12- Kıyâmet ve Âhirete İman

MURATS44

Özel Üye
Sual:
b695.gif
-1- cümlesinde, makamın iktizası hilafına
b696.gif
-2- yerine
b697.gif
-3- denilmesi neye binaendir?
Cevap: Evet, Kur'an-ı Kerim'in takip ettiği usul, ale'l-ekser ayetlerin sonunda külli kaideleri, fezlekeleri söylediğine göre, Kur'an-ı Kerim, onların Cehennemlik olduklarını ispat eden delilin ikinci mukaddemesine işaret etmek üzere, ism-i zahiri, zamir yerine, yani
b698.gif
cümlesini,
b696.gif

yerine ikame ile tamim yapmıştır.
Takdir-i kelam:


b700.gif


Yani: "Siz Cehennemliksiniz. Zira kafirlerdensiniz. Cehennem de kafirler içindir."
• • •


_________________________________


1- Kafirler için hazırlanmıştır.
2- Sizin için.
3- Kafirler için.
 

MURATS44

Özel Üye
b701.gif

-1-

Yani, "İman eden ve iyi işler işleyen mü'minlere beşaret ver ki, altında nehirler akan Cennetler onlarındır. O Cennetlerden bir meyve yedikleri zaman, 'Bu, bundan evvel yediğimiz meyvedir' derler. Biribirine benzer bir surette rızıkları getirilip verilir. Ve o Cennetlerde, onlar için temiz kadınlar vardır. Ve onlar, o Cennetlerde de daimi bir şekilde kalacaklardır."
Arkadaş!
Bu ayetin, evvela makabliyle olan irtibatından bahsedeceğiz. Şöyle ki:
Bu ayetin geçen ayetlerle mütefavit çok irtibatları vardır. Yani, mezkur cümlelere doğru bu ayetten uzanıp giden muhtelif hatlar vardır. Bakınız, Kur'an-ı Kerimin bu ayetle işaret ettiği netice, imanla amel-i salihin semeresi, surenin başında mü'minlere yaptığı medh ü senaya bakıyor. Ve yine surenin başında, kafir ve münafıklara yaptığı zem ve tahkirlerden sonra tuttukları yolun onları ebedi bir şekavete sevk edeceğini beyan etmiştir. Bu ayetle, tasrih ettiği saadet-i ebediyenin nurunu göstererek, onların bu büyük nimetleri kaybettiklerinden çektikleri hasretleri tezyid ve arttırmıştır.
Ve yine
b702.gif
-2- ile emrettiği, bir kısım dünya lezzetlerinin terkine bais olan ibadetten neş'et eden zahmet ve meşakkatlere karşı, bu ayetle Cennetin kapısını açarak, Cennetin lezaizini göstermekle mü'minlerin kalblerini tatmin ve temin etmiştir.
Ve yine, teklifin esası ve imanın birinci rüknü olan tevhidi, evvelce ispat etmiştir. Bu ayette dahi tevhidin semeresini ve rahmetin ünvanını Cennet ve saadet-i ebediye ile göstermiştir.


___________________________________


1- (Bakara Sûresi: 25.)
2- Ey insanlar ibadet ediniz. (Bakara Sûresi: 21.)
 

MURATS44

Özel Üye
Ve yine, yukarıda nübüvvet-i Muhammediye (a.s.m.)
b703.gif
-1- ila ahir, ayetiyle işaret edilen i'caz ile ispat edilmiştir. Burada da, tebşir ve inzar gibi nübüvvet vazifelerine lisan-ı Kur'an ile işaret edilmiştir. Ve yine, yukarıda i'ad ve inzar, yani tahvif ve tehditler yapılmıştır. Burada da vaadler, rağbetler, beşaretler yapılmıştır. Bunların arasındaki münasebet, tezadi bir münasebettir. Ve yine, nefsin, vicdanın ve aklın hükümlerine itaatlerini devam ettiren tergib ve terhib, yani ümit ve korku hisleri lazımdır. Bu hislerin vücut bulup devam etmeleri ancak, tergib ve terhib, yani ümitlendirmek ve korkutmakla olur. Tergib ve terhibin devamı, ancak vicdanda mevcut tahrik edici bir emrin vücuduyla olur. İşte bu ayetle, tergib hissi uyandırılmıştır. Evvelki ayetlerle de, terhib hissi tahrik edilmiştir. Bu itibarla, aralarında tezadi bir münasebet vardır.
Ve yine, geçen ayetlerde ahiretin bir şıkkına, yani Cehenneme işaret yapılmıştır. Bu ayette, ikinci şıkkı olan Cennetten haber verilmiştir. Bu itibarla, ahiretin her iki şıkkı da zikredilmiş bulunuyor.
Arkadaş! Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebede doğru uzanıp giden iki daldan tezahür eden iki semeredir. Ve kainatın teselsülen gelmekte olan silsilelerinin iki neticesidir. Ve ebede doğru akıp giden kainat seylinin iki mahzeni ve iki havuzudur.
Evet, Cenab-ı Hak, gayr-ı mütenahi hikmetler için bu alemi, imtihana sahne yaptı. Yine sonsuz hikmetler için tagayyürata, tahavvülata, inkılaplara mahal olmasını irade etti. Ve yine, sonsuz gayeler için hayır ile şerri, nef ile zararı, hüsün ile kubhu, hülasa iyilikle kötülüğü karışık bir şekilde Cennet ve Cehenneme tohum olmak üzere kainatın şu mezraasına serpti. Evet, madem ki bu alem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir. İyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemeyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lazımdır ki, insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü insanlar;
b704.gif
-2- "Ey mücrimler, bir tarafa çekiliniz!" diye olan tüy ürpertici, saika-vari, şiddetli emr-i İlahiye maruz kalacakları gibi, iyi insanlar da
b705.gif
-3- "Daimi kalmak üzere Cennete giriniz" diye olan Cenab-ı Hakkın mün'imane, şefikane, lütufkarane emirlerine mazhar olacaklardır.
İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kainat da tasfiye ameliyatına uğrayacak; kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennemin; iyiliği, hayrı, nef'i doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle Cennetin teçhizatları ikmal edilecektir.


____________________________________-


1- Eğer şüphede iseniz.
2- (Yasin Sûresi: 59.)
3- (Zumer Sûresi: 73.)
 

MURATS44

Özel Üye
Mukaddeme

Bu ayet, makabliyle beraber kıyamete, haşre işaret eder. Binaenaleyh, bu meselede nazara alınacak dört nokta vardır.
Birincisi: alemin imkan-ı harabiyetiyle ölümüdür.
İkincisi: Harabiyetin vukua gelmesidir.
Üçüncüsü: Tamir ve ihyasıdır.
Dördüncüsü: Tamirinin imkanı ve vukuudur.
Evvela: Harabiyet-i alem imkan dairesinde olup olmadığından bahsedeceğiz.
Evet, alemde tekamül kanunu vardır. Bu kanuna tabi olan, neşvünema kanununa dahildir. Bu kanuna dahil olanın bir ömr-ü tabiisi vardır. Ömr-ü tabiisi olanın, ecel-i fıtrisi vardır; ecelin pençesinden kurtulamaz. Evet, kainatın ihtiva ettiği envaın ve bu envaın ihata ettiği efradın kısm-ı ekserisi bu kanunlara tabidirler. Binaenaleyh, alem-i sağir denilen insan, ölümden ve harabiyetten kurtulamadığı gibi, insan-ı kebir denilen alemin de ölümden necatı yoktur. Ve keza, kainatın bir ağacı ölümden, dağılmaktan halas olmadığı gibi, şecere-i hilkatten olan kainat silsilesinin de harabiyetten kurtuluşu yoktur. Evet, eğer kainat ömr-ü fıtrisinden evvel harici bir tahribata veya Sanii tarafından bir hedm ve kıyamete maruz kalmasa bile, fenni bir hesapla, kainatın öyle bir günü gelecektir ki,


b706.gif
-1-

ve


b576.gif
-2-

gibi ayetlere masadak olacaktır ve insan-ı kebir denilen koca kainat, şu boşluğu sekeratının bağırtılarıyla dolduracaktır.


İkinci nokta: Harabiyet-i alemin vukua geleceğidir. Evet, bütün semavi dinler, alemin harap olacağında müttefiktirler. Hem herbir fıtrat-ı selime, alemin öleceğine şehadet eder. Ve kainatta gözle görünen şu kadar nev'i, ferdi, yevmi, şehri, senevi tagayyürat, tahavvülat, inkılapların yalnız işaretleriyle değil, sarahatleriyle, kıyametin geleceği sabittir. Eğer bu icmal ile kanaat hasıl edemediysen, bir parça izahat verelim.


______________________________________-


1- Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Sûresi: 1-2.)
2- Gök yarıldığında. (İnşikak Sûresi: 1.)
 

MURATS44

Özel Üye
Arkadaş! Kainat dediğimiz şu apartman-ı İlahi öyle ulvi, yüksek, derin, ince nizamlara tabi ve öyle acip, garip rabıtalara bağlıdır ki, eğer bir duvarı veya bir taşı "Yerinden çık!" emrine hedef olsa, derhal alem, ölüm hastalığına düşer, sekerata başlar; yıldızlar arasında müsademeler, ecram arasında muharebeler vukua gelir. Şu gayr-ı mütenahi boşluk, pek şiddetli sayhalar, pek dehşetli saikalar, pek korkunç sesler, sadalar, gürültüler ve gümbürtülerle dolar.
Evet, insan-ı kebirin ölümü, küçük bir ölüm değildir. Sekerata başladığı zaman, milyarlarca kürelerin çarpışmasından husule gelen fırtınanın, ne tasavvuru ve ne tarifi ve ne de görülmesi imkan dairesinde değildir.
İşte bu şiddetli ölümle hilkat bayılır, kainat yayılır, hilkatin yağı ayranı biribirinden ayrılır; Cehennem, maddesiyle, aşiretiyle bir tarafa çekilir; Cennet de letafetiyle, lezaiziyle ve bütün güzel unsurlarıyla tecelli ve incila eder.
Sual: Kainat, ilk yaratılışında ebede elverişli olarak sabit bir şekilde yaratılsaydı; böyle tagayyüratlı, inkılaplı, mail-i inhidam bir surette yaratılıp, bilahare tahripten sonra ebediyete kabil, metin bir şekilde yapılmasından daha iyi ve daha kısa olmaz mıydı?
Cevap: Vakta ki Cenab-ı Hak, hikmet-i ezeliye ile inayet-i ezeliyenin iktizasınca, insanların kabiliyetlerinin tezahürünü ve istidatlarının neşvünemasını irade etmekle, nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tabi tuttu, zararları menfaatlere kattı, şerleri hayırların içine attı, güzellikleri çirkinliklerle cem etti. Hepsini birbirine karıştırarak kainatın hamuruyla beraber yaratılış teknesinde yoğurduktan sonra, kainatı tagayyür, tebeddül, tekamül kanunlarına tabi tuttu.
Vaktaki imtihan perdesi kapanır ve tecrübe zamanı nihayet bulur ve kainat tarlasının vakt-i hasadı hulul eder. Sani-i Hakim, inayetiyle, birbiriyle karışık yoğurduğu zıtları tasfiye eder, içlerinden tagayyürü doğuran esbabı ayırır ve ihtilaf maddelerini tefrik eder. Sonra Cehennem, ebede elverişli olarak metin ve kavi bir cisimle teşekkül ederek,
b708.gif
-1- hitabına hedef olur. Cennet ise, esasatıyla beraber ebedi ve muhkem bir şekilde tecelli eder ve münceli olur. Evet, gerek Cehennemi, gerek Cenneti teşkil eden ecza ve maddeler arasında münasebet vardır, zıddiyet yoktur. Münasebet, intizamın şartıdır; nizam da, devama sebeptir. Ve keza, bu iki menzilin halkı da ebedi oldukları için, vücutlarını teşkil eden ecza, tagayyüre maruz değildir. Çünkü, dünyadaki cisimlerinin terkip ve tahlilleri arasında muvazene yoktur. Yani cisim bünyelerine girenlerin, çıkanların arasında nisbet yoktur. Onun için inhilale yüz tutarlar. Fakat ahiretteki cisimlerin yapılışı öyle değildir. Eczaları arasında tam manasıyla muvazene vardır ki, inhilale mahal kalmaz.
Üçüncü ve dördüncü noktalar: Yani dünyanın ikinci tamiriyle haşrin vukuudur.


________________________________________


1- Ayrılın. (Yasin Sûresi: 59.)
 

MURATS44

Özel Üye
Evet, tevhid ve nübüvvetin ispatları, yalnız delil-i nakli ile sahih değildir. Çünkü devir lazım gelir.
Evet, Kur'an ve Hadisten ibaret olan nakli delillerin sıhhati, nübüvvetin sıhhat ve sıdkına bağlıdır. Eğer nübüvvet de delil-i nakli ile ispat edilirse, muhal lazım gelir. Bunun için, Kur'an-ı Kerim, tevhid ile nübüvveti delail-i akliye ile ispat etmiştir. Amma haşir meselesinin hem akli, hem nakli delillerle ispatı sahihtir.
Delil-i akli ile ispatı,
b709.gif
-1- ayet-i kerimesinin bahsinde beyan edilmiştir. Hülasası: Vücutlarında şek ve şüphe olmayan nizam, rahmet ve nimet, ancak ve ancak haşrin gelmesiyle ve ikinci bir hayatın tahakkuku ile nizam, rahmet, nimet olabilirler. Eğer haşir gelmezse ve ikinci bir hayat tahakkuk etmezse, bunları esmaü'l-ezdaddan addetmek lazım gelir.
Delil-i nakli ise: Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan ile bütün enbiya, haşrin geleceğine ittifak etmişlerdir.
Akli ve nakli deliller ise: Fahreddinü'r-Razi'nin tefsirinde, bu kabil delilleri bildiren ayetler beyan edilmiştir. Hülasa, bilhassa hayvanat ve nebatatta daima vukua gelen haşirlere dikkat edip teemmül eden adam, elde edeceği müteferrik emarelerle haşrin vukuuna, hads ile, yani bir sür'at-i intikal ile hükmedecektir.
Şimdi bu ayetin cümlelerini biribirine bağlayan münasebetlere gelelim.
Evet, bu ayetin cevherlerini nazmeden ve cümlelerinin silsilesine medar-ı bahis olan nokta, "saadet"tir. Şöyle ki:
Saadet-i ebediye, iki kısımdır. Birinci ve en birinci kısmı: Allah'ın rızasına, lütfuna, tecellisine, kurbiyetine mazhar olmaktır. İkinci kısmı ise, saadet-i cismaniyedir. Bunun esasları mesken, ekl, nikah olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasın derecelerine göre, saadet-i cismaniye tebeddül eder. Ve bu kısım saadeti ikmal ve itmam eden, hulud ve devamdır. Çünkü saadet devam etmezse, zıddına inkılap eder.
Birinci kısım saadetin aksamı, tafsilden müstağnidir veya gayr-ı kabildir.
İkinci kısım saadetin aksamı ise:
Evet, meskenin en latifi, en cazibedar şekli, etraf-ı erbaası türlü türlü gül ve çiçeklerle müzeyyen, bağ ve bahçelerle muhat, altında sular, nehirler akan kasır ve köşklerdir. Evet, camid kalbleri aşk ve şevkle ihya eden, sönmüş olan ruhları şen ve şad eden, şairlere sermaye olarak şairane teşbihleri, temsilleri, üslupları ilham eden, sular ile hazravat ve nebatattır.


_____________________________________


1- Onlar, ahirete de kesin olarak İmân etmiş kimselerdir. (Bakara Sûresi: 4.)
 

MURATS44

Özel Üye
Saadetin ikinci esası olan ekl ise: Me'kulat (yiyecek) kuvvet verdiği cihetle, en iyisi, en lezizi, me'luf olan kısımdır. Yani, insana garip, vahşi olmayan şeylerdir. Çünkü ülfetle, o nimetin derece-i kıymeti bilinir. Lezzet verdiği cihetle de lezzetin en büyük lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Ve keza, ekl lezzetini ikmal eden esbabdan biri de, o rızkın, kendi amelinin ücreti olduğunu bilmektir. İkinci bir sebep de, o rızkın menbaının daima göz önünde hazır bulunmasıdır ki, kalbi mutmain olsun, rızık için telaş etmesin.
Saadetin esaslarından nikah ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.
Evet, bir işte mütehayyir kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki, "kısm-ı sani" ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhi imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbi ünsiyet ve ülfeti itmam eden, suri ve zahiri olan arkadaşlığı samimileştiren, kadının iffetiyle, ahlak-ı seyyieden temiz ve pak bulunması ve çirkin arızalardan hali olmasıdır.
Sual: Yiyecek, içecek, şahsi vücudu ibka etmek içindir. Çünkü vücudun eriyip ayrılan şeylerin yerini doldurup tamir etmek yemek ve gıda ile olur. Nikah da, nev'in bekası içindir. Halbuki ahirette eşhas ebedi olduğundan, vücutlarında eriyip ayrılan birşey yoktur ki gıdaya ihtiyaç olsun. Ve ahirette tenasül yoktur ki nikaha lüzum olsun.
Cevap: Elemin def'i, lezzetin sebeplerinden biridir. Yoksa lezzet, ona münhasır değildir. Evet, şu elemli, kederli alemde onlarda pek büyük lezzet ve faydalar olsun da, lezzetler yeri olan alem-i saadette niçin daha nezih lezzet ve faydaları olmasın?
Sual: Bu alemde lezzet, elemin def'inden hasıl olur. Halbuki ahirette elem yoktur?
Cevap: Elemin def'i, lezzetin sebeplerinden biridir. Yoksa lezzet, ona münhasır değildir. Ve keza, alem-i ebedinin bu aleme benzetilmesi, kıyas-ı maalfarıktır. Yani, aralarında çok farklar bulunduğundan, birbirine benzemez. Cennet ile Horhor bahçesinin Haşiye arasında ne nisbet varsa, Cennetin lezzetleriyle dünyanın lezzetleri arasında da aynı o nisbet vardır. Cennetin, Horhor bahçesinden dereceleri ne kadar çok yüksek ise, uhrevi lezzetler de dünya lezzetlerine göre öyledir. Her iki alem arasında bu büyük tefavüte, İbn-i Abbas,
b710.gif
cümlesiyle işaret etmiştir. Yani: "Cennette, dünya meyvelerinin yalnız isimleri vardır." Yani isimleri birdir, fakat lezzetleri ayrıdır.
Cennette lezzetin devamı meselesi ise: Evet, lezzetin hakiki lezzet olması, zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu gibi, lezzetin zevali de elemdir, hatta zevalinin tasavvuru bile elemdir.


____________________________________


Haşiye: Horhor, Van'da Müellifin medresesinin adıdır.
 

MURATS44

Özel Üye
Evet bütün mecazi aşıkların eninleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım elemdendir ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylalar, hep mahbupların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş'et eden elemdendir. Evet, pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevalleri daimi elemleri intaç ettiği gibi; çok elemlerin zevali de, leziz lezzetlere bais olur. Lezzet ve nimet ise, devam etmek şartıyla lezzet ve nimet sayılabilir.
Hülasa: İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.
Bu ayetin cümleleri arasındaki rabıtaları gördük. Pimdi, cümlelerinin işgal ettikleri yerler ile münasebetlerine bakacağız. Evet,


b711.gif
-1-

Bu cümlenin, bu mevki ile münasebeti:
Evet, Cenab-ı Hak, ibadeti teklif etti ve nübüvveti ispat etti ve Peygamberimizi (a.s.m.) tebliğ-i umura memur yaptı. Ve dünyevi bazı lezzetlere cevaz vermeyen ve meşakkatleri tazammun eden ibadete mü'minlerin imtisallerini temin etmek için, mü'minlere vaad buyrulan tebşirleri tebliğ etmeyi Resul-i Ekreme (a.s.m.) emretti. Çünkü o Hazret (a.s.m.) inzar ve tahvife (korkutma) memur olduğu gibi, Allah'ın rızasını, lütfunu, kurbiyetini ve saadet-i ebediye gibi tebşiratını da tebliğe memurdur.


b712.gif
-2-

İnsanın ihtiyacat-ı zaruriyesi içinde en evvel lazım olan, mekan ve meskendir.
Mekanın en güzeli, nebatat ve eşcara müştemil olan yerlerdir. Ve en latifi, nebatları arasında suların mecrası olan bahçelerdir. Ve en kamil kısmı, ağaçlarının arasından akan nehirlerinin çoklukla bulunmasıdır. Kur'an-ı Kerim, bu kısma
b713.gif
-3- cümlesiyle işaret etmiştir.
Meskenden sonra insanın en fazla muhtaç olduğu, cismani lezzetlerden yiyecek, içecektir. Bu kısma da
b714.gif
-4- kelimeleriyle işaret edilmiştir.


___________________________________


1- İman edip salih amel işleyenleri müjdele...
2- Onlar için cennetler vardır...
3- Altlarından nehirler akar...
4- Nehir, Cennet (Bahçe)
 

MURATS44

Özel Üye
Sonra rızkın en ekmeli, me'luf olan kısımdır ki, derece-i kıymeti bilinsin. Meyvelerin lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir; lezzetin en safisi, hazır ve yakın olanıdır; ve en lezizi, amelinin ücreti olduğunu bilmektir. Kur'an-ı Kerim, bu kısma da


b715.gif
-1-

cümlesiyle işaret etmiştir.
b716.gif
Yani, "Bundan önce yediğimiz meyvelerdir veya dünyada yediğimiz meyvelerdir." Çünkü Cennetin meyveleri, birbirine benzediği gibi, dünya meyvelerine de zahiren benzerler.


b717.gif


Yani, "Rızıkları birbirine müteşabih olarak getirilir." Hadiste de varit olduğuna göre, Cennetin meyveleri suretçe birdir, ama tatları, taamları bir değildir. Bu cümlede meçhul sigasıyla zikredilen
b718.gif
-2- kelimesinden anlaşıldığı gibi, rızkın insana götürülmesi, büyük bir şeref ve keramete delalet ettiğinden, büyük bir lezzeti intac ediyor.


b719.gif
-3-

Mesken ve me'kelden sonra insanın en ziyade muhtaç olduğu, eşidir. Bu ihtiyacının Cennette temin edilmiş olduğuna, bu cümle ile işaret edilmiştir. Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş'et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.


b720.gif
-4-

İnsan bir nimete veya bir lezzete mazhar olduğu zaman, en evvel fikrini bozan, vesvese veren, o nimetin veya o lezzetin devam edip etmeyeceği düşüncesidir. Bu vesveseli düşünceye mahal kalmamak üzere, Kur'an-ı Kerim, bu cümle ile onların ezvacıyla, lezaiziyle beraber Cennette aleddevam kalacaklarını tebşir etmekle, o kederli düşünceden kurtarmıştır.


____________________________


1- O Cennetlerden rızık olarak bir meyve yediklerinde, "Bu daha önce yedeğimiz rızıktandır" derler. (Bakara Sûresi: 25.)
2- Getirilir.
3- Orada onlar için ter temiz eşler vardır.
4- Onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar.
 

MURATS44

Özel Üye
Bu ayetteki cümlelerin sadeflerinde bulunan cevherleri göstereceğiz.


b721.gif
-1-

cümlesinin başında bulunan
b1098.gif
harf-i atıftır. Atfın her iki tarafı arasında münasebet lazımdır. Halbuki burada tebşir ile makabli arasında münasebet görünmüyor. Ancak makablinde inzar vardır. Öyleyse bu tebşir, o makablinden tereşşuh eden inzara atıftır.


b723.gif
-2- (Beşaret) tabiri, Cennetin, Cenab-ı Hakkın fazl-ı kereminden bir hediye-i İlahiye olup, amelin ücreti mukabilinde vacip bir hak olmadığına işarettir. Çünkü hak ve ücretin verilmesi, beşaretle tabir edilemez. Buna binaen, yapılan ibadet, Cennet için olmamalıdır. Tebşirin siga-i emir kıyafetiyle zikri, tebliğin takdirine işarettir. Çünkü Resul-i Ekrem (a.s.m.) tebliğe memurdur, tebşire mükellef değildir. Takdir-i kelam, "Müjdeleyerek tebliğ et" demektir.
Sual:
b724.gif
-3- Bu sıla ve mevsule tabiri, ism-i fail sigası olan
b725.gif
-4-'den daha uzun olduğu halde neye işarettir?
Cevap: Surenin başında tafsilen zikredilen
b726.gif
-5- ilaahir, olan sıla ve mevsule işarettir ki, orada yapılan tafsil, burada yapılan icmale beyan olsun.
Sual: Surenin başında
b727.gif
-6- 'nin sıla denilen dahil olduğu cümle, muzari sigasıyla zikredildiği halde, burada mazi sigasıyla zikredilmiştir. Esbabı nedir?
Cevap: Orada makam, İmân ve amele teşvik ve medih makamıdır. Buna münasip, muzari sigasıdır. Burada makam, mükafat ve ücreti vermek makamıdır. Buna da münasip, mazi sigasıdır. Çünkü ücret, hizmetten sonra verilir.


b728.gif
-7-

Bu
b1098.gif
harf-i atıftır. Atfın tarafeyni arasında münasebet lazım olduğu gibi, mugayeret de lazımdır. Burada aralarında bulunan mugayeret, mezheb-i İtizalin hilafına, amelin imana dahil olmadığına ve amelsiz imanın da kafi gelmediğine delalet ettiği gibi;
b730.gif
tabiri de, tebşir edilenin ücret gibi olduğuna işarettir.


____________________________________


1- İman edip salih amel işleyenlere müjdele...
2- müjdele...
3- İman ettiler ve salih amel işlettiler.
4- Müminler.
5- Ki onlar İmân ederler.
6- Öyle ki...
7- Amel işlediler.
 
Üst Alt