Dördüncü Mukaddeme

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder. Şöyle ki: beşerin seciyelerindendir, garib veya kıymetdar bir şeyi asilzade göstermek için, o kıymetdar şeylerin cinsiyle müştehir olan zata nisbet ve isnad etmektir. Yani sözleri revac bulmak veya tekzib olunmamak veyahut başka ağraz için, zalimane ve istibdadkârane, bir milletin netaic-i efkârını veya mehasin-i etvarını bir şahısta görüp ondan bilirler. Halbuki o adamın şanındandır, o hediye-i müstebidaneyi reddede... Zira güzel bir sıfat veya ulvî bir sanatla meşhur olan bir adam, hüsn-ü surînin maverasını görmek şanından olan nazar-ı sanatperveranesine haksız olarak ona isnad olunan emir arz edilip gösterilir ise; "Senin dest-i hattındır" denilir ise; o emir, sanatın tenasüb ve muvazenesinden nâşi olan güzelliğini ihlâl ettiği için, reddedip i'raz ve teberri edecektir. "Hâşâ ve kellâ" diyecektir. Bu seciyeye bina ile meşhur kaideye -"Bir şey sabit olsa, levazımıyla sabit olur."- istinaden insanlar o şahs-ı meşhurda tahayyülâtlarına bir nizam verdirmek için muztardırlar ki; çok kuvvet ve azamet ve zekâ gibi levazım-ı harikulâdeyi isnad etsinler, tâ o şahsın cümle mensubatına merciiyeti mümkün olabilsin. O hâlde, o adam bir ucube olarak zihinlerinde tecessüm eder. Eğer istersen hayalât-ı acemane içinde perverde olan Rüstem-i Zâl*in timsal-i manevîsine bak, gör.. ne ucubedir! Zira şecaatle müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtulamayan istibdad sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle İranîlerin mefahirini gasb u
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
garet ederek büyülttü. Hayallerde büyüyüp şişti. Yalan, yalana mukaddime olduğu için şu harikulâde şecaat, harikulâde bir ömür ve dehşetli bir kamet ve onların levazım ve tevabi'leri olan çok emirleri toplayıp, içinde o hayal-i hâil nâra vurarak "Ben nev’un münhasırun fi'ş-şahs’ım" der. gulyabanî gibi hurafatı arkasına takarak, dillerin destanlarında dönüyor. emsaline dahi meydan açar.
Ey hakikatı çıplak görmek isteyen zat!.. Bu mukaddimeye dikkat et; zira hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kıssadan hisse ve meylü’t-terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Eğer istersen meşhur Molla Nasreddin* Efendiye de: "Bu garib sözler umumen senin midir?" Elbette sana diyecektir: "Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalbeder." Yahu, bu kökten hurafat ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir.
Hatime: İhsan-ı ilâhîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır. İhsan-ı ilâhî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. cemiyete dahil olan, cemiyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zatındadır. Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal velev kıymetli de olsa karışırsa, malını kıymetsiz ettiği gibi, haczetmesine dahi sebeb olur. Şimdi bu noktalara istinaden derim ki: tergib veya terhib için avamperestane tervic ve teşvik ile bazı ehadis-i mevzuaİbn-i Abbas* gibi zatlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet hak müstağnidir. Hakikat ise, zengindir. tenvir-i kulûba ziyaları kâfidir. Müfessir-i Kur’an olan ehadis-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt