On İkinci Mukaddeme

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikatı tanımayan hayalâta sapar. sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.


1- Şikâyetler sadece Allah'adır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Zâhirperestleri aldatan bir sebep, kıssanın hisse ile münasebeti ve mukaddimenin maksud ile zihinde mukareneti, vücud-u haricîde olan mukarenetle iltibas olunmasıdır. Bu noktaya dikkat et, sonra muhtaç olacaksın.
Hem de ihtilâlatı tevlid eden, ihtilâfatı ika eden, hurafatı icad eden, mübalağatı intac eden esbabın birisi ve belki en birincisi, hilkatte olan hüsn ve azamet ve ulviyete adem-i kanaattır. Hâşâ, zevk-i fasidesiyle istihfaf-ı nizam etmektir. Halbuki akıl ve hikmet nazarlarında her biri kudretin en bâhir mucizelerinden olan hakaik-i âlemde olan hüsn-ü intizam ve kemal ve ulviyet, o derece dest-i hikmet ile nakşolmuş ki; bütün hayalperestlerin ve mübalağacıların hülyalarından geçmiş olan harikulâde hüsn ve kemale nisbet olunsa; o harikulâde hayaller gayet âdi ve o âdetullah gayet harikulâde bir hüsn ve haşmet gösterecektir. Fakat cehl-i mürekkebin hemşîresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalağacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir: Me'luf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, kitab-ı hakîm emreder. Evet gözleri açan yalnız nücum-u Kur’aniyedir. Öyle nücum-u sakıbedirler ki; cehlin zulmünü ve nazar-ı sathînin zulümatını def ettikleri gibi; âyat-ı beyyinat, yed-i beyza ile, ülfet ve sathiyetin hicablarını ve zâhirperestliğin perdesini parça parça ederek, ukulü âfâk ve enfüsün hakaikine tevcih edip irşad etmişlerdir.
Hem de meylü’l-mübalağatı tevlid eden, beşerin kendi meylini kuvveden fiile çıkarmasına meyelân-ı fıtriyesidir. Zira meyillerinden birisi; hayret verecek acib şeyleri görmeye ve göstermeye ve teceddüde ve icada olan meylidir. Buna binaen vakta beşer, nazar-ı sathî ile kâinat kaplarında ülfet kapağı altında olan gıda-yı ruhanîyi zevkedemediğinden kabı ve kapağı yalamakla usanmak ve kanaatsızlık ve harikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan başka netice vermediğinden meyl-i harikulâde ile ya teceddüd veya tervic için meylü’l-mübalağa tevellüd eder. O mübalağa ise, dağ tepesinde
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
bir kartopu gibi yuvarlamakla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar tekerlense, sonra lisandan lisana yuvarlanıp giderken kendi hakikatinin çok parçalarını dağıtmakla beraber, her lisandan meylü’l-mübalağa ile çok hayalâtı kendine toplar, şape gibi büyür. Hattâ kalbe değil, belki sımahta, belki hayalde bile yerleşemiyor. Sonra bir nazar-ı hak gelir, onu tecrid etmekle çıplak ederek tevabiini dağıtıp aslına irca eder. "Hak gelir, bâtıl ölür" sırrı da zâhir olur.
Ezcümle:Bugünlerde bir hikâye buna misal olabilir: fahr olmasın; zaman-ı sabavetimden beri üssü’l-esas-ı meslekim; ifrat ve tefrit ile hakaik-i İslâmiyete sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlerine saykal vurmak idi. Bu mesleğime tarih-i hayatım, pek çok vukuatıyla şehadet eder. Bununla beraber, bugünlerde küreviyet-i arz gibi bedihî bir meseleyi zikrettim. O meseleye temas eden mesail-i diniyeyi tatbik ve tevfik ederek düşmanların itirazatını ve muhibb-i dinin vesveselerini def eyledim. Nasıl ki mesailde mufassalan gelecektir. Sonra gulyabanî gibi, hayalâta alışan zâhirperestlerin dimağları kabul etmeyecek gibi göründüler. Fakat asıl sebeb başka garaz olmak gerektir. Güya göz yummakla gündüzü gece veya üflemekle güneşi söndürmeye ihtimal vermek gibi bir hareket-i mecnunanede bulundular. Güya onların zannınca küreviyet-i arza hükmeden, dinde çok mesaile muhalefet ediyor. Onu bahane ederek büyük bir iftirayı ettiler. O derecede kalmadı. Vesveseli ezhanı, iftiranın büyümesine müsaid bir zemin bulduklarından, iftirayı o derece büyüttüler ki; ehl-i diyanetin hakikaten ciğerlerini dağdar ve ehl-i hamiyeti, kürd terakkiyatından 1 meyus ettiler. Lâkin bu hâl büyük bir derstir. Beni ikaz etti ki: Cahil dost, düşman kadar zarar verebilir. Öyle ise şimdiye kadar yalnız düşmanın tarafına bakıp eldeki elmas kılınçla onların tefritlerini kırardım; fakat şimdi mecburum: Öyle dostların terbiyeleri için, onların avamperestane ve ifratkârane olan hayalâtlarına, o kılıncı bir derece iliştireceğim. Eğer çendan böyle şahsî şeylerin böyle mebahisatta zikirleri lâzım değildir. Fakat şahsiyette kalmadı. Medreselerin hayatlarına taalluk eder bir mesele-i umumî hükmüne geçti.


1- Başka nüshalarda bu kelime, "gerd-i terakkiyat" (ilerleme belirtisi) olarak da geçmektedir. (Zehra Yayıncılık)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
O zâhirperestler emin olsunlar ki, sa'yleri beyhudedir. Şimdiye kadar böyle avamperestane safsatalar ile bizi cahil bıraktılar. Bundan sonra bizi cahil bırakmakla cehlimizden istifade etmek istiyorlar. Olmaz ve olamaz; medreseler hayatlanacaktır vesselâm...
Hem de zâhiriyyunun efkârını teşviş eden ve hayalâtını intizamdan çıkaran sıdk-ı enbiyanın delâili yalnız harikulâdelerde münhasır olduklarını itikad etmeleridir. Hem de Peygamberimizin cümle hâli veya ekseriyeti, harika olmak itibar etmeleridir. Bu ise, vücud müsaade etmediği için mütehayyelâtları intizam bulamıyor. Halbuki böyle itikad; sırr-ı hikmet-i ilâhiyeden ve hilkat-ı âlemde cari olan kavanin-i ilâhiyeye peygamberlerin teslim ve ittibalarından gaflet, pek büyük bir gafletin neticesidir. Evet Peygamberimizin her bir hâl ve hareketi, sıdkına delâlet ve hakka temessüküne şehadet etmekle beraber, Peygamber de âdetullaha ittiba ve inkıyad ediyor... Makale-i Sâlise’de bu sırra tenbih edilecektir.
Hem de harikulâdenin izharı tasdik-ı nübüvvet içindir. Tasdik ise, zâhir olan mucizatıyla, ekmel-i vech ile hasıl olabilir. Eğer hacetten fazla harika olsa, ya abestir veya sırr-ı teklife münafidir. Zira teklif, nazarî olan şeyde bir imtihandır. bedihiyat veya bedahete yakın olan şeylerde edna, a'lâ ile müsavi olabilir. Veyahut cereyan-ı hikmetin sırrına teslim ve itaate muhaliftir. Halbuki peygamberler herkesten ziyade ubudiyet ve teslime mükelleftirler.
Ey şu perişan sözlerime nazar eden talib-i hak!.. Senin mahiyetinde ekilmiş olan müyulât, şu On İki Mukaddimede sükûnuyla beraber cereyan eden şems-i hakikatin ziyasıyla, neşv ü nema bulup çiçekler açacaktır...
Hatime: Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkâr ve duhul ile huruc haram oldukları gibi.. hadis ve Kur’an’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnudur. Fakat ziyade etmek, nizamı bozduğu ve vehme kapı açtığı için daha zararlıdır. noksana, cehil bir derece özür olur. Fakat ziyade etmek, ilim ile olur. Âlim olan mazur değildir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Kezalik dinden bir şeyi fasl veya olmayanı vasletmek, ikisi de caiz değildir. Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın müzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.
Hatimenin hatimesi: Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir. Zira şanı odur ki; istidadı, sanatta intişar ve tedahül; ve sanatın mekayısına ihtiram ve muhabbet; ve nevamisine temessül ve imtisal.. elhasıl, fenâ fi’s-sanat olmaktır. Vazife-i hilkat bu iken, bu yolsuzlukla sanatın suret-i lâyıkasını tağyir eder ve nevamisini incitir. Ve asıl müstaid olduğu sanata olan meyliyle; teşebbüs ettiği gayr-ı tabiî sanatın suretini çirkin eder. Zira bilkuvve olan meyil ve bilfiil olan sanatın imtizaçsızlığı için bir keşmekeş olur. Bu sırra binaen pek çok adam meylü’l-ağalık ve meylü’l-âmiriyet ve meylü’t-tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta'nif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder. Buna binaen vezaif, ehil olmayanın ellerine geçti. bahusus medaris, bunun ile indirasa yüz tuttu. Buna çare-i yegâne: daire-i vahidenin hükmünde olan müderrisleri, dârülfünun gibi çok devaire tebdil ve tertib etmektir. Tâ herkes sevk-i insanisiyle hakkına gitmekle, hikmet-i ezeliyenin emr-i manevisini, meyl-i fıtrisiyle imtisal edip kaide-i taksimü’l-a'mâle tatbik edilsin.
Tenbih: ulûm-u medarisin tedennisine ve mecra-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: ulûm-u aliye 1
muhakemat_47_a.gif
maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye 2
muhakemat_47_b.gif
mühmel kaldığı gibi, libas-ı mana hükmünde olan ibare-i arabiyenin hâlli ezhanı zabtederek, asıl maksud


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
2- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
olan ilim ise, tebaî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitablar; evkat, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir.
Ey birader-i vicdan!.. Zannediyorum: Şimdi şu mukaddemat üzerine terettüb edecek olan kütüb-ü selâseyi, ne mahiyette olduklarını görmek istiyorsun, fakat daha sabret. Şimdilik sana bir mevzu söyleyeceğim ki; o kütübün bir zemin-i icmalîsini, tabir-i diğer ile küçük bir fotoğrafını veya icmalî bir haritasını teşkil eder. Hem de o kütübde sekiz-dokuz meseleyi, acele edip sana takdim edeceğim. Üçüncü Makale'den sonra eğer meşiet-i ilâhiye taalluk etse ve tevfik-i rabbanî refik olsa, tafsilatını zikretmek fikrindeyim. İşte mevzu ve zemin budur:
Kur'an'ın gösterdiği vesail ile, doğru hikmetin kuvvetiyle, bir seyr-i ruhanî olarak semavatın ulûmlarına çıkacağım. Tâ oradan temaşa edip göreceğiz ki: Küre-i arz hol veya top veya fırfıra veya sapan taşı gibi Sâni-i Hakîm dest-i kudretle döndürüp, atmakla çeviriyor. Tâ parça parça ederek daha iyisine tebdil edeceğine nazar-ı hikmetle göreceğiz. Sonra da semavattan asılıp, cevvden geçeceğiz. tedricen, beşiğimiz olan ve beşerin yatıp ve istirahat eylemesi için Hâlik-ı Rahman, sathını serip müheyya ve mümehhed etmiş olan küre-i arza ineceğiz. Sonra da beşer, çocukluğundan çıktığı gibi beşiğini atıp harab etmekle beşeri saadet-saray-ı ebediyeye gönderilmesine nazar-ı dikkatle temaşa edeceğiz. Bunu tamamen temaşa ettiğimizden sonra, zaman ve mekân ile mukayyed olmayan seyr-i ruhanî ile zaman-ı mazi kıtasına girip ebna-yı cinsimiz olan ebna-yı mazi ile seyyale-i berkiye-i tarihiye ile muhabere edeceğiz. O mağrib-i ihtifanın köşesinde vukua gelen hadisatı öğrenip, ondan fikir için bir şimendiferi yapacağız. Sonra dönüp gelmek üzere olan ebna-yı cinsimizi ziyaret ve istikbal için saadetin fecr-i sadıkını uzaktan görmek ve göstermek ile maşrık-ı istikbale müteveccih olarak şimendifer-i terakkiye ve tevfik denilen sefine-i sa'ye bindiğimiz ile beraber ellerimizde olan bürhanın misbahıyla, o bidayeti karanlık görülen fakat arkası gayet parlak olan zamana dahil olacağız. Tâ ebna-yı müstakbel ile musafaha edip saadetlerini tebrik edeceğiz...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt