettikleri malumattan, miktar-ı kafi malumat elde edebilir.
Birinci tarik: Arap kavmi maarifsiz, bedevi bir millet idi. Muhitleri de, onlar gibi bedevi bir muhit idi. Divanları, şiir idi. Yani, medar-ı iftihar olan hallerini, şiirle kayt ve muhafaza ederlerdi. İlimleri, belagat idi. Medar-ı iftiharları, fesahat idi. Sair kavimlerden fazla bir zekaya malik idiler. Başka insanlara nisbeten cevval fikirleri vardı.
İşte Arap kavmi böyle bir vaziyette iken ve zihinleri de bahar çiçekleri gibi yeni yeni açılmaya başlarken, birden bire Kur'an-ı Azimüşşan, yüksek belagatiyle, harika fesahatiyle mele-i a'ladan yeryüzüne indi. Arapların medar-ı iftiharları ve timsal-i belagatleri olan ve bilhassa Kabe duvarında teşhir edilmek üzere altın suyu ile yazılmış "Muallakat-ı Seb'a" ünvanıyla anılan en meşhur ediplerin en beliğ ve en fasih eserlerini iftihar listesinden sildirtti. Maahaza, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) Kur'an'la muarazaya ve Kur'an'a bir nazire yapılmasına onları şiddetle davet etmekten geri durmuyordu, damarlarına dokunduruyordu, techil ve terzil ediyordu. O Hazretin yaptığı böyle şiddetli hücumlara karşı, o umera-i belagat ve hükkam-ı fesahat ünvanıyla anılan Arap edipleri, bir kelime ile dahi mukabelede bulunamadılar. Halbuki kibir ve azametleri, enaniyetleri ve göklere kadar çıkan gururları iktizasınca, gece gündüz çalışıp Kur'an'a bir nazire yapmalıydılar ki, aleme karşı rezil ve rüsvay olmasınlar.
Demek bu meselenin uhdesinden gelemediklerinden, yani Kur'an'ın bir benzerini yapmaktan aciz kaldıklarından sükuta mecbur olmuşlardır. İşte onların bu ıztırari sükutları aczlerini meydana çıkardı. Ve bunların aczlerinden de, i'caz-ı Kur'an'ın güneşi tulu etmiştir.
İkinci tarik: Kelamların hasiyetlerini, kıymetlerini, meziyetlerini bilip altınlarını bakırından tefrik eden bütün ehl-i tahkikten, tetkikten, tenkitten, dost ve düşmanlar tarafından Kur'an-ı Kerim sure sure, ayet ayet, kelime kelime mihenk taşına vurularak, altından maada bir bakır eseri görülmemiştir. Bu ağır imtihandan sonra, Kur'an-ı Azimüşşanın ihtiva ettiği mezaya, letaif, hakaikin hiçbir beşer kelamında bulunmadığına şehadet etmişlerdir. Onların sıdk-ı şehadetleri şöylece ispat edilebilir: Kur'an'ın insan aleminde yaptığı büyük inkılap ve tebeddül ve şark ve garbı içine alan tesis ettiği din, diyanet ve zamanın geçmesiyle gençlik ve şebabiyetini ve tekerrür ettikçe halavetini muhafaza etmesi gibi harika halleri,
b598.gif
ayetini okuyup ilan ediyorlar.
O ancak kendisine vahyolunanı söyler.(Necm Sûresi: 4.)​
 

MURATS44

Özel Üye
Üçüncü tarik: Belagat imamlarından meşhur Cahız'ın tahkikatına göre, Arap edip ve beliğlerinin Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın davasını kalemle iptal etmeye tarife gelmez derecede ihtiyaçları vardı. Ve o Hazrete karşı olan kin, adavet ve inatlarıyla beraber, en kolay, en yakın, en selim olan kalem ve yazı ile muarazayı terk ve en uzun, en müşkül, en tehlikeli ve şüpheli seyf ve harp ile mukabeleye mecburen iltica ettiler. Suret-i kat'iyede bundan anlaşıldı ki, Kur'an'ın benzerini yapmaktan aciz kalmışlardır. Zira, her iki yolun arasındaki farkı bilmeyenlerden değildiler. Binaenaleyh, birinci yol iptal-i dava için daha müsait iken onu terkedip, hem malları, hem canları tehlikeye atan başka bir yola süluk eden, ya sefihtir-halbuki Müslüman olduktan sonra siyaset-i alemi eline alanlara sefih denilemez-veya birinci yola süluktan kendilerini aciz görmüşlerdir. Onun için kalem yerine seyfe müracaat etmişlerdir.
Sual : Kur'an'a bir nazire yapmak mümkinattan imiş, fakat nasılsa yapılmamıştır?
Cevap: Mümkinattan olmuş olsaydı, damarlarına dokundurulanlar, behemahal muarazayı arzu ederlerdi. Ve muaraza arzusunda bulunmuş olsaydılar, muaraza yapacaklardı. Çünkü, iptal-i dava için muarazaya ihtiyaçları pek şedit idi. Muaraza etmiş olsaydılar, gizli kalmazdı, tezahür ederdi. Çünkü tezahürüne rağbet çok olduğu gibi, esbab dahi çok idi. Tezahür etseydi, alemde şöhret bulurdu. Pöhret bulmuş olsaydı, Müseylime'nin hezeyanları gibi behemahal tarihte bulunacaktı. Madem ki tarihte bulunmamıştır, demek yapılmamıştır. Madem yapılmamıştır, demek Kur'an mucizedir.
Sual : Müseylime, füseha-i Arabdan olduğu halde sözleri niçin aleme maskara olmuştur?
Cevap : Çünkü onun sözleri, bin derece fevkinde bulunan sözlere karşı mukabeleye çıktığından çirkin ve gülünç olmuştur. Evet, güzel bir adam, Hazret-i Yusuf (a.s.) ile beraber güzellik imtihanına girerse, elbette çirkin ve gülünç olur.
Sual : Kur'an-ı Kerim hakkında şek ve şüpheleri olanlar, Kur'an'ın bazı terkip ve kelimeleri güya nahiv ilminin kaidelerine muhalefet etmiş gibi şüphe ika etmişlerdir?
Cevap : Bu gibi heriflerin, ilm-i nahvin kaidelerinden haberleri yoktur. Sekkaki'nin dediği gibi, efsah-ı füseha olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam, Kur'an-ı Kerimi uzun uzun zamanlarda tekrar tekrar okuduğu halde o hataların farkında olmamış da bu cahil herifler mi farkında olmuşlardır? Bu, hangi akla girer ve hangi kafaya sığar? Sekkaki, Miftah'ının sonunda, bu gibi cahilleri iyi taşlamıştır.
Evet, bir şairin dediği gibi,
b599.gif
"Her üren kelbin ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz."​
 

MURATS44

Özel Üye
Bu ayeti makabliyle rapteden ikinci vecih ise:
Evvelki ayet vakta ki ibadeti emretti, sanki "İbadetin keyfiyeti nasıldır?" diye samiin zihnine bir sual geldi; "Kur'an'ın talim ettiği gibi" diye cevap verildi. Tekrar, "Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğunu nasıl bileceğiz?" diye ikinci bir suale daha kapı açıldı. Bu suale cevaben
b600.gif
-1- ila ahir, ayetiyle cevap verildi. Demek her iki ayetin arasındaki cihet-i irtibat, bir sual-cevap ve bir alış-veriştir.
Arkadaş! Bu ayetin ihtiva ettiği cümlelerin arasına girelim, bakalım aralarında ne gibi münasebetler vardır?
Evet,
b601.gif
cümlesi, mukadder bir suale cevaptır. Çünkü, Kur'an, evvelki ayette ibadeti emrettiği vakit, "Acaba ibadete olan bu emrin Allah'ın emri olup olmadığını nasıl anlayacağız ki imtisal edelim?" diye bir sual samiin hatırına geldi. Bu suale cevaben denildi ki: "Eğer Kur'an'ın ve dolayısıyla bu emrin Allah'ın emri olduğunda şüpheniz varsa, kendinizi tecrübe ediniz ve şüphenizi izale ediniz."
Ve eyzan, vakta ki Kur'an, surenin evvelinde
b602.gif
-2- cümlesiyle kendisini sena etti, sonra mü'minlerin medhine, sonra kafir ve münafıkların zemmine intikal etti, sonra ibadet ve tevhidi emrettikten sonra surenin başına dönerek
b603.gif
cümlesini tekiden
b604.gif
ila ahir, cümlesini zikretti. Yani; "Kur'an, şek ve şüphelere mahal değildir. Sizin şüpheleriniz, ancak kalblerinizin hastalığından ve tabiatınızın sekametinden neş'et ediyor." Evet, gözleri hasta olan, güneşin ziyasını inkar eder; ağzı acı olan, tatlı suya acı der.
b605.gif
Yani: "Kur'an'ın mislinden bir sure getiriniz."
Arkadaş! Bu cümleyi
b606.gif
-3- cümlesiyle bağlayan
b607.gif
edat-ı şarttır. Part edatları, daima-hararetle ateş gibi-biri sebep, diğeri müsebbep iki cümleye dahil olurlar. İlm-i nahivce, birisine fi'lü'ş-şart, ikincisine cezaü'ş-şart denir. Bu iki cümle arasında, hararetle ateş arasında olduğu gibi "lüzum" lazımdır. Halbuki bu iki cümle arasında lüzum görünmüyor. Binaenaleyh, ayetin ihtisarı dolayısıyla, ortadan kaldırılan cümlelere müracaat lazımdır. Mukadder
1 İndirdiğimiz hakkında şüphede iseniz...
2 Onda şüphe yoktur. O, takva sahipleri için bir hidayettir. (Bakara Sûresi: 2.)
3 Şüphede iseniz...​
 

MURATS44

Özel Üye
cümleler ise,
b608.gif
-1- emirleridir. Bunlar, sırayla, ikincisi birincisine lazımdır. Yani ityan (delil getirmek), tecrübeye lazımdır; tecrübe taallüme, taallüm vücub-u teşebbüse, vücub-u teşebbüs de teşebbüse, teşebbüs de raybe lazımdır. Demek bu kadar lüzumların takdiri lazımdır ki, "Kur'an'ın bir mislini getiriniz" ile "Kur'an'da şüpheniz varsa" arasında lüzum tezahür edebilsin.
b609.gif
-2-
Bu cümlenin, üç vecihle makabliyle irtibatı vardır.
Birinci vecih: "Kur'an'a muaraza etmekten zahir olan aczimiz, bütün insanların aczini istilzam etmez. Biz yapamadık, ama başkaları yapabilirler" diye zihinlerine gelen vesveseyi def etmek için, Kur'an-ı Kerim, bu ayetin lisanıyla, "Büyüklerinizi, reislerinizi de çağırınız, size yardım etsinler" diye onları ilzam etmiştir.
İkinci vecih: "Eğer biz muaraza teşebbüsünde bulunsak, bizi destekleyen, müdafaa eden yoktur" diye ileri sürdükleri zuumlarını da reddetmiştir ki, "Herhangi bir meslek olursa olsun, mutaassıpları çoktur. Muaraza ettiğiniz takdirde, sizi müdafaa eden çok olur" diye onları iskat etmiştir.
Üçüncü vecih: Kur'an-ı Kerim, sanki onlara istihzaen diyor ki: "Muhammed Aleyhissalatü Vesselam, bütün insanlara nübüvvetini tasdik ettirmek için Allah'ından yardım istedi. Allah'ı da, Kur'an'ına sikke-i i'cazı basarak pek çok insanlara tasdik ettirdi. Sizin alihelerinizden bir faydanız varsa, siz de onları çağırınız, size yardım etsinler."
b610.gif
Yani, "Tecrübeden sonra bakınız; muarazaya kadir olmadığınız takdirde, acziniz zahir olur ve muarazayı da yapmış olmazsınız."
b611.gif
Yani, "Mazide yapamadığınız gibi, bundan sonra da kat'iyetle yapamayacaksınız." Binaenaleyh, "Bizim mazide yapamamamız, istikbalde beşerin yapamamasını istilzam etmez" diye izhar ettikleri o bahaneyi de,
b612.gif
ile defetmiştir. Ve aynı zamanda üç vecihle i'caza işaret yapmıştır.
Birinci vecih: Gaipten haber vermiştir ve ihbar ettiği gibi de muaraza vaki olmamıştır. Bakınız, milyonlarca Arabi kitap vardır ve bütün müellifler, dost olsun,
1 Müteşebbis olunuz. Çünkü, üzerinize borç olmuştur. Öğreniniz ve tecrübe ediniz.
2 Allahtan başka şahitleri de çağırınız.​
 

MURATS44

Özel Üye
düşman olsun, Kur'an'ın üslubunu taklit etmeye fevkalade müştak oldukları halde, hiçbir müellif, hiçbir kitabında Kur'an-ı Kerimin üslubunu taklit etmeye muvaffak olamamıştır. Sanki Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan,
b613.gif
yani, bir şahısta inhisar etmiş bir nevidir. Binaenaleyh, Kur'an-ı Kerim, ya bütün kitapların altındadır-bu, gülünç bir sözdür-veya bütün kitapların fevkinde, fevkalküll bir nadiredir.
İkinci vecih: Böyle büyük bir davada ve müşkül bir makamda, onların asaplarını tahrik, izzet-i nefislerini kırmak suretiyle "Yapamayacaksınız" diye kat'iyetle verdiği hüküm, onun emin, mutmain, itimadlı olduğuna bir delildir.
Üçüncü vecih: Sanki Kur'an-ı Kerim diyor ki: "Sizler, fesahatin ümerası ve herkesten ziyade fesahate muhtaç olduğunuz halde, muarazaya kadir olamadınız. Beşer de Kur'an'ın muarazasına kadir olamaz."
Ve keza, Kur'an'ın neticesi olan İslamiyete bir nazirenin yapılmasına zaman-ı mazi kadir olmadığı gibi, istikbal zamanı da onun mislinden aciz kalacağına bir işarettir.
b614.gif

Yani, "Kafirlere hazırlanan bir ateşten sakınınız ki, odunu, insanlar ile taşlardır."
b615.gif
-1- cümlesi
b616.gif
-2- cümlesine cezaü'ş-şart olduğu cihetle, aralarında lüzumun bulunması lazımdır. Halbuki muarazanın yapılmaması, ateşten sakınmayı istilzam etmez. Binaenaleyh, ihtisar için ortadan kaldırılan cümlelere müracaat etmekle, bu lüzumu arayıp bulacağız. Şöyle ki:

1. Muarazanın yapılmamasından, Kur'an'ın i'cazı lazımgelir.
2. Kur'an'ın i'cazından, Allah'ın kelamı olduğu lazım gelir.
3. Allah'ın kelamı olduğundan, emirlerine imtisal lazım gelir.
4. Emirlerine imtisalden, ibadetin yapılması lazım gelir.
5. İbadetin yapılması, ateşe girmemeye vesiledir.
İşte bu cümlelerin arasında bulunan lüzumların silsilesinden,
b615.gif
ile
b616.gif
arasındaki o gizli lüzum tezahür eder. Ve bu yapılan icaz ve ihtisardan, i'cazın bir şuası meydana gelir.
1 Sakınınız...
2 Eğer yapamazsanız...​
 
Üst Alt