Birinci Mesele

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Senin munsif olan zihnine malumdur ki: küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığına; muhakkikîn-i İslâm -eğerçi ittifak-ı sükûtîyle olsa- ittifak etmişlerdir. Eğer bir şübhen varsa Makasıd* ve Mevakıf*a git; maksada vukuf ve ıttılâ peyda edeceksin ve göreceksin: Sa'd* ve Seyyid*, top gibi küreyi ellerinde tutmuşlar, her tarafına temaşa ediyorlar.
Eğer o kapı sana açılamadı; Mefatihü’l-Gayb* olan İmam-ı Râzî*nin geniş olan tefsirine gir ve serir-i tedriste o dâhi imamın halka-i dersinde otur, dersini dinle.
Eğer onun ile mutmain olamadın; arzı, küreviyet kabına sığıştıramadın; İbrahim Hakkı*nın arkasına düş, Hüccetü’l-İslâm olan İmam-ı Gazalî'nin
1- Yeri yayıp döşedi. (Naziat Suresi: 30)
2- Yayılmış. (Gaşiye Suresi: 20)
3- Güneş kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yasin Suresi: 38
4- O, gökten, oradaki dağlardan ( dağ gibi bulutlardan) dolu indirir. (Nur Suresi: 43)
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
yanına git, fetva iste... De ki: "Küreviyette müşahhat var mıdır?" Elbette diyecek: "Kabul etmezsen müşahhat vardır." Zira tâ zamanından beri şöyle bir fetva göndermiş: "Kim küreviyet-i arz gibi bürhan-ı kat'iyle sabit olan bir emri, dine himayet bahanesiyle inkâr ve reddetse; dine cinayet-i azim etmiş olur. Zira bu, sadakat değil, hıyanettir."
Eğer ümmîsin fetvayı okuyamıyorsun, bizim hem-asrımız ve fikren biraderimiz olan Hüseyn-i Cisrî*nin sözünü dinle!.. Zira yüksek sesle münkir-i küreviyeti tehdid ettiği gibi, hakikat kuvvetiyle pervasız olarak der: "Kim dine istinad ile, himayet yolunda müdevveriyet-i arzı inkâr eder ise sadik-i ahmaktır, adüvv-ü şedidden daha ziyade zarar vermiş olur."
Eğer bu yüksek sesle senin yatmış olan fikr-i hakikatin uykudan kalkmadıysa ve gözün de açılamadı; İbn-i Hümam* ve Fahrü’l-İslâm* gibi zatların ellerini tut, İmam-ı Şafiî*ye git, istifta et, de ki:
"Şeriatta vardır: Bir vakitte beş vaktin namazı kılınır. Hem de bir kavim vardır, yatsı namazlarının vakti bazı vakitte yoktur. Hem de bir kavim vardır: Güneş çok günlerde gurub ve çok gecelerde tulû etmez; nasıl oruç tutacaklar? Hem de istifsar et ki: Şart*ın tarif-i şer'îsi olan sair erkâna mukarin olan şeydir. Nasıl namazda şart olan istikbal-i kıbleye intibak eder. Halbuki yalnız kıyam ve yarı kuudda mukarenet vardır?"
Emin ol, İmam-ı Şafiî mesele-i ûlâyı şarktan ve garbdan geçen dairenin müdevveriyetiyle tasvir edecektir. İkinci ve üçüncü meseleyi dahi, cenubdan şimale mümted olan dairenin mukavvesiyetiyle tatbik edecektir. Bürhan-ı aklî gibi cevab verecektir. Hem de kıble meselesinde diyecek: "Kıble ve Kâbe öyle bir amud-u nuranîdir ki; semavatı arşa kadar takmış ve nazmedip küre-i arzın tabakatını ferşe kadar delerek kâinatın muntazam bir amud-u nuranîsi olmuştur. Eğer gıtâ ve perde keşfolunsa, hatt-ı şakûl ile senin gözünün şuaı, namazın her bir hareketinde ayn-ı kıble ile temas ve musafaha edecektir.
Ey birader!.. Eğer sen zannettiğim adamlardansan, acib hülyaların âlem-i hayalden başka bir yer bulamadığından bir kıymeti yoktur. Tâ kalbe girebilsin.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sen de inanmıyorsun, nefsini kandıramıyorsun; fakat sapmışsın. Eğer o hayalâta açık ve hakikate kapalı olan kalbinizde pek çok defa mütehayyilenizden daha küçük olan küre-i arz yerleşmez ise tevsi-i zihin için nazarın ufkunu genişlettir. Bir meclis hükmünde geçinen arzın sâkinlerini gör, sual et. Zira ev sahibi evini bilir. Onlar umumen müşahede ve tevatür ile bir lisanla sana söyleyecekler: "Yahu!.. Bizim beşiğimiz ve feza-yı âlemde şimendiferimiz olan küremiz o kadar divane değildir. ecram-ı ulviyede cari olan kaide ve kanun-u ilâhîden şüzuz ve serkeşlik etsin." Hem de delâil-i mücesseme-i musattaha olarak haritaları ibraz edecektir.
İşaret:Nizam-ı hilkat-ı âlem denilen şeriat-ı fıtriye-i ilâhiye; mevlevî gibi cezbe tutan meczub ve misafir olan küre-i arza, güneşe iktida eden safbeste yıldızların safında durup itaat etmesini farz ve vacib kılmıştır. Zira zemin, zevci ile beraber ve 1
muhakemat_51_1.gif
demişlerdir. Taat ise, cemaat ile daha efdal ve daha ahsendir.
Elhasıl: Sâni-i âlem, arzı istediği gibi ve hikmeti iktiza ettiği gibi yaratmıştır. Sizin -ey ehl-i hayal!..- teşehhi ile istediğiniz gibi yaratmamıştır; akıllarınızı kâinata mühendis etmemiştir.
Tenbih:Za'f-ı akideye veyahut Sofestaî* mezhebine olan meyle; veyahut daha almamış, yeni müşteri olmasına işaret eden umûrun biri de; "Bu hakikat, dine münafidir" olan kelime-i hamkadır. Zira bürhan-ı kat'î ile sabit olan bir şeyi hak ve hakikat olan dine muhalif olduğuna ihtimal veren ve münafatından havfeden adam, hâli değil; ya dimağında bir sofestaî gizlenmiş karıştırıyor veyahut kalbini delerek bir müvesvis saklanmış, ihtilâl ediyor veyahut yeniden dine müşteri olmuş, tenkid ile almak istiyor...
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
git, göreceksin; hangi kapıdan daire-i İslâmiyete dahil olmuştur. Amma İbn-i Abbas'a olan nisbetin ittisali ise, Dördüncü Mukaddimenin ayinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, sevr ve hût üzerindedir." hadis olarak rivayet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira İsrailiyat*ın nişanı vardır.
Saniyen: Hadis olsa da za'f-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddendir. Akideye dahil olmaz, zira yakîn şarttır.
Salisen: mütevatir ve kat'iyyü’l-metin olsa da kat'iyyü’d-delâlet değildir. Eğer istersen Beşinci Mukaddimeye müracaatla, On Birinci Mukaddime ile müşavere et! Göreceksin nasıl hayalât, zâhirperestleri havalandırmış. Bu hadisi mahamil-i sahihadan çevirmişlerdir. İşte vücuh-u sahiha üçtür:
Nasıl “Sevr” ve “Nesir” ve “İnsan” ve diğeriyle müsemma olan hamele-i arş, melaikedir. Bu sevr ve hût dahi, öyle iki melaikedir. Yoksa arş-ı âzamı melaikeye; küreyi, küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ı âleme münafidir. Hem de lisan-ı şeriattan işitiliyor: Her bir neve mahsus ve o neve münasib bir melek-i müekkel vardır. Bu münasebete binaen o melek o nevin ismiyle müsemma, belki âlem-i melaikede onun suretiyle mütemessil oluyor... hadis olarak işitiliyor: "Her akşamda güneş arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor."2 Evet şemse müekkel olan melek; ismi şems, misali de şemstir. Odur gider, gelir. Hem de hükema-i ilâhiyyun nezdinde her bir nev için hayy ve natık ve efrada imdad verici ve müstemiddi bir mahiyet-i mücerrede vardır. Lisan-ı şeriatta melekü’l-cibal ve melekü’l-bihar ve melekü’l-emtar gibi isimler ile tabir edilir. Fakat tesir-i hakikileri yoktur. müessir-i hakiki yalnız zat-ı akdes'tir. 1
muhakemat_52_2.gif



1- Çünkü kâinatta Allah'tan başka hüküm sahibi yoktur.
2- Buharî, Bed'ü'l-Halk: 4.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Esbab-ı zâhiriyenin vaz'ındaki hikmet ise; izhar-ı izzet ve saltanat tabir olunan dest-i kudret perdesiz daire-i esbaba mün'atıf olan nazara karşı, zâhiren umur-u hasise ile mübaşeret ve mülabeseti görülmemektedir. Fakat daire-i akide denilen hak ve melekûtiyette her şey ulvîdir. dest-i kudretin perdesiz mübaşereti izzete münasibdir. 1
muhakemat_53_1.gif

İkinci mahmil: Sevr, imaret ve ziraat-ı arzın en büyük vasıtası olan öküzdür. Hût ise, ehl-i sevahilin belki pek çok nev-i beşerin medar-ı maişeti olan balıktır. Nasıl biri sual ederse: "Devlet ne şey üstündedir?" Cevab verilir: "Kılınçla kalem üstündedir." Veyahut "Medeniyet ne ile kaimdir?" "Marifet ve sanat ve ticaret ile" cevab verilir. Veyahut "Nev-i beşer, ne şey üzerinde beka bulur?" Cevab ise: "İlim ve amel üstünde beka bulur." kezalik vallahu a'lem, Fahr-i Kâinat buna binaen cevab vermiş. Şöyle sual eden zat -İkinci Mukaddimenin sırrıyla- böyle hakaika zihni istidad kesbetmediğinden vazifesi olmayan bir şeyden sual ettiği gibi, Peygamberimiz de asıl lâzım olan şöyle cevab buyurdu ki: "Yer, sevr üstündedir." Zira yerin imareti nev-i beşer iledir. nev-i beşerden olan ehl-i kura'nın menba-i hayatları ziraat iledir. Ziraat ise, öküzün omuzu üstündedir ve zimmetindedir. Kısm-ı diğeri olan ehl-i sevahilin âzam-ı maişetleri, belki ehl-i medeniyetin büyük bir maden-i ticaretleri balığın cevfinde ve hûtun üstündedir. 2
muhakemat_53_2.gif
meselesine mâsadaktır. Bu lâtif bir cevabdır. Mizah da olsa haktır. Zira mizah etse de yalnız hak söyler. Faraza sâil keyfiyet-i hilkatten sual etmişse; fenn-i beyanda olan 33
muhakemat_53_3.gif
kaidesinin üslûb-u hakîmanesiyle, lâzım ve istediği cevabı vermiştir. Yoksa, hasta olan sâil iştiha-i kâzibiyle istediği cevabı vermemiştir. 44
muhakemat_53_4.gif
bu hakikate bir beraatü’l-istihlâldir.


1- İşte bu, aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir. (En'am Suresi: 96; Yasin Suresi: 38; Fussilet Suresi: 12)
2- Bütün av zebranın (yaban eşeğinin) karnındadır. Yani "onu yakalayan muradına ermiştir." anlamında bir Arap atasözü.
3- Dinleyen kimse ummadığı şeyle karşılaştı.
4- Sana hilâl şeklindeki yeni doğan aylardan sorarlar. De ki, onlar insanlar için birer vakit ölçüleridir. (Bakara Suresi: 189
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncü mahmil: sevr ve hût, arzın mahrek-i senevîsinde mukadder olan iki burçtur. O burçlar eğer çendan farazî ve mevhumedirler. Asıl ecramı nazm ve rabt ile yüklenmiş olan âlemde carî ve lâfzen ve ıstılahen cazibe-i umumiye ile müsemma olan âdetullahın kanunu o burçlarda temerküz ve tahassül ettiğinden, "Arz burçlar üstündedir" olan tabir-i hakîmane caizdir. Bu mahmil, hikmet-i cedide nokta-i nazarındadır. Zira hikmet-i atîka burçları semada, hikmet-i cedide ise medar-ı arzda farz etmişlerdir. Bu tevil yeni hikmetin nazarında büyük bir kıymeti tazammun eder.
Hem de mervidir: Sual taaddüd etmiş. Bir kerre "Hût üstündedir." Demek bir aydan sonra "Sevr üstündedir" denilmiştir. Yani feza-yı gayr-ı mahdudenin her tarafında münteşir olan mezbur kanunun huyût ve eşi'alarının nokta-i mihrakıyesi olan hût burcunda temerküz ettiğinden, küre-i arz delv burcundan koşup hut'taki tedelli eden kanunu tutup, şecere-i hilkatin bir dalıyla semere gibi asıldı. Veyahut kuş gibi kondu. Sonra tayyar olan yer, yuvasını burc-u sevr üstünde yapmış demektir. Bunu bildikten sonra insafla dikkat et! Beşinci Mukaddimenin sırrıyla ehl-i hayalin ihtira-kerdesi olan kıssa-i acibe-i meşhurede acaba hikmet-i ezeliyeye isnad-ı abesiyet ve sanat-ı ilâhiyede isbat-ı israf ve bürhan-ı sâni olan nizam-ı bedii ihlâl etmekten başka ne ile tevil olunacaktır? nefrin, hezaran nefrin, cehlin yüzüne...
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncü Mesele

Üçüncü Mesele
Kaf Dağı'dır.
İşaret: Malumdur, bir şeyin mahiyetinin keyfiyetini bilmek başkadır, o şeyin vücudunu tasdik etmek yine başkadır. Bu iki noktayı temyiz etmek lâzımdır. Zira çok şeylerin asıl vücudu yakîn iken, vehim onda tasarruf ederek tâ imkândan imtina derecesine çıkarıyor. İstersen Yedinci Mukaddimeden sual et; sana "neam" cevabı verecektir. Hem de çok şeylerin metinleri
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
kat'î iken delâletlerinde zunûn tezahüm eylemişlerdir. Belki "Murad nedir" olan sualinin cevabında efham, mütehayyir olmuşlardır. İstersen On Birinci Mukaddimenin sadefini aç. Bu cevheri bulacaksın.
Tenbih: Vakta ki bu böyledir. "Kaf"a işaret eden kat'iyyü’l-metinlerden yalnız 1
muhakemat_55_1.gif
dir. Halbuki caizdir; "Kaf", "Sad" gibi olsun. Dünyanın şarkında değil, belki ağzın garbındadır. Şu ihtimal ile delil yakîniyetten düşer. Hem de kat'iyyü’d-delâlet bundan başka olmadığının bir delili; Şer'in müçtehidlerinden olan Karafî*nin 2
muhakemat_55_2.gif
demesidir. Lâkin İbn-i Abbas'a isnad olunan keyfiyet-i meşhuresi, Dördüncü Mukaddimeye bak. vech-i nisbeti sana temessül edecektir. Halbuki İbn-i Abbas'ın her söylediği sözü, hadis olması lâzım gelmediği gibi, her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lâzım gelmez. Zira İbn-i Abbas gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikin tezahürü için hikâyet tarikiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.
Eğer dersen: "Muhakkikîn-i sofiye, ‘Kaf’a dair pek çok tasviratta bulunmuşlardır?" Buna cevaben derim: Meşhur olan âlem-i misal*, onların cevelângâhıdır. Biz elbisemizi çıkardığımız gibi, onlar da cesedlerini çıkarıp seyr-i ruhanî ile o ma'rezgâh-ı acaibe temaşa ediyorlar. "Kaf" ise; o âlemde onların tarif ettikleri gibi mütemessildir. Bir parça ayinede, semavat ve nücum temessül ettikleri gibi, bu âlem-i şehadette velev küçük şeyler de olsa -çekirdek gibi- âlem-i misalde tecessüm-ü maaninin tesiriyle bir büyük ağaç oluyor. Bu iki âlemin ahkâmları birbirine karıştırılmaz. Muhyiddin-i Arabî*nin mağz-ı kelâmına muttali olan bunu tasdik eder. Amma avamın yahut avam gibi adamların mabeynlerinde müştehir olan keyfiyeti ki: "Kaf" yere muhittir ve müteaddiddir.. her ikisinin ortasında beş yüz senedir.. ve zirvesi semanın ketfine mümastır.. ilâ âhiri hayalâtihim... Bunu, ne kıymette


1- Kaf. Şerefi pek yüce olan Kur'an'a and olsun. (Kaf Suresi: 1)
2- Aslı, esası yoktur
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
olduğunu bilmek istersen, git Üçüncü Mukaddimeden fenerini yak; sonra gel, bu zulümata gir. Belki âb-ı hayat olan belâgatını göreceksin.
Eğer bizim bu meselede olan itikadımızı anlamak istersen; bil ki ben "Kaf"ın vücuduna cezmederim; fakat keyfiyeti ise, havale ederim. Eğer bir hadis-i sahih ve mütevatir*, keyfiyetin beyanında sabit olursa iman ederim ki; murad-ı nebi sadık ve doğru ve haktır. Fakat murad-ı Nebevî üzerine... Yoksa nâsın mütehayyelleri üzerine değildir. Zira bazen fehmolunan şey, muradın gayrısıdır. Bu meselede malumumuz budur:
Kaf Dağı, ekser şarkı ihata eden ve eski zamanda bedevî ve medenîlerin aralarında fasıl olan ve âzam-ı cibal-i dünya olan Çamular'ının annesi olan Himalaya silsilesidir. Bu silsilenin ırkından cibal-i dünyanın ekserisi teşaub eyledikleri denilir. Bu hâl öyle gösteriyor ki: "Kaf"ın dünyaya meşhur olan ihatanın fikir ve hayali bu asl-ı teşaubdan neşet etmiş olmak gerektir.
Ve saniyen: âlem-i şehadete suretiyle ve âlem-i gayba manasıyla müşabih ve ikisinin mabeyninde bir berzah olan âlem-i misal o muammayı hâlleder. Kim isterse keşf-i sadık penceresiyle veya rüyâ-yı sadık menfeziyle veya şeffaf şeyler dûrbîniyle ve hiç olmazsa hayalin verâ-yı perdesiyle o âleme bir derece seyirci olabilir. Bu âlem-i misalin vücuduna ve onda maaninin tecessüm etmelerine pek çok delâil vardır. Binaenaleyh bu kürede olan "Kaf", o âlemde zü’l-acaib olan "Kaf"ın çekirdeği olabilir. Hem de Sâni'in mülkü geniştir. Bu sefil küreye münhasır değildir. Feza ise gayet vâsi, Allah'ın dünyası gayet azim olduğundan zü’l-acaib olan "Kaf"ı istiab edebilir. Fakat eyyam-ı ilâhiye ile beş yüz sene bizim küreden uzak olmakla beraber mevc-i mekfuf olan semaya temas etmek, imkân-ı aklîden hariç değildir. Zira "Kaf" sema gibi şeffaf ve gayr-ı mer'î olmak caizdir.
Ve rabian: Neden caiz olmasın ki "Kaf", daire-i ufuktan tecelli eden silsile-i âzamdan ibaret ola... Nasıl ufkun ismi de "Kaf"a mehaz olabilir. Zira devair-i mütedahile gibi nereye bakılırsa, silsilelerden bir daire görülür. Gide gide nazar kalır, hayale teslim eder. En nihayet hayal ise selasil-i cibalden bir daire-i muhiti tahayyül eder ki, semanın etrafına temas ediyor. küreviyet sırrıyla, beş yüz sene de uzak olursa yine muttasıl görünür.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt